SİYASİ AYAK VE  JEOPOLİTİK STRATEJİSİ

19. 2. 2020 - ahmet kilicaslan aytar
Fethullahçı Terör Örgütü’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi, hemen ardından “siyasi ayak” tartışmasını başlattı.
26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamaları ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
Yeniden gündeme getirdiği siyasi ayak tartışmasında, tüm taraflar birbirini suçlu ilan etti.

*
Fethullah Gülen, bir zaman Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesinde lâik, demokratik ve sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyetini sona erdirip,
Yerine şer’î yasaların hakim olduğu İslam devletini kurmak isteyen,
Sonra CIA ve MOSSAD’ın desteğiyle  Erdoğan ile birlikte ekonomik, siyasal ve toplumsal güç kazanarak siyasi parti olmadığı halde cemaatiyle ülke politikalarını domine eden,
Nihayet tüm sistemi kontrolleri altına alarak paralel yapıda AKP devletini ve cemaatinin derin devletini oluşturan,
Türkiye Kürdistan’ında da Kürt derin devletinin oluşmasına  göz yuman,
Sonra cemaatiyle birlikte tasfiyesine karar verilen kişidir.

*
Ya Erdoğan?

*
Erdoğan Kasım’da, askeri destek karşılığında ve  Müslüman Kardeşler lehinde, Libya’nın Trablus’taki BM destekli Ulusal Anlaşma Hükümeti’yle (GNA),
Deniz sınırlarını yeniden çizen bir anlaşma imzaladı.
Ankara’nın Libya iç savaşına müdahalesi, Doğu Akdeniz’de gaz ve petrol yataklarıyla ilgili  ABD destekli AB, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Kıbrıs konsorsiyumuna baş kaldırması, Dünya’ya yeni bir jeopolitik strateji ilan etmesi anlamına geldi.

*
Bu strateji, M.Kemal Atatürk’ün ” hatt ı müdafaa yoktur sath ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” ifadesinin Erdoğancasıdır.
Çünkü yeni anavatan ve yeni savunma alanı;
Yunanistan’ın Girit adasının batı ve güneyinde birer uçtan Basra Körfezi’nde Hürmüz Boğazı’na, Somali Mogadişu’dan Hint Okyanusu kıyısına uzanıyor!
Erdoğan şimdi bu savunma hattını Libya’da yeni bir bağlantıyla güçlendirmek istiyor.
Oooo, son dakika! Erdoğan, bugün Antartika’da kurulacak kampta da Türk bayrağının dalgalanacağını ilan etti!

*
Böylece Ankara, Osmanlı sınırları temelinde din’i, siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlar öne sürmenin,
Kıbrıs’tan Somali’ye geniş deniz toprakları iddiasında bulunmanın yanı sıra,
Başka yerlerde de attığı adımları yansıtan saldırgan ideolojik bir üstünlüğü savunuyor…

*
Büyük bir strateji geliştirmenin iddiasını sürüyor…
Batıda Atlantik Okyanusu’ndan doğuda Kızıldeniz’e uzanan Senegal, Moritanya, Mali, Burkina Faso, Nijer, Nijerya, Çad, Sudan ve Eritre’nin yer aldığı Sahel bölgesinde,
Bir zamanlar Libya lideri M.Kaddafi’nin militanlığını yapan Touareg kabileleriyle ilişkiler geliştiriyor.
Sadece yerel güçlerle uğraşmıyor, aynı zamanda ulusal sınırları gevşeterek bir İslam Ümmeti oluşturmaya çalışıyor.
“Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet ” sloganı İslam Ümmeti’ni işliyor…

*
Erdoğan’ın, Libya GNA kuvvetlerine Ukrayna uçakları ile gönderdiği Suriyeli, Sudan ve Kenyalı vekil güçleri ve ekipmanlarının konuşlanmasında,
Tunus’un İslamcı hükümetinin katkısı bu stratejinin bir parçasıydı.
Erdoğan “ulusal bölge sonrası bölgesel birliğe” ulaşmak, Trablus hükümetini desteklemek ve savaş çabalarına dahil etmek amacıyla Cezayir’i ve Tunus’u ziyaret etti.
Esas gerekçesi, Türkiye’nin neredeyse tamamen ithalata bağımlı bir ülke olarak uygun petrol kaynakları bulma konusundaki ekonomik ilgisiydi.
Ancak Erdoğan, ilginç bir şekilde bu ilgiyi bir milyondan fazla Libyalının Osmanlı kökenli dindaş olduğu ve Türkiye’nin onları savunmak için orada olduğu iddiasına tahvil etti.
Halbuki Libya’da çoğu Müslüman Kardeşler taraflısı olan en fazla 100 bin Türk kökenli insan var!

*
Erdoğan benzeri girişimi Batı yanlısı Fas’ ta da denedi.
Fas iktidarında İslamcı ve İslami demokrasi doğrultusunda siyaset izleyen Adalet ve Kalkınma Partisi’ne [The Justice and Development Party ( JDP)] rağmen,
Cezayir ve Tunus’tan farklı olarak Osmanlı projesini ve İslamcılığın yükselişini potansiyel bir tehdit olarak gören bir monarşidir.
Fas, Libya petrolüne bağımlılığı nedeniyle Trablus’u temkinli bir şekilde destekliyor.
Ancak Erdoğan’ın saldırgan ideolojisini  Cezayir ve Tunus’la yakın ittifakını desteklemiyor.
Ayrıca Fas, Libya’da H.Haftar’ı destekleyen Mısır, BAE, Fransa, Rusya ile ilişkilerini riske atmak istemiyor.

*
Erdoğan için Fas’ın ulusal çıkarları önemsizdir.
O uluslarüstü terimlerle düşünüyor ve kendisini Suudi Arabistan’a rakip küresel bir güç olarak tanımlıyor.
Türkiye’yi, Katar’ la birlikte bir itilaf bloku olarak değerlendiriyor.
İtilaf bloğu Pakistan ve Malezya’nın katılımı ile güçlenmiştir;
Tüm zamanlarda İran ve ABD arasındaki gerilimlerin en yüksek olduğu bir dönemde açıkça İran’a uyum gösteriliyor.

*
Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed, Türkiye ziyaretinde Pakistan’a da çağrı yaparak “İslam medeniyetini yeniden ayaklandırabiliriz” çıkışı yapmıştı
Bu çıkış aslında bu ziyarete özgü değildi
Mayıs’ta  üç ülkenin dışişleri bakanları Cidde’de toplandı ve iş birliğine ilişkin sinyaller verdiler
Ardından çeşitli düzeylerde yetkililerin açıklamaları, iş birliğinin belirli bir planlama çerçevesinde yürütüldüğünü gösterdi.
Nitekim 18-21 Aralık’ta  Suudi Arabistan- Mısır İttifakına karşı düzenlenen;
Kuala Lumpur Zirvesi, Müslüman dünyasının sorunlarına çözümün bir başlangıcı sayıldı.

*
Ankara bu zirveyi ABD’nin rahatsızlığına karşı bir parlama anı olarak gördü.
Yeni jeopolitik stratejisi doğrultusunda Doğu Akdeniz ve Libya’da sürdürdüğü iddialar;
Levant ve Afrika’da Suudi Arabistan ve Mısır ittifak bloğunun etkisine karşı ideolojik savunma hattının bir gereği idi.
Dinî ve siyasi liderlik için gerekliydi.

*
Ancak bütün bunlar ” İtilaf Bloğunda” Ankara’nın, mesela Sahel’deki Şii milislerini desteklemesi,
Ya da İran ile ideolojik rekabeti bir kenara bıraktığı anlamına gelmiyor.
İran Şii İslamcıları ile birlikte çalışmak; iki ülkenin çok farklı ideolojileri ve uzun vadeli çıkarlarına rağmen,
Faaliyetlerini tek bir ideolojik cephe olarak kolaylaştıracak teolojik köprüler kurmaya yarıyor.

*
Nitekim Kuala Lumpur Zirvesi’nde Türkiye ve İran, 18 maddelik bir dini işbirliği manifestosu imzaladı
Bu manifesto Ankara ve Tahran arasındaki diğer işbirliklerine rağmen iki devletin Afrika’da, Levant’ta veya Avrupa’da;
İslamcıların büyük yığınlarını ortaklaşa hedefleyeceğini kayda alıyor.

*
İtilaf Bloku’nun bu garip komedi dramasında Katar’ın finansörlük  rolü hakkında da birkaç açıklama var.
Katar’ın ablukanın uygulanmasını izleyen iki yıl içinde mali kayıplar yaşadığı, Katar’ın Suudi şirketlerinin pazarına sınırlı bir geri dönüşle kayıplarını telafi edeceği söylendi.
Halbuki Katar, bu sürede  İran merkezinin buyruğunda  BAE ile Suudi Arabistan arasında bir yarık açmaya çalışıyordu
Kuala Lumpur Zirvesi’nde Katar, Ankara taraftarı olarak hareket etti.
Bugün Katar’ın Müslüman Kardeşler Hareketi müttefikleri her zamankinden daha hareket halindedir.
Ankara ile birleşik ideolojik, politik ve ekonomik cepheyi ilan etmiş bulunuyorlar.

*
Amaç lâik, demokratik ve sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti üzerinden,
Şer’î yasaların hakim olduğu Büyük İslam Ümmetini ve Devletini oluşturmaktır.
Erdoğan 15 Temmuz 2016’da “Ben mi Doğdum?”, “Siyasi ayak ben miyim?” diye sorarken karşısındaki cephesini konsolide ediyor.
Ama Müslüman Kardeşlerin hamisi ya da siyasi lideri olduğunu gizlemiyor…

19. 2. 2020

 


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir