ŞAHSIM DEVLETİ (12) : ‘Etat territorial’

            Günümüzde genel bir ‘Devlet kuramı’na sahip olmadığımız apaçıktır. - Habip Hamza ERDEM

            Günümüzde genel bir ‘Devlet kuramı’na sahip olmadığımız apaçıktır.

            Dolayısıyla köleci, feodal, kapitalist ya da sosyalist ‘Devlet’ tanımları kaba ‘tarihsel kategori’ler olarak, ancak birer ‘çözümleme aracı’ olarak ele alınabilirler.

            Tam da bu nedenle, ‘modern’ de denilen ‘Devlet-Ulus’ konusunda olabildiğince anlamsız tartışmaların yapıldığına tanıklık etmekteyiz.

            Örnek olsun, kapitalizm öncesi ve daha doğrusu kapitalizmin ‘merkantil’ aşamasında, özellikle bugünkü Almanya’da, kameralsit okul’un öne çıkardığı bir Devlet tanımı vardı: ‘Etat territorial’.

            Öte yandan günümüz Fransa’sında 1982 yılından itibaren uygulamaya konulan yad-merkezcilik yasalarına göre de bir ‘Etat territorial’ tanımı getirilmiştir.

            Daha önce valilerin (Préfet) himayesinde olan Bölgesel Yönetimlere (Conseils régionaux) kendi bölgeleri için yetki (compétance) devri sağlanmıştır.

            Böylece bu sonuncular, ‘seçim’le işbaşına gelmekte ve merkezî Devlet karşısında, deyim yerinde ise, bir ‘Devlet’ konumuna yükseltilmiş bulunmaktadırlar.

            Ne var ki, bu ‘yetki transferi’, Fransa’nın ‘Devlet-Ulus’ niteliğinden bir sapma olarak değerlendirilemeyeceği gibi, yanlış bir biçimde anlatıldığı üzere ‘federalizm’le de karıştırılmamalıdır.

            Burada ayrıntısına giremeyeceğimiz bu çağdaş ‘Etat territorial’ ile kameralistlerin ‘Etat territorial’leri arasında da okyanuslar kadar fark olduğuna işaret ederek geçelim.

            O arada, Fransa gibi ‘olgun’ Devlet-Ulus’larda, istenilse de ‘Şahsım Devleti’ türü yapılanmalara yer verilemeyeceğinin altını çizelim.

            Kameralistlerin ‘Etat territorial’ anlayışlarına (notion) gelince, yine aynı dönemdeki Fransız Fizyokratlarıyla kimi ayrılıklar gösterdiğine tanıklık ediyoruz.

            Örneğin ‘ekonomik liberalizm’in temeli olarak ileri sürülen ‘Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ (laisser faire laisser passer) sloganı, anonim ve soyut olarak değil ama, kendi toprakları (territoire) içinde olacaksa kabul edilmektedir.

            Benzer biçimde ‘serbest rekabet’ de ancak, ulusal ticaret sözkonusu olduğunda geçerlidir.

            Böylece, örneğin Fransa’nın ‘soyut ulus’ anlayışının karşısında kameralistlerin ‘somut ulus’ anlayışının yeraldığı bile söylenebilir.

            Kameralistlerin yerel (territorial) örgütlenme programlarına göre, öncelik, doğal ve insan kaynaklarının optimal kullanımına verilmekte ve bölgelerarası dengesizliklerin çıkmamasına özen gösterilmektedir.

            Böylece 350 irili ufaklı kent, bölge, senyörlükten oluşan İmparatorluk, ‘ulusal piyasa’ aşamasına, ancak 1834 yılında imzalanan ‘gümrük birliği’ (Zollverein ) anlaşmasıyla  geçmeye başlayacak ve 1871’den itibaren de bir ve bölünmezliğini sağlayacaktır.

Bununla birlikte Federal Devlet niteliğini korumaya devam edecektir.

Fransa’da ise, kimi ‘ultra-liberaller’, Restorasyon Döneminde, ‘Eski Rejim’in ‘féodal yönetimi’ne (féodalité administrative) geri dönülmesini istememiş değillerdir (*)

Ki bu konuda İngiltere’deki  ‘Yerel Hükûmet’lere (local government) gönderme yapmışlardır.

Bir anlamda, eskiye dönüş amaçlı olanları ayrı kalmak üzere, o dönem ‘liberal’lerinin ‘liberalizm’i ile ‘demokrasi’i arasında bir koşutluk kurdukları bile söylenebilir.

Kaldı ki, günümüzde bile bu görüşün ‘kalıntı’larına rastlanmaktadır.

Dahası bunun ‘sol’ adına yapıldığı ileri sürülmektedir.

Demek ki, bu tür terim, deyim ve kavramların derin bir ‘çözümlemesi’ yapılmadan kullanılması, en azından bir ‘kavram kargaşası’na yol açamaktadır.

Giderek ‘bilgi’ (savoir) değil ama ‘bilinti’ (information) birikimine ve oradan ‘yozbilinti’ (désinformation) yaygınlaşmasına yol açılmış olmaktadır.

Ve bu durum, sıradan yurttaşlar arasında kalmayıp, sözde üniversitelerin  takıntılı ‘akademisyen’lerine değin uzanmaktadır.

Örnek olsun, günümüz Türkiye üniversitelerinin öğretim kadrolarına ‘bilim nedir?’ sorusunun yöneltildiğini düşünelim.

Yüz üzerinden doksanının ‘bilimsel’ bir tanım veremeyeceğine garanti verebilirim.

Ve bunların ‘Ülke yönetimi’ için ‘görüş’ bildirdiklerini varsayalım.

İşte ‘Şahsım Devleti’, büyük bir oranda, bunlar sayesinde kurulup işleyebilmektedir.

(*)Cristophe Butin-Frédéric Rouvillois, (dir), a.g.e., p.51


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir