Doğu Akdeniz’de Türkiye’siz bir denklem mümkün değil!

 

Doğu Akdeniz'de Türkiye'siz bir denklem mümkün değil!

 

ABD Enerji Bakanlığı verilerine göre toplam 9,8 trilyon metreküplük  potansiyel doğalgaz kaynağına ev sahipliği yapan Nil ve Levant havzalarında  İsrail ve Mısır’ın son yıllarda yaptıkları büyük ölçekli keşiflerle hem çevre ülkelerinin hem de küresel enerji firmalarının deniz-dibi enerji kaynaklarına  yönelik ilgileri önemli ölçüde artmış bulunuyor. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’e  kıyıdaş olan her ülke, deniz-dibi kaynaklarına erişimi düzenleyen Kıta Sahanlığı  ve Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB), kısaca deniz yetki alanlarını belirleme,  koruma ve kullanma hakkını giderek artan bir şekilde deniz gücü, strateji ve  güvenliğin önemli birer öğesi olarak kabul etmektedir. Türkiye, bölgede en uzun  sahil şeridine sahip ülke olarak Kıta Sahanlığı sınırlarını 2004 yılında  belirlemiş ve 18 Mart 2019 tarihli mektubu ile Birleşmiş Milletler Genel  Sekreteri’ne teyit etmiştir.
Bugün Kıbrıs adası çevresindeki deniz yetki alanları üzerinde yaşanan  ihtilafa bakıldığında temelinde yatan nedenin AB desteğini arkasına alan  GKRY-Yunanistan ikilisinin hakkaniyete aykırı tutumları olduğunu görmekteyiz. 1960 kurucu ortaklık anlaşmasına aykırı biçimde, GKRY 2004 yılında kendi MEB’ini  ilan ederek hem Kıbrıs Türklerinin hem Türkiye’nin haklarını gasp etmiş,  sırasıyla Mısır, Lübnan ve İsrail’le karşılıklı deniz sınırlandırma anlaşmaları  imzalamıştır. Müteakiben, 2011 yılından itibaren çıktığı ihalelerle on üç parsele  ayırdığı MEB sahasında uluslararası enerji firmalarına bu parsellerde arama,  üretim ve işletme hakkı vermiş bulunmaktadır. Buna mukabil KKTC, Türkiye ile  yaptığı 2011 tarihli Kıta Sahanlığı anlaşmasını müteakip Türkiye Petrolleri’ne  (TPAO) belirtilen alanlarda arama ruhsatı vererek bir oldu-bittiye müsaade  edilmeyeceğini dünyaya duyurmuş, Türk Deniz Kuvvetleri’nin desteğinde Yavuz ve  Fatih sondaj gemileri ilan edilen sahalarda doğalgaz arama faaliyetleri icra  etmeye başlamışlardır. Türkiye’nin kıta sahanlığı Rum Yönetimi’nin sözde 1, 4, 5,  6 ve 7’nci parselleriyle çakışmakta, uluslararası toplumsa Türk tarafının  anlaşmalardan ve özel coğrafi koşullardan doğan hakkaniyet esaslı taleplerini yok  sayarak GKRY’nin tek yanlı hamlelerine açık destek vermektedir.

Doğu Akdeniz enerji denkleminde ittifakların rolü

Bu konjonktüre bakıldığında, Doğu Akdeniz’de egemenlik iddiasında  bulunan güç odaklarının kalıcı ve uzun vadeli ittifaklardan ziyade asimetrik  avantaj sağlamaya dönük, konu-bazlı geçici koalisyonlar kurma yoluna girdiği  izlenmektedir. Nitekim Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) bir gecece ortaya  çıkmamıştır. 2016 yılından itibaren GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır, üçlü  itilaflar neticesinde oluşturdukları siyasi alt yapı, mutabakat ve iş birliği  mekanizmaları ile Türkiye’yi enerji denklemi dışına itmek istemiş, bölgedeki güç  dengelerini yeniden şekillendirmeye başlamıştır. DAGF, bu minvalde, İsrail’in  önderlik ettiği ve ABD’nin desteklediği bölgedeki kıyıdaş devletlerin ortak  pozisyon belirleme, koordinasyonu artırma, ortak bir hedef oluşturma yönünde çaba  göstermesi neticesinde doğmuş bölgesel bir enerji birliğidir. 2019 yılı temmuz  ayında Kahire’de kurulan forum İsrail, Yunanistan, GKRY, Mısır, Filistin  Yönetimi, Ürdün ve İtalya olmak üzere yedi üyeden oluşmaktadır.
DAGF’de kilit ülke konumunda olan İsrail, Orta Doğu’da ve Doğu  Akdeniz’deki başat ülke konumunu pekiştirmek için 2017 yılından itibaren yeni bir  dış politika atağına geçmiştir. Doğu Akdeniz’deki ana gayesi Mısır’la ve Ürdün’le  siyasi olduğu kadar ticari olarak da “barış” yapmaktır. İsrail’in 2020 yılında  aktive etmeyi hedeflediği Leviathan sahasından çıkarılacak gazın DAGF  bünyesindeki Mısır’a ve Ürdün’e satışına yönelik anlaşmalar bu ülkelerde “halka  rağmen” yapılmış, rasyonel ekonomik çıkarlardan ziyade İsrail’in bölgedeki gücünü  konsolide etme gayesi ön planda tutulmuştur. İsrail, enerji güvenliği bazında  alternatif, güvenli nakil güzergahları oluşturmak, OPEC tipi bir kartel yaratarak  Orta Doğu’da doğalgaz ticaretini tekel altına almak istemektedir. Özellikle Mısır  bu konuda İsrail’le tarihi bir yakınlık içeresinde görülmekte, bölgenin ana  doğalgaz dağıtım merkezi olma hedefinde İsrail’in etkisi ve desteğini kazanma  hedefi gütmektedir. Ancak bölgedeki en büyük gaz üreticisi ülkeler olan Katar,  İran ve Rusya olmadan OPEC tipi bir yapının yürüyemeyeceği ortadadır. Petrol  üreticisi ülkeler için sıkça kullanılan ve Rusya’yı da içeren OPEC  gibi bir grup  düşünülebilse de içinde İsrail’in olduğu bir yapıya Rusya ve İran’ın kendi pazar  paylarını kaybetme pahasına ne kadar destek verecekleri tartışma konusudur.

Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği

Öte yandan DAGF, belirtilenin aksine sadece bir enerji birliği  olmaktan öte ilgili üst düzey yetkililerin demeçlerinden de anlaşılacağı üzere  Türkiye’yi çevreleme, Rusya’yı oyun dışına itme ve İsrail’in bölgedeki başat güç  olma gayesini desteklemeye yönelik bir projedir. Çevre ülkeler bu amaçlara hizmet  ettikleri ölçüde İsrail tarafından kabul görüp korunmakta ve Türk tarafına karşı  birer koz olarak öne sürülmektedir.
Bu bağlamda, GKRY gördüğü uluslararası yakın ilgiden memnun olarak  aşırı bir özgüven içinde hareket etmekte, bölge gerçeklerini göz ardı etmektedir.  Nitekim, Rum ve İsrail havzalarında keşfedilen üretilebilir gaz miktarı,  Avrupa’ya deniz altından uzanması planlanan ve “East Med” olarak isimlendirilen  boru hattını inşa etmek için yeterli değildir. Bu projenin finansman, teknik  zorluklar, pazar payı ve teslim fiyatı gibi çetrefilli mevzular sebebiyle hayata  geçirilmesi zor görünmektedir. Birincisi, dünya artık arz fazlasından dolayı  yüksek maliyetli, riskli boru hatlarından ziyade LNG projelerine yönelmiş  durumda. İkinci önemli husus, önümüzdeki dönemde doğalgaza talep artışının olması  beklenen bölge Avrupa değil Asya-Çin bölgesidir. Kaya gazı üretimindeki artış,  ABD’den gelen LNG, Türkiye üzerinden geçen Azeri ve Rus gazının “East Med”e rakip  olması sebepleriyle Güney ve Doğu Avrupa’da Kıbrıs ve İsrail gazının alıcısı  yoktur. Keza, Mısır yıllık 27 milyar metreküplük üretimiyle kendine yetebilen bir  ülke konumuna gelmiştir. Akdeniz sahilindeki LNG sıvılaştırma tesislerini yılda  20 milyar metreküp gaz ihraç etmek maksadıyla kendi başına kullanmayı planlayan  Mısır’ın İsrail ve GKRY’den boru hatları ile ithal edeceği yıllık 10 milyar  metreküplük gazı hangi âtıl kapasite üzerinden, nasıl ihraç edeceği bir soru  işareti olarak durmaktadır.

GKRY-Yunanistan ikilisi bu gerçekler ışığında Türkiye karşısında  kendilerini zayıf ve kuşatılmış hissettikleri için koalisyonlar yardımıyla, büyük  güçlerin desteğini arkalarına alarak, taraftar toplayarak Türkiye ve KKTC’yi  savaşmadan yenmeyi amaçlamaktadır; bu yönde strateji üretip haksız oldukları bir  davada haklı konuma geçmeye gayret etmektedir. Bu sebepledir ki Rusya, ABD ve  AB’nin, hatta artan düzeyde Çin’in bölge ülkeleri üzerindeki etkileri ve  çıkarları gözetilmeden kalıcı, adil bir çözüm ortamına varılması mümkün  görülmemektedir. Stratejinin babası sayılan Sun Tzu’nun ünlü sözü “yüksek harp  sanatı düşmanı savaşmadan yenmektir”e atfen, öyle anlaşılmaktadır ki Doğu Akdeniz  bölgesinde ittifaklar, koalisyonlar ve ortak manevralar uluslararası hukuktan  daha güçlü ve caydırıcı diplomasi araçlarıdır.

Türkiye’nin bu oluşuma vereceği uzun vadeli, kalıcı cevap da aynı  mukabilde olmalı; Libya, Lübnan, Ürdün, İtalya ve Suriye ile geliştireceği  bölgesel iş birlikleri sayesinde kendisine rakiplerince biçilen “oyunbozan”  rolünü ters-yüz ederek sadece sahada değil masada da daha güçlü bir konuma  geçmelidir. Diplomatik düzlemde, en kısa sürede Libya ile yapılacak bir deniz  sınırlandırma anlaşması GKRY-Yunanistan ikilisinin oyununu bozacak, Türkiye’siz  Doğu Akdeniz’de bir denklem kurulamayacağını bir kez daha dünyaya  hatırlatacaktır. Askeri düzlemde ise Türk Deniz Kuvvetleri’nin GKRY-Yunan-İsrail  donanmalarının 2019 Kasım ayında Girit adasında icra ettikleri “Medusa 2019”  tatbikatına cevaben ABD, İtalya ve Ürdün’ün de içine olduğu 15 ülkeyi kapsayan  Doğu Akdeniz tatbikatını sevk ve idare etmiş olması doğru yönde atılmış bir büyük  adım olarak not edilmiş ve takdir toplamıştır. Türkiye’nin kararlılığını gören  İtalyan ENI ve Fransız Total firmaları 7.parselde GKRY tarafından tahsis edilen  sahada doğalgaz arama faaliyeti yapmaktan vazgeçmiştir.

DAGF Türkiye ve KKTC’yi dışlayacak durumda değil

DAGF, retoriğin aksine, Türkiye ve KKTC’yi tamamen dışlayacak bir  duruma sahip değildir. İsrail liderliğindeki bu enerji birliği, Doğu Akdeniz’de  oyunun kurallarını tayin etme yönünde önemli bir ivme kazanmışsa da coğrafi  şartlar, ekonomik durum ve güç dengeleri bölge ülkelerinin asgari müştereklerde  buluşarak müzakereler yoluyla anlaşmazlıkları çözümleme yoluna girmelerini  gerekli kılmaktadır. Aynı minvalde, Türkiye Kıbrıs adası çevresindeki varlığı ve  gambot diplomasisiyle her ne kadar dış dünyaya güçlü bir mesaj verip kararlılık  örneği göstermiş olsa da bu adım kendi başına yeterli değildir. Konuyu sadece  silahlı kuvvetlerin manevra alanına havale etmekten ziyade, Türkiye’nin hızla  dostlarını etrafında toplayıp kendi duruşunu, fikirlerini, tekliflerini  anlatabileceği bir ortam tesis etmesi gerekmektedir. Türkiye’nin yakın komşuları  ile yapacağı ikili ticari anlaşmalar ve tatbikatlar ileride enerji alanında  stratejik iş birliğine giden yolun kapısını aralayacak ve bölgede yaratılmak  istenen oldu-bittilere karşı masada elini güçlendirmesine olanak sağlayacaktır.

(S. Süha Çubukçuoğlu Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu Deniz Kaynaklı  Enerji Danışma Kurulu üyesidir)

.(tagsToTranslate)Doğu Akdeniz(t)ABD Enerji Bakanlığı(t)enerji firmaları(t)Gündem

Kaynak:


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir