DOĞU AKDENİZ ISINDI

  Doğu Akdeniz’de hidrokarbon enerji kaynaklarının keşif ve üretim faaliyetlerinin artması,
Uluslararası hukuk bakımından kıyıdaş devletler arasında deniz yetki alanlarının tespiti ve sınırlandırılması sorunlarını ortaya çıkardı.
Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarında karasuları konusunda bir anlaşmazlık yoktur..
Ancak kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölge alanlarının tespitinde derin anlaşmazlıklar bulunuyor.</p>
<p>*
"Deniz Yetki Alanı İlanı", bir diğer komşu devletle bağlantısı olmayan  deniz alanında,
Kıyı devletinin karasuları, bitişik bölge veya münhasır ekonomik  bölge alanının dış sınırının tek taraflı olarak ilanıdır.
"Deniz Yetki Alanı Sınırlandırılması" ise iki veya daha fazla devletin, sahip oldukları ya da ilan ettikleri deniz yetki alanlarının,
Diğer sahildar devletin deniz yetki alanları ile çakıştığı bölgedeki deniz alanının bir anlaşma ile sınırlandırılmasıdır.</p>
<p>*
Doğu Akdeniz'de ABD ve AB'nin desteğini alan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Libya, Mısır, Lübnan ve İsrail  münhasır ekonomik bölge alanlarını ilan etti.
Münhasır ekonomik bölge anlaşmalarında sahildar devlet statüsündeki Türkiye ve uluslararası hukukun saymadığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti;
Bu ilanları muteber saymadı.</p>
<p>*
Türkiye, 27 Kasım'da Libya ile "Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası" imzaladı..
Libya hidrokarbon kaynaklarının yoğun olduğu bir bölgede 39 bin kilometrekare kazandı.
Doğu Akdeniz'deki yetki alanını maksimum düzeye çıkardı.</p>
<p>*
Erdoğan bu mutabakatla Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullandığını belirtti.
Bir sondaj gemisi daha alınacağını, araştırmaların sadece Akdeniz'de değil, Karadeniz'de hatta  uluslararası sularda da sürdüreceğini söyledi.</p>
<p>*
Libya'dan talep gelmesi halinde Türkiye'nin bu ülkeye asker gönderebileceğini,
Libya hükümetine askeri destek sağlayabileceğini de dile getirdi.
"Libya isterse Türkiye bunun kararını kendisi verir, kimseden izin almayız" dedi!
Aklıma "Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler" sözü düştü...</p>
<p>*
Libya'da biri ülkenin doğusunda Tobruk kentinde,
Diğeri Trablus'ta olmak üzere iki ayrı hükümet bulunuyor.
Libya Ulusal Ordusu adlı askeri güçlerin komutanı Halife Hafter ile ittifak hâlinde olan Tobruk hükümetini; Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Rusya ve Fransa destekliyor.
Birleşmiş Milletler'in tanıdığı Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti ise Müslüman Kardeşler Örgütü, Türkiye, Katar ve İtalya'nın desteğini alıyor.
Türkiye Müslüman Kardeşler Örgütü'ne  askeri danışmanlık ve lojistik  görevi yapıyor!</p>
<p>*
Erdoğan'ın Libya'da ne işi var? Neden böyle bir görevi üstleniyor?
Erdoğan,öncelikle  Türk Dış Politikası'nın temel düşüncesi "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini reddediyor.
İslam dünyasında önemli bir oyuncu olmak ve Osmanlı'nın ihtişamını yeniden kazanmak çabasındadır.
Bu çaba onun Müslüman Kardeşler ile bağlantılı İslamcı örgütlerin silahlı gruplarıyla haşır neşir olmasına yol açıyor.
Ancak Osmanlı politika prizması Türkiye Cumhuriyeti'nin stratejik, yasal, ekonomik ve sosyal boyutlarının tümünü karartıyor.
Bir adamın hezeyanlarıyla yürütülen Türkiye dış politikası artık açık açık uluslararası dengeleri alt üst ediyor.
Erdoğan kaptanlığında Türkiye'nin  karaya oturmuş bir gemiye benzediğine ilişkin kanaatler hızla yoğunlaşıyor...</p>
<p>*
İşte Mısır, Türkiye ile Libya'nın BM destekli hükümetinin imzaladığı mutabakatın yasal etkisi olmadığını açıkladı.
Mutabakatın Aralık 2015'teki Skhirat Anlaşması uyarınca imzalanan Libya Başbakanı Fayez Sarraj'ın yetkilerini aştığını iddia etti.
Skhirat Anlaşması, Libya Ulusal Anlaşma Hükümeti'nin yetkilerini belirliyor.
Anlaşmanın 8. maddesi, Libya başbakanının bütün kabine üyelerinin rızası olmadan uluslararası anlaşmalar yapmasını yasaklıyor.
Buna göre Ulusal Anlaşma Hükümeti tüm Libya bölgelerini temsil etmeyen, sınırlı güçlere sahip emanetçi bir kabinedir.</p>
<p>*
Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti, mutabakatı Türkiye'nin uluslararası hukuka aykırı bir ihlali olarak değerlendirdi.
Türk dış politikasını;
Ege ve Akdeniz'deki deniz bölgeleri ve adaların haklarını sorgulamak,
Sorgulanan bölgeleri gri alanlara çevirmek,
Yunanistan'ın bu alanlardaki haklarını kısıtlamak,
Bu alanları Türkiye'nin bir parçası olarak sunmaya çalışmakla itham etti.</p>
<p>*
Avrupa Birliği dışişleri bakanları  Türkiye ile Libya arasındaki mutabakat  konusunda endişelerini dile getirdiler.
"Bu belgenin ciddi bir endişe kaynağı olduğu açık.
Dayanışmamızı, Yunanistan ve Kıbrıs'a verdiğimiz desteği dile getiriyoruz " dediler.
Yine de mutabakatın yasalara aykırı olup olmadığını incelenmeye aldılar.</p>
<p>*
Rusya, Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni daha ileri adımlar atma konusunda uyardı.
Bu anlaşmanın Libya'daki durumu da daha sıkıntıya sokacağı uyarısında bulundu.</p>
<p>*
Türkiye ise mutabakatın uluslararası hukuka uygun olarak yapıldığını,
Ölçümlemede Türkiye ve Libya ana karalarının Akdeniz'e bakan cephelerinin uzunluğunun esas alındığını,
Girit, Çoban, Kaşot,  Meis ve Rodos adalarının bahane edilerek mutabakata karşı çıkmanın uluslararası hukukta karşılığının olmadığını savunuyor.</p>
<p>*
Buna göre;
1- Adaların oluşturduğu deniz bölgelerine atıfta bulunulması uluslararası hukuka aykırıdır.
Bu yüzden AB Dış Eylem Ofisi'nin hem de Uluslararası Adalet Divanı rolünü üstlenerek,
Türkiye-Libya Deniz Sınırlarının Sınırlandırılması Belgesi hazırlaması yasal değildir.</p>
<p>*
2- Çünkü adalar; Yunan ana karası ile Anadolu kıyıları arasında çizilen ortay hattının ters tarafında yer alıyor.
Sınırlandırma konusunda kıyı oluşturmadıkları için  karasuları dışında kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik alanlarının  olmaması gerekiyor.
Girit, Rodos, Çoban, Kaşot ve Meis Adaları bir hatla birleştirilerek;
Yunanistan için Türkiye'nin sınırlandırma bölgesine cepheli kıyı şeridini ortadan kaldıran yeni bir kıyı oluşturulamaz.
Adalar 1792 km ile Doğu Akdeniz’in en uzun ana kara kıyısına sahip Türkiye'nin kıyı projeksiyonunu kesemez.</p>
<p>*
3- Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırılmasında uluslararası hukuka göre sınırlandırma hakça yapılmalıdır.
Türkiye mutabakatın bu çerçevede yapıldığını,
Çünkü Rum ve Yunan iddiaları hilafına, uluslararası hukukta adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge oluşturma hakları olmadığını savunuyor.</p>
<p>*
4- Sınırlandırmada adaların özel konumları, kıyı uzunlukları ve bulundukları coğrafya esas alınıyor.
Bu çerçevede uluslararası hukukta ve ikili anlaşmalarda adalara hiçbir şekilde deniz yetki alanı verilmiyor.</p>
<p>*
5-  Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin iddia ettiği, 'Ortay Hat Metodu' Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge icin geçerli değildir.
Uluslararasi hukukta ortay hat metodu sadece karasuları içindir.</p>
<p>*
6- AB'nin denizcilik iddiaları, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan'ın iddia ettiği adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerinin,
AB deniz sularının dış sınırını oluşturduğu tezine dayanıyor.
Ancak AB’nin ne Akdeniz ne Karadeniz  ne başka yerlerde toprak, hava ve deniz sınırları belirleme yetkisi yoktur.</p>
<p>*
7- Uluslararası deniz hukukuna göre adaların Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge hakkına sahip olmalarıyla sınırlandırma iki ayrı konudur.
Ana karalarla adaların karşılaştığı ve özel koşulların olduğu durumlarda;
Sınırlandırmada adalar anakaralar kadar geniş deniz yetki alanları alamazlar.</p>
<p>*
8- Türkiye, BM Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamamıştır.
Çünkü sözleşme, Ege gibi yarı kapalı ve özel koşullar taşıyan denizler için yeterli güvenceleri sağlamıyor ve çekinceye de izin vermiyor
Türkiye yine de sözleşmenin birçok maddesini teamül hukuku niteliği taşıdığı için uyguluyor.</p>
<p>*
9- Münhasır Ekonomik Bölge olmayan bir deniz alanında Kıta Sahanlığı olabilir.
Ama Kıta Sahanlığı olmayan bir deniz alanında Münhasır Ekonomik Bölge olamaz.
Halbuki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tek taraflı Kıbrıs adına ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge uluslararası hukuka aykırıdır.</p>
<p>*
10- Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırması “kıyıları karşıt ya da bitişik” olan devletler arasında,
Uluslararası hukuk kurallarına dayanan bir antlaşma ile yapılıyor.
Türkiye ile Libya arasındaki Deniz Sınırlama Anlaşması, Türkiye'nin 13 Kasım 2019'da  BM'e belirttiği  hukuki görüş ve pozisyonlar doğrultusunda,
BM Deniz Hukuku maddeleri de dahil uluslararası hukuka uygun olarak imzalanmıştır.</p>
<p>*
Türkiye, Libya ile arasındaki anlaşmayı bu savunularla hakça paylaşım ilkesiyle oluşturulduğunu savunuyor.
Bu noktada, Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarıyla ilgili anlaşmazlıkları çözmek için Lahey Adalet Divanı'na gidilemiyor.
Taraflar  birbirlerini rızası olmadan sorunu Adalet Divanı'na götüremiyor.
Bu hukuka Hamburg  Denizcilik Mahkemesi bakıyor...</p>
<p>*
Akdeniz'de yeni bir süreç başlamıştır.
Bölgede gerginliklerin yükselmemesi için tüm kıyıdaş ülkelerin  BM Deniz Hukuku Sözleşmesine uygun olarak,
Bölgedeki kaynakları adil paylaşımını sağlayacak diyalog sürecinin başlatılması gerekiyor.
Aklıma bu defa, " Elinden gelirse bir ağzı tatlandır. Ağza yumruk vurmak yiğitlik değildir" sözü düşüyor..</p>
<p>11. 12. 2019
</p> - ahmet kilicaslan aytar
 
Doğu Akdeniz’de hidrokarbon enerji kaynaklarının keşif ve üretim faaliyetlerinin artması,
Uluslararası hukuk bakımından kıyıdaş devletler arasında deniz yetki alanlarının tespiti ve sınırlandırılması sorunlarını ortaya çıkardı.
Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarında karasuları konusunda bir anlaşmazlık yoktur..
Ancak kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölge alanlarının tespitinde derin anlaşmazlıklar bulunuyor.

*
“Deniz Yetki Alanı İlanı”, bir diğer komşu devletle bağlantısı olmayan  deniz alanında,
Kıyı devletinin karasuları, bitişik bölge veya münhasır ekonomik  bölge alanının dış sınırının tek taraflı olarak ilanıdır.
“Deniz Yetki Alanı Sınırlandırılması” ise iki veya daha fazla devletin, sahip oldukları ya da ilan ettikleri deniz yetki alanlarının,
Diğer sahildar devletin deniz yetki alanları ile çakıştığı bölgedeki deniz alanının bir anlaşma ile sınırlandırılmasıdır.

*
Doğu Akdeniz’de ABD ve AB’nin desteğini alan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Libya, Mısır, Lübnan ve İsrail  münhasır ekonomik bölge alanlarını ilan etti.
Münhasır ekonomik bölge anlaşmalarında sahildar devlet statüsündeki Türkiye ve uluslararası hukukun saymadığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti;
Bu ilanları muteber saymadı.

*
Türkiye, 27 Kasım’da Libya ile “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzaladı..
Libya hidrokarbon kaynaklarının yoğun olduğu bir bölgede 39 bin kilometrekare kazandı.
Doğu Akdeniz’deki yetki alanını maksimum düzeye çıkardı.

*
Erdoğan bu mutabakatla Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullandığını belirtti.
Bir sondaj gemisi daha alınacağını, araştırmaların sadece Akdeniz’de değil, Karadeniz’de hatta  uluslararası sularda da sürdüreceğini söyledi.

*
Libya’dan talep gelmesi halinde Türkiye’nin bu ülkeye asker gönderebileceğini,
Libya hükümetine askeri destek sağlayabileceğini de dile getirdi.
“Libya isterse Türkiye bunun kararını kendisi verir, kimseden izin almayız” dedi!
Aklıma “Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler” sözü düştü…

*
Libya’da biri ülkenin doğusunda Tobruk kentinde,
Diğeri Trablus’ta olmak üzere iki ayrı hükümet bulunuyor.
Libya Ulusal Ordusu adlı askeri güçlerin komutanı Halife Hafter ile ittifak hâlinde olan Tobruk hükümetini; Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Rusya ve Fransa destekliyor.
Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti ise Müslüman Kardeşler Örgütü, Türkiye, Katar ve İtalya’nın desteğini alıyor.
Türkiye Müslüman Kardeşler Örgütü’ne  askeri danışmanlık ve lojistik  görevi yapıyor!

*
Erdoğan’ın Libya’da ne işi var? Neden böyle bir görevi üstleniyor?
Erdoğan,öncelikle  Türk Dış Politikası’nın temel düşüncesi “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesini reddediyor.
İslam dünyasında önemli bir oyuncu olmak ve Osmanlı’nın ihtişamını yeniden kazanmak çabasındadır.
Bu çaba onun Müslüman Kardeşler ile bağlantılı İslamcı örgütlerin silahlı gruplarıyla haşır neşir olmasına yol açıyor.
Ancak Osmanlı politika prizması Türkiye Cumhuriyeti’nin stratejik, yasal, ekonomik ve sosyal boyutlarının tümünü karartıyor.
Bir adamın hezeyanlarıyla yürütülen Türkiye dış politikası artık açık açık uluslararası dengeleri alt üst ediyor.
Erdoğan kaptanlığında Türkiye’nin  karaya oturmuş bir gemiye benzediğine ilişkin kanaatler hızla yoğunlaşıyor…

*
İşte Mısır, Türkiye ile Libya’nın BM destekli hükümetinin imzaladığı mutabakatın yasal etkisi olmadığını açıkladı.
Mutabakatın Aralık 2015’teki Skhirat Anlaşması uyarınca imzalanan Libya Başbakanı Fayez Sarraj’ın yetkilerini aştığını iddia etti.
Skhirat Anlaşması, Libya Ulusal Anlaşma Hükümeti’nin yetkilerini belirliyor.
Anlaşmanın 8. maddesi, Libya başbakanının bütün kabine üyelerinin rızası olmadan uluslararası anlaşmalar yapmasını yasaklıyor.
Buna göre Ulusal Anlaşma Hükümeti tüm Libya bölgelerini temsil etmeyen, sınırlı güçlere sahip emanetçi bir kabinedir.

*
Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti, mutabakatı Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı bir ihlali olarak değerlendirdi.
Türk dış politikasını;
Ege ve Akdeniz’deki deniz bölgeleri ve adaların haklarını sorgulamak,
Sorgulanan bölgeleri gri alanlara çevirmek,
Yunanistan’ın bu alanlardaki haklarını kısıtlamak,
Bu alanları Türkiye’nin bir parçası olarak sunmaya çalışmakla itham etti.

*
Avrupa Birliği dışişleri bakanları  Türkiye ile Libya arasındaki mutabakat  konusunda endişelerini dile getirdiler.
“Bu belgenin ciddi bir endişe kaynağı olduğu açık.
Dayanışmamızı, Yunanistan ve Kıbrıs’a verdiğimiz desteği dile getiriyoruz ” dediler.
Yine de mutabakatın yasalara aykırı olup olmadığını incelenmeye aldılar.

*
Rusya, Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni daha ileri adımlar atma konusunda uyardı.
Bu anlaşmanın Libya’daki durumu da daha sıkıntıya sokacağı uyarısında bulundu.

*
Türkiye ise mutabakatın uluslararası hukuka uygun olarak yapıldığını,
Ölçümlemede Türkiye ve Libya ana karalarının Akdeniz’e bakan cephelerinin uzunluğunun esas alındığını,
Girit, Çoban, Kaşot,  Meis ve Rodos adalarının bahane edilerek mutabakata karşı çıkmanın uluslararası hukukta karşılığının olmadığını savunuyor.

*
Buna göre;
1- Adaların oluşturduğu deniz bölgelerine atıfta bulunulması uluslararası hukuka aykırıdır.
Bu yüzden AB Dış Eylem Ofisi’nin hem de Uluslararası Adalet Divanı rolünü üstlenerek,
Türkiye-Libya Deniz Sınırlarının Sınırlandırılması Belgesi hazırlaması yasal değildir.

*
2- Çünkü adalar; Yunan ana karası ile Anadolu kıyıları arasında çizilen ortay hattının ters tarafında yer alıyor.
Sınırlandırma konusunda kıyı oluşturmadıkları için  karasuları dışında kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik alanlarının  olmaması gerekiyor.
Girit, Rodos, Çoban, Kaşot ve Meis Adaları bir hatla birleştirilerek;
Yunanistan için Türkiye’nin sınırlandırma bölgesine cepheli kıyı şeridini ortadan kaldıran yeni bir kıyı oluşturulamaz.
Adalar 1792 km ile Doğu Akdeniz’in en uzun ana kara kıyısına sahip Türkiye’nin kıyı projeksiyonunu kesemez.

*
3- Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırılmasında uluslararası hukuka göre sınırlandırma hakça yapılmalıdır.
Türkiye mutabakatın bu çerçevede yapıldığını,
Çünkü Rum ve Yunan iddiaları hilafına, uluslararası hukukta adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge oluşturma hakları olmadığını savunuyor.

*
4- Sınırlandırmada adaların özel konumları, kıyı uzunlukları ve bulundukları coğrafya esas alınıyor.
Bu çerçevede uluslararası hukukta ve ikili anlaşmalarda adalara hiçbir şekilde deniz yetki alanı verilmiyor.

*
5-  Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iddia ettiği, ‘Ortay Hat Metodu’ Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge icin geçerli değildir.
Uluslararasi hukukta ortay hat metodu sadece karasuları içindir.

*
6- AB’nin denizcilik iddiaları, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan’ın iddia ettiği adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerinin,
AB deniz sularının dış sınırını oluşturduğu tezine dayanıyor.
Ancak AB’nin ne Akdeniz ne Karadeniz  ne başka yerlerde toprak, hava ve deniz sınırları belirleme yetkisi yoktur.

*
7- Uluslararası deniz hukukuna göre adaların Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge hakkına sahip olmalarıyla sınırlandırma iki ayrı konudur.
Ana karalarla adaların karşılaştığı ve özel koşulların olduğu durumlarda;
Sınırlandırmada adalar anakaralar kadar geniş deniz yetki alanları alamazlar.

*
8- Türkiye, BM Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamamıştır.
Çünkü sözleşme, Ege gibi yarı kapalı ve özel koşullar taşıyan denizler için yeterli güvenceleri sağlamıyor ve çekinceye de izin vermiyor
Türkiye yine de sözleşmenin birçok maddesini teamül hukuku niteliği taşıdığı için uyguluyor.

*
9- Münhasır Ekonomik Bölge olmayan bir deniz alanında Kıta Sahanlığı olabilir.
Ama Kıta Sahanlığı olmayan bir deniz alanında Münhasır Ekonomik Bölge olamaz.
Halbuki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek taraflı Kıbrıs adına ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge uluslararası hukuka aykırıdır.

*
10- Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırması “kıyıları karşıt ya da bitişik” olan devletler arasında,
Uluslararası hukuk kurallarına dayanan bir antlaşma ile yapılıyor.
Türkiye ile Libya arasındaki Deniz Sınırlama Anlaşması, Türkiye’nin 13 Kasım 2019’da  BM’e belirttiği  hukuki görüş ve pozisyonlar doğrultusunda,
BM Deniz Hukuku maddeleri de dahil uluslararası hukuka uygun olarak imzalanmıştır.

*
Türkiye, Libya ile arasındaki anlaşmayı bu savunularla hakça paylaşım ilkesiyle oluşturulduğunu savunuyor.
Bu noktada, Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarıyla ilgili anlaşmazlıkları çözmek için Lahey Adalet Divanı’na gidilemiyor.
Taraflar  birbirlerini rızası olmadan sorunu Adalet Divanı’na götüremiyor.
Bu hukuka Hamburg  Denizcilik Mahkemesi bakıyor…

*
Akdeniz’de yeni bir süreç başlamıştır.
Bölgede gerginliklerin yükselmemesi için tüm kıyıdaş ülkelerin  BM Deniz Hukuku Sözleşmesine uygun olarak,
Bölgedeki kaynakları adil paylaşımını sağlayacak diyalog sürecinin başlatılması gerekiyor.
Aklıma bu defa, ” Elinden gelirse bir ağzı tatlandır. Ağza yumruk vurmak yiğitlik değildir” sözü düşüyor..

11. 12. 2019


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir