Atatürk gibi, Boyun Eğmeden Yaşamasını Öğrenmeliyiz…

Toplumlarda uygarlaşma ve ilerleme dönemi; ezilenin ezeni, bilimin cehaleti,  aydınlığın karanlığı alt etmesinden sonra gerçekleşmiştir. - ali 5 2

Toplumlarda uygarlaşma ve ilerleme dönemi; ezilenin ezeni, bilimin cehaleti,  aydınlığın karanlığı alt etmesinden sonra gerçekleşmiştir. - ali 5 1

Toplumlarda uygarlaşma ve ilerleme dönemi; ezilenin ezeni, bilimin cehaleti,  aydınlığın karanlığı alt etmesinden sonra gerçekleşmiştir.

Ortaçağın yıkılmasıyla birlikte buluşlar, sanayi dönemi başladı. İş ve işçi, emek değer kazandı.

Fabrikalar açıldı, üretim arttı. Din, ticaret aracı olmaktan kurtulup, vicdanlara yerleşti.

Bütün bu gelişmeler, devrimler, Fransız İhtilalleri Avrupa’da derebeyliğin belini kırarken; Osmanlıda cehalet, cahillik ve dinin egemenliği devam ediyordu.

Bu nedenle imparatorluk uygarlaşan ülkeler karşısında gerilemeye başladı.

Çünkü yobazlığın, din sömürüsünün olduğu yerde gelişme, modernleşme olmaz.

Gericiler, bilimsel atılımları, bilimsel çalışmaları her zaman engellemişlerdir. Bilimi İslam’a ters, karşıt bir alan olarak görmüşlerdir.

Bu bilim düşmanlığı, Osmanlıda Fatih döneminden sonra başladı.

Bizim tarihimizde çağdaşlıktan, uygarlıktan uzaklaşma girişimi, İkinci Beyazıt’la birlikte ortaya çıktı. Onun zamanında “Allah’ın işine karışıyorlar, günah işliyorlar” diye rasathaneyi kapattılar.

Bu gericilik hareketleri, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna dek artarak sürdü. Atatürk devrimleri ile saltanatın, hilafetin ve şeriat düzeninin kaldırılmasından sonra bilim ve bilim adamları ön plana geçtiler, değer kazandılar.

Ata’mız yozluğa, yobazlığa karşı savaş açmış ve şunları söylemişti:

“…Efendiler, ey Millet! Biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

İşte yobazlar, tarikat ve cemaat liderleri, Mustafa Kemal’i bu yüzden sevmezler.

Yani onların kazançlarını, din sömürüsünü, geçim kaynaklarını kuruttuğu için sevmezler.

Atatürk Milliyetçiliğinde din ve ırk ayrımı, kafatasçılık yoktur. “Vatandaşlık” vardır. Özgürlük vardır. Kulluğa ve biat (uyma, kabullenme) anlayışına son verilmiştir.

Ama Atamızın vefatından sonra şeyhler, dervişler, müritler yeniden başlarını kaldırdılar. Özellikle 2002’den sonra AKP’nin iktidarı ele geçirmesiyle ve 17 yıllık bir gericilik döneminden sonra dincilik, din ticareti en yüksek düzeyine ulaştı.

Şimdi iktidar şeriat hukuku ve şeriat düzenini resmen yapılandırmaya çalışıyor.

Bu konuda epey yol da aldı. Neden?

Çünkü muhalefet, muhalefetlik görevini 17 yıl tam hakkıyla yapamadı. Halkımız haksız ve hukuksuz uygulamalar, baskılar, talanlar karşısında sesini çıkarmadı.

Sesini çıkarmak bir yana, yapılan tüm yolsuzlukları, hırsızlıkları verdikleri oylarla onayladı.

Karadeniz halkı, bi taraftan, madencilerin ormanları yok etmesine isyan etti, bi taraftan da bu katliama izin veren iktidara oy verdi.

Hem de en yüksek oy bu bölgeden çıktı.

Adam bi taraftan şeker fabrikalarının satılmasına karşı çıktı, işsiz aşsız kaldı; evine ekmek götüremedi, bi taraftan da bu fabrikaları yok edenleri alkışladı.

Şeker fabrikalarının satıldığı kentlerde AKP’ye çıkan oylara bakarsanız, gerçeği görürsünüz.

Peki, bütün bunlar olup biterken İşçi sendikaları, dernekler, esnaf kuruluşları nerelerdeydiler? Nelerle uğraşıyorlardı?

Neler yaptılar?

Sadece seyrettiler. Ara sıra ufak tefek, cılız sesler çıkardılar. Hepsi bu.

Sözün bittiği günleri yaşıyoruz artık. Sözün bittiği yerdeyiz. Satılmayan bişey kalmadı. Her şeye zam. İşsizlik, yoksulluk, açlık zirvede…

Bundan böyle, “Ben ABD’ye, AKP’ye, AB’ye karşıyım” demek de yetmez.

Memurlar da görevliler de gerekirse bedel ödemeyi göze alarak, taşın altına ellerini koymalıdırlar. Hem de “Evde evlad ü ayal (çoluk çocuk) var demeden.

Hak – hukuk aramada, talanlarda, soygunlarda seslerini yükseltmelidirler. Sömürülmeye, horlanmaya, limon gibi sıkılmaya hayır demeliler.

Şimdi direnme zamanıdır. Bozuk düzene ve bozuk gidişata karşı çıkma zamanıdır.

Tüm devrimcilerin, demokratların, yurdunu seven herkesin tribünleri terk edip sahaya inme zamanıdır.

Direnmek yaşamak demektir, boyun eğmek ölüm…

Çoluğumuza, çocuğumuza, insanlığımıza, yaşadığımız topluma saygımız, sevgimiz, sorumluluğumuz varsa; her şeyden önce, Atatürk gibi, boyun eğmeden yaşamasını öğrenmek zorundayız…

([email protected])


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir