Gelin Şu Kuşlara, Şu Hamsilere, Şu Terkos’a, Şu İstanbul’a Kıymayın…

Şu 19 yıllık iktidarları döneminde öyle bir vatan yarattılar ki, yeryüzü ülkeleri içerisinde, dünyayı arasan, bu ülkenin bir benzerini bulamazsın… - IMG 20170622 111622 2 254x300 2
Şu 19 yıllık iktidarları döneminde öyle bir vatan yarattılar ki, yeryüzü ülkeleri içerisinde, dünyayı arasan, bu ülkenin bir benzerini bulamazsın… - IMG 20170622 111622 2 254x300 2

Şu 19 yıllık iktidarları döneminde öyle bir vatan yarattılar ki, yeryüzü ülkeleri içerisinde, dünyayı arasan, bu ülkenin bir benzerini bulamazsın…

Bu yönetim biçimini, bu hukuk ve insanlık anlayışını en ilkel kabile devletlerinde bile göremezsin…

Oralarda çağdaş hukuk bulunmasa bile, geleneksel, töresel hukuka dayanılarak suçlara cezalar veriliyor…

Hiç olmazsa yöneticiler, reisler atasından, dedesinden gördüğü gelenek ve göreneklere uyarak, toplumsal düzenini sağlamaya çalışıyorlar…

Peki, bizde durum nasıl?

Açık açık orman kanunları işliyor… Daha doğrusu işletiliyor… Hem de cangıl ormanı kanunları…

Şimdi bunlara bir iki örnek vereyim.

Bir zamanlar, 198 Sayılı yasanın “Geçerli olmayan oy pusulalarına” ilişkin 101.nci maddesi ile “mühürlü zarf” koşulunu düzenleyen 77. ve 98.nci maddeleri yürürlükteyken; bizim ülkemizde, “mühürsüz zarflar ve oy pusulaları”, Yüksek Seçim Kurulunca (YSK) geçerli sayıldı…

Muhalefet de bu uygulamayı sineye çekti oturdu. “Gık”ını bile çıkarmadı…

“YSK’nın bu kararı, tıpkı, maç devam ederken, 9 kusurlu hareketi 6’ya indiren futbol hakeminin kararına benziyor…

Durup, dururken hakem oyunculara dönüyor ve şöyle sesleniyor:

“Arkadaşlar, ceza alanında elle oynamak serbest. Dilediğiniz gibi hareket edebilirsiniz…”

Öteki hakemler, seyirciler, oyuncular bu karara karşı çıkıyorlar…

O, “Hayır ben kararımdan vaz geçmem” diyor.

“Ben yaptım, oldu, bitti, herkes benim kararlarıma uymak zorundadır…”

Ona, “Ama yasa var, kural var ve bu kurallar yıllardan beri uygulanıyor, sen bunu bir anda değiştiremezsin ki…” deniliyor.

O, bu itirazlara da yanıt veriyor:

“Yasa da benim, kural da benim… Hukuk da benim… Ben ne dersem o olur, fazla konuşma, sesini kes, otur yerine…”

 Şimdi de yine birileri çıkmış:

“İsteseniz de istemeseniz de biz Kanal İstanbul’u başlıyoruz, yapacağız ve milletimizin emrine amade edeceğiz…” diyor.

Peki, demokrasi ne olacak? Hani “Bu ülkede demokrasi var” diyordunuz ya…

Son anketlerde iktidar ortağınızla birlikte toplam oylarınız yüzde 30’lar, 35’ler civarında… Hem de en fazlasıyla…

Peki, geride kalan yüzde 70’lerin oy hakkı, düşüncesi, kaygıları, sıkıntıları ne olacak?

Bu boğaz, bu ormanlar, bu kurtlar – kuşlar, bu Karadeniz onların da değil mi?

Bu Montrö sözleşmesi, bu Lozan antlaşması onların da sözleşmesi ve antlaşması değil mi?

Sizin bu girişiminizle Montrö mütarekesi ne olacak? Yara almauacak mı?

Tüm dünyanın kabul ettiği, saygı duyduğu, yıllardan beri uyguladığı böyle bir sözleşme delinmeyecek mi?

Bu sözleşme öyle bir sözleşme ki Türkiye’mizin haklarını koruduğu gibi komşu ülkelerin haklarını da koruyor. Yıllardan beri Karadeniz’e savaş gemileri giremiyor.

Balıklar özgür, insanlar özgür. Ülkeler özgür. Savaş yok…

Siz “Kanal İstanbul’un yapımına” başladığınız zaman işte bu özgürlük, doğa ve toplum yapısı bozulacak, yok olacak…

Dilerseniz bir referandum yapın. Buna insanlarımız karar versin. Ya yüzde 70 halkımız, bu Kanal İstanbul’u istemiyoruz derse, o zaman da bu işe başlayacak mısınız?

Üç beş müteahhidin, para babasının çıkarı için gelin İstanbul’umuzu cehenneme çevirmeyin.

İstanbul Boğazına kanal açıldığı zaman, bakın, bilim adamları,  bölgede nelerin değişeceğini nasıl anlatıyorlar? Tek tek Sıralayayım.

İstanbul, 8500 yıldır kullandığı su kaynaklarını kaybedecek. Çünkü kentin su depoları Terkos Gölü, Sazlıdere ve yeraltı suları yok olacak. Onlara tuzlu su karışacak.

Çınar mühendislik tarafından hazırlanan ÇED raporuna göre; tek başına İstanbul’un 25 günlük su ihtiyacını karşılaya Sazlıdere Barajı’nın yüzde 60’ını oluşturan ana bölümünün iptali gerekecek…

23 milyon metre kare orman, 135 milyon metre kare tarım, 17 milyon metrekare sit alanı kaldırılacak… İstanbul’un Tarihsel alanı talan edilecek…

Kanal İstanbul, kuşların göç yolu, deniz canlılarının üreme noktası, yaban hayvanlarının yuvasıdır. Tümü de kanala karışacak, yok olup gidecek… Karadeniz’de Hamsi, istavrit kalmayacak. Tuz karışacak.

İstanbul’un sanki nüfusu azmış gibi, tam 8 milyon insan daha gelecek…

Ben ne şu partili ne bu partili, ne şu siyasal görüşlü ne bu siyasal görüşlü birisi olarak değil; insan olarak, TC vatandaşı olarak Kanal İstanbul’un yapılmasını istemiyorum…

Gelin bu KANAL İSTANBUL SEVDASINDAN vazgeçin…

Gelin şu kuşlara, şu hamsilere, şu Terkos’a, şu İnsanlara, şu İstanbul’a Kıymayın…

([email protected])


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir