Nasıl Bir Utanmazlık, Nasıl Bir İnsanlıktır Bu?

Ne bitmez bir hırs, ne bitmez bir ihtirasmış bu… Soyup soğana çevirdiniz koca bir ülkeyi… - 47450256 10158028358544691 8877830403084255232 n 2

Ne bitmez bir hırs, ne bitmez bir ihtirasmış bu… Soyup soğana çevirdiniz koca bir ülkeyi… - 47450256 10158028358544691 8877830403084255232 n

Ne bitmez bir hırs, ne bitmez bir ihtirasmış bu… Soyup soğana çevirdiniz koca bir ülkeyi…

Kel Hasan’ın bağına döndü vatanımız. Ne fabrika bıraktınız ne orman…

Türkiye’yi bitirdiniz.

Rant uğruna, servet uğruna tüm Türkiye cayır cayır yanıyor şimdi. Bazı haberlere göre bir günde 10 orman yangını, bazılarına göre bir günde 27 orman yangını birden çıkmış…

Türkiye alev alev. Türkiye cehennem…

Fatih Sultan Mehmet; “Ormanlarımdan izinsiz ağaç kesenin başını keserim” demiş.

Fatih Sultan Mehmet yaşasaydı günümüzde, ne başlar keserdi…

Siz ne utanmaz yaratıklarsınız. Ne utanmaz mahlûklarsınız ki ne kurt – kuş bıraktınız ne börtü – böcek… Çölleşiyor sevgili yurdumuz gün geçtikçe…

Böyle devam ederse bu katliam, bundan sonra artık geyikler, leylekler, turnalar, keklikler, güvercinler, karacalar, kaplumbağalar sadece masallarda anılacak, masal olacaklar…

Çünkü durmadan doğanın dengesini bozuyorsunuz. Bu nasıl bir insanlık, bu nasıl bir anlayıştır?

Yeni dikilen bir ormanın oluşumu tam 500 yıl sürüyor. Bir orman katliamı ile o bölgenin sıcaklığı tam 10 derece yükseliyor… Biliyor musunuz bunları?

Oysa orman kurduyla, kuşuyla bir yaşamdır. Bir yuvadır. Vatandır.

İnsan olan insan, kendisine emanet edilen “ağzı var dili yok” canlılara hıyanetlik eder mi?

Kıyar mı?

Size teslim edilen vatanı, size emanet edilen yaşamı nasıl yok edersiniz?

Ne doymaz bir karnınız, ne doymaz bir işkembeniz varmış…

Ne doymaz bir yüreğiniz, ne doymaz bir beyniniz, ihtirasınız varmış…

İmarsız arsaları 33 trilyona alıp, sonra imarlıya çevirip, tamı tamamına 370 trilyona satmak hangi kitapta yazar? Hangi dine, imana sığar?

Oysa dünya sizin olsa ne yazar? Götüreceğiniz sadece 2 metre kefen bezi…

Yargıyı, orduyu, eğitimi, emniyeti, sendikaları da kendinize benzettiniz. Özellikle kitle örgütlerini…

Yıllardan beri ses, sada çıkmıyor onlardan… Sendikalarımız dut yemiş bülbüllere döndüler.

Ne bir ses, ne bir nefes. Sanki ölü takliti yapıyorlar…

Türk İş Başkanı Ergün Atalay çıkmış diyor ki Bakana:

“Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle…” Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt bu sözlere gülümseme ile karşılık veriyor.

200 bin kamu işçisinin aldatılmasının, satılmasının onayı yaşanıyordu o pazarlık masasında…

Bu itiraftan sonra Başkan, bakana dönerek konuşmasına şöyle sürdürüyor:

“Tarım Bakanlığı geçicilerini çözeceğim diye söyle burada sen…” Başkanın sözünü ettiği “Tarım Bakanlığı geçicileri”, Bakanlıkta çalışan geçici işçilerdi…

Bayan Bakan, Başkanın bu öneri cümlesine bir de “İnşallah” sözcüğü ekleyerek, aynen mikrofondan tekrarlıyor.

Yüzler gülümsüyordu o karar toplantısında.

Alan memnun, satan memnundu.

İşçiler böylece bir kez daha açlığa, yoksulluğa, çaresizliğe mahkûm edilmişlerdi.

Türk-İş Başkanı yüzde 15 zam isteği ile oturduğu masadan yüzde 8’e imza atarak kalktı.

Mikrofonun açık kalmasıyla başkanın sözlerinin duyulması üzerine, kendisine gösterilen tepkiler ve söylenen sözler karşısında o büyük bir soğukkanlılıkla ve hiç sıkılmadan şöyle konuşuyordu:

“Ben işçileri utandıracak bir şey yapmadım. Beni tanıyan, bizim geçmişimizi bilenler tanır. Biz her zaman işçilerden yana olduk, olmaya da devam edeceğiz…”

Adam resmen bizimle alay ediyordu…

Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Selçuk da müzakere sürecinin son derece demokratik, ortak akıl ve istişare kültürüne uygun yürütüldüğünü belirterek, “Bizler alın terini kutsal addeden bir geleneğin varisleriyiz. İşçilerimizi enflasyona ezdirmeme konusu, her zaman önceliklerimiz arasında oldu” diye konuştu.

Bakan “Alın terini kutsal addeden bir geleneğin varislerindenmiş…”

Ve bu sözleşmeye imza atan Genel Başkan hâlâ koltuğunda oturuyor…

Düşük ücretler karşısında TÜRK – İş’in neden yıllardan beri grev, toplu direniş yapmadığını, kış uykusuna yattığını da böylece anlamış olduk.

Bütün pazarlıklar, bütün anlaşmalar “danışıklı dövüş” üzerine kurulmuştu.

Onlar sömürüp, semirdikçe halk kuruyor, bir deri bir kemik kalıyor, bitiriliyordu…

Tıpkı vatanımız gibi, ormanlarımız gibi…

([email protected])


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir