Akdeniz’de, Kuzey Denizinde ve Adriyatik Denizinde Musilaj Olgusu

Akdeniz’de, Kuzey Denizinde ve Adriyatik Denizinde Musilaj olgusu - denizsalyasi

Akdeniz’de, Kuzey Denizinde ve Adriyatik Denizinde Musilaj olgusu

Akdeniz’de, Kuzey Denizinde ve Adriyatik Denizinde Musilaj olgusu - denizsalyasi

Öncelikle bu problem sadece Marmara Denizi’nin ve Türkiye’nin meselesi değildir, bunu iyi bilelim. Denizlerde birkaç milimetreden onlarca metreye kadar biriken şekilsiz madde kümelenmeleri dünyada okyanuslarda genellikle deniz yüzey suyu sıcaklığının yükselmesiyle birlikte rastlanan bir durumdur. Kuzey Denizi’nde Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya kıyılarında da gözlenir. Musilaj kimyasal olarak kolloidal yapıya sahip, yani jöle kıvamında yumuşak bir bileşik cisim olmakla bereber köpüksü bir görünüme sahiptir. Geniş veya ince bir tabaka halinde deniz yüzeyinde bulunabilir. İçerisinde fitoplanktonlar, diyatomlar gibi deniz canlıları bulunabilir. Bunların çoğu gözle görünmez, mikroskobik canlılardır. Fitoplanktonların fotosentez süreci sonunda salgıladığı polisakkaritler yani biyokimyasal olarak büyük şekerler bu yapının iskeletini meydana getirir.

Dünyada ilk defa 1729’da Adriyatik denizinde rastlanmış, balıkçılık ağlarına bulaşarak ağların kullanımını engellediği için “mare sporco”  (kirli deniz) olarak tanımlanmıştır. Ondan sonra dünyada zaman zaman rastlanan bir olgu haline gelmiştir. Ne var ki, takriben son 45 yıl içerisinde dünyamızda daha sık yaşanmaya başlanmıştır.

Musilajla kaplı deniz, kıyılarda bazı sosyoekonomik problemlere yol açar. Özellikle Adriyatik’in kuzeyinde yoğun besin elementlerinin bulunduğu, yüksek üretkenlikte sığ bölgelerde yaygın olarak rastlanmaktadır. Ayrıca Kuzey Denizi’nde de bu sorun yaşanmaktadır.

Akdeniz kıyıları sık sık musilaj sorunuyla karşılaşır. Bu bir çevre sorunudur. Endüstriyel ölçekte aşırı sömürülen balıkçılık sektörü, sadece musilaj sorununa değil, kıyıda deniz dibindeki biyojeokimyasal döngülerin değişimine de sebep olur. Bu nedenle bu denizimizde trolle balıkçılığı tavsiye etmemekteyiz.

Aşırı deniz kirliliği denizde cereyan eden döngülerin normal akışını keserek virüs enfeksiyonlarına sebep olur. Ayrıca mikrobiyel hastalıkların patlamasına yol açarak kirlenmeyi artırır ve neticede denizlerin ekosistem fonksiyonlarını da bozar.  Akdeniz’deki insanlarda kolera hastalığına sebep olması bakımında ayrıca bir halk sağlığı sorunudur. O nedenle Marmara’da bir süreliğine vatandaşlarımızın tedbir olarak denize girmemesini tavsiye etmekteyiz. Kolera mikrobu denizlerdeki canlılardan kafadanbacaklıların dış iskeletine tutunarak insan sağlığı için denizlerden faydalanma sürecinde potansiyel bir tehdittir. Bu nedenle halk sağlığı uzmanı hekimlerimizin koordinasyonunda bu soruna Sağlık Bakanlığı’nın da el atmasında fayda olacaktır. Tarım ve Orman Bakanlığı ise, sadece insanlarda değil denizdeki canlılarda da hastalık yapan bu mikroplara karşı bir yönetim ve mücadele planı hazırlamalıdır.

Bütün bunlara ilaveten denizdeki oksijen konsantrasyonunun azalmasına neden olur. Bu istenmeyen süreç ise denizlerde; karada iklimin düzenlenmesi, denizden gıda elde edilmesi vb.  ekosistem servislerinin normal işleyişini, insanlara faydalı ekonomik değeri olan üretimin gidişatını bozması bakımından kıyısı olan her ülke için bir ekonomik sorundur.

1999’da Ligurian Denizi’nde (İtalyan Riviyerası ile Korsika Adası arasında kalan deniz)  ve 2003’te Akdeniz’de o tarihe değin hiç rastlanmadık, hiç beklenmeyen aşırı sıcak hava dalgalarıyla birlikte denizde alg patlaması (yani yüksek hızla, exponential yani doğal logaritmik üs cinsinden üreme) başlamıştır. Aşırı sıcak hava diğer organizmaların nüfusunun da patlamasına sebep olmuştur. Bu durumun bütün dünya ülkeleri tarafından, korunan deniz alanları stratejilerinin küresel ısınma kapsamında içselleştirilmesi, gerekli ön tedbirlerin alınması gerekmektedir. Küresel hava sıcaklığının tahammül edilemeyecek noktalara artışı şeklinde tezahür eden küresel iklim değişikliği halen daha çok kara ekosistemleri, özellikle de büyük şehirler, tarımsal üretim ve doğa koruma kapsamında ele alınmaktadır. Dünya çevreci kamuoyu ve hükümetler tarafından denizlerdeki bu istenmeyen felaket denilebilecek gelişmelere karşı yeterince çalışma yapılmamaktadır. Deniz korunan alanlarının ilanı, yönetilmesi ve korunması konusu; sözleşmelere, milli mevzuat ve politikalarına, uluslararası politikalara, bir dünya güvenlik sorunu olarak NATO, ABD, AB, BM gibi uluslararası yapılar tarafından en kısa zamanda dahile edilmelidir. Gerekli büyük ölçekli radikal tedbir alma çalışmaları başlatılmalıdır.

Okumaya devam et  Müsilaj Suç aleti mi yoksa failin parmak izi mi?
Akdeniz’de, Kuzey Denizinde ve Adriyatik Denizinde Musilaj olgusu - musilaj

Süresi:

Deniz yüzeyindeki müsilaj örtüsü 2 ila 3 ay yüzeyde ve deniz su sütununda kalabilir. Kötü kokusu ve yüzücülerin cildine yapışması sebebi ile yüzme sporunu ve rekreasyonuna elvermemektedir. Daha sonra deniz dibine çökerek sediman tabakasını kilometrekarelerce örterek denizin oksijenini yok eder ve böylece deniz dibi havasız kalır.

Akdeniz’de etki kaynakları bölgelere göre değişebiliyor:

Batı Akdeniz’deki deniz ekosistemi üzerindeki baskı faktörleri ile merkez (orta) Akdeniz’de ve İyonya alt bölgesindeki faktörler farklı olabilir. Atlantik okyanusu ile müsilaj oluşumu bağlamında bir etkileşim söz konusu değildir.

Adriyatik ile Marmara arasındaki benzerlikler:

Adriyatik denizi yarı kapalı bir denizin içerindeki kendisi de bir yarı kapalı deniz olan bir ekosistemdir. Bu tür denizlerde sınırlı bir su alışverişi bulunur. Batı cephesindeki aşırı kentleşme ve tarımsal girdi baskısı ile sığ sular Marmara’nın İzmit gibi sanayi, aşırı nüfus artışı ve yoğun istihdam bölgelerindeki duruma benzer ve karadan denize nehirler ve biyolojik arıtma tesislerinde arıtılmamış, sadece mekanik yani fiziksel ve kimyasal olarak kabaca arıtılmış kanalizasyonlarla aşırı besin girdisi sebebiyle ötrofikasyona, yani aşırı plankton ve alg artışına neden olur.  Bu durum da denizin havasız kalarak ölmesine sebep olur.

Akdeniz’in bu bölgesinde, Afrika kıtası ile Güney Sicilya kıyıları arasındaki boğazda yoğun gemi geçişi, dinamitle balık avcılığı, iklim değişikliği, deniz dibinde trol avcılığı ile derin mercan habitatlarının sökülerek kazınması, kanalizasyonlardan gelen azot ve fosfor gibi besin maddeleriyle birleşerek musilaja sebep olur. Görüldüğü gibi, Marmara ve boğazlarımızdaki gibi yoğun deniz trafiği de müsilajı ve denizin oksijensiz kalma durumunu artırmaktadır.

Müsilaj ve iklim değişikliği:

Müsilaj küresel, yani bütün dünyamızı kapsayan iklim değişikliği ile denizi yanlış, düzensiz, hesapsız kitapsız kullanmanın bileşke kuvveti olarak ortaya çıkmış bir sorundur. Bundan sonra yapılacak araştırmaların bu şekilde kombine etkenlerin hesaba katılarak yapılmasında ve gidişatın gözlenmesinin neticelerinin Türkiye’nin, Avrupa Birliğinin, diğer Akdeniz ülkelerinin ve dünyadaki diğer kıtalarda bulunan sanayileşmiş ülkelerin deniz sektörü ekonomisinin yönetiminde köklü mevzuat ve politika değişiklikleri geliştirmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca milletlerarası sözleşmelerde ekonomik ve sınır itilafının, avlanma kotalarında belirleyici ve sınırlandırıcı faktör olarak entegre edilmesinde büyük yarar vardır.

Entegre bir deniz korunan alanları ortak programı gerekiyor Akdeniz için:

Marmara gibi, Akdeniz’in diğer bölgelerinde de karadaki ekosistem baskılarını kontrol eden bir Akdeniz Deniz Stratejik Planlaması hazırlanarak, iklim değişikliğine bağımlı, geleceğin çevresel durumunu yönetecek bir deniz korunan alanlar sistemi, Türk Boğazları, Karadeniz, Adalar (Ege) Denizi, Adriyatik, Sicilya, Kuzey Afrika’dan Cebelitarık Boğazına kadar planlanarak yürürlüğe girmelidir. Kıyı devletlerinin içsular su kalitesi standartları yönetmeliğindeki sınır değerler aşağıya çekilmeli; bunun değişim katsayısı Akdeniz’in ekolojik taşıma kapasitesi eşik seviyesine göre optimal şekilde belirlenmelidir. Burada kimyasal ve biyolojik oşinograflarımıza büyük sorumluluk ve rol düşmektedir. Şöyle ki, onlar denizleri karadan başlayarak nasıl yöneteceğimizi ülkemize, devletimize göstermek için bütün deniz veri toplama ve incelemelerini karasal ekosistem, kullanma, tüketim, kirlilik kontrolü bağlantılı yaparak bizlere yol göstermelidirler..

Okumaya devam et  “Marmara Denizi’ni yok ediyoruz…”

Türkiye bu alanda milletlerarası mevzuattaki, Avrupa Birliği mevzuatındaki ve politikalarındaki boşlukları ve çifte standartları tarayarak ortaya koymalıdır. İhtiyaca cevap veren, dolaylı, karmaşık yollara ve her ülkenin ve birliğin kendi bütçe kısıtlamasını sağlayacak yan kaçış, mekanizmalarına kafa yormalarını önleyecek şekilde samimi bir “dünya denizleri sağlığı, dirençliliği” programı taslağını hazırlanarak BM Genel Kurulu’na sunmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti dünya ve ülkemizdeki bilim camiasına, denizleri korumaya kendini adamış kurumlara, insanlara, akademisyenlere ve sivil toplum teşkilatlarına, Washington D.C.’ deki Dünya Bankası ile UNDP finans desteğiyle çalışan Küresel Çevre Fonu’na (GEF; Global Environment Facility)  denizleri korumanın, deniz korunan alanlarını ilan ederek denizi korumanın bir biyolojik çeşitliliği koruyarak muhafaza etmenin de ötesinde; deniz korunan alanlarının korunma maksadının Türkiye, Dünya ve AB vd Pasifik vd dahil ülkeler için de;  denizlerin sağlığını, dünyanın iklimini, kıyı ülkelerin ekonomisini koruma, ekonomilerinin beklenmeyen bir anda çökmesini önleyecek bir ortak mücadele olduğu gerçeğini göstermesi gerekmektedir. Buna bağımlı olarak; genellikle hep öne çıkan, en baskın mücadele teması olan ayrıntılı, derin bilimsel biyoçeşitlilik tür envanterleri, yaşama ortamı uydu görüntülü haritalarını üretmekten öteye, öncelikle insanların ve devletlerin var olma (beka), zorlayışı küresel ekonomik ve salgın hastalıklar, göçler felaket dönemine karşı direnç kazanmasında Sine qua non, olmazsa olmaz stratejik bir mücadele olduğu hususu öne çıkarılmalı ve her sektör, özel sektör, devlette karar vericilerce sahip çıkılması; Birleşmiş Milletlerin ülkeleri yukarıdan aşağıya yönlendirmesi şeklinde değil, problemlerin farkına varmış devletlerin Birleşmiş Milletleri aşağıdan yukarıya doğru ikaz ederek yönlendirme fırsatı olduğunu görmenin vakti gelmiştir.

Akdeniz’in bu bölgesinde, Afrika kıtası ile Güney Sicilya kıyıları arasındaki boğazda yoğun gemi geçişi, dinamitle balık avcılığı, iklim değişikliği, deniz dibinde trol avcılığı ile derin mercan habitatlarının sökülerek kazınması, kanalizasyonlardan gelen azot ve fosfor gibi besin maddeleriyle birleşerek musilaja sebep olur. Görüldüğü gibi, Marmara ve Boğazlarımızdaki gibi yoğun deniz trafiği de müsilajı artırmaktadır.

Akdeniz Koruma Alanları Ağı (MED-PAN), UNEP RAC/SPA, Mücavir Atlantik Deniz Bölgesi, Akdeniz ve Karadeniz’deki Deniz Memelilerinin Korunmasına Dair Anlaşma (ACCOBAMS), Baltık Deniz Çevresi Koruma Komisyonu (HELCOM), Küresel Çevre Fonu(GEF) gibi deniz koruma inisiyatifine sahip milletlerarası kuruluşlar, deniz ekosisteminin korumasını ve deniz korunan alanları oluşumunu geleneksel  yöntemleriyle sürdürmeye devam etmektedirler. Alan sınırı çerçevesini çizerek ve gerekirse tampon alanlar da tahsis ederek, biyoçeşitliliği yani denizde mevcut olan türlerin varlığının ve çeşitliliğinin sürdürülmesi zemininde korumayı amaçlamışlardır. Bu sistemin işlemediğini, yeterli olamayacağını düşünenlerdeniz, bunun yerine denizin dinamiklerini, denizlerin hidrolojik, ekonomik, güvenlik dinamiklerini; örneğin dip akıntıları hesaba katarak ortak ve komponentleri birbirinden uzak ama etkide, felakete ortak orijine sahip deniz sistemlerini (mekânsal korunan alan konsepti yerine, hidrolojik tabana dayanan ekosistem servisleri tabanlı; insan organizmasında olduğu gibi, yaşamsal iç sıvılar dengelenmesi, yani modern deneysel tıbbın babası Fransız hekim Dr. Claude Bernard’ın bulduğu homeostasis sistemi şeklinde; yani kalbi, böbreği, akciğeri birbirinden ayırmadan bir tampon iyon Bikarbonat iyonu dengelenmesi şeklinde mesela)) , harita ve uydu görüntüleri bağımlılığının cazibesine kapılmadan yeni bir dünya deniz alanları koruma stratejisini geliştirip, dünyanın ve bilim çevrelerinin gündemine sokmalıyız. Bunun için bilim insanlarını, milletlerarası çevre ve finans  kuruluşları ve finans organizasyonlarını da  yönlendirmemiz gerekmektedir. Bu bakımdan uygarlık olarak da gelişmiş bir Türkiye’nin dünyaya karşı sorumlulukları, vazifeleri büyüktür.

Okumaya devam et  Ergene’de Balıklar ve Çevre Terör Örgütü (ÇETÖ)

Türkiye müsilaj sorununu büyük ve ders verici bir denizel ekosistem indikatörü olarak iş çevreleriyle, sanayicileriyle, özel sektörüyle, belediyelere katkıda bulunarak, fazla tartışmaya, sansasyonel haberlere, suçlamalara girmeden, soğukkanlılıkla, Karadeniz’de, Marmara’da ve Türk Boğazlarında deniz korunan alanlarını ilan etmelidir. Türkiye, geri mühendislik türü bir çalışmayla karasal girdi kaynaklarına, kullanım alışkanlıklarına, kuralların çiğnendiği kritik kara kökenli noktasal ve noktasal olmayan (tarım gibi) kirletici kaynaklarını yöneterek bu deniz korunan alanlarını karadan yönetmekle işe başlamalı, dünyaya örnek olmalıdır.  Müsilaj problemine verilecek en iyi cevap bu olacaktır. O zaman zaten canlı türleri ve onların çeşitliliği, biyolojik çeşitlilik muhafaza yoluna girecektir. Bu sorun sadece karada iç sular ve arıtma yönetmeliklerine göre arıtma tesislerinin doğru dürüst çalıştırılması ile sınırlı bir sorun değildir. Burada, bu meseleyi fırsata çevirmenin yani Türkiye’nin ekosistem yönetiminde, çevre korumasında kendi iç ekonomik enstrümanlarını gündeme getirme zamanı gelmiştir. Bu, kamuoyunun algılayabileceği, onaylayacağı bir fırsattır. Kısacası tatlı suların kirletilmesi, sulak alanların kurutulması, balıkların sanayi atıkları ile zehirlenmesi, halkın tükettiği gıdaların ağır metallerle, pestisitlerle, domatesten başlayarak balığa, karidese, istiridyeye uzanan bir spektrum içerisinde sıvı atıklardan bu ürünlerin geliştirilmesi, korunması, muhafazası, halk sağlığının korunması sektörleri katkı payı vergileri geliştirilerek yürürlüğe sokulmalıdır. Tek başına bir sektörün faaliyetinin diğer sektörlerin faaliyetlerinin masrafını artırması düşünülemez, kabul edilemez. Eğer bunu göremezsek, çevre sorunlarını sadece bizden uzakta, doğadaki türler için ütopik bir alan olmaya havale etmiş olacağız.

Bu nedenle Türkiye, en az diğer OECD ülkeleri gibi kendi denizlerini temiz tutmak için  vergi araçlarını; sadece denizcilikte, balıkçılıkta değil, başta karadaki yatırım, süreç, kullanımlarda ortaya koymalıdır. Çevre ve çevrecilik, halkın sağlığına, ülkenin sürdürülebilir ekonomisine zarar veren faaliyetlerin bir maskesi, kamuflajı, öteleme aracı olmaktan çıkarılmalıdır.

Eyüp Yüksel

BAU DEGS Araştırmacısı

Akdeniz’de, Kuzey Denizinde ve Adriyatik Denizinde Musilaj olgusu - deniz salyasi musilaj
ImageJ=1.50b

Kaynaklar:

Climate Change and the Potential Spreading of Marine Mucilage and Microbial Pathogens in the Mediterranean Sea, Roberto Danovaro , Serena Fonda Umani, Antonio Pusceddu, September 16, 2009. doi.org/10.1371/journal.pone.0007006.

journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0007006.

2-  A benthic mucilage event in North-Western Mediterranean Sea and its possible relationships with the summer 2003 European heatwave: short term effects on littoral rocky assemblages Stefano Schiaparelli1 , Michela Castellano1 , Paolo Povero1 , Gianfranco Sartoni2 & Riccardo CattaneoVietti1 1 Dip.Te.Ris., Dipartimento per lo Studio del Territorio e delle Sue Risorse, Universita` di Genova, Genova, Italy 2 Dipartimento di Biologia Vegetale, Universita` di Firenze, Firenze, Italy

citeseerx.ist.psu.edu/viewdoc/download?doi=10.1.1.563.7855&rep=rep1&type=pdf,

3-The mucilage phenomenon in the continental coastal waters of the North Sea Christiane Lancelot * Groupe de Microbiologik des Milieu Aquatiques, University Libre de Bruwlles, Campus de la Plaine, CP 221, Bouleuard du Triomphe, B-1050 Brwelles, Belgium,

4- ec.europa.eu/environment/marine/pdf/Implementation_EcAp.pdf,

5- Climate Change and the Potential Spreading of Marine,

researchgate.net/publication/26817561_Climate_Change_and_the_Potential_Spreading_of_Marine_Mucilage_and_Microbial_Pathogens_in_the_Mediterranean_Sea

Climate Change and the Potential Spreading of Marine Mucilage and Microbial Pathogens in the Mediterranean Sea, September 2009, Roberto Danovaro, Stazione Zoologica Anton Dohrn, Serena Fonda-Umani, University of Trieste, Antonio Pusceddu, Università degli studi di Cagliari


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir