İKİ ARADA BİR DEREDE (II)

6. 1. 2020 - ahmet kilicaslan aytar
İran, Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin ölümüne misillemede bulundu.
4 Ocak’ta Devrim Muhafızları orta menzilli balistik füzelerini İran’ın Irak sınırında fırlatma noktalarına yerleştirdi.
Bağdat’taki Şii milisler hızla çekildi ve ABD’nin Irak’taki hedeflerine iki atımlık füze saldırısı düzenlendi.

*
Az sonra ABD Başkanı D.Trump, İran’ın savaş hazırlıklarına yanıt verdi.
“İran herhangi bir Amerikalıya ya da Amerikan varlıklarına saldırırsa,
Bazıları İran ve İran kültürü için yüksek düzeyde önemli 52 İran bölgesini hedefledik. Yanıtımız çok hızlı olacaktır” dedi.

*
Trump yönetimi ayrıca Tahran’ın Bağdat’taki milis liderleri ortadan kaldırmak için sistematik bir savaş başlattı.
Bir hava saldırısıyla, Bağdat’ın kuzeyinde Camp Taji askeri üssünde İmam Ali Taburları başkanı Shebl al-Zaidi’nin konvoyunu vurdu.

*
ABD’nin Amerikan hava kuvvetleri kalkanı altında Irak hükümetini destekleme,
Süleymani’nin öldürülmesinin yarattığı itici gücü, milis liderleri ve hiyerarşilerini sona erdirmek için kullanmakta kararlı olduğu görüldü.
Ama İran da  Basra Körfezi, Hürmüz Boğazı ve Tel Aviv’de  35 Amerikan hedefine yönelik saldırı tehdidinde bulundu!

*
Orta Doğu’da gerilim son raddeye ulaştı.
Dışişleri Bakanı Mike Pompeo yaptığı açıklamada,
“İngilizler, Fransızlar, Almanların hepsinin Avrupa’da da hayat kurtardığımızı anlaması gerekiyor” dedi.

*
Bu sırada Türkiye’nin Rusya ile yakın askeri bağlar geliştirmesi,
Suriye’deki askeri girişimleri,
Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan ve diğer bölge ülkeleriyle ile yaşadığı anlaşmazlıklar,
Libya ile iki kritik anlaşma yapıp dikkatleri Doğu Akdeniz’e çevirmesi,
Suriye’deki savaşçıları Libya’ya kaydırması,
Batı ittifakının bir kez daha Türkiye’yi bu ittifak içinde tutmanın siyasi ve stratejik maliyetini sorgulanmasına neden oldu.

*
Türkiye, 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’nın tanımladığı üzere;
Suriye halkının öncülüğünde ve sahipliğinde yürütülecek,
Kapsayıcı, özgür, adil ve şeffaf bir siyasi sürecin hayata geçirilmesine yardımcı olmak hususunda Rusya ve İran ile birlikte  çalışıyor!

*
Aslında  Türkiye; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Operasyonları yanında İdlib de-eskalasyon bölgesinde;
Suriye’de İsrail lehine kurtarılmış Sünni Arap Bölgeleri  kurulması,
Rejimin savaş alanını daraltması, rejimin muhalefete karşı birden fazla cephede savaşan güçlerini yeniden toparlaması,
Rusya ve İran’ın desteği ile topraklarını özgürleştirmesine destek olma görevi yapıyor.

*
Ama bu noktada bir paradoks yaşanıyor!
Erdoğan’ın bu görevi, bölgedeki nufusun artacağı ve bu şartta Suriye toprak bütünlüğünün sağlanacağı bir strateji ile yürütmesi gerekiyor.
Ancak Türkiye  görevi aldığı andan itibaren bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşımış ve yeni bir demografik yapı oluşturmuştur.
Üstelik Suriye rejiminin ezeli düşmanı  başta ÖSO olmak üzere bir çok cihatçı terörist grubu da bu stratejinin en önemli destekçisi yapmıştır.
Çünkü Erdoğan’ın açık stratejisi, Osmanlı’nın bu eski topraklarında ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanıyor…

*
Ama Esad rejimi de uzun vadede etkili olabilmek ve on yıllarca sürecek muhalefet olasılığını ortadan kaldırmak için,
Humus, Doğu Halep, Doğu Ghouta, Deraa, Rastan’da demografik yeniden yapılandırma politikası uygulamıştır.
Bu yerleşimlerdeki yüz binlerce  isyancı İdlib’e sığınmıştır.
Çünkü sadık nüfus, savaş sonrası bu düşmanlarla birlikte yaşamak istemiyor,
Sünni Arapların güçlü demografik büyümeleri varoluşsal bir tehdit olarak görüyor!

*
Geçen sürede Türk devlet kurumları ve TSK, kuzey Halep kırsalında Afrin, Azaz, el-Bab, Cerablus ve İdlib’e yerleşti.
Türkiye bu alanları  kendi seçtiği ve kontrolü altında olan yerel kurumlar vasıtasıyla  yönetiyor.
Ama bu gelişmeler Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde  ciddi bir kırılganlık oluşturuyor.

*
Bu noktada Türkiye; ortakları Rusya ve İran’ın;
Türkiye’nin kuzey Suriye kaynaklı güvenlik kaygılarının ancak Kürtlerle sorununu diyalogla çözmüş bir Suriye’nin egemenliğini tüm topraklarında kurmasıyla giderilebileceği,
Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermek ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak üzere  Adana  Mutabakatı’yla  hukukî bir  zemin oluşturulması,
Bu mekanizma aracılığıyla Suriye ile siyasi ilişki kurmayı hedeflemesi,
Böylece Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyi ve Fırat’ın doğusu ile ilgili olarak ABD ile güvenli bölge pazarlığını sonlandırması tavsiyelerine kulak tıkıyor.

*
Bu yüzden Suriye Arap Ordusu, 19 Aralık’tan beri Türkiye’nin 12 kontrol noktasıyla bir nevi kalkan kesildiği İdlib’e operasyonlar düzenliyor.
Muhalif cephelerde bozgun yaratan operasyon,
Orta Doğu’da İran ve Türkiye odaklı krizlerin had safhaya geldiği  işbu  döneme denk geliyor.

*
İdlib’te Türkiye’nin ve muhaliflerin sahadaki durumu her gün daha güçleşiyor.
Geçmişte kendi aralarında çatışan HTŞ ve Türkiye destekli ÖSO,  Ahrar El Şarkiyye ve Cephet El Şamiyye grupları birlikte hareket edemiyor
Ankara’nın bu hamlelere karşı göç dalgası ve sivil kayıplar dışında geliştirebileceği çok fazla itiraz noktası kalmamıştır!

*
Ankara meseleyi Moskova ile müzakerelerle atlatmayı tercih ediyor.
Bu da Türkiye’nin, Suriye’den sonra Libya’da da Rusya ile karşı karşıya gelmemek için İdlib’de Rusların işini kolaylaştırdığı izlenimini doğuruyor.
Ayrıca Ruslarla ikili oyunu sürdüren Ankara’nın Libya’daki savaşa daha fazla müdahil olma planlarıyla suları köpürtmesi;
Suriye’deki hezimetlerin  örtülmesine hizmet ediyor…

*
Doğu Akdeniz bölgesi de hızla savunmasız bir bölgeye dönüşmüştür…
Arap Baharı’nın  sonuçları, özellikle Suriye ve Libya’da tüm bölgeyi daha da kırılgan hale getirdi.
Müslüman Kardeşler ideolojisiyle Erdoğan’ın bölgedeki diğer devletlere yönelik politikaları jeopolitik durumu süratle bozdu.

*
Türkiye ve  Doğu Akdeniz ülkeleri ilişkileri, Ankara’nın Trablus merkezli Libya hükümeti ile mutabakat zaptı imzalanmasıyla daha da zarar gördü.
Güvenliği dikkate alacak bir işbirliği için Doğu Akdeniz ülkeleri birbirleriyle kararlı diplomatik girişimlerde bulundular.
AB ülkeleriyle dayanışmayı garanti altına aldılar.

*
Bu noktada Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Mısır, Ürdün, İtalya, Fransa;
Ankara ve Trablus arasındaki anlaşmayı Türkiye ile BM tarafından tanınan bir hükümet arasında imzalanan bir muhtıra olarak kabul ediyor..
Ancak uluslararası hukuka uygun olmadığı, yasal olarak bağlayıcı sonuçları olamayacağı ve üçüncü tarafları bağlamayacağı iddiasındadırlar.
Bu ülkeler imzalanan muhtıraları bölgede enerji alanında kurdukları işbirliği girişimlerine ve ittifaklarına bir Türk tepkisi olarak değerlendiriyor.

*.
Akdeniz’deki yeni jeopolitik gerçekliği;
Osmanlı’nın yeniden doğuşunun babası olma kişisel politik tutkusunun Erdoğan’ın psikolojisinde yarattığı baskı sonucu olduğuna inanılıyor..
Erdoğan’ın bu tutkuyla enerji oyunuyla ilgili olarak başarısız bir devletle anlaşma imzalayarak üstünlüğü ele geçirmeye çalıştığı,
Türkiye’nin, Libya iç savaşında belirleyici bir askeri rol oynamak istediği düşünülüyor.
Ancak bu ülkeler yetenekli diplomasiye sahiptir ve ittifaklarını güçlendiriyorlar.
En önemlisi uluslararası toplumun bölgede istikrarsızlığın artmasına izin vermeyeceğine inanıyorlar…

*
Kıta sahanlığı anlaşmazlığına ikili anlaşmalarla çözüm bulmak mümkün görünmüyor.
Bu yüzden Türkiye ile Libya arasındaki uluslararası hukuku ihlal eden mutabakat zaptıyla yüzleşmek,
Esas olarak Orta ve Doğu Akdeniz’in diğer sınırlama sorunlarını çözmek için;
Şimdi ilgili ülkeler Lahey’deki Uluslararası Mahkeme’nin yolunu açacak bir tahkim anlaşması imzalamayı öngörüyor.

*
Sonuçta hem İran hem de Türkiye;
Ya ABD ile doğrudan çatışmaya sürüklenmemek için dramatik bir yükseliş riski taşıyan hiçbir şey yapmamak,
Böylece kırmızı çizgilerin kendiliğinden çizilmesini sağlamak,
Ya da III. Dünya Savaşını başlatanlar olmak seçimi arasındadır…

6. 1. 2020


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir