BİR İDLİB HİKAYESİ

1.9.2019 - ahmet kilicaslan aytar
Rusya’nın İsrail ile müzakereleri sonrasında Astana süreci oluştu.
Suriye’de, Ürdün sınırında: Guta: Humus kuzeyinde: İdlib’te olmak üzere dört de-eskalasyon bölgesi kuruldu.
Türkiye İdlib’de görev aldı.
Burada Türkiye 12, Rusya 6, İran 3 gözlem noktası kurdu.

*
Ancak Türk ordusu İdlib’teki 12 gözlem noktasında küçük bir mevcuda sahiptir.
Bu noktaların ciddi bir savunması yoktur ve kolayca aşılabilir.
Idlib’e bir saldırı yapılması halinde Türkiye bu küçük karakolları savunmak ya da geri çekilmek arasında seçim yapmak zorundadır.

*
De-eskalasyon bölgeleriyle Suriye’de İsrail lehine kurtarılmış Sünni Arap Bölgeleri  kuruldu.
Rejim savaş alanını daralttı, muhalefete karşı birden fazla cephede savaşan güçlerini yeniden toparladı,
Rusya ve İran’ın desteği ile topraklarını özgürleştirdi.
Geriye ülkenin kuzeybatısında Kürtler ve  yıllardır  silahlı direnişin ve El Kaide bağlantılı operasyonların merkezi İdlib kaldı…

*
Ve İdlib! Karmaşık ve kaotik görünümüyle diplomatik çözümün merkezini oluşturdu.
Türkiye İdlib de-eskalasyon bölgesinde; Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba göstermeyi:
İdlib’teki yönetimi silahlı terör gruplarından alarak sivil idareye devretmeyi:
Radikal unsurları elimine ederek kentteki çatışmasızlığı denetlemeyi ve güvenliği yerel polis güçlerine bırakmayı görev edindi.

*
Bu görevi, görünürde Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nufusunun artacak olmasıyla sağlanabileceği bir strateji ile yürütecekti.
Yani Türkiye bu görevi aldığı andan itibaren bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşıyacağını ve yeni bir demografik yapı oluşturacağı bildirmişti.
Zaten Erdoğan’ın zımni stratejisi de Osmanlı’nın bu eski topraklarında ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanıyordu…

*
Erdoğan, kuzeybatı Suriye’nin kontrolünü ele geçirme konusunda yaptığı riskli yatırımıyla İdlib’in siyasi gerçeğini de oluşturdu.
Türkiye bu bölgede ekonomik kaynaklar üzerinde egemen olma senaryosunu IŞİD ile birlikte yürüttü.
İŞİD ile birlikte Suriye’nin petrol gelirlerine el koydu, kaçak petrolden kazanıldı, tarihi eserler ve  bankalardaki altın ve döviz kaynakları yok edildi.
Ama  pastayı Kürtlere yedirmemek için uzun süre hem Nusra Cephesi, hem Müslüman Kardeşler örgütü hem IŞİD’le birlikte;
Suriye’de hem Kürt köylerine hem de Alevi köylerine yapılan saldırılara  ortak olundu.
Böylece  cihatçı muhalefet aktörleri  ile güçlü birliktelikler oluşturuldu.

*
Bugün İdlib’te isyancılar iki koalisyon halindedir.
Biri El Kaide tarafından yönetilen Hayat Tahrir el-Şam (HTS),
Diğeri Türkiye’nin vekil gücü  Jabhat el-Wataniya el-Tahrir – Ulusal Kurtuluş Cephesi (JWT).
JWT’nin 11 fraksiyonundan ikisi  Özgür Suriye Ordusu ve Ahrar El Şam örgütüdür.

*
Nihayet Rusya Devlet Başkanı V.Putin, Suriye’nin İdlib taarruzunun Kasım 2018 başında yapılmasını öngördü.
Çünkü  Rusya ve rejim  Idlib’de sınırlı bir müdahaleyi  avantaj  olarak gördüler.
Rusya ve rejim için saldırı HTS ve aynı zamanda Türkiye üzerindeki baskıyı artıracaktı.
Türkiye belki küçük bir saldırı yönetilebilir ve sınır ötesi insanların kitlesel hareketini önlemek için hazırlık yapabilirdi.
Türkiye için tehlike, Esad ve Moskova’ya imtiyaz vermeye hazır yerel bir muhalefet üretememesiydi ki;
Bu durum İdlib’de büyük bir tırmanışın kaçınılmaz hale gelmesine neden olacaktı…

*
Putin, Erdoğan’dan 15 Ekim’e kadar  Türkiye yanlısı isyancı vekil güç JWT’ yi  güneyden çekmesini ve İdlib merkezinde silahsızlandırılmış bir bölgenin kurulmasını  istedi.
Böylece Putin, İdlib’in kurtarılmasında Rusya-İran-Suriye taarruzunun  yolu önündeki olası direnişi kaldırmayı,
Ayrıca  Halep ve  Lazkiye’nin güneydoğusundaki Rus Hmeymim Hava Üssü’nü militanların drone saldırılarına karşı korumayı amaçlıyordu.

*
Erdoğan ise hep ABD’nin İdlib’te  hayat kurtaran bir gecikmeye yol açmasını ve Ruslarla  ilgili olası bir çöküşü umdu.
Türkiye bu sayede Suriye’nin kuzey sınırlarındaki askeri ayaklarını sağlamlaştırabilecek,
Ardından eski dost düşman olmaz HTS’yi, ABD çıkarlarına hizmet eden ve özerklik isteyen Suriye Kürtlerinin  üzerinde bir tehdit olarak kullanabilecekti.

*
Ne ki, Türkiye ne üstlendiği görevi ne de umud ettiklerini başardı!
Çünkü Ankara, isyancıları Sünni halkın ordusu olarak ele alıyor, bunun sonucu olarak İsyancıların liderliği de rejimin geri dönüşüne izin vermiyordu.
Türkiye’ye ait karakolları tehditlerden korumak için birlikte savunma mekanizmalarını güçlendirdiler.

*
Giderek Suriye ve Rusya; Türkiye’den İdlib’ten çekilmesini ve bölgeye sığınmış cihatçıları kendi kaderleriyle baş başa bırakmasını ısrarında oldu.
Türkiye ise İdlib ” kırmızı çizgimdir” diyor ve Suriye rejimine asla bir girişimde bulunmamasını ihtar ediyordu.
Sınır ötesi insanların kitlesel hareketini önlemek için hazırlıklar yapmamıştı ama kitlesel bir göçe uğramayı reddediyordu.
*
Ve Türkiye Suriye’de isyancılar ve radikal terörist grupların hakimiyetindeki  son bölge olan İdlib Eyaletinde,
Suriye Arap Ordusu’nun  Rusya ve İran desteğindeki hava saldırıları ve bombardımanlarının artan tehditi altında kaldı.
B.Esad, “İdlib’deki harekât  terörist militanlara karşı düzenleniyor ama harekâtın Türkiye’nin bu kentten çıkmasını da sağlayacağını düşünüyoruz” derken,
Erdoğan hâlâ  Suriye Arap Ordusu’nun bu harekâtını  Türkiye’nin güvenliği için tehdit oluşturan bir ihlâl olarak kabul ediyordu.

*
Halbuki Astana süreci boyunca  Rusya Devlet Başkanı V.Putin ve İran Cumhurbaşkanı H.Rouhani,
Suriye’nin topraklarının tamamında kontrol sağlamasını meşru hak olduğuna  mütemadiyen dikkat çekmişti.
Rusya ve İran;
1- Türkiye’nin kuzey Suriye kaynaklı güvenlik kaygılarının ancak Kürtlerle sorununu diyalogla çözmüş bir Suriye’nin egemenliğini tüm topraklarında kurmasıyla giderilebileceğini,
2- Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermek ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak üzere  Adana  Mutabakatı’yla  hukukî bir  zemin oluşturulmasını,
3- Bu mekanizma aracılığıyla Suriye ile siyasi ilişki kurmayı hedeflemesini,
4- Böylece Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyi ve Fırat’ın doğusu ile ilgili olarak ABD ile güvenli bölge pazarlığını sonlandırmasını öngörüyordu.

*
Aksi halde,
1- Fırat’ın doğusunda olası bir karışıklıkta, Suriye’nin yerel idareler yasasını  Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) talepleri doğrultusunda güncelleyeceğini,
2- Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) Suriye ordusuna katılacağını,
3- Savaşın yeniden başlayabileceğine işaret ediyorlardı…

*
Bu debdebe sürerken Suriye Ordusu, Rus güçleri ve İran milisleri,
İdlib’in güneyinde Han Şeyhun ilçesine güneydoğu ve güneybatı hatlarından ilerliyordu.
Rusya son dakikada İdlib’te ateşkes kararı verdi ama  Erdoğan anlaşmayı yerine getiremedi.
Erdoğan’ın İdlib’teki cihatçı vekilleri  Rus kuvvetlerine ve Suriyeli sivillere saldırmaya devam etti.
Ama Suriye ve Rus kuvvetleri yoğun ve iyi hedeflenmiş bir bombalama kampanyasıyla  daha fazla toprağı geri aldı.

*
Geçen hafta Türkiye, Han Şeyhun’un ele geçirilmesini önlemek için harekete geçti.
Suriye ordusunu durdurmak için son bir girişimde bulundu.
Ama vekil güçlerine gönderdiği tanklar, ağır silah monte edilmiş araçlar ve mühimmat yüklü konvoy bombalandı.
Han Şeyhun düştü.
M4 otobanının önemli bir kısmı Suriye’nin  eline geçti…
Türkiye’nin 9 ve 10 numaralı gözlem karakolları kuşatıldı.

*
Rusya Dışişleri Bakanlığı,” “Terörle mücadele faaliyetleri için Şam’ın onayı alınmalı.
Burada egemen bir ülke söz konusu olduğu için bu, ilk ve mutlak şarttır” açıklaması yaptı.

*
Bu sırada Suriye Arap Ordusu’nun İdlib’te  ilerleme kaydederken, Türkiye’nin bu güçlere yardım etmemesi,
Bilhassa Erdoğan ile Putin arasında gerçekleşen toplantı sonuçları;
İsyancı vekil güçlerde direnmelerinin boş olduğu düşüncesini uyandırdı.

*
Yaklaşık bin isyancı, Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısı karşısındaki Bab el-Hava sınır kapısında eylem yaptı.
Erdoğan ve Türk Ordusu’na tekbir ve allahu ekber çığlıkları ile “Hain” sloganları attılar.
Bir kaç yüz isyancı Türkiye topraklarına girdi.
Türk güvenlik güçlerinin müdahalesi ile geri püskürtüldüler, en az iki isyancı öldü.

*
İkisi İdlib’teki gözlem görevinde olan beş general istifa etti.
Suriye devletine karşı yıllarca süren savaştan sonra Idlib’den ayrılmak isteyenlerin baskısının sona ermeyeceği görüldü.
Türkiye ekonomisi  krizdedir, Türk halkı mültecilere karşı hassas hale gelmiştir.

*
Suriye ordusunun saldırıları devam ediyor.
Şimdiki hedef Maarrat el-Numan ilçesidir.
Artık her saldırı sınırda ve Türkiye içinde daha fazla olay anlamına geliyor.
İsyancılar kendilerini  Suriye hükümetiyle savaşmak için zorlayan,
Ancak kazanamadıkları şu dakikada geride kalmaları için zorlayan Türkiye’den intikam almak istiyor.
Bu sırada Idlib’te  gözlem görevlerinde bulunan askerler şimdi cihadçıların rehinesidir.
Dışarı çıkmak için Rus bombardımanlarının yardımına ihtiyaçları olabilir ya da Suriye ordusu bölgeyi serbest bırakana kadar mahsurdurlar…

*
Dün İdlib’te  Maaret-Misrin ve Kafer-Haya yerleşimlerinde;
El-Kaide’ci   Tanzim Hurras Ed-Din , Hay’at Tahrir el-Şam ve Jabhat el-Nusra örgütleri liderlerinin toplantısı vardı.
Aniden bir ABD hava saldırısıyla füzeler  Tanzim Hurras Ed-Din’in karargahını vurdu.
En az iki terörist lider ve 40’tan fazla militan öldürüldü.

*
Aslında Suriye Ordusu’nun İdlib’i kurtarması kolaylaştı.
Erdoğan’ın İdlib’de kazanacağı hiç bir şey kalmadı…

*
Ama Erdoğan ABD saldırısından bir kaç saat sonra konuştu.
“Fırat’ın doğusundaki sınırımız boyunca kurulacak olan güvenli bölge konusunda fazla vaktimiz veya sabrımız yok..
Askerlerimiz bölgeyi birkaç hafta içinde kontrol etmezlerse, kendi operasyon planımızı yürürlüğe koyacağız” dedi

*
Rusya Dışişleri Bakanı S. Lavrov ise,
“Türkiye-Suriye sınırında güvenli bölge kurulması, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması bakımından iyi olur” derken,
Türkiye’yi ABD’ye havale ediyor gibiydi…

1.9.2019


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir