ŞAHSIM DEVLETİ (4)

            Ekonomi politikle ilginenler (‘in bir kesimi diyelim), 1970’li yıllardan itibaren bir ‘informel sektör’ün oluştuğunu duymuş olmalıdırlar. - Habip Hamza ERDEM

            Ekonomi politikle ilginenler (‘in bir kesimi diyelim), 1970’li yıllardan itibaren bir ‘informel sektör’ün oluştuğunu duymuş olmalıdırlar.

            ‘Kayıt dışı’, ‘karaborsa’, ‘stokculuk’ vb terimlerin sıkça kullanıldığı da anılardadır.

            Buradan ‘gelişme-karşıtlığı’na (anti-développement) geçildiği de bilinmektedir.

            Artık gelişme (ya da kalkınma) yerine ekonomide ‘büyüme’ tılsımlı terim olacaktır.

            Kuşkusuz, o arada çürüme (corruption) terimi de ‘ekonomi’ ve ‘politika’ yazınına girecektir.

            Ancak 1990’lı yıllardan itibaren ekonomi ve politikadaki bu çalıp-çırpma hastalağı, ‘öz’ olarak kalmak koşuluyla, patrimonializm ile bütünleşerek ‘clepto-patrimonial’ biçimini alacaktır (*).

            Yani ‘Devlet malı deniz’ mantığı zaman içinde nitelik değiştirerek, Devlet’in kendi niteliği olacaktır.

            İşte, ‘ben Devlet’ime laf söyletmem’ diyenler, bu ‘ideolojik saplantı’ları dolayısıyla, Devlet’in ‘Şahsım Devleti’ biçimini almasını kavrayamadıkları gibi, bu ‘Şahsım Devleti’nin yerleşmesine de katkıda bulunmuş olmaktadırlar.

            90’lı yıllar öncesinde de böyleydi, 70’li yıllarda da böyleydi ve giderek Tarih’ten örnekler aramaları ise, ancak ve sadece kendi kendilerini tatmin etmelerinin ötesine geçmeyecektir.

            Yani, Dr Recep hükûmeti, ne Demirel, ne Ecevit, ne Özal, ne Erbakan, ne Yılmaz ve hatta ne de Çiller hükûmetleriyle bir tutulamaz.

            Ve ne de onlarla ‘karşılaştırma’ yapılabilir.

            Yineleyecek olursak, ‘nitelik’ değiştirmiştir.

            Bu nitelik değiştirme, yine bir başka bağlamda 80’li yıllardan itibaren sürdürülen ‘Devlet-Ulus’ların sonu tartışmalarıyla da aynı ‘nitelik’te değildir.

            Ancak bu iki ‘süreç’, yani ‘informalisation’ ve ‘patrimonialisation’ süreçleri biribirlerini destekleyerek ilerlemiştir.

            O arada, bizim 2010’larda ‘Devlet-Ulus’un Sonu’ konusunda ileri sürdüğümüz görüşler geçerliliğini koruduğu halde, bu sürecin ‘neo-patrimonializm’e varacağını öngörmemiz sözkonusu değildi.

            Çünkü, ister istemez Althusserci anlamda bir ‘Devlet ideolojisi’nin etkisi altında olduğumuz söylenebilir.

            Biz daha çok, ‘Devlet-Ulus’un bir ‘Ulusal Devlet’e evrilebileceğini düşünüyor ama ‘Devlet’in boş bir kabuğa dönüşebileceğini kestiremiyorduk.

            Nitekim, bugün kimi ‘siyasetçi’lerin olduğu kadar, televizyonlarda kimi yorumcuların, ayırdına vararak ya da değil,  ‘Devlet yok’ dediklerine tanıklık etmekteyiz.

            Öyleyse bugün önemli olan, işte bu neo-patrimonial  ya da ‘Şahsım Devlet’inin gelişme yönünün şifrelerini çözümleyebilmektir.

            Demek ki, devletin ‘kurumsal ve bürokratik aygıtları’ sıradan birer ‘vitrin’e dönüşmüş, informel mantığın baskısı ve ‘mafyatik çevreler’in etkisi altına girmişse, orada artık ‘Devlet’ kavramının yeniden tanımlanması gerekmektedir.

            Orada ne vali ‘vali’dir, ne kaymakam ‘kaymakam’…

            Ne bakan ‘Bakan’dır, ne komutan ‘Komutan’..

            Ve ne de devletin başı ‘Devlet Başkanı’dır.

            Böyle olduğu için de, ‘ayıplıyorum’, ‘kınıyorum’ ya da ‘umut ediyorum’ türü ‘boş laf’ların, yaşamın gerçekliğiyle herhangi bir ilişiği olmayacaktır.

            Bir yanılsama, gerçek bir yabancılaşma içinde bulunulduğu söylenebilir.

            Böyle bir ‘Devlet biçimi’nin,  kapitalizmin ‘suç ortaklığı’ biçimiyle (capitalisme de connivence -crony capitalisme) uyum içinde olduğu ve dolayısıyla kendine özgü bir ‘evrim’ göstereceği ileri sürülebilir.

            Oysa ‘yeni kurulan Devlet’lerde belli bir süre daha sürebileceği öngörülebilirse de, Türkiye gibi bir ülkede kesinlikle bir ‘çıkmaz’a (impasse) saplanacağı söylenmelidir.

            Bu açmazdan çıkış ise, bir ‘yumuşak iniş’le değil ama kaçınılmaz bir ‘çatışma’yla olacak gibi görünmektedir.

« Les appareils institutionnels et bureaucratiques ne seraient plus qu’une simple façade, minée par la prépondérance de logiques d’informalisation et de capture par des réseaux plus ou moins criminalisés »

 (*)Searle P., The Riddle of Malaysian Capitalism: RentSeekers or Real Capitalists?, Honolulu, University of Hawai’i Press, 1999, p. 8’den aktaran Patrick Chabal et Jean-Pascal Daloz, a.g.e


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir