ŞAHSIM DEVLETİ (10) :Dinci liberalizm

            Türkiye’de en çok bilinen liberallerden biri de Fransız Le Play’dir. - Habip Hamza ERDEM

            Türkiye’de en çok bilinen liberallerden biri de Fransız Le Play’dir.

            Oysa liberaller de tür tür (cins cins de denilebilir) ayrılmaktadır demiştik.

            İşte Le PlayLa Tour du Pin ve Albert de Mun ile birlikte ‘Sosyal Katolik’ler denilebilecek bir ekolün temsilcisidir.

            Bu sosyal katolikler, ‘Siyasal islam’cıların aksine, Klise’nin içsel işleyişini doğrudan ‘Devlet’ işleyişine taşımaktan yana değildirler.

            Bunlar daha çok ‘Devrim’in başarısızlığı üzerine kimi tezler geliştirmekle uğraşmışlardır denilebilir.

            Dincilikleri, toplumları hristiyanlığın ‘insan anlayışı’na uymaya çağırmaktan öte değildir.

            Toplumlar gelişebilir ama hristiyanlık ‘Ruh’undan sapmamak gerekir.

            Değil mi ki, gelenek ve görenekler ‘tarihsel süreç’lere göre değil ama bir ‘doğal yasa’ya göre biçimlenirler.

            O doğal yasa da ‘itaat’tan (obéissance) başkası değildir.

            Anımsanacaktır, ‘Şahsım Devleti’nin de bir mutluluk sloganı vardı: ‘İtaat et rahat et’.

            Ancak,  kimi ‘teknik bilgi’ler edinmiş olsa da, herhangi bir ‘düşünce disiplini’ almamış, doğrudan zırcahil denilebilecek biri tarafından davet edilen ‘itaat’ ise, doğaldır ki herhangi bir öğreti ya da ideoloji ya da din değil ama ‘kişiye itaat’ olmaktadır.

            Üzerinde durulmayacak denli basit bu tür (ya da cins) insanlar, ancak ve sadece ‘Şahsım Devlet’lerinde yetkili olabilmektedirler.

            Ve bu ‘itaat’, siyasetin doğrudan ‘müşteri ilişkisi’ne dayandırıldığı ‘Devlet’lerde sözkonusu olabilmektedir.

            Yoksa din ya da başka bir ideolojik temeli bulunmamaktadır.

            Nitekim La Tour du Pin, Toplumsal Sözleşme’de ‘Devlet’e tanınan  o ‘sınırsız yetki’nin, ‘maddi güçlerin’ toplamından başka bir şey olmadığını ileri sürecektir (*).

            Bunu daha sonraki yıllarda Max Weber ‘şiddet tekeli’ diye adlandıracaktır.

            ‘Şahsım Devleti’nde ise bu hem maddi ve hem de manevi şiddet olarak kendisini gösterecktir.

            Frédéric Le Play ise bir yandan ‘Eski Rejim’in reformasyonundan yanadır ama öte yandan otoriter bir konservatördür.

            ‘Sosyal’liği ise ‘ekonomi’nin sosyalleşmesini istemesinden gelir: korporatizm.

            Daha sonra ‘sağcı milliyetçilik’ (Action française) militanlarınca kuramsal önder olarak değerlendirilecektir.

            ‘Şahsım Devleti’nin ‘yerli ve millî’ anlayışına benzer bir ‘miliyetçilik’ de denilebilir.

            ‘Azgın’.

            Çünkü bu sosyal katolikler, ‘halk egemenliği’ni sözde bir ‘egemenlik’ olarak görmektedirler.

            Bu sözde egemenliğinin ötesinde, sürekli ‘halk oylaması’yla (plébicite) ayakta kalan ve evrensel bir bürokrasiye dayanan bir ‘yüce güç’ (pouvoir suprême) olarak yiyici (omnivore) bir ‘Devlet’ vardır.

            Bu sosyal katoliklerin eleştirdikleri ‘Devlet’, güya ‘Devrim’le gelen Devlettir.

            Güya onlar bu ‘Devlet’e karşıdırlar.

            Le Play’in ‘sosyoloji’sine göre, Devlet’in ‘merkezileşmesi’ onun tüm sosyal işlevlerini bir ‘yüce güç’ün emrine vermek demektir.

            O nedenle  yönetim gücü olabildiğince ‘toplumsal yapılanmalar’a dağıtılmalıdır.

            Oysa, tıpkı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi, bir yandan ‘aile’miz yıkıldı, başörtümüz yırtıldı, bürokrasi yetkisiz, yasalar etkisiz gibi eleştiriler yapılıp, milletimiz tehlike altında yurdumuz tehdit altında denilmiş; ama hükûmete gelindikte tüm bu olumsuzluklar misliyle uygulamaya konulmuştur.

            Yani aradan yüzelli yıl geçtikten sonra ‘Şahsım Devleti’nde ‘Yüce Güç’ tek elde toplanmış, korporasyonların yerini de ‘Tarikat’lar almış bulunmaktadır.

            (*) Arnold Le Gall, « La décentralisation par les catholiques française », in Décentraliser en France, pp :71-83


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir