ZAFERLERİN ZAFERİ

26 AĞUSTOS BÜYÜK TARRUZ TÜRKÜN VARLIĞININ İSPATI VE 30 AĞUSTOS İSE ZAFERLERİNİN ZAFERİDİR. Sefa Yürükel - sefa yurukel

26 AĞUSTOS BÜYÜK TARRUZ TÜRKÜN VARLIĞININ İSPATI VE 30 AĞUSTOS İSE ZAFERLERİNİN ZAFERİDİR. Sefa Yürükel

İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip
kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler”

Napoleon Bonaparte – Fransız İmparatoru .

“Türklerden bahsediyorum… Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek
tabiatı da inciten bir gaflet olur.”
Tasso – İtalyan Şair

26 ve 30. Ağustoscular, bugünü doğru, bilinçli bir şekilde ve bayram olarak anmak için, o dönemin kısa bir tarihçesinide göz önünde bulundurmak gerekli olmaktadır.

Türkleri kurtuluşa götüren bu dönemin anlamını anlamak için, Türk Milletinin bu konuda ki belleğini yeniden tazelemeside kanımca bu anlamda yerinde olacaktır.

Zaferin kendisine ait olduğunu düşünen ve İstiklal Harbinde kanlarını bağımsızlık için seve seve veren Yüce Türk Milletinin evlatları bizim çok önemli tarihimizin kesitini belirten ve TC’ne giden yolu döşeyen Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığını yaptığı düzenli Türk Ordusu karşısında, özellikle İngiliz emperyalizminin desteğiyle; İzmir’den, Manisa, Aydın, Afyon, Eskişehir, Polatlı, Ankara hattına doğru ilerleyen Yunan Ordusu, karşısındaki Türk Ordusu’ndan %25 daha fazlaydı ve modern silahlara sahipti. Bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatlarına girerek yönettiği ve kazandığı bu zaferli savaş, dünya savaş tarihine Dumlupınar –Başkomutanlık Meydan Muharebesi diye geçti.

Savaşı en ince noktalarına kadar hesaplıyan Türk Kuvvetlerinin Kurmay Başkanlığı Karargahı, Büyük Taarruz Harekatını 26 Ağustos 1922 tarihinde, şafak sökmeden, sabah saat 05.30’da Mustafa Kemal Paşa’ nın emriyle başlattı.

Bu saatten itibaren, Askere Vatan ve Milletin Kurtuluşu için size ölmeyi emrediyorum diyen Mustafa Kemal Paşa; ”Hattı Müdafaa yoktur. Sathı Müdafaa vardır. O Satıh’da Bütün Vatandır. Bu vatanın her toprağı kanla sulanmadıkça terk edilemez“ hedefine doğru, emrindeki tüm kuvvetleri düşmana karşı harekete geçirmişti.

Sakarya’da göğüs göğüse çarpışan Türk orduları, Kurt Kapanı, düşmanı oyalama, yanıltma ve boğma stratejisini uygulayarak, kısa zamanda 30. Ağustos’da General Trikopis komutasındaki Yunan kolordularını, özellikle Yunan 4., 5. 9. ve 12 Tümenlerini kısmen yada tamamen imha etti.
İki Yunan Kolordusu’da Türk Ordusu tarafından kuşatılarak tamamen yenildi.

  1. Ağustos 1922 tarihinde Saat 19.30’da Yunan Ordusu’nun elindeki tüm modern silahlar ve bölge Türk Ordusu’nun eline geçti.

Büyük Taarruzdaki durum, Yusuf Ziya Ortaç adlı Şairimizin dizelerine de aynen şöyle yansımıştır :

26 Ağustos gece sabaha karşı
Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı
Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar
Alt üst oldu siperler, eridi demir ağlar.
Fırtınadan yeleli yıldırımdan kanatlı
Alevlerin içinden geçti binlerce atlı
Çığlıkla iniltiyle sarsıldı, köşe bucak
Savruldu gökyüzüne kafa kol, gövde, bacak.

Şair bu dizelerle gerçekten 30. Ağustosa giden merhaleyi çok güzel özetliyor.

  1. Ağustos‘ta ise Yunan Orduları Komutanı Trikopisin başında bulunduğu son Yunan işgal kuvvetlerinide T.B. M. M. den tam yetkili Başkomutan olarak savaşı yöneten Mustafa Kemal Paşa, emrindeki kuvvetlerle işgalci ve soykırımcı düşmanını tam bir bozguna uğratarak düşmanın geri çekilmesini sağladı.

Bundan kısa süre sonrada 30. Ağustos Zaferiyle yaratılan askeri fırsatı iyi değerlendiren Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Milletini bağımsızlığa, kurtuluşa götürecek ve Cumhuriyetin kurulmasına giden kesin yoluda döşeyecek olan ana askeri kararını 1. Eylül 1922’de verdi.

Orduları Uşak üzerinden İzmire doğru harekete geçirdi.

Atatürk’ün o gün tüm Ordulara ve Komutanlara verdiği o meşhur: ”Ordular ilk Hedefiniz Akdeniz’dir” emriyle, 3 koldan Ege bölgesinden taarrruza geçen Türk Kolorduları ve Kuvvayı Milliye teşkilatları, İzmire doğru yıldırım hızıyla hareket etti.

450 kilometre katederek, 26. Ağustosdaki Büyük Meydan Muhaberesi harekatından sonrada 15 gün içerisinde, 9. Eylül 1922 tarihinde Tüm Yunan kuvvetleri kesin yenilgiye uğratıldı.

Ve bu esnada düşman Ordularının Başkomutanı Trikopis esir alındı.

O gün yıldırım gibi İzmir’e doğru akan Türk Kuvvetlerinin o günkü son manzarasını ve haşmetini yine aynı şair Milletine kendi dizelerinde şu şekilde özetliyor:

Rüzgârlarla atbaşı, yarış etti bu akın
Şimdi yakınlar uzak, şimdi uzaklar yakın,
Akdeniz ayakları altında ordumuzun
Mavi bir atlas gibi serilmişti upuzun.
Çekti Kadifekale albayrağımı yine
Güzel İzmir burundu yine eski rengine
Sunguler ilk amaca tam on dört günde vardı
O gururlu alınlar yere düşüp yalvardı.
Ölmüştü.

  1. Eylül’de, İzmir Kadife Kaleye Türk Bayrağını çeken Türk Süvari Alayı kuvvetleri, İzmir’in düşman işgalinden kurtulması ile Türk Milleti’ne bir büyük zafer, Yunanistan ve onun destekçisi olan bilumum Emperyalistlere ve işbirlikçi hainlerede ağır ve dünya askeri tarihinde unutulmaz bir yenilgiyi tattırdı.

Bu yenilgiden sonra yani 18. Eylül 1922’de ise fiilen tüm Yunan Kuvvetleri Türkiye’yi terk etti.

Sonuçta, 1. Ekim 1922’de, Emperyalistlere ve onların kullandığı Yunan işgalcilerine ve Padişahçı İşbirlikçi hainlere diz çöktüren Türk Milli Kuvvetleri, İtilaf devletlerinin Mudanya Antlaşmasında da Ankara Hükümeti’nin isteklerini kabul ederek, Tüm Yunan Kuvvetlerinin Ege’den ve Trakya’dan tamamen çekilmesini ve bölgeyi Ankara Hükümeti’ne terk etmesini sağladı.

Bununla birlikte Çanakkale ve İstanbul’u işgal eden İtilaf devletleride aynı akıbete uğrayarak, Mustafa Kemal Paşa’nın 19. Mayıs 1919’dan önce, İstanbul Boğazı’nda ki düşman gemilerinide işaret ederek söylediği gibi, yani geldikleri gibi gittiler.

Ayrıca bu büyük Türk Zaferi, bir zamanlar kendilerince yenilmeyen,” güneşin hiç batmadığı İmparatorluk” lakaplı İngiltere’nin ünlü Başbakanı Llyod George’un da istifasını sağladı.

Büyük Taarruzla başlayan ve 30. Ağustos’ta kesin Zaferi kutsayan ve 9. Eylülde İzmir’de düşmanı denize döken Türk Ordusu, bu Savaş başarısıyla, sadece Türk Milleti’nin yüceliğini, vatan ve bağımsızlık için ölümü göze almasını değil aynı zamanda yenilmez denilen emperyalistleri yenerek, diğer mazlum milletlerede örnek ve önder oldu.

Bu konuda iki devlet adamı şöyle demektedir:

«Pakistan Devlet Başkanı M. Ali Cinnah’ın 30. Ağustos Zaferi sonrası 11.09.1922’de Londra’da söyledikleri aynen şöyledir:
“Ne biz ne de her kitada yaşamakta olan tutsak ve mazlum ulusları bundan sonra tutamayacaksınız. Mustafa Kemal ve Türkler ki, kendileri için hazırlanan tabutu yayılmacıların başına geçirmişlerdir. Şimdi dünyada başlarına tabutlar geçirilecek başkaları da benzer sonuçlara hazırlanmalıdırlar.” diyerek dünyada oluşacak olan diğer ulusal kurtuluş savaşlarınında haberini vermiştir.

Aynı konuda Hindistan Devlet Başkanı Mahatma Ghandi’nin 08.09.1922’de düzenlediği basın toplantısında 30 Ağustos konusunda söyledikleri ise şöyledir:

“Türkiye Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, Dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.”» demiştir.

Bu anlamda daha sonraki Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin ve kurtuluşunun lideri olan Mahatma Gandi Türk’ün Zaferini Mustafa Kemal Paşa’nın şahsında kutsamış ve onu örnek ve önder almıştır.

  1. Ağustos Zaferi’nin Türk Milleti için önemini Atatürk 1924 yılında bizzat Dumlupınar’da ki yaptığı konuşmada aynen şöyle ifade etmektedir:

“Bilmeyen kalmamıştır ki: Ulusumuz, egemenliğini eline aldığı gün, en karanlık yoksulluğun, en derin uçurumun kıyısında idi. Bütün güçleri yıpranmış, bütün savunma araçları elinden alınmış, kutsal varlıkları saldırıya uğramış, pek acıklı bir durumda idi. Bütün bunları hiçe sayarak varlığını ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi. Bu kararını başarıya ulaştırabilmek için kendine bir toplu davranış, bir belirli erek seçmesi gerekiyordu. Ulusun bütün varlığı ile, bütün inanıyla, canını dişine takarak o yolda birlikte yürümesi ve er geç başarıya ulaşması gerekti. İşte baylar o erek bu yerdi, burasıydı. Umulan ve istenen başarı, işte burada kazanılan zaferdi.”
demişti ve Atatürk konuşmasına şöyle devam etmişti;
“30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusu’nun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, olumsuz yaşayışı burada taclandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin olumsuz koruyucularıdır.” Demektedir.

Atatürkün daha sonraki konuşmalarındada belirttiği gibi Türk Ordusunun Zaferiyle sonuçlanan Büyük Taarruzdaki esas amaç, sadece düşmanı yenmek değil: “Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı!”.

Onun içinde 30 Ağustos, Kurtuluş Savaşı’nın sonucunu belirleyen Büyük Taarruz’un son günü yapılan Başkumandanlık Meydan Savaşı (30. Ağustos 1922) yıl dönümlerinde kutlanan Milli bir bayramdır.

  1. Ağustos Zaferi ilk olarak 30 Ağustos 1923 yılında Ankara, Afyon ve İzmir’de şenlikler düzenlenerek kutlanmıştır.
    1935 yılında işe çıkarılan bir yasayla 30 Ağustos Milli Zafer Bayramı olarak kabul edilmiştir.
  2. Ağustos, sadece Milli bir bayram değil, aynı zamanda Ebedi Milli Önderimiz Mustafa Kemal Paşa’nın da dediği gibi, şehitleri ve gazileriyle elde edilen bu büyük Zaferin sadece Zafere sahip çıkan Türk Milletine ait olduğununda adıdır.
  3. Ağustos bu anlamda, sadece bir askeri Zafer değil, Türk’ün birbirine doğru önderlikle kenetlenmesinin, akıllı ve doğru kararları alan Türk Savaş sanatının başarısının, 10 bin yıllık tarihi olan Türk’ün dağılmışlığa ve yok olma sürecine karşı bağrından çıkardığı Ordusunu, kendi kurtuluşunu, Çağdaş Milli devletini ve Milletini’de en imkansız zamanlarda bile çıkarabileceğinininde göstergesidir.

Yani 30 Ağustos, Ebedi Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde dünyada Emperyalizme karşı verilen İLK KURTULUŞ SAVAŞI’NIN düşmanın imhasıyla taçlanan Dumlupınar Meydan Muharebesinin yarattığı özgürleştirici bir ortam sağlamasının, Bağımsız Türkiye Cumhuriyetin kuruluşunun, Çağdaşlığı simgeliyen, Padişah’a Kulluktan özgür Vatandaş’a giden yolunda açılmasıdır.

Bunu yaratan ise, gücünü Yüce Türk Milleti’nin kendi tarihinden alan ve esasında da Türk halkının üniformalısı olan Türk Milli Ordusu’nun Milletinin Milli Egemenliğini herşart altında kayıtsız şartsız savunacağı, şehit ve gazi olacağı bünyeninde ta kendisidir.

Bugün,Türkiyenin de içinde olduğu “İslam Coğrafyasının” felaketine yol açacak olan ABD’nin BOP projesi kapsamında, ABD ile gizli 9 maddelik sömürge olma antlaşmasını yapan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve Şimdiki Cumhurbaşkanı RTE’in izlediği siyasete karşı tavır alan ve komşularla ilişkilerde dostluk ve milli menfaatleri sulh çerçevesinde halletmek isteyen Millici Subaylara karşı, 1997 yılındaki bir MİT raporunda teyit edilen, raporda Amerikan Dış İstihbarat Teşkilatı CIA’nın Ortadoğudaki en güçlü Sivil Toplum örgütü diye tabir edilen, devlet içersindeki gladyo (Süper-NATO nun parçası) olan F-Tipi örgüt/FETÖ kullanılarak yapılan operasyonlarla; susturulmaya, imha edimeye ve bu şekilde de düşman tarafından 30. Ağustos’un da intikamı alınmaya çalışılmıştır.

Atatürk sanki bugünleri o zamandan görmüş ve Türk Subaylarına o gün, bugünde geçerli olan uyarı niteliğinde bir söylev bırakmıştır.

Türk Milleti için, Türk Ordusu, devlet ve millet başarısı, var olması ve yaşamı için olmazsa olmazıdır.

Çünkü Türk Ordusu, bir Halk Ordusudur ve Türk Milletinin üniformalı halidir.

Batı Ordularına benzemez.

Türk Ordusu aynı zamanda Türklerin kimliksel karekterinide yansıtır.

Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk işte bu nedenle, Afyonkarahisar’da Subaylara hitaben çok önemli ve tarihi bir konuşma yapmıştır.

  1. Ağustos Zaferinden iki yıl önce, ileri görüşlü bir Türk Subayı’nın ve Türk Ordusu’nun ne olduğunu ve ne yapması gerektiğini ve önemini analiz ederek yorumlayan Mustafa Kemal Atatürk, 31. Temmuz 1920 tarihinde Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmada, aynen şunları belirtmiştir:

‘Millet, bağımsızlığını ordudan bekler’
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.

Efendiler !

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdanı zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle İle mülahaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar!
İngilizler ve yardımcıları, milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir.

Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete, hürriyet ve bağımsızlık vermez.

Milletlerin tabiatında en yaratılistan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele ile mahfuz bulundurulur.

Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkum ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur.
Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir Eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler.

Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.

Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.

Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır.

Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kanı olmuş ve buna katı azim ile karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki, milletin vicdanı-imanıdır, mevcuttur.

Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattır;ordunun ruhu subaylardadır.

O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.

Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.

Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakar olmak mecburiyetindedirler.

Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakalar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.

Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.

Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz.
Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır. Dolayısıyla subay için ya istiklal, ya ölüm vardır.

Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız! diyerek adeta bugünleri işaret etmektedir.

Ebedi önderimiz Mustafa Kemal Atatürk böyle bir durumun ileride de olabileceğini ta 93 yıl önceden görmüştür.

Ve bir Amerikalı gazeteciye verdiği mülakatta:

“ 1. Dünya Savaşının sonuçlarıyla oluşturulan Ortadoğudaki suni sınırlar, bir gün burada yaşayan halklar tarafından bozulacaktır. O zaman bu halklara karşı Emperyalistlerin yanında yer alacak yönetimler ve halklarda aynı akıbetten kurtulamıyacaklardır “ demiştir.

Evet, Ebedi Başkomutanımız Atatürk daha o günlerde büyük bir öngörü ile bugünkü: Afganistan, Suriye, Filistin, Libya, Tunus, Mısır, Irak, Lübnanda olanları ve olacaklarıda işaret etmektedir.
Bugün Emperyalistlerin yanında BOP projesi kapsamında yer alan makam işgalcileri ve işbirlikçi iktidar ve avanesi; Hakkari’yi, Şırnak’ı, Van’ı, Mardin’i, Tunceli’yi, Ağrı’yı, Batman’ı, Bingöl’ü, Diyarbakır’ı, Siirt’i, Hatay’ı, Kilis’i, Gazi Antep’i, Kahraman Maraş’ı ve Urfa’yı Emperyalistlerin ürettiği; İŞİD, PKK, EL NUSRA, ÖSO’nun terörist ve casusluk kampına çevirmesinin yolunu açmışlardır.
Ve Türkiyey’yi Emperyalistlerin at oynattığı bir bataklığa sokarak, mazlum, kardeş ve direnen Lübnan, Filistin, Suriye, İran ve Irak halklarına karşı tavır aldırmıştır.

Yukarda belirtildiği gibi günümüzde de 30. Ağustos 1922’nin ve Atatürk’ün Subaylara hitaben 1920’de ki Afyon Karahisar konuşmasının niteliğide bu anlamda şimdi dahada bir önem kazanmaktadır.

Emperyalizme karşı kazanılan zaferin sonucunda elini güçlendirerek Lozan’da masaya oturan Türk Milletinin temsilcileri, Milli Misaki sınırları içersinde yer alan Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin senedi’ni, savaştığı düşmana o gün masadada kabul ettirmiştir.

Tarihimiz bizim karekterimizi yansıtır ve geleceğimizinde teminatıdır.

Ve bu anlamda gelecekteki yapacaklarımızın ve başarılarımızında referansı ve esasıdır.

Bazı zamanlarda ve bugünlerde Türk Milleti ve Ordusu kırılmalar ve sıkıntılar yaşasada ANA MİLLİ HATLARIMIZ asla kaybolmamaktadır.

Atatürk gibi sınırlarını ve kaderini kendi çizen bir liderlik ve onun destekleyen bir Türk Milleti, bir büyük Millet olmanın verdiği kabiliyetle ve olgunluklada, sınırlarınının öbür tarafında yer alan komşuları ilede her zaman sulh ve dostluk ilişkileri perçinlemiştir.

Bu perçinleme Emperyalistler tarafından, Körfez savaşına kadar kırılmak istensede, Türk Milleti ve Ordusu bu yönde kesin tercihini yapmıştır.

TSK Emperyalizme, komşu ve kardeş kanı akıtmaya o gün hayır demiştir.

1950’li dönemin, siyasi yöneticilerinin, Emperyalist bir Projesi olan NATO’ya Türkiyeyi sokması haricinde, kısmende olsa Türk Ordusu büyük hatalardan uzak durmuştur.
Türk Milleti, kendi Ordusu’nu Atatürkçü düşünceyle yetiştirmiştir.

NATO ve onun patronu olan ABD işte bu dönemde boş durmamış, Türk Milleti’nin ve Devletinin koruyucusu ve kollayıcısı olmaması için, TSK’da kendi yandaşlarını ve yanaşmalarını yaratmış ve TSK’yı Milli düşünceden uzaklaştırmak ve kendine yanaşma olarak kullanmak için elinden geleni yapmıştır.

  1. Mart 1971 ve 12. Eylül 1980’de bizzat CIA Ankara İstasyon şefi olan Poul Henze’nin deyişiyle; “Bizim Oğlanlar iktidarda” diyerek kendi yandaşlarını TSK’nın başına getirdiklerini itiraf etmişlerdir.
    Bu iki darbe döneminde, binlerce Atatürkçü Subay işkenceden geçirilmiş ve tasviye edilmiştir.

Fakat, ABD’nin gücü, tohumu, toprağı ve mayası Türk Milleti’nden ve gövdesi Atatürkçü düşünceden olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin içersindeki Millici Subayları imha etmeye yetmemiştir.

Alttan sürekli üreyen Atatürk ilkelerine bağlı Subayların yetişmesi ABD’nin istediği ölçüde engellenememiştir.

Şimdiki durum dahada berraktır.
Kimin neyin yanında olduğu anlaşılmıştır.

Yapılacak olan bellidir.

Bundan sonra ise yapılacak olan ise, savaşçı ve mücadeleci olan TSK personeli Atatürk ilkelerine bağlı olarak ve Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milleti’nin de ortak aklını ve gücünü tarihsel bir perspektifide arkasına alarak yeniden kullanmalı, iç düşmana ve PKK, FETÖ, IŞİD gibi terör örgütlerininde baş hamisi olan ABD Emperyalizminin ve İsrail Siyonizminin başını çektiği düşmana karşı; birlikte hareket etmek isteyenler ile Milli Birleşik bir Cepheyi oluşturarak, yeniden, Cumhuriyet Devrim Kanunlarını, Atatürk’ün 6 OK’ta ki aynı zamanda da rejimi belirleyen; simge ve içeriği yeniden yerli yerine oturtarak, Türkleri 3. defa Ergenekondan çıkarmalı ve yeni bir 30. Ağustos’ta Zaferini tekrar ve tekrar ilan etmelidir.

Bu yüzden de bugün bunlar göz önünde tutulduğunda bir Türk esasında TSK’yı desteklemeyen ve bir sus, ihanet ve esaret payı olarak verilen, partilerdeki; Parti Meclisi üyeliğini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde var olan Milletvekili borsasında Milletvekili olmayı, Belediye Borsasında Belediye Başkanı ve il Başkanı olmayı kesinlikle red etmelidir.

Çünkü hiç bir Parti ve Parti Başkanı Türkiye Cumhuriyeti’nden, TSK’dan daha değerli ve kutsal değildir.
Çünkü söz konusu olan Türklük ve Vatan’dır.

Bu yüzden kişilere sunulan arpalıklar ve kişisel menfaatler uğruna Türklük ve Vatan satılmamalıdır.

Türk Milleti tüm bu olumsuzlukları dışlamalı ve yenmeli ve Türk’ün, Coğrafyasındaki heryeri ise, iç ve dış düşmana inat ve kendi bekası için yeniden Samsun ve Ergenekon yapmalıdır.

Şairin dediği gibi Türkler, “güzel günler göreceğiz çocuklar” dizelerine doğru yaklaşmalıdır.

Yüce Türk Milletinin evlatları, biz, Millet, Devlet ve Ordu yaratmada mahareti olan ender milletlerdeniz.

Kimse bizi kendimiz istemediğimiz, uyanık olduğumuz ve rehavete düşmediğimiz zaman asla imha edemiyecektir.

İmha etmemesi için birbirimize Milletimizin birer ferdi olarak sarılmalı ve kenetlenmeliyiz.

Bu anlamda biz Türkler, Zafer Bayramımızı ve TSK Günümüzü, gururla kutlamaya devam edelim ve etmeliyiz.

Şartlara bakmadan nerede olursak olalım, 30. Ağustos Ruhuyla hareket etmeliyiz.

Çünkü 30. Ağustosa sahip çıkmak, Türk’ün kendine sahip çıkmakmasıda demektir.

Bu yüzden kendisine Türk’üm diyen hiç bir kimse kimse, şu konuda tereddüt etmemelidir, 1919’da Atamızın İşbirlikçi hainler ve onların efendilerine, geldikleri gibi gitmeyi aynen 1922’de yaşatığı gibi, Türk Milleti bunu yine onlara tekrar yaşatacaktır.

Emperyalistlerin Türkiyeyi bölme ve parçalama heveslerini kursaklarında bırakacaktır.

Emperyalistleri, makam işgalcisi uşaklarıyla birlikte Anadolu Topraklarına tekrar gömecektir.

Onları imha edecektir

Türk Milleti bunu yapacak tarihe, kudrete ve Millet referanslarına sahiptir.

Evet bugün sadece Zafer günümüzü değil, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri Günümüzüde Bayram olarak kutluyoruz.

Fakat bir farkla, Türkiyenin Kurtuluş Savaşıyla 2. Ergenekondan çıkışının oluştuğu Türkiyemizde, Bayram Kutlaması, TSK nın elinden alınmış, Kutlamalar Hipodrumlardan çıkartılmıştır.

Türk Ordusunun subaylarının, Emperyalistlerin Türk Milli Ordusu’nu başka mazlum halklara karşı kullanılmasına karşı çıkıp, Ordu’nun tüm teçhizat ve uluslararası ilişkilerdeki yapısının Millileştirilmesini isteyen, terörün Emperyalistlerin kontrolünde olduğunu savunan ve bu konuda Milli tavır alan, Atatürk’ün, Ya İstiklal Ya Ölüm ilkelerine bağlı, Milletini düşünen, en tecrübeli subaylarının, Amerikan Emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, ABD Koordineli AKP, FETO ve PKK ortaklığında, TSK nın güzide personelinin tasviye edildiği farkıyla ve aynı zamanda bugün TSK’nın komuta sistemi ve fabrika ayarlarıyla ile oynanmasının getirdiği kötü sonuçların farkıyla kutluyoruz.

Bilindiği gibi, Atatürk’ün Yurtta Sulh Cihanda Sulh şiarını kendisine ilke edinmiş olan, Yüce Türk Milletinin bu Milli ordusu, son 15 yıldır, ABD Emperyalistlerinin patronu olduğu NATO nun ileri karakolu olmasına ve ABD ve AB Emperyalistlerinin menfaatleri için, Ortadoğu, Asya ve Afrikada ihraç malı gibi jandarmalık yapmak istememekte ve direnmektedir.

Bu Milli Subaylar bu yüzden; GATA, Harp liseleri, Akademileleri, Milli Ordu, Milli gemi, Milli şifre yazılımı, Milli mühimmat, Milli hava Savunma sistemi, Milli Radar sistemi, Milli Savaş ve Savunma Stratejisi, Milli Savunma, Savaş ve Uzay sanayisinin güçlendirilmesi istemektedir.

İşte terörün kaynaklarınıda doğru tespit eden TSK nın bu Atatürk Çizgisindeki subayları, terörün NATO’cu sözde müttefikleri tarafından nasıl desteklendiğini bilmekte ve tavır almaktadır.

Bugünde, Kuzey Suriyede, ABD imalatı İŞİD ve PKK yı ve ABD- İSRAİL Koridorunu, yani sözde Kürt koridorunu imha etmek için harekete geçen TSK’nın, daha ilk andan itibaren büyük başarısı,

TSK nın manevra, yüksek vurucu ve caydırıcı kabiliyetini bir daha emperyalistlere göstermiştir.

Bu anlamda Vatan savunmasında TSK nezlinde Kurtuluş Savaşı ruhunun devam ettiğinin bir göstergesi olan bu durum karşısında her zaman olduğu gibi yine TSK ile gurur duymalıyız.
Millet olarak TSK’nın her zaman arkasında durmalıyız.

Kısacası, yukarda belirttilen neden ve sonuçlardan dolayı, Kurtuluş Savaşımızda bize bu zaferi tattıran ve bu ruhun devam etmesini sağlayan başta Atatürk olmak üzere, İttihat Terakkiden devir alınan ve Anadolu ve Trakyada Müdafai Hukuk Cemiyetlerini ve Kuvayı Milliyeyi kuran, o zamanın JonTürk istihbarat teşkilatı olan Teşkilatı Mahsusa üyelerine (ki bunlardan biriside o dönemde Mustafa Kemal Atatürk ve Hasan Tahsindir), Egeli Efelere, Kağnılarla, at arabalarıyla sırtlarında cephane ve diğer mühimmatları taşıyan yiğit Türk kadınlarına, Milli Orduya, düşmanın işgal ettiği bölgelerimizden silah ve cephane taşıyan, İpsiz Receplere, Laz takalarına ve reislerine, Makbule Çavuşlara, Kara Fatmalara, Nene Hatunlara, Sütçü İmamlara, İstanbul Mim Mim Grubuna ve Karakol Gruplarına, direnişte ve kurtuluşta en ön saflarda yer alan;Hacı (Hace) Bektaş, Şah Kulu ve Karaca Ahmet Dergahlarına, Özbekler Tekkesine, Kadiri Dergahlarına ve ekmeğini aşını erzak ve biricik körpe cocuklarını asker olarak Mustafa Kemalci Kuvvetlere, Vatanın kurtuluşu için veren yoksul Türk köylülerine olan şükran borcumuzu her zaman teyyit etmeli ve onların anıları önünde saygıyla eğilmeli ve onları bu şekilde de her zaman anmalı ve sahip çıkmalıyız..

Düşman bugün, emperyalizmin işbirlikçileri olan; İktidar, Tarikatlar, Gladyo, PKK, FETO, İŞİD ve Ermeni Diasporası üzerinden Türkiyeye karşı çok yönlü olarak bir savaş vermektedir.

Bu savaşın adıda onun için ”Türkiye ile–Amerika ve müttefikleri arasında bir Savaştır”.

TSK’nın bugünkü hedefide bu anlamda, günümüzde de adı sanı somut olan Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri olmalıdır.

Bizi biz yapan değerlerimizden olan TSK’yı; Terörizme, Emperyalizme, Siyonizme ve onların gerici-bölücü yerli işbirlikçilerine karşıdabu yüzden her zaman desteklemeliyiz.

Bu savaşıda Ordu- Millet el birliğiyle aynen1922 lerde olduğu gibi kazanmamız gerekmektedir. Bunun içinde Türk Milleti Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı ve birlikte, programlı ve hedefli olarak hareket etmelidir.

Çünkü ikinci bir yol yoktur.

Atamızın bize dediği gibi,” Yurtta Sulh Cihanda Sulh” İlkesine bağlı kalarak, “Ne Mutlu Türküm” demeden geri kalmaz isek ve “söz konusu Vatansa gerisi teferruattır” ilkesine sadık kalır ve bu kavram ve sözlerin içini doldursak, amaçlarımızı gerçekleştirmememiz ve kazanmamamız için hiç bir neden yoktur.

Ve bunun içinde işte bugünlerde yurtsever partilerle, kuruluşlarla ve fertlerle, SADECE ANAVATANDAKİLER DEĞİL, YURT DIŞINDADAKİ TÜRKLERDE DAHİL EDİLEREK, 1919’da, 1922’de ve 1923’de olduğu gibi, Milli Bir Birleşik Cepheyi, Milli PAKTI, bugün artık çok lüks olan fikir ve tavır ayrılıklarını bir tarafa bırakarak, Anavatan’ın ve Türk Milleti’nin selameti için kurma çağrısı yapılmalı ve bunu hep birlikte gerçekleştirmeliyiz..

Yaşasın 26. Ağustos Büyük Taarruz ve 30. Ağustos, Yaşasın Mustafa Kemal Paşa RUHU VE DÜŞÜNCESİ ve onun mensubu olarak övündüğü Yüce Türk Milleti.

Bin Selam Sana Yüce Türk Milleti’nin Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri.

Bu özel Türk zaferler haftası, omurgası Türk Milleti ve önderi Atatürk olan 30. Ağustos Zafer Bayramımız ve TSK günümüz Yüce Türk Milletine tekrar ve tekrar ve tekrar kutlu olsun!

…….

Son olarak her zaman olduğu gibi;

Atatürk’le kalın.
Cumhuriyetle kalın.
Hoşçakalın!

Sefa Yürükel


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir