Site icon Turkish Forum

Fransa ve Araplardan Dost, Kurttan Post Olmaz

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG’nin çatı örgütünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Sözcüsü Ilham Ahmed ile Elysee Sarayı’nda görüşmüş, ardından  Fransa’nın SDG’ye IŞİD ile mücadelede verdiği desteği yinelemiştir. Türkiye’nin Suriye’de askeri müdahalesine de  karşı çıkmıştır. Macron geçen hafta da, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi  Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada  insan hakları ihlalleri sürdüğü gerekçesiyle Türkiye’ye eleştirilerde bulunmuştu. Türkiye, daha önce  Macron’un, SDG temsilcilerini Elysee Sarayı’nda kabul etmesine tepki göstermişti. - sadik ridvan karluk

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG’nin çatı örgütünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Sözcüsü Ilham Ahmed ile Elysee Sarayı’nda görüşmüş, ardından  Fransa’nın SDG’ye IŞİD ile mücadelede verdiği desteği yinelemiştir. Türkiye’nin Suriye’de askeri müdahalesine de  karşı çıkmıştır. Macron geçen hafta da, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi  Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada  insan hakları ihlalleri sürdüğü gerekçesiyle Türkiye’ye eleştirilerde bulunmuştu. Türkiye, daha önce  Macron’un, SDG temsilcilerini Elysee Sarayı’nda kabul etmesine tepki göstermişti.

Fransa’nın Avrupa Birliği Bakanı Amelie de Montchalin bu hafta düzenlenecek AB Zirvesi’nde Türkiye’ye yönelik yaptırımların  masaya yatırılacağını  açıklamıştır.  Montchalin, “Bu konu gelecek hafta AB Konseyi’nde görüşülecek. Sivil insanları şok eden ve bölge istikrarı için önemli bu durum karşısında güçsüz kalmayacağız” demiştir. Türkiye’nin sert bir şekilde kınandığını ancak bunun yeterli olmadığını söyleyen  Montchalin,  AB’nin artık harekete geçeceği görüşünü dile getirmiştir. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Hollande‘ın “Türkiye’nin NATO üyeliğinin askıya alınması” önerisiyle ilgili bir soru üzerine haddini aşarak  şu cevabı vermiştir: “AB seviyesinde bütün tartışmalar gerçekleşecek.”

Fransa, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine başlattığı askeri operasyonun ardından IŞİD ile mücadele için oluşturulan ve 30’dan fazla ülkenin katıldığı koalisyonun acilen toplanmasını istemiştir. Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, basına yaptığı açıklamada, koalisyona üye ülkelerin acilen toplanması gerektiğini aksi takdirde bu  durumdan IŞİD’in kazançlı çıkacağını söylemiştir. Drian, “Koalisyonun, ne yapacağı, Türkiye’nin, nasıl ilerleyeceği, tutuklu IŞİD militanlarının bulunduğu yerlerin güvenliğinin nasıl sağlanacağı gibi konuların görüşülmesi şart. Bu konularda açık olabilmemiz için her şeyin masada olması gerekiyor.” demiştir.

Harekat öncesi  “SDG’nin korunması gerektiğini”  açıklayan  Başbakan Edouard Philippe, “Kürt savaşçılar üzerinde bulunan Türk taarruz tehdidinin çok ağır bilinmezlikleri” ortaya çıkarabileceğinden endişe duyduğunu  açıklamıştır.  Parlamento’da  konuşan Başbakan, “IŞİD’e karşı mücadele bu terörist grubun coğrafi anlamda varlığının ortadan kaldırılması ile sonlanmadı. Bu mücadele Suriye Demokratik Güçleri’nin yanında devam ediyor” demiştir.

Bu süreçte pratikte bir şey yapmasalar da en net tavır koyan ülke Fransa olmuştur. BM Güvenlik Konseyi  Türkiye için acil olarak toplanmıştır  ama  Konsey’den  karar çıkmamıştır. Fransa tarih boyunca  Osmanlıya ve Türkiye’ye düşman olmuştur.  Paris’te 5 yıl görev yaptım.  Bu dönemde Fransa’nın Türkiye’ye ve Türklere karşı sempati duymadıklarına tanık oldum. Somut bir örneği eşim Dr. Sena Karluk yaşamıştır. Göz ihtisası yapan eşime hocası  AIDS/HIV  hastalarının göz kontrollerini  yaptırırken, Fransız doktorlarını  bundan muaf tutmuştur. Çünkü o dönemde (1980’lerin sonu) hastalığın tedavisi yoktu ve çok bulaşıcı idi. Nitekim Rock Hudson Paris’te Amerikan Hastanesi’nde Ekim 1985’de bu hastalıktan vefat etmiştir.

Macron’un SDG sözcüsünü Elysee Sarayı’nda kabul  etmesi, Türkiye’ye yönelik hasmane bir tutumdur. Benzer şekilde Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)   5 Şubat 2019   tarihindeki toplantısında   Macron 24 Nisan’ı  sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır.  Macron Twitter’da yaptığı paylaşımda  “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir.

Fransa, Cezayir ve   Ruanda  soykırımları ile  yüzleşmemiştir. Fransa’nın  önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu  dönemde   devamlı  gündeme  getirmişti: “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.”, Mr. Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: REUTERS9:49PM GMT 28 Feb 2012)

Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine şiddetle  karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir” demiştir. Aslıında  Macron’un Sarkozy’den farkı yoktur. Aşağıda  görülebileceği gibi  Macron= Sarkozy’dir.

Sözde Ermeni soykırımını tanıyan Macron, Ruanda da 800 bin insanın katledilmesine yol açtıkları soykırımı inkar etmektedir. Ruanda’da 1994’te Hutular, dönemin Devlet Başkanı Habyarimana’nın uçağının düşmesinden sorumlu tuttukları Tutsilere karşı soykırım başlatmıştı. Ülkede 100 gün süren katliamda milyona yakın Tutsi hayatını kaybetmiştir. Fransa, 23 Haziran 1994‘de sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla  bir operasyon  başlatmıştır ama Tutsuleri korumamıştır. Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998’de verdiği mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” diyebilmiştir. Önemli olup olmadığını aşağıdaki fotoğraflardan anlamak mümkündür.

Fransa’yı soykırıma katılmakla suçlayan Ruanda hükümeti,  33 Fransız siyasi ve askeri yetkilinin adalet önüne çıkarılmalarını istemiştir. Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, 6 Ağustos 2008 tarihinde Fransa’nın Hutu rejimi ile bağı olduğuna ilişkin ellerinde güçlü kanıtlar olduğunu öne sürmüştür.  (Le Figaro, 12 Ocak 1998) 1994 yılında  dünyanın gözü önünde gerçekleşen Ruanda soykırımına konu olan  Hotel Rwanda filminde Ruanda halkı, Hutular ve Tutsiler olarak ikiye bölünmüş durumdadır ve çıkan iç savaşta  binlerce  Tutsi katledilmiştir.

Fransa’nın İngilizce yayın yapan  kanalı France 24,  6 Şubat 2019  akşam haberlerinde Macron’un sözde Ermeni soykırım konusundaki açıklamasına  Türkiye’nin cevap verdiğini Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın fotoğrafını ekrana yansıtarak haberleştirmiştir. Tarafımdan  kayıt altına alınan  France 24’ün  haberinde mahkeme kararı olmamasına rağmen “Ermeni soykırımı”  ifadesi kullanılmıştır: “France: Turkey condemns Macron’s plan for national day marking Armenian Genocide.”

Cumhurbaşkanı  Erdoğan 25 Nisan’da Devlet Arşivleri Sempozyumu’nda her 24 Nisan öncesinde sözde Ermeni soykırımını  gündeme  getiren ülkelere önemli mesajlar vermiştir: “Milyonlarca Kırım Tatarını ve Ahıska Türklerini trenlerle ölüme gönderenleri unutmadık, unutmayacağız… Cezayir’de yüzbinlerce kişiyi katleden Fransa’dır.” Erdoğan’ın ardından 26 Nisan’da  Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 24 Nisan’ı Anma Günü ilan etmesiyle ilgili yazılı bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı, Macron’un Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle “24 Nisan’ı Anma” günü ilan etmesini   kınamıştır: “Macron’un oy elde etmek uğruna, diplomatlarımızı şehit eden terör örgütlerinin Fransa’daki bugünkü uzantılarını memnun etmek amacıyla aldığı bu karar, müttefiklik ilişkisiyle de bağdaşmamaktadır. Bu tutuma her vesileyle gereken cevap verilecektir.”

Bu süreçte  Biz arşivleri sonuna kadar açtık. Ey Ermeniler varsa arşiviniz siz de açın”  demek bir cevap değildir. Arşivleri kimse okumaz ama parlamentolarda kabul edilen sözde Ermeni soykırım kararlarını ve Avrupa Birliği ile Parlamentosu’nun almış olduğu kararları bilmeyen yoktur.  Avrupa Parlamentosu’nun 18  Haziran  1987 tarihli “Ermeni Sorunu’nun Siyasi Çözümü Üzerine Kararı  günümüzde de geçerlidir.  (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, Beta Yayınevi, 2013, s.521-562)

Avrupa Parlamentosu 15 Nisan 2015 tarihli kararında,“18 Haziran 1987 kararında tanınan Osmanlı imparatorluğu bölgesinde 1915-1917 yıllarında Ermenilere karşı vuku bulan trajik olayları 1948 tarihli soykırım suçunun cezalandırılması ve önlenmesi konvansiyonu ışığında soykırım olarak tanımlamaktadır, insanlığa karşı meydana gelen tüm suçları, soykırımı kınamaktadır ve bunları inkâr eden her türlü girişimden şiddetle eseflenmektedir” denilmiştir. Bu sebeple Türkiye’nin “açın arşivleri” söylemini bırakarak, aktif bir şekilde parlamentoların sözde Ermeni soykırım kararı almasının önüne geçmek için  aktif bir politika izlemesi gerekir. Kararlar alındıktan sonra  kararları “yok hükmündedir”  diyerek bir yere varamayız. Böyle hareket edersek daha fazla ülkenin sözde soykırımı tanımasının önüne geçemeyiz, soykırımı tanıyan ülke sayısının artmasına da engel olamayız.

Bu kapsamda  YÖK’ün devlet ve vakıf üniversitelerinde  “Ermeni Araştırmaları Enstitüsü” kurulmasını sağlaması, enstitülerin yabancı dilde soykırım olmadığına ilişkin  yazılarını teşvik etmesi gerekir. Bu konudaki Armenian Deportation Is Not A Genocide” isimli makalem o tarihte son haftanın en çok okunan makalesi olmuştur:  “Was Your Top Paper In The Last 4 Weeks” (Academia.edu [noreply-updates@academia-mail.com]

Fransa,  22 Aralık  2001  tarihinde soykırım inkarını suç sayan  yasa çıkaran dünyadaki ilk ülkedir. ) Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki seramik müzesinin önüne Ermeniler tarafından  8 Mart 2001 tarihinde Ermeni soykırım  anıtı açılmasına izin veren  ülkedir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.

Bu ifade,  Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla. 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Auschwitz- Birkenau toplama kampının  girişine yazılan cümle  şudur: “Arbeit Macht Frei”  (Çalışmak Özgürlük Getirir) Minik bir çocuğun küçücük ayaklarıyla toprağı sürüyerek, annesinin avcunun içinde sımsıkı kavranmış eliyle, gözlerini kırmızı tuğlalara dikip güya özgürlüğe adımını attığı  bu kapıdan, bir daha çıkmamak üzere 1,5 milyon Yahudi girmiştir.

Sarkozy,  İçişleri Bakanı iken 14 Kasım  2006  tarihinde Cezayir’de Fransa Büyükelçiliği’nde verilen  kokteyl sırasında kendisine yöneltilen “Fransa özür dileyecek mi” sorusuna  “babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez”  demiş ve şunları söylemiştir:  “Sömürgecilik sistemi, adaletsiz bir sistem. Akdeniz’in her iki yakasında yaşayan kadınlar ve erkekler bu nedenle acılar yaşadı…Tıpkı 1915 olayları sırasında, Ermenilerin yanı sıra Türklerin de yaşadıkları büyük acılar gibi…”

Türkiye, Cezayirlilerin Fransa’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşında maalesef Fransa’ya destek vermiştir. Bu durumu  emekli Büyükelçi Onur Öymen şöyle değerlendirmektedir:  “Cezayir Cumhurbaşkanı, orada görev yapan elçilerimizden bir tanesine bu konu ile ilgili dert yanmıştır. Fransa’ya karşı savaşan Cezayirli mücahitlerin iç cebinde Atatürk’ün fotoğraflarını taşıdığını, Türk bağımsızlık savaşını örnek aldıklarını ifade etmiş fakat Türkiye’nin Cezayir’in bağımsızlığı için Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamalarda, Cezayir’in karşısında ya da çekimser kaldığını unutmadıklarını eklemiştir. Hatırlarsınız o oylamaların bir tanesi, bir oyla Cezayir’in aleyhine sonuçlanmıştır. Maalesef o oy Türkiye’nin oyudur.”

15 Aralık 1957 tarihli Milliyet Gazetesi’nde  yer alan haber   şöyledir: “Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Cezayir Hakkında Asya-Afrika Memleketleri tarafından hazırlanmış olan karar sureti üçte iki çoğunluk elde edilemediği için reddedilmiştir. Tasarı 34 lehte,19 aleyhte rey almış, 28 delege de müstenkif kalmıştır. Türkiye müstenkif kalanlar arasındadır. Daha evvel Siyasi Komisyonda kabul edilmiş olan tasarıda Cezayir halkına istiklal hakkı tanınması ve Fransa ile muvakkat Cezayir hükümeti arasında müzakerelere girişilmesini tavsiye etmekte idi. Siyasi komisyon ve Genel Kuruldaki müzakerelere Fransız delegesi katılmamıştır.”

Fransız muhafazakar eğilimli  Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı bir makale  yayınlanmıştır. Yazıyı yazan Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet,  Zeynep Göğüş’ün Tempo’da  yayınlanan  “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine  yer vermiştir ama Yaşar Kemal  nişanı   geri vermemiştir.  Yaşar Kemal 18 Aralık 2011 tarihinde  Legion d’Honneur   nişanı almıştır.

Türkiye’ye düşman olan Fransa Türkiye ile ilişkileri tam olarak koparmamak için   bazı başarılı kişilere nişan vermektedir. Nişanla ödüllendirilen Türk vatandaşlarının sonuncusu  Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı’dır. Sabancı’ya  Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı verilmiştir. Nişan alanlara bazı  kazanımlar  sunulmaktadır.   Bu sebeple nişanı alan çoğu kişi bunu iade etmez. Bununla beraber Fransa’nın 2006’da Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısını kabul etmesinin ardından, Legion d’Honneur sahibi, geçmişte birlikte görev yaptığımız, çok değerli dostum   rahmetli  eski Devlet Bakanı Kamran İnan ve eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç nişanlarını iade etmişlerdi.

Ehess/Paris ve Inserm araştırma merkezi profesörlerinden sosyolog Annie Thébaud-Mony de 12  Ağustos 2012 tarihinde kendisine verilen Légion d’Honneur nişanını kabul etmemiştir. Mony’nin reddetme gerekçesi şöyledir: “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.” (Tout en ayant conscience de la portée politique de son choix qui témoigne de l’importance qu’elle accorde à mes engagements scientifiques et citoyens, c’est aussi au nom de ces derniers que je suis amenée à refuser d’être décorée de la Légion d’Honneur. Vous en trouverez les raisons dans la lettre jointe à ce message, lettre adressée à Madame Cécile Duflot.

Fransız muhafazakar eğilimli  Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı bir makale  yayınlanmıştır. Yazıyı yazan Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet,  Zeynep Göğüş’ün Tempo’da  yayınlanan  “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine  yer vermiştir ama 18 Aralık 2011 tarihinde  Legion d’Honneur   nişanı alan Yaşar Kemal   nişanı iade etmemiştir.

Fransa’dan ödül alanlar  nişanları iade etmezken, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında kendisine verilecek olan Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Fakat    93 yaşındaki Mandela ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 24 Ocak 2011’de almıştır. )

Ali Sabancı’nın nişan töreninde konuşan  Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Charles Fries, “Bu akşam Fransa Cumhuriyeti, Napoleon Bonaparte tarafından ihdas edilen ve Fransa’nın en eski ve saygın nişanı olan Legion d’Honneur nişanı ile size taltif ederek, liyakatlarınızı onurlandırmak istemiştir. Sayın Ali Sabancı, Cumhurbaşkanı adına, sizi Legion d’Honneur şövalyelik nişanıyla taltif ediyoruz” demiştir ama Macron,  15 gün önce 31 Ocak 2018 tarihinde  Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi  sözde Ermeni soykırımı konusunda eleştirmişti: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.”

Macron,  Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan‘a özel ilgi göstermiş,  Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından  Paylan,  Vermeil Madalyası  (la médaille Grand Vermeil)  ile ödüllendirilmiştir. Garo Paylan  Artsakhpress.am’de yer alan demecinde Afrin operasyonuna  karşı olduğunu açıklamıştı: “Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.”

Yazar Orhan Pamuk’a  29 Ekim 2012 tarihinde  düzenlenen törenle Legion d’Honneur nişanı verilmiştir. Pamuk, İsviçre’nin  günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demişti. Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. Pamuk, nişan almasından önce  ABD‘de yayımlanan Time dergisinin  8 Mayıs 2006 tarihli sayısının Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs‘ında yapılan 60.Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır. 12 Ekim 2006 tarihinde Fransızların Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün  Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir.

Acaba Orhan  Pamuk ve diğer ödül alanların  aşağıdaki gerçeklerden haberleri var mıdır?

Bunları şunun için yazdım: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”

Fransa’da Macron’un  sözde Ermeni soykırım  çıkışı sonrası sayın Refik Mor’un 17 Nisan 2019 tarihinde  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a yazdığı mektup önemlidir. Almanya’nın Schleswig-Holstein Eyaleti’ne bağlı Neumünster kentinde yaşayan Refik Mor, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve milletvekili Boyer’e 12 Ocak 2012 tarihinde de  Soykırımı İnkar Yasası konusunda İngilizce ve Türkçe açık mektup göndermiş ve şu açıklamayı yapmıştır: “Hıristiyan Demokrat Birlik Parti (CDU) Neumünster İl Meclis Üyesi Mor, Sarkozy ve Boyer’in resmi önergesinin Avrupa Adalet Divanı  karşısında artık hukuki bir dayanağı yoktur. Ne Avrupa Parlamentosu’nun, ne de Fransız Parlamentosu’nun bu siyasi kararı, ATAD’ın kararından üstün değildir. Neumünster,   12.01.2012”

Sayın Mor’un  Macron’a yazdığı mektuptaki tespiti çok önemlidir: “29 Ocak 2001 tarihinde ‘1915 Ermeni Soykırımını karara bağlayan 2001-70 sayılı kanuna atıfta bulunarak, Ermeni Soykırımı’nın  her sene Paris’te, 24 Nisan’da anılması için yayınladığınız 10 Nisan 2019 tarihli Kanun Hükmünde Kararnamenizi, büyük bir kaygı ve şaşkınlık içinde öğrenmiş bulunuyorum. Bunu yaparken, aşağıda değineceğim üç noktada, özellikle hukuki suç işlediğinizi, şimdiden belirtmek isterim… İspata dayandırılmadan yaptığınız yukarıda sözünü ettiğim 2001-70 sayılı  kanununuz  ve Kanun Hükmünde Kararnameniz, Avrupa Adalet Divanı kararı ile artık YOK HÜKMÜNDEDİR…! Bundan dolayıdır ki, yukarıda adı geçen Avrupa Adalet Divanı’nın hukuki kararına, her demokrat gibi sizin de uymanızı ve Türk’leri haksız yere itham ettiğinizden dolayı, verdiğiniz Kanun Hükmünde Kararnamenizi geri çekip, 2001-70 sayılı kanunu iptal ederek, tüm Türk halkından özür dilemenizi talep ediyorum. Aksi takdirde, bu sizin pirus zaferinizden öte gitmeyecektir. Çünkü mahkeme kararları, resmi-siyasi karardan üstündür. Tabii ki bu kural demokratik devletler için geçerli bir kuraldır. (For this reason I demand that you, like every other democrat obey the aforementioned legal decision of the Court of Justice of the European Union and cancel your weird decree deemed to be “law“ with number 2001-70 for unjustifiably blaming the Turks and apologize from the Turkish people. Or else, this will not go beyond your “Pyrrhic Victory“, because these decisions of the court of law are above official decisions. And of course, this rule is valid for democratic governments) Refik Mor [2003-2018 Neumünster Meclis Üyesi]

Macron’a en iyi cevabı vatandaşı  Yves Benard  vermiş, Aralık 2017’de  yayınlanan kitabında yazar “Ermeni soykırımı yoktur”   tespitinde bulunmuştur. Benard, incelediği belgelerin  sözde Ermeni soykırımı  iddialarını çürüttüğünü şöyle  belirtmiştir:  “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.” Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco -Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır. Fransız yazar Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur: “Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı.”

Kitap hakkındaki  değerlendirme şöyledir: “Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır.  Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve  teröristlerin   açıklamaları ve de Fransızlar tarafından  Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine  inanmak kolaydır.  Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur. Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak  savaşa çağrılmışlardır.  Ermeni milisler,  isyan ederek savunmasız sivillere karşı  korkunç, acımasız ve barbarca bir imha  gerçekleştirmişledir. Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir. Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına inanan Yves Bénard, belgeler için önemli bir araştırma gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi inceleyerek ve çok sayıda araştırma  yaparak,  adaletin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.”

Fransa’da Macron dışında  aklı başında Fransızlar da vardır. Ermeni kökenli müzisyen Carole Marque-Bouaret, Fransa’da kurduğu MAHALEB  adlı grupla, geleneksel Anadolu şarkılarını Türkçe ve Ermenice yorumlamaktadır.  Akordeon sanatçısı Fransız Elsa Ille ve Yunan asıllı perküsyonist Jerome Salomon grubun diğer üyeleridir. Carole, Türkiye ve Ermenistan arasında 24 Nisan’dan dolayı gerginliğin arttığı dönemde müziğiyle barış mesajı vermektedir. Türkiye’deki konserlerinde çok iyi karşılandıklarını  açıklayan  Carole, Avrupa’daki turnelerine gelen Türk ve Ermenilerin kalbine dokunduklarını   söylemiştir.

Grubun Fransız üyesi Ille, müzikle kültürler arasında bağlantı kurduklarını, Yunan Jerome da Osmanlı dönemine uzanan köklerinden dolayı Türk müziğine kendisini yakın hissettiğini belirtmektedir. Yaptıkları müzikle hiçbir politik mesaj vermediklerini  açıklayan   Carole şunları söylemiştir: “Sadece müzikal mesaj veriyorum. Benim için bu iki dili, Türkçe ve Ermenice’yi konuşmak çok doğal. Ben sadece gelecek nesillere bunu aktarmak isterim. Bu dilde şarkı söylemek benim için çok önemli.” )

Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy’nin sözde soykırım konusundaki tespitleri  çok  önemlidir.  17 Nisan 2014 tarihinde AA’dan Tuğba Özgür Durmaz’a verdiği demeçte;  konuyla ilk defa yıllar önce Anadolu’nun nüfusu, nüfusun  Birinci  Dünya Savaşı’ndan önceki durumu ve Savaş‘tan sonra ne kadar kaldığı üzerine araştırma yaparken karşılaştığını belirtmiş, tarihi gerçeklere karşı koyamadığı için soykırım konusuna  eğildiğini söylemiştir:

“Neticede ne kadar çok Türk’ün öldüğünü anladım. Bu kadar Türk nasıl öldü çünkü savaşta değillerdi. 2,5-3 milyon Müslüman savaşta ölmüştü, ben de bu konuyu çalışmalıyım diye düşündüm. Ermeniler üzerinde çalışmamın da aslında belirgin bir nedeni yok, aslında ilk çalıştığım Müslümanlardı ama daha sonra fark ettim ki bu kadar insan öldüğüne göre onları birileri öldürmüş olmalı diye düşündüm. Böylece Ermenilerin, Yunanların ve Yahudilerin üzerine de çalışmaya başladım. Ama aslında bu konuyu ben seçmedim, konu beni seçti. Hiçbir zaman Ermeniler üzerine yazmayı planlamamıştım ama oldu.” 

Justin McCarthy, Türkler ve Ermeniler: Osmanlı Devletinde Milliyetçilik ve Çatışma başlıklı kitabında, Osmanlı-Ermeni ilişkilerini anlamak için bir çerçeve sunmaktadır. McCarthy, mevcut varsayımlara meydan okumakta ve Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni azınlığı arasındaki çatışmayı açıklayan yeni bir yorumla, geç Osmanlı tarihçiliğinin en temel sorununa katkıda bulunmaktadır.  Kitap, 1915 trajik olaylarına yol açan durumların yeni bir analizini isteyenler için olduğu kadar geniş bir kitle için de önerilmektedir.

Justin McCarthy,  Ermenilerin bu kadar yıl geçmesine rağmen neden  iddiaları sürdürdüklerine ilişkin  olarak, “Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van’da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Köklerinin Alman ve İrlandalı olmasına rağmen kendisini Amerikalı olarak tanımlaması gibi, Amerika’daki bazı Ermeni gruplarının da Ermenilerin böyle düşüneceği, kimliklerinin milliyetlerinin yok olacağı endişesini taşıdıklarını söyleyerek  doğru bir tespit yapmıştır: “Bundan dolayı Ermeniler soykırım iddiasını kendilerini bir arada tutacak bir bağ olarak görüyorlar. ‘Ne acılar çektik’ demek böyle bir bağ ve kendilerini bu acı üzerinden tanımlıyorlar. Tabii daha başka pek çok neden var. Kendi hikayelerinden, propagandalarından başka bir şey duymadılar, bu yüzden de Türklerin kötü olduğunu düşünüyorlar çünkü aslında onlara hep onların kötü olduğu söylendi.” 

Hocalı’daki katliamı  görmek istemeyip “sözde” Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920  belgeselini izlemelidirler. Bu belgesel  24 Nisan öncesinde  youTube’dan silinmiş (video kullanılamıyor, ve daha sonra yeniden yüklenmiştir. Mutlaka her Türk vatandaşı  tarafından izlenmelidir. Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeseli şimdi adresindedir. (57 dakika)

ABD Başkanı Donald Trump 1915  Ermeni tehciri ile  ilgili olarak  24 Nisan’da “Büyük Felaket” anlamını gelen “Meds Yeghern”  demiştir ama açıklamada  Trump’ın imzası yer almamıştır. Önceki yıllarda Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamalarda başkanların imzası  bulınuyordu:“Statement by the President on Armenian Remembrance Day 2019 April 24, 2019 Today, we commemorate the Meds Yeghern and honor the memory of those who suffered in one of the worst mass atrocities of the 20th century.”  )

Trump’ın “soykırım” (genocide)  ifadesinin kullanmamasında Türk sivil toplum kuruluşları ile devletin  girişimleri etkili olmuştur. Bu kapsamda bir sivil toplum kuruluşu olan Milli Düşünce Merkezi Başkanı sayın Sadi Somuncuoğlu, ABD Senatörler ve Temsilciler Meclisi üyeleri  ile  İsrail Parlamentosu  üyelerine  aşağıdaki  mektubun gönderilmesini sağlamıştır. Bu kapsamda  14 Şubat 2017 tarihinde Ermeniler Başkan Trump’a Mesaj Gönderirken Bizler Ne Yapıyoruz?”  başlıklı yazımı da  paylaşırım. isterim.(http://ankaenstitusu.com/ermeniler-baskan-trumpa-mesaj-gonderirken-bizler-ne-yapiyoruz/)  Bu konuda Sayın  Sadi Somuncuoğlu’nun hassasiyetini de özelikle belirtmek isterim. , , Respectueusement annoncé au public mondial. Sadi Somuncuoglu President M.D.M)

Fransa  Türkiye ilişkileri, Fransa’daki etkin Ermeni lobisinin etkisi alında kalmıştır. Bu konuda bir anımı da paylaşmak isterim. Yıl 1982.  Rahmetli Bülent Ulusu Başbakan. Ben DPT AET Dairesini yeni kurmuş genç bir doçentim. O dönemde de Fransa  ile ilişkiler çok gerilmişti. Sayın Ulusu DPT Müsteşarı Yıldırım  Aktürk’e  Fransa’ya karşı ekonomik önlemler alınması talimatını vermiş. Müsteşar Aktürk beni çağırdı ve  bizden rapor hazırlamamızı istedi. Uzun bir çalışmadan sonra Fransa’dan ithal edilen iki önemli kaleme kısıtlama getirilmesinin mümkün olduğunu gördük. Bunlar, Renault otomobil parçaları ithalatı ile TÜLOMSAŞ’ın  (ELMS) o dönemde Fransa destekli ürettiği ana hat  lokomotiflerin parça ithalatını kısmaktı. Ayrıca konulacak gümrük vergisi hem GATT/WTO kurallarına ve hem de  Katma Protokol’e aykırı idi. Çünkü AB ile Türkiye arasında bir gümrük birliği vardı. Bir kısıtlama Fransa’dan çok Türkiye’ye zarar verecek, bindiğimiz dalı kesmiş olacaktık.  Daha sonra bundan vazgeçilmiş, AB’den ithal edilen demir çelik ürünlerine yüzde 15 ek vergi konulmuştur. Fakat bu da gerek AB ile olan gümrük birliğine ve de GATT/WTO kurallarına aykırı olduğu için bir süre sonra kaldırılmıştır.

Macron’un sözde soykırımı devamlı gündeme taşıması üzerine Dışişleri Bakanlığı “Macron’un oy elde etmek uğruna, diplomatlarımızı şehit eden terör örgütlerinin Fransa’daki bugünkü uzantılarını memnun etmek amacıyla aldığı bu karar, müttefiklik ilişkisiyle de bağdaşmamaktadır. Bu tutuma her vesileyle gereken cevap verilecektir”  açıklamasında bulunmuştur ama  uygulamada  bir şey yapılmamış, açıklama suya yazılan yazı olarak tarihe geçmiştir.

Fransa’ya  yönelik  en  etkili çıkış,  Fransa’dan  Légion d’Honneur  nişanı alanların yayınlayacakları bir basın bildirisi  ile topluca  bu nişanları Macron’a iade etmeleridir.    Legion d’Honneur  nişanı alan Türk vatandaşları  olan Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal,  Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç, Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, ( iade etti) Erdoğan Teziç, (iade etti)  Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak ve  Tunay İnce’nin   geçmişte Kamuran İnan ve eski YÖK Başkanı   Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in   yaptığı gibi bir basın toplantısı düzenleyerek nişanı  iade etmeleridir.  Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmişti. Yukarıda ismi verilen hayatta olanlar, hayatta olmayanların da mirasçıları Kamuran İnan, Erdoğan Teziç ve  Nelson Mandela’yı örnek almalıdır.  Madalya alanların bu madalyaya ihtiyaçları yoktur. Mandela kadar bile olamadılar denmesini sanırım kimse istemez.

Ankara’daki Paris Caddesi’nin adının  Ankara’nın en  uzak semtinde bir sokağa verilmesi, Fransa’ya bir tepki olmalıdır. Fransa, Paris Büyükelçiliğimizin bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik)  Ankara (Rue d’Ankara) adını vermiştir. Türkiye,  Ankara’nın en güzel  caddelerinden Paris Caddesi’nin  (2,5 km) adının bir küçük sakağa verilmesi konusunu  gündemine   hiç almamıştır. Paris’te  Rue de Constantinople caddesi  vardır ama  “İstanbul Caddesi” yoktur. Daha öncede bu konuyu  yazmıştım ama etkili ve yetkili kişiler herhalde Macron’dan çekindikleri için bu konuyu gündemlerine almamışlardır.

Fransa’daki bu olumsuz gelişmeler karşısında hiç Türkiye’ye yakın bir politikacı yok mu sorusu akla gelebilir. Fransa Cumhurbaşkanları arasında Türklere ve Türkiye’ye en sıcak yaklaşan, 26 Eylül’de vefat eden Jacques Chirac  idi. 1977-1995 yılları arasında Paris Belediye Başkanlığı yapan  Chirac,  Paris’te  Büyükelçiliğimizin bir etkinliğine gelmiş ve orada kendisiye  tanışma  ve kısa da olsa konuşma fırsatım olmuştu.

Chirac, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzakereleri sürecinde de önemli rol üstlenmişti. Ankara ile müzakerelerin başlatılmasını destekleyen Chirac, “Türkiye’nin AB’ye üyelik yolculuğu uzun ve zorlu olacaktır. Ancak bu üyelik arzu edilen bir gelişmedir” demişti. O yıllarda Türkiye AB ile müzakerelere resmi olarak başlamış ve ilk müzakere başlıkları açılmıştı.  Jacques Chirac, müzakerelerin Fransa’da yoğun tartışmalara yol açtığı bir dönemde Türk halkının onurlu bir halk olduğunu, imtiyazlı ortaklık gibi bir seçeneği asla kabul etmeyeceğini ve Türkiye’yi dışlamanın çok ağır sorumluluk getireceğini ve Fransa’nın müzakerelerden yana tavır koyacağını söyleyerek Avrupa liderleri arasında da müzakerelere bakış açısını değiştiren isimlerden biri olmuştu. Fransa ile artan gerginlik, bugün  yapılacak  milli maça  yansıyabilir ve  provakosyan olabilir. Çok dikkat edilmesi gerekir.

Gündemimizdeki diğer çok önemli konu, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik başlattığı Barış Pınarı Harekatı’dır. Harekat başlayınca   Arap ülkeleri ile  Batılı dost bildiğimiz ülkelerden tepkiler gelmiştir.  Dün  Macron ile Merkel, Türkiye’ye, “Suriye’deki saldırısına son vermesi” çağrısında bulunmuşlardır  ama Türkiye’ye havan mermisi atarak şehit edilen sivilleri yok saymışlardır.

Almanya Başbakanı Angela Merkel,  “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile 1 saat görüştüm. Türkiye’nin çıkarları ve güvenliğini de göz önünde bulundurmalıyız. Ama aynı zamanda, bu Türk işgalinin de son bulması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü insani dramlar söz konusu ve Kürtler’e karşı bu durumu kabul edemeyiz” demiştir. Merkel, Kürt  kökenli Türk vatandaşları ile PKK terör örgütünü birbirine  karıştırmıştır.  Fakat   Merkel gibi birinin bu kadar cahil olması mümkün değildir.

Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları’nın Lüksemburg’daki zirvesinde Kuzeydoğu Suriye’ye dönük operasyonu  sebebiyle Türkiye oybirliğiyle kınanmıştır. Toplantı sonrası açıklanan bildiride Ankara’ya yapılan silah satışlarını durdurma çağrısı yapılırken, AB’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması yönünde Almanya, Fransa, İspanya ve Avusturya’nın ısrarına karşılık Türkiye’ye silah satışının yasaklanması yönünde ortak bir uzlaşıya varılamamıştır. (EU foreign ministers have condemned Turkey’s military intervention in northeastern Syria but stopped short of agreeing on a blocwide arms embargo,

Bildiride, operasyonun Birleşmiş Milletler nezdinde yürütülen siyasi süreci zora soktuğu, İŞİD Karşıtı Uluslararası Koalisyon’un kazanımlarını da tehlikeye attığı  açıklanmıştır. Sonuç Bildirisinde, “Tüm bir bölgenin istikrar ve güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye attığı, sivillerin daha çok acı çekmesine ve daha çok kişinin evlerinden olmasına yol açtığı ve insani yardım çabalarını ağır bir şekilde engellediği” belirtilmiştir. 18 Ekim’de yapılacak Liderler Zirvesi’nde de Türkiye’ye olası yaptırımlar gündeme gelecektir. Finlandiya, Norveç, Fransa ve Almanya Türkiye’ye askeri ihracatı askıya almış, İsveç de bu yaptırımın AB çapında uygulanması önerisinde bulunmuştu.

ABD ve AB ülkelerinden gelen sert tepkilere, dost bildiğimiz Arap  ülkeleri de katılmış, Arap Birliği harekatı kınamıştır. Kınama kararına  Filistin’in de  katılması dikkat çekicidir. Bu ayıbı örtmek için bazı gazetecilerin  suçu Filistin Kurtuluş Örgütü kurucularından ve Filistin Devlet Başkanı. Mahmut Abbas’a yüklemesi kabul edilemez. Bunun için kör ve sağır olmak gerekir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan  üç hafta önce  BM’de  canla başla Filistin’i savunmuştu: Daha birkaç gün önce sokaktaki masum bir Filistinli kadının İsrail güvenlik güçleri tarafından alçakça öldürüldüğü görüntüler bile vicdanları harekete geçiremiyorsa artık sözün bittiği yerdeyiz demektir…Bu doğrultuda atılması gereken en önemli adımlardan birisi, Filistin halkının devlet olarak tanınma yönündeki haklı talebinin karşılanması ve Filistin devletinin temsilcilerinin de bu yüce kurulda BM üyesi olarak hak ettiği yeri almasıdır.” Fakat dün Arap Birliği’nin harekat ile ilgili açıklamalarına “Sizin topunuz bir araya gelseniz zaten bir tane Türkiye etmezsiniz” diyerek çok haklı bir tepki göstermiştir.

Fakat geçmişte sayın Cumhurbaşkanı’nın Araplar hakkında söyledikleri ile bu  demeci  çelişmektedir:  “Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Arabın Türk hem sağ gözüdür, hem sağ elidir.  Hiç kimse kusura bakmasın, kim ne derse desin, Araplar bizim kardeşimizdir, biz de onların kardeşiyiz. Türklerle Araplar bir elin parmakları gibidir, etle tırnak gibidir, mazimiz bir, biliniz ki istikbalimiz de bir. Araplarla aramıza sınırlar çizilmiş olabilir, aramıza görünmez duvarlar çekilmiş olabilir, hepsini aşacak iradeye sahibiz. Bu ülkede köpeklerine Arap adı takanlar oldu, sokaklardaki köpekleri Arap Arap diye çağıranlar oldu, köpeğe niye Arap diyor, hep Araplarla bağlarımızı koparmak için böyle diyor, Ortadoğu’yu bataklıkmış gibi göstermek için köpeğe Arap adını takıyor. Araplar bizi arkadan vurdu. Hep bunu söylerler. Hatta ben, avami olacak kusura bakmayın ama köpekleri bile ‘Arap, Arap’ diye çağıran bir anlayışı yaşadık bu ülkede.”

Arap Birliği’nin Türkiye’yi kınama bildirisine Filistin de katılması,  Arapların ne kadar güvenilmez olduğunun ispatıdır.  Dünyada  Filistin’i ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye’dir. 2006-2015  döneminde Filistin’e  375 milyon dolar kalkınma yardımında bulunulmuştur. 2014-2017  dönemi için 200 milyon dolar  taahhüt edip, ilk bir yılda yarısı gerçekleştirilmiştir. BM’ye üye olmayan gözlemci devlet statüsünde katılımını desteleyen yine Türkiye’dir. Tubas Türk Hastanesi ve Nablus Kız Okulu’nu  Türkiye inşa etmiştir. BM’de  “Türkiye mazlum halkının yanında olmaya devam edecektir” diyerek  Filistin’e destek veren yine  Türkiye’dir. Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a BM  Genel Kurulu’nda Filistin’e ilişkin  sözleri dolayısıyla teşekkür etmesi, Arap Birliği tarafından  dikkate  alınmamıştır.

Arap Birliği, 22 Arap ülkesinin üye olduğu bir  kuruluştur. Üyeleri; Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, Bahreyn, Cezayir,  Fas, Moritanya, Sudan, BAE, Umman, Yemen, Kuveyt, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Somali, Filistin, Cibuti ve  Komorlar’lardır. Bunlardan  17’si Osmanlı’dan koparak bağımsız olmuş ülkelerdir. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmet Ebu Gayt, Barış Pınarı Harekatı için “işgal”  derken, Rusya ve ABD  sesini  çıkarmamıştır.

Bu ülkelerden  hiçbiri KKTC’yi tanımamıştır ama Lübnan (1997), Suriye (2015) ve Libya geçici hükümeti (2019) sözde Ermeni soykırımını tanımıştır. Daha da önemlisi,  Kahire’de yapılan ve Akdeniz’e kıyısı olan 7 ülkenin katıldığı “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” toplantısında Mısır, Güney Kıbrıs, Ürdün, Yunanistan, İtalya, İsrail’in yanı sıra Filistin‘in Enerji Bakanı da yer alırken, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti  davet edilmemiştir. Türkiye’ye uçak hediye eden Katar bile Türkiye’ye değil GKRY’ne  destek vermektedir. Fakat Katar,  Somali ile birlikte kınama bildirisini, Türkiye ile ilişkiler bozulmasın diyerek  imzalamamıştır. Sebebini herkes bildiği için açıklamama gerek yoktur.

Suudi Kralı Abdullah’ın ölümü  sebebiyle  Türkiye’de 24 Ocak’ta bir günlük yas ilan edilmiş, Türk bayrağı yarıya indirilmiştir.  Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2007 yılında  Kral Abdullah’ı kaldığı otelde ziyaret etmiştir. Yine protokol kurallarında  olmayan bir jest yaparak, Kral’ı Esenboğa’ya  giderek uğurlamıştır. Mekke’de 1781  yılında  yapılan Osmanlı kalesi Ecyad, (uzun boyunlar) 2002 yılında yıkılmış, yerine otel yapılmıştır. Kral Abdullah bin Abdülaziz el-Suud, Mekke’deki son Osmanlı yapısını yıkması, ölümünün ardından yeniden gündeme gelmiştir. Yüzlerce yıllık geçmişi olan ve 1600’lü yılların sonunda Türkler tarafından baştan aşağı yeniden inşa ettirilen kale, Arap yarımadasının elimizden çıktığı Birinci Dünya Savaşı’na kadar Türk garnizonu olarak kullanılmıştır. Murat Bardakçı, Suudi yönetimi, Mekke’deki Türk Kalesi’ni yıkarak, Türkiye’den tam 145 yıl öncesinin intikamını almış oldu: Şerif Abdülmuttalib ayaklanmasının intikamını” diye yazmıştır. Ecdad yadigarı Ecyad kalesini 1982 yılında görmüş ve çok mutlu olmuştum.

Suudi Arabistan, Arapları Türkler’e karşı kışkırtan ünlü İngiliz casusu Thomas Edward Lawrence‘in evini müze yapmıştır. Osmanlı eserlerine yönelik “kültür soykırımı” yapan Suudi yönetimi, Kral Fahd’ın emriyle müzeye dönüştürdüğü evin kapısına, ‘‘Bu ev, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Suudilere yardımcı olan Thomas Edward Lawrence tarafından karargah olarak kullanılmıştır’’ diye yazdırmıştır.  Osmanlı’nınki enkaz olurken Lawrence’inki müze yapılmıştır. Arapların fıtratlarında (yaradılış) iyilik yoktur. Yılmaz Özdil “E hani biz bunların gözüydük, eliydik, bunlarsız deliydik,” Necati Doğru    “Filistin kof kardeş çıktı,”  Rahmi Turan “Acıma yetime dönüp vurur gerine” derken  haklıdır. Filistin uğruna Mavi Marmara’da şehit olan 10 Türk vatandaşına  şimdi daha fazla  üzülüyorum. Onlara çok yazık oldu.

“Ümmet” değil “Millet” olmak gerektiği,  Suriye müdahalesinden  sonra açığa çıkmıştır.  Ne demiş atalarımız: Dün şaştık, bugün aydık.” İnşallah  geçte olsa ayan olur.

Exit mobile version