İhanet Ustaları, Dönekler…

Değerli üstat, yüce yurtsever Attila İlhan bir konuşmasında “Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı var” demiş ve şunları eklemişti: - 66068122 445881546263178 5215676959303057157 n

Değerli üstat, yüce yurtsever Attila İlhan bir konuşmasında “Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı var” demiş ve şunları eklemişti: - 66068122 445881546263178 5215676959303057157 n

Değerli üstat, yüce yurtsever Attila İlhan bir konuşmasında “Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı var” demiş ve şunları eklemişti:

“İşte yeniden Tanzimat zihniyeti, yeniden mandacılık. Üstelik bu hainlerin içinde kendisine solcu diyenler var.

Hadi şeriatçıları, bölücüleri, liberalleri anlıyorum, ama bu namussuzlar kendine solcu deyip Türkiye’yi pazarlayanlar. Al birini vur ötekine.

Bak, bazı televizyon kanallarında her hafta hep birlikte boy gösteriyorlar, söylediklerini alt alta yaz, oku, ihanet belgesi çıkar.”  (“Attilâ İlhan’la Bin Saat”, Erol Manisalı)

Ama işin daha kötü yanı, bu gerici çeteleri, bağımsızlık savaşı yeren ulusalcı güçlere karşı, her zaman, yabancı devletlerle işbirliğine girerek onları arkadan hançerlemiş, “hıyaneti vatan” suçu işlemişlerdir.

Zaten siyasal İslamcıların, tarihinde “emperyalizmi ülkeden kovmak” diye bir sorunları olmamıştır, bu konuda herhangi bir çabaları da yoktur.

Denilebilir ki Kurtuluş Savaşı sadece dış düşmanlara karşı verilmiş bir savaş değildir; o aynı zamanda “şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden; gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunan” işbirlikçiler ordusuna karşı da verilmiş bir savaştır.

Atatürk bir yandan “Ya istiklâl ya ölüm” parolası kılavuzluğunda yedi düvelle savaşırken, bir yandan da içerideki “hıyanet çeteleri”ni etkisiz duruma getirmeye çalışıyordu.

Zaman zaman en yakın arkadaşları bile onun düşüncelerine, eylemlerine katılmak istemediler.

“Bolu Mebusu” Cevat Abbas Gürer’in anılarında belirttiğine göre Mustafa Kemal, 26 Ağustos’ta başlayacak “Büyük Taarruz”u yönetmek üzere savaş alanına gidişini bile saklı tutmak zorunda kalmıştı.

Örneğin Bandırma’da yayımlanan “Adalet” gazetesi, “Büyük Taarruz” un başlamasına iki gün kala şunları yazıyordu: “Hürriyetin ilanında muharebeler dolayısıyla milleti mahv ve perişan eden Talat, Cemal, Mahmut Şevket, Enver de gitti. Hamd olsun, darısı, cani Mustafa Kemal başına…” (24 Ağustos 1922)

AKP iktidarı döneminde bu saldırı geleneği hala sürüyor. Atatürk’e “CANİ” diyenlerin sayısı bu gün de az değil.

İhanet ustaları, ihanet erbabı döneklerin temeli Mendereslere dayanır.

14 Mayıs 1950 seçimlerinden zaferle çıkan DP, Amerika’ya bağlılığını kanıtlayabilmek için 1950 yılında Kore’ye asker gönderdi. 1952’de NATO’ya girdi.

Daha sonra da iktidar olduğu dönem içerisinde ABD ile askeri, ekonomik tam 31 anlaşma imzaladı. Menderes hükümeti, 1923 Devrimini ortadan kaldırmak, Cumhuriyet ekonomisini emperyalizmin hizmetine sunmak için elinden gelen her çabayı ortaya koydu.

DP iktidarının Kemalist Cumhuriyeti yıkma görevini 1980’den sonra Turgut Özal devraldı. O, ABD’ye Türk ulusundan daha yakındı. Tıpkı yurtsever bir ABD vatandaşı gibi hareket ediyordu. Amerika’nın Yeni Dünya Düzenini, “küreselleşme” politikasını ve neoliberal düşüncelerini şehvetli bir istekle destekliyor, 1. Körfez savaşı sırasında “din kardeşlerinin katliamına” “Bir koyup üç almak” düşüncesiyle göz yumuyordu.

Türk hava sahasının kanunsuz olarak ABD uçaklarına açmak istemesini eleştirenlere “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz…” ünlü sözüyle yanıt veriyordu.

Turgut Özal’ın “mandacı” mirasını 2002’den sonra da AKP devraldı. Geliştirdi. Genişletti. Güçlendirdi. Emperyalizmin emirlerine, isteklerine, yönlendirmesine bir kurşun asker gibi uyarak, tüm dileklerini noksansız yerine getirdi.

Onun ağzından bir kez olsun “Ben Türk’üm” lafı çıkmamıştır. Bir kez olsun “Ulus devlet”, “tam bağımsızlık”, “Türk milleti”, “Ulusal Kurtuluş Savaşı”, “vatandaş”, “vatandaşlık”, “milliyetçilik…” lafı çıkmamıştır.

Çünkü onun kitabında bu sözcükler yoktur.  Yazmaz…

Peki, ne vardır? “Ümmet” vardır. “Kul” vardır. “Kulluk” vardır. “Kula kulluk, biat” vardır.

Herkes ona biat etmelidir. Önünde iki büklüm olmalıdır.

Olmazsa, gereğini yapar. O, direnen genci sevmez, hele hele Atatürkçü, tam bağımsızlıkçı genci hiç sevmez.

Ama bütün bunlara rağmen onun peşinden giden avukatlar, savcılar, yargıçlar, gazeteciler vardır.

Üstelik bunların içinde “Ben solcuyum, ben devrimciyim, ben Atatürkçüyüm” diyen kişiler, baro başkanları, parti başkanları da vardır.

Attila İlhan’ın deyişi ile bunlar, “Bazı televizyon kanallarında her hafta hep birlikte boy gösteriyorlar, söylediklerini alt alta yaz, oku, ihanet belgesi çıkar.”

Hele hele saraylarda, 1000 TL’lik, altın kaplamalı kadehlerden su içenlerden, 50 bin TL’lik koltuklarda oturanlardan, 1 milyonluk TL’lik özel halıların üzerinde dolaşanlardan antiemperyalist bir mücadele beklemek, ”Abesle iştigal etmek”, yani bugünkü deyişle gereksiz, boş, anlamsız işlerle uğraşmak demektir.

([email protected])


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir