Türkiye, Rusya’nın Avrupa Konseyi’ne Dönüşünü Neden Destekledi?

Avrupa Birliği kurumlarından  bağımsız  olan ve  47 üyesi bulunan Avrupa Konseyi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek; azınlıklar, ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı, sosyal dışlanma, uyuşturucu madde ve çevre konularındaki sorunlara çözüm aramak, Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak  amacıyla 1949 yılında kurulmuştur. Türkiye kurucu üyedir. Avrupa Konseyi’nde, bütün taraf ülkelerin bireysel başvuru hakkını kabul ettiği yargı organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başta olmak üzere, birçok denetim mekanizması bulunmaktadır. - sadik ridvan karluk

Avrupa Birliği kurumlarından  bağımsız  olan ve  47 üyesi bulunan Avrupa Konseyi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek; azınlıklar, ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı, sosyal dışlanma, uyuşturucu madde ve çevre konularındaki sorunlara çözüm aramak, Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak  amacıyla 1949 yılında kurulmuştur. Türkiye kurucu üyedir. Avrupa Konseyi’nde, bütün taraf ülkelerin bireysel başvuru hakkını kabul ettiği yargı organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başta olmak üzere, birçok denetim mekanizması bulunmaktadır.

Türkiye, 25 Haziran’da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) Kırım’ın Rusya tarafından işgali sonrası katılım ve oy hakları askıya alınan   Rusya’nın AKPM’ne dönmesine ilişkin yapılan oylamada bir milletvekili hariç Moskova’ya tam destek vermiştir.

Türkiye  Rusya’yı desteklerken Kıbrıs konusunda Rusya, Türk tezlerine karşı bir duruş sergilemektedir. Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov  Aralık 2015’te Güney Kıbrıs Rum  Yönetimini ziyaret etmiştir. Rusya ile Güney Kıbrıs  arasındaki ilişkiler her zaman özel bir karaktere sahip olmuştur. Lavrov’un ziyaretinin, Türkiye-Rusya arasındaki uçak gerginliğinin hemen ardından gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Ayrıca, PKK ve PYD’nin Moskova’da  ofisleri vardır ama bu örgütlerin ABD’de ofisleri yoktur. Rusya,  PYD-YPG ile  PKK’yı terör örgütü olarak  tanımamış,  onları Türkiye’ye karşı elindeki kart olarak görmüştür.

Russia Today  televizyonunun  yayınladığı istatistiğe göre Türkiye, Fransa, Sırbistan, Andora, Avusturya, Azerbaycan, Kıbrıs, İspanya, İrlanda, İzlanda, Norveç ve San Marino’dan parlamenterlerin tamamı tasarıyı onaylamıştır. Rusya’nın geri dönüşünü 12 ülkenin milletvekilleri oybirliği ile desteklemiştir Bu ülkelerden bazıları,  Moskova’yı Avrupa Konseyi’nden uzaklaştırmanın, Rusya’daki insan hakkı mağdurlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma hakkını zora sokacağı görüşünü savunmuşlardır.

11 ülkenin farklı partilerden milletvekillerinin  çoğunluğu “evet” demiştir. Bu ülkeler Ermenistan, Belçika, İsviçre, Çekya, Almanya, Hırvatistan, İtalya, Moldova, Hollanda, Portekiz ve Slovakya’dır. Oylamada Gürcistan, Estonya, Letonya Litvanya ve Ukrayna’yı temsil eden parlamenterlerin tamamı hayır oyu kullanmıştır. Tüm vekilleri çekimser kalan ülkeler Danimarka, Finlandiya, Lihtenştayn, Romanya ve Slovenya olmuştur. Polonya, İsveç ve İngiliz vekillerin çoğunluğu tasarıya  karşı çıkmıştır.

Karar, 62 hayır ve 10 çekimser oyuna karşı 118 oyla alınmıştır. Oylamada Rusya lehinde ve aleyhinde karar veren ülkelerin açıklanmasıyla Moskova’nın Avrupalı dostları ve hasımları da belli olmuştur.

ABD’nin BM Daimi Temsilci Yardımcısı Jonathan Cohen, 13 Şubat 2019  tarihinde Rusya’ya uygulanan yaptırımların, Kırım tekrar Ukrayna’ya bırakılana kadar devam edeceğini  açıklamıştır: ”Net olmak gerekirse bu krize son vermesi gereken taraf Rusya. Kabul edilebilir tek sonuç, Rusya’nın askeri birliklerini Ukrayna’nın doğusundan ve Kırım’dan çekmesi.”  Kırım’ı işgal eden ve Kırım Türklerini anavatanlarından sürgüne gönderen Rusya’ya destek verilmesi,  Rusya’dan alınacak S-400 füze sistemi ile ilgili olabilir. Kırım’ı işgal eden Rusya’ya verilen  destek, Eskişehir Kırım Derneği eski başkanı ve Kırım Gelişim Vakfı kurucu  üyesi olarak beni ve Türkiye’de yaşayan Kırım Türklerini üzmüş ve rencide etmiştir.

Avrupa Konseyi’ndeki oylamaya katılan Türk delegasyonunda; AK Parti Ankara Milletvekili, Ukrayna-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Yıldırım Tuğrul Türkeş, AK Parti Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız, AK Parti Eskişehir Milletvekili Emine Nur Günay, AK Parti Gaziantep Milletvekili Ali Şahin, AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, CHP İstanbul Milletvekili  Yunus Emre, CHP İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke, MHP  İstanbul Milletvekili Arzu Erdem, HDP Milletvekilleri Hişyar Özsoy ve Feleknas Uca yer almıştır. Oylamaya İYİ Parti milletvekili  Zeki Hasan Sidali katılmayarak heyet kararına uymamıştır.

Rusya lehine oy kullanan milletvekilleri arasındaki Feleknas Uca’yı  iyi tanımak gerekir. 28 Şubat 2002 tarihindeki Avrupa Parlamentosu  Genel Kurulu’ndaki oylamalara katılan 626 milletvekili arasında Almanya Sosyal Demokrat Parti üyesi Ozan Ceyhun, (AKP’den adaydı) sözde soykırım için uzlaşma çağrısına “ret” oyu verirken,  Birleşik Avrupa Solu/Kuzeyli Yeşil Solu olarak bilinen Demokratik Sosyalizm Partisi’nden (PDS) Avrupa Parlamentosu milletvekili seçilen Feleknas Uca,  sözde soykırım konusundaki uzlaşma çağrısı için “kabul” oyu kullanmıştır. Parlamento’nun o tarihte almış olduğu iki kararı Meclis’te grubu bulunan partiler ortak bir bildiriyle kınamışlardır. SBF’den arkadaşım olan Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz kararların Türkiye açısından “hükümsüz” olduğunu söylemiştir.

HDP Diyarbakır milletvekili Uca, 17 Eylül 1976’da aşağı Saksonya Eyaleti’nin Celle kentinde Batmanlı Yezidi Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Uca, 1999’da 22 yaşında Avrupa Parlamentosu’na seçilmiştir. 2009 yılına kadar AP milletvekili olan Uca, Avrupa Birliği-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu üyeliği de yapmıştır. TBMM’deki ilk Yezidi milletvekilidir.

Türk heyetindeki üyeler   oylama anında  karar vermemişlerdir. Özellikle AK Parti üyesi olanlar. Eskişehir Milletvekili  Emine Nur Günay’ın evet oyu vermesini acaba Eskişehir’de yaşayan on binlerce Kırım Türkü nasıl karşılayacak, Kırım Türklerinin yüzüne nasıl bakacaktır? Rahmetli babası sağ olsaydı  kızına acaba ne derdi?

AK Parti milletvekilleri Tuğrul Türkeş, Ziya Altunyaldız, Emine Nur Günay,  Ali Şahin, Mustafa Yeneroğlu için çelişkili bir durum vardır.  Çünkü, 7 Haziran 2018 tarihinde Ankara’da düzenlenen, benim de katıldığım  iftarda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu“Kırım davasını hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız. Kırım’ın ilhakını tanımadık, tanımayacağız” demiştir. Sayın Bakan Avrupa’daki bazı ülkelerin Kırım’ı unutmaya başladıklarını söylemiş, son ABD ziyaretindeki temaslarında da Kırım konusunu gündeme getirdiklerini şöyle açıklamıştır:

“Anadolu toprakları yüzyıllardır, evlerinden ve yurtlarından ayrılmak zorunda kalmış olan pek çokları gibi Tatar kardeşlerimize de ev sahipliği yapmıştır. Sizler, yıllar önce anavatan Kırım’dan ikinci vatanınız Türkiye’ye gelmiş olan kardeşlerimizin evlatları olarak, atalarınızın anısına sahip çıkıyorsunuz.  Bunu Türkiye’nin her yerinde görüyoruz. Kırım’dan ayrı kalmak, Kırım’dan olmak anlamına gelmez. Sizler, anavatandan uzakta olsanız da Kırım’ı kalplerinizde ve aklınızda yaşatmaya devam ediyorsunuz.  Geçmişte Kırım Tatarı soydaşlarımız zor dönemlerden geçtiler. Bugün de maalesef benzer sınamalarla karşı karşıyalar.

Sürgünün acısı, yaraları kapanmadan şimdi de Kırım’ın ilhakı. Zorluklar karşısında, doğru bildiği yolda yürümekten vazgeçmeyen Kırım Tatar halkı, bu dik duruşuyla bütün mazlum halklar içinde emsalsiz bir örnek teşkil ediyor. Kırım Tatarlarının, haksızlığa boyun eğmeyen, hakkını şiddete başvurmadan onurla ve vakarla aramayı bilen üstün karakteriyle, bugün Kırım ve Ukrayna’daki mücadelesinden de hak ettiği neticeyle çıkacağından şüphemiz yok.

Sevgili kardeşlerim, sosyal, dini, kültürel, maddi, manevi her türlü sıkıntınız karşısında her zaman çalabileceğiniz bir kapınız var, Türkiye var. Bu kapı size tarih boyunca açık olmuştur, ilelebet de açık olacaktır. Türkiye her zaman Ukrayna’nın sınır ve toprak bütünlüğünden yana olmuştur ve Ukrayna’nın egemenliğini desteklemiştir. Bu çerçevede yine Kırım’ın Ukrayna’nın bir parçası olduğunu hiçbir zaman unutmayacağız ve her platformda bunu dile getirmeye devam edeceğiz. Ukrayna’ya verdiğimiz desteği sürdüreceğiz.”

Çavuşoğlu’nun son cümlesi  önemlidir: “Ukrayna’ya verdiğimiz desteği sürdüreceğiz.” Bu   açıklama karşısında  aynı partiden olan 5 milletvekili Dışişleri Bakanını dinlememişler,  Ukrayna ve  Türkiye aleyhine olan  karara destek vermişlerdir. Bu durum yaman bir çelişkidir. Dışişleri Bakanı  bu duruma ne diyecektir?  Türk heyetinin  Kırım’ı işgal eden, 1944 yılında 300 bin Kırım Tatarını bir gecede sürgüne gönderen ve onların yollarda ölmesine sebep olan   Rusya lehine  oy kullanması, Türkiye’deki Kırım Tatarları açısından hoş karşılanamaz. Bu açıdan ret oyu veren Zeki Hasan Sidalı Kırım Türklerinin gönlünü  fethetmiştir.

Okumaya devam et  Aygün’ün Face mesajı kafa karıştırdı

Çavuşoğlu iftardaki  konuşmasıyla Türkler ile Kırım Tatarları arasındaki akrabalık bağlarının ne kadar güçlü olduğunu ortaya koymuştur.

Çavuşoğlu’dan sonra konuşan Ukrayna Dışişleri Bakanı Pavel Klimkin, Kırım Tatarlarının Rus işgaline karşı mücadele vermeye devam ettiklerini hatırlatarak Ukrayna’da yaşayan Kırım Tatarlarının Ukrayna için ayrılmaz bir bütün olduğunu  belirtmiştir: “Bugünkü iftarda sizlerle birlikte olmak ve bu güzel Müslüman geleneğini sizlerle paylaşmak benim için çok büyük mutluluk ve büyük onurdur.”

Kırım Tatar halkının lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu konuşmasında  iftarın Kırım’da işgal altında bulunan Kırım Tatarları için büyük manevi destek olduğunu belirtmiştir.  Türkiye ve Ukrayna Dışişleri Bakanları Kırım Derneği’ne teşekkür ederek, “Topraklarımızı mutlaka bu işgalci pisliklerden temizleyeceğiz” demiştir.

Kırımoğlu’nun 5 Şubat 2017’de yapılan Kırım Tatar Platformu toplantısındaki değerlendirmeleri de çok önemlidir:“Biz Kırım’ı silah zoruyla değil, diplomasi ve yaptırımların baskısıyla kurtarmayı istiyoruz. İşgalden sonra Ukrayna ve dünyada Kırım Tatarlarına bakış bambaşka oldu. Tatarların itibarı çok yükseldi. Zira başka unsurlar da işgale karşı çıksa da, topyekun işgale bir millet olarak direnen tek topluluk Kırım Tatarları olarak öne çıktı. Bu fırsattan faydalanıp halkımız ve Ukrayna için uygun ve faydalı olacak kararların alınmasını sağlayacağız. Türkiye dünyadaki birçok ülkenin uyguladığı yaptırımlara katılmadı. Tersine, şimdi Türkiye-Rusya arasında ‘işbirliği’ ve ‘dostluk’ kelimeleri kullanılıyor. Ambargoya katılmayı bırakın, son zamanlarda iki ülke arasında ticaret hacmi artıyor. Şimdi dünyada bize soruyorlar, Türkiye size bu kadar yakın, en kalabalık diasporanız da orada, Türkiye niye böyle davranıyor diye. Biz elimizden geldiğince Türkiye’yi savunuyoruz. Ama bunlar çok tesirli, çok inandırıcı olmuyor. Diyorlar ki, akrabalık böyle olmaz.”

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Türkiye geçmişte Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine İngiltere ve Fransa’nın, Tunus, Fas ve Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde de Fransa’nın yanında yer almıştır. 13 Aralık 1952 tarihinde Birleşmiş Milletler’de Araplar Tunus olayları sebebiyle Fransa’nın kınanmasını istedikleri zaman da Fransa lehinde oy kullanılmıştır. Cezayir’in bağımsızlık savaşı döneminde Türkiye  Cezayir’e karşı Fransa’yı desteklemiştir. 1954 yılında Cezayir’de olaylar başladıktan sonra Türkiye bu durumu daha çok Fransa’nın bir iç sorunu olarak değerlendirmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cezayir halkına bağımsızlık verilmesi teklifine karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyesi olan Türkiye, ABD ile çekimser oy kullanırken, Sovyetler Birliği ve Yunanistan  evet oyu vermiştir. Bu durum,  Kıbrıs sorununda  Yunanistan’ın  Araplardan destek görmesine ortam hazırlamıştır.

15 Aralık 1957 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki Cezayir’in  bağımsızlığına ilişkin  haber şöyledir:  “Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Cezayir Hakkında Asya-Afrika Memleketleri tarafından hazırlanmış olan karar sureti üçte iki çoğunluk elde edilemediği için reddedilmiştir. Tasarı 34 lehte,19 aleyhte rey almış, 28 delege de müstenkif kalmıştır. Türkiye müstenkif kalanlar arasındadır. Daha evvel Siyasi Komisyonda kabul edilmiş olan tasarıda Cezayir halkına istiklal hakkı tanınması ve Fransa ile muvakkat Cezayir hükümeti arasında müzakerelere girişilmesini tavsiye etmekte idi. Siyasi komisyon ve Genel Kuruldaki müzakerelere Fransız delegesi katılmamıştır.”  Menderes Hükümetlerinin bu çekinceli tavrı iktidarları boyunca devam etmiş ve bu durum TBMM’de bazı milletvekillerinin tepkisini çekmiştir.

Aradan onlarca yıl geçtikten sonra Cezayir’de yapılan  hata  tekrar edilmiştir. Türkiye, Fransa’nın Cezayir’de sekiz yıl sürdürdüğü savaşın amacının sahra petrolleri olduğunu görememiştir. Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesi görmezden gelinmiştir. Bu oylama tıpkı Cezayir oylaması gibi  tarihe geçecektir.  Fransa, şimdi  Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs ile birlikte petrol aramaktadır.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Kırım Tatarlarının uğradığı sürgün ve baskıları hiçbir zaman kabul etmediklerini ve etmeyeceklerini kaydederek, “Şimdi yapılması gereken, Kırım Tatarlarının refahı ve kalkınması için iş dünyamızın, girişimcilerimizin aktif biçimde mevcut fırsatları değerlendirmesidir” demiştir.

Davutoğlu İstanbul  Swiss Otel’de Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Genel Kurulu Toplantısı’nda yaptığı konuşmada da Kırım’ın Rusya tarafından işgalini tanımadık, tanımayacağız demiştir: “Kırım Tatarlarının tarihte uğradığı sürgün ve baskıları kabul etmedik, etmeyeceğiz. Bir gece yarısı 1944 yılında insanların hunharca evlerinden toplanarak kara trenlere bindirilip Sibirya’ya sürüldüğü o günleri hiçbir zaman unutmadık. Şimdi yapılması gereken, Kırım Tatarlarının refahı ve kalkınması için iş dünyamızın, girişimcilerimizin aktif biçimde mevcut fırsatları değerlendirmesidir.”

Cezayir’in ilk Cumhurbaşkanı Ahmet Bin Bella, Türkiye’nin BM’de Fransa lehine oy kullanması konusunda büyük bir hayal kırıklığına uğradıklarını, kendilerinin de aynı mücadeleyi verdikleri  dönemde Müslüman bir ülkeden beklentilerinin bu olmadığını belirtmiştir. Cezayir’in ikinci Cumhurbaşkanı Bumedyen ise iktidardaki ilk günlerinde yaptığı açıklamalarda Türkiye’ye kızgın olduklarını, Türkiye’nin  Fransa’nın yanında yer aldığını, oysa Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğunu, üstelik Cezayir’e üç yüz  yıl hükmettiğini ama mücadelede kendilerini desteklemediğini belirtmiştir.

Türkiye’nin Cezayir ile Turgut Özal zamanına kadar  ilişkisi olmamış, Turgut Özal’ın Cezayir ziyareti sırasında yaptığı özür açıklaması sonrasında ilişkiler yumuşamıştır.

Rusya’nın AKPM’ye geri dönmesini sağlayan karara tepki gösteren Ukrayna heyeti protesto için AKPM’yi terk etmiş, heyet başkanı Vladimir Ariyev, AKPM’deki çalışmalarını askıya alacaklarını ve üyeliklerini gözden geçireceklerini duyurmuştur.  Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, kararın kendisi için hayal kırıklığı olduğunu belirtmiştir.

Facebook hesabından açıklama yapan Ukrayna Dışişleri Bakanı Pavel Klimkin, AKPM’nin kararı sonrası  danışmalarda bulunmak için Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi’ni geri çağırdıklarını  açıklamıştır: “Avrupa Konseyi’ne olan güvenimizi yitirdik ve bunu yeniden tesis etmek son derece zor olacak. Kuruluş, insan haklarını korumaya yönelik çalışmaların lideriyken sıradan bir yöneticiye dönüştü.”  Rusya, oy hakkının  kısıtlanması  sebebiyle Avrupa Konseyi’ni boykot etmiş, 2017 yılında  üyelik dolayısıyla yıllık ödemesi gereken 46 milyon Euro tutarında aidatı kesmiştir. Moskova’nın AKPM’ye 75 milyon Euro borcu  vardır.

İç yönetmelikte yapılan  değişiklikle oy kullanma hakkını yeniden elde eden Rusya, bu hakkının dondurulduğu son beş yılda Konsey’e temsilci göndermemiş ve 2017’den itibaren Konsey bütçesine katkı payını ödememiştir.  Rusya’nın katkı payını ödemediği son iki buçuk  yıl  için Avrupa Konseyi’ne faizlerle birlikte 87,2 milyon Euro borcu vardı. Rusya’nın ödemelerini durdurması  Konsey maliyesini olumsuz etkilemiştir. Moskova,  yaptırımın devam etmesi durumunda Avrupa Konseyi üyeliğini feshetme tehdidinde bulunmuştur. 24 Haziran’ı 25 Haziran’a bağlayan gece, dokuz saat süren tartışmaların ardından 118 milletvekilinin evet  oyu ile Konsey’e geri gelmiştir.

Ukraynalı vekiller,  Rusya’ya yeniden oy hakkı tanıyan iç yönetmelik değişikliği ile ilgili olarak Rusya’nın  Kırım’ın ilhakından sonra hakkında verilen yaptırım kararlarına uymamasına rağmen Konsey’in  Moskova’ya bir kırmızı halı serdiğini dile getirmişlerdir.  Oy hakkının iade edilmesinin ardından bir açıklama yapan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Rusfobik anlayışa sahip bir azınlık tarafından kışkırtılan krizin, Avrupa Konseyi’nde, bu organizasyonun tüzük prensiplerine dönülmesi temelinde tamamen aşılmış olduğunu umuyorum” demiştir.

Okumaya devam et  RUSYA AKKUYU VE NÜKLEER ANLASMA

Sayın Çavuşoğlu’na Kırım konusunda gösterdiği hassasiyet ve Kırım Türklerine verdiği destek için Eskişehir Kırım Derneği eski Başkanı ve Kırım Gelişim Vakfı Kurucu üyesi olarak teşekkürlerimi sunuyorum. Fakat  geçmişte Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün “Ankara-Moskova arasındaki mesafe, Ankara-Brüksel arasındaki mesafeden daha yakındır” açıklamasını da çok anlamsız buluyorum. Bu açıklama ile sayın Çavuşoğlu’nun iftardaki konuşması arasına çok önemli fark vardır.

Bakan Faruk Özlü’nün yaptığı açıklamanın “fiziki km uzaklığı olarak” anlaşılması gerektiği kanısındayım. Çünkü Ankara-Moskova 2,406 km, Ankara -Brüksel ise 3,121 km’dir. Bunu başka bir şekilde anlamak mümkün değildir. Sayın Bakan’ın mantığıyla hareket edersek çok farklı bir sonuçla karşılaşırız: “Ankara-Kırım Bahçesaray arasındaki mesafe, Ankara-Moskova arasındaki mesafeden daha yakındır.” Çünkü bu uzaklık 1,577 km’dir. Aradaki fark 829’dir.  Diğer bir deyişle Bahçesaray (Kırım), Ankara’ya Moskova’dan 829 km daha yakın olup 2,406 rakamı 1,577’den daha büyüktür. Açıkça söylemek gerekirse, Kırım ve Kırım Türkleri Türkiye için Rusya ve Ruslardan daha yakındır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin, uçak krizinin ardından 5’nci defa 3 Mayıs 2017 tarihinde bir araya gelmişlerdir. Putin “İlişkilerimizin iyileşme süreci tamamlandı”  görüşüne Erdoğan “Artık normalleşme sürecinin ötesine geçiyoruz” diyerek cevap vermiştir. Liderler, vize serbestisi ve domatese yönelik kısıtlamalar dışındaki konularda mutabık kaldıklarını açıklamışlardır.  Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin görüşmesinden sonra yapılan basın toplantısında öne çıkan başlıklardan biri “domates sorunu ” olmuştur.

Soçi’de Putin ile görüşmesinin ardından basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Domates dışında her konuda mutabık kalındı” derken, Putin şu açıklamayı yapmıştır: “Domates dışında kısıtlamaların kaldırılması için anlaştık. Kendi pazarımızı Türk domatesine sonsuza kadar kapatmayacağız. Fakat bahsettiğim yatırım sonuçlanınca bu konu da liberalleşecek.” Görüşmede Kırım ve Kırım’daki insan hakları ihlalleri gündeme gelmemiştir.  Acaba domates ihracatı Kırım’ın Rusya tarafından hukuk dışı işgalinden daha mı önemlidir?

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Filipinler’in başkenti Manila’da Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile görüşmesinde “…Yine domates başta olmak üzere daha da ekonomik ilişkilerimizi nasıl geliştiririz, bunları değerlendirdik” demiştir. Rusya Tarım Bakanı Aleksandr Tkachev, ise Rus televizyonu Rossiya 24 Kanalına yaptığı açıklamada kendisine yöneltilen Türkiye’ye yönelik domates yasağı ile ilgili soruya şu cevabı vermiştir: “Türkiye’den domates ithal etmeye hazır değiliz, bunu yapmayacağız.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan 4 Temmuz 2017 tarihinde Kırımoğlu’nu Ankara’da kabul etmiştir. Basına kapalı gerçekleşen kabul 45 dakika sürmüştür. Görüşmeden sonra Kırım Haber Ajansı’na (QHA) konuşan Kırımoğlu, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmem oldukça sıcak ve samimi bir ortamda geçti. Yaklaşık 1 saat görüştük. Problemlerimizden bahsettik, Türkiye Ukrayna arasındaki ilişkilerin daha iyi hale getirilmesine değindik. Kırım’ı mecburi olarak terk eden vatandaşlarımızın bazı sorunlarının çözümünü -mesela konut meselesini- ve son olarak Rusya hapislerindeki soydaşlarımızın durumunu konuştukdemiştir.

Gerçeği söylemek gerekirse Kırım’ı işgal eden Rusya ile Türkiye’nin dünyaya bakışları örtüşmemektedir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım dahil Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri, Rusya ve Türkiye arasında bir rekabet alanı olmuştur. Taraflar arasında PKK ve PYD, Yukarı Karabağ, Kosova, Suriye, Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı konularında temel görüş ayrılıklarının varlığı yok sayılamaz. Halep’te ateşkes için BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada Rusya ve Çin’in veto kullandığı da unutulmamalıdır.

Kırım Tatar Türkleri, Almanlarla işbirliği yaptıkları şeklinde haksız bir gerekçeyle bir gecede Sovyet lider Stalin tarafından trenlere bindirilerek başta Özbekistan olmak üzere Orta Asya’ya sürülmüştür.

Rusya Adalet Bakanlığı 18 Nisan 2016 tarihinde, Kırım Tatar Milli Meclisi’ni aşırı faaliyetler sebebiyle çalışmaları durdurulan dini ve sivil toplum örgütleri listesine almıştır ama Moskova’da bürosu olan PKK için böyle bir karar yoktur. Karar üzerine Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland 26 Nisan’da, Türk Dışişleri Bakanlığı ise 27 Nisan’da yasaklama kararını kınamıştır. Rusya, Kırım Tatar Türklerinin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Rusya’ya girişini yasaklamıştır.

Türkiye’nin Kırım Tatarlarının kültürel ve dini değerlerini korumaya yönelik adımlar atması, bunun için de Rusya ile ikili ilişkilerini kullanması gerekir. Kırım Tatar halkının lideri, Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Şubat 2017’de yapılan Kırım Tatar Platformu toplantısındaki tespiti, izlenmesi gereken stratejiye örnek oluşturmalıdır:

“Biz Kırım’ı silah zoruyla değil, diplomasi ve yaptırımların baskısıyla kurtarmayı istiyoruz. Şimdi dünyada bize soruyorlar, Türkiye size bu kadar yakın, en kalabalık diasporanız da orada. Türkiye niye böyle davranıyor diye. Biz elimizden geldiğince Türkiye’yi savunuyoruz. Ama bunlar çok tesirli, çok inandırıcı olmuyor. Diyorlar ki, akrabalık böyle olmaz.”

Kırım’ın hukuk dışı işgalini Türkiye’nin tanımaması uluslararası hukukun gereğidir. Çünkü, Avrupa Konseyi üyesi Rusya’nın Kırım’ı işgali uluslararası hukuku yok saymaktır. Kırım, Kırım Tatarlarının anavatanıdır, onların yeniden bir sürgün yaşamaması için tüm Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin desteği alınarak Kırım’ın eski statüsüne dönülmesi için gerekli her türlü girişim yapılmalıdır.

Türkiye ile Rusya arasında düşürülen Rus uçağından sonra gelişen ekonomik ilişkiler, Kırım Tatar Türklerinin anavatanlarında insan haklarından yoksun olarak yaşamalarına feda edilmemelidir. Dönemin  Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin geçmişte söylediği ekonomik konular için “Aramızda bazı ufak tefek problemler yok değil, var” tespiti doğrudur. Ekonomik konuların dışında Rusya ile Türkiye arasında başta Kırım olmak üzere sorunların olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

 Kırım, 15’nci yüzyıldan 18’nci yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu, 18’nci yüzyıldan 20’nci yüzyıla kadar Rus İmparatorluğu,  İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya ve  20’nci yüzyılın geri kalanında Sovyetler Birliği içinde Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ve Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tarafından  yönetilmiştir. Sovyetler Birliği döneminde 1954 yılından 1991’e kadar Ukrayna’ya bağlı bir bölge (oblast) olmuş, bu yıldan sonra Rusya’nın işgaline kadar Ukrayna’ya bağlı Kırım Otonom Cumhuriyeti (Autonomous Republic of Crimea) olarak kalmıştır. Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in 23 Şubat 2014 tarihinde görevden alınması ve Rusçanın ülkenin ana dillerinden biri olmasının kaldırılması sonucunda başlayan Ukrayna krizinde Kırım, Rusya tarafından işgal edilmiştir.

Kiev Uluslararası Sosyolojik Araştırmaları Merkezi’nin yaptığı bir çalışmaya göre Kırım’da halkın yüzde 97’si, Doneski’de yüzde 93’ü, Luganskaya’da yüzde 89’u, Odesa’da yüzde 85’i, Zaporojskaya’da yüzde 81’i, Harkov’da yüzde 74’ü, Dinepropetrovskaya’da yüzde 72’si ve Nikolayevskaya’da da yüzde 66’nın Rusçayı ana dil olarak konuşması, Kırım’ın ilhakı için gerekçelerden biri olmuştur.

Rus yanlısı milisler, Kırım yarımadasındaki stratejik noktaları ele geçirerek 26 Şubat gecesi Kırım’ın tek taraflı ilhak edilme sürecini başlatmıştır. İşgal sonrasında oluşan yeni yönetim, Rusya’ya katılım kararını 6 Mart’ta alarak 16 Mart 2014 tarihinde referanduma götüreceğini açıklamıştır. Aynı tarihte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu referandumu hukuk dışı saymıştır.

Almanya Başbakanı Angela Merkel 9 Mart’ta Kırım’da yapılacak referandumu Ukrayna’nın anayasasına ve uluslararası hukuka aykırı bulduğu belirtmesine rağmen yaklaşık 1 milyon 200 bin seçmenin bulunduğu Kırım’da referandum yapılmış, 23 ülkeden 135 gözlemci tarafından izlenmiştir.

Okumaya devam et  Fransız milletvekili: PKK’ya destek veriyoruz

ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle referandumu tanımamış ve referandumu kanunsuz etkinlik olarak tanımlamıştır.  15 Mart 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, sözde referandumun geçersiz olarak ilan edilmesini öngören kararı görüşmüştür. Karar Rusya tarafından veto edilmiş, Çin ise çekimser kalmıştır. Venedik Komisyonu, Avrupa Birliği ve ABD, yasa dışı olarak yapılan sözde referanduma karşı çıkmıştır. Katılanların yüzde 93’nün Rusya ile birleşmekten yana oy kullandığı referandumda Kırım Tatar Türkleri, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana olduklarından referandumu boykot etmiştir. Referandumda halka, “Rusya’ya bağlanmaya razı mısınız?” ve “1992 yılı Kırım Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girmesi ve Kırım’ın Ukrayna’nın bir parçası olmasına razı mısınız?” soruları yöneltilmiştir.

Referandumdan 2 gün sonra 18 Mart 2014 tarihinde Kırım, uluslararası hukuka aykırı olarak Rusya tarafından ilhak edilmiştir.  Böylece Rusya, 1994 yılında Budapeşte Mutabakatı ile kabul ettiği Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Kırım’ı işgal ederek ortadan kaldırmıştır. İlhak, Rusya dışında Afganistan, Nikaragua, Venezüella ve Suriye tarafından tanınmıştır. Bir anlamda Suriye Rusya’nın doğal müttefiki olduğunu bu şekilde göstermiştir. Bu devletlerin yanında de facto devletler Abhazya, Dağlık Karabağ ve Güney Osetya ilhakı uygun bulmuştur. Ukrayna devletinin toprağı olan Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı, başta Türkiye olmak üzere Avrupa Konseyi ve Batı dünyası tarafından tanınmamıştır. Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sonrasında Tatarca Kırım’daki üç resmi dilinden biri sayılmış ve Tatarlara parlamento, hükümet ve yerel yönetimlerde belli oranda temsil hakkı sağlanması öngörülmüştür. Fakat buna rağmen gelişmeler bu yönde olmamıştır.

Tarihte Rus Çarlığı ile Osmanlı, Rusya ile Türkiye hiçbir dönemde gerçek anlamda dost olmamıştır. Türkiye ve Rusya arasında 500 yılı aşkın ilişkilerde onlarca savaş gerçekleşmiştir. Rusya ve Osmanlı Devleti arasındaki 11 savaşın sadece dördünde Osmanlılar galip gelebilmiş, yedi savaş ağır mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Rus Çarı 1’nci Nikolay’ın St. Petersburg’da 9 Ocak 1853 tarihinde söylediği “Kollarımız arasında hasta, ağır hasta bir adam var” ifadesindeki hasta adam Osmanlı Devleti’dir.

Terim ilk defa 12 Mayıs 1860 tarihinde The New York Times’ta yer almıştır. Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasındaki 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrasında Tatar Türklerinin vatan Kırım’dan ayrılarak Türkiye’ye göç etme süreci hızlanmıştır. Bu süreçte babam ve ailesi Kırım’dan o dönemde Osmanlı toprağı olan Romanya Köstence’ye göç etmişlerdir. Babam rahmetli Süleyman Karluk 1912 yılında Köstence’de doğmuş, 1944 yılında da Türkiye’ye gelmiştir. Kuzenlerim Köstence’de yaşamaktadır. Kırım’ın Rusya tarafından işgali sonrasında göç, bu defa Ukrayna’ya yönelik olarak devam etmektedir.

Kırım Tatar Türkleri, 1420 yılında Altın Orda (Altın Ordu) Devleti’nden (1240-1443) ayrılarak Kırım Hanlığı olarak bağımsızlık kazanmıştır. Bu devletin yıkılışından sonra kurulan Kırım Hanlığı, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması’na kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalmıştır. Anlaşma ile Kırım Hanlığı bağımsız bir bölge (oblast) olarak Osmanlı Devleti ve Rusya tarafından kabul edilmiştir. Bunu fırsat bilen Rusya, Kırım Hanlığını yok etmek için girişime başlamıştır.

Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet isimli kitabında bu duruma dikkati çekmiştir. Cevdet Paşa, bağımsızlık kurularak Rusya’nın Kırım Tatarları üzerine sağlamış olduğu himaye hakkı ile Kırım’ı manen istila ettiğini yazmıştır. Rus Çariçesi 2’nci Katerina’nın Hanlık tahtından Devlet Giray’ı indirip yerine himaye ettiği Şahin Giray’ı getirmesi üzerine Osmanlı Padişahı 1’nci Sultan Hamit, “Rusların asıl amacının Kırım’ı ilhak etmek olduğunu” açıklayarak bir tarihi gerçeğin altını çizmiştir.

Kırım’ın Rusya tarafından 1783 yılında işgal edilmesinden sonra Kırım’dan büyük göç başlamış, 10 Ocak 1792 Yaş Anlaşması ile Kırım Rus Çarlığının himayesine girmiş, Anlaşma sonrasında Osmanlılar Dinyester’e kadar tüm tartışmalı bölgelerden çekilmek zorunda kalmıştır. 1812 Bükreş Anlaşması sonrasında da Kırım Hanlarına ait olan tüm bölge Rus egemenliği altına girmiştir. Anlaşma, 28 Mayıs 1812 tarihinde Osmanlı Devleti ve Rusya arasında imzalanmış, 5 Temmuz’da onaylanmış ve 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nı sona erdirmiştir.

Kırım kökenli tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık Kırım’ın Ruslar tarafından işgalini şöyle açıklamıştır: “Rus kuvvetleri ilk defa 1736’da Münnich kumandasında Kırım yarımadasını istila etti. Bahçesaray zapt edilerek yakıldı; 2000 ev ile hanların sarayı kül oldu. Bu arada Selim Giray’ın kurduğu zengin kütüphane mahvoldu. Kalgayların merkezi Akmescit aynı akıbete uğradı. Ruslar, Lascy idaresinde 1737 ve 1738 yıllarında da gelerek tahribatı sürdürdüler.”

Kırım kökenli, Ankara Üniversitesi SBF yurdunda 1966-67 döneminde oda arkadaşım olan  Prof. Dr. İlber Ortaylı  Kırım’da yaşanan son gelişmeleri şöyle  yorumlamıştır: “Kırım Türkleri Osmanlı’dır. O Türklerin kültürel devamını korumak zorundayız. Bu manzaraya bakınca Türkiye’nin Rusya ile herhangi bir Batı Avrupa ülkesi gibi çatışmaya girmemesi bence daha doğru. İki taraflı müzakereleri izlemek zorundadır. Bu oradaki kültürel azınlığımızın selameti için de gereklidir. Yapmamız gereken Putin’le konuşmaktır.”

Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan‘ın  Kırım Hanı Mengli Giray‘ın kızı olduğu  tahmin edilmektedir.  Yavuz Sultan Selim’in eşlerinden birisinin Mengli Giray’ın kızı, Beyhan ve Şah Sultan’ların annesi olan  ikinci Ayşe Hatun olduğu bilinmektedir. Fakat  diğer bir görüşe göre Kanuni Sultan Süleyman, Mengli Giray’ın kızı olan  ikinci Ayşe Hatun’dan değil, Yavuz Sultan Selim’in Avrupa kökenli başka bir eşinden dünyaya geldiği de iddia edilmektedir.

Kırım Tatar Türklerinin mücadelesine Türkiye gerekli desteği vermeli, işgalden sonra Kırım’da yaşanan insan hakları ihlallerinin önlenmesi için daha çok çaba harcamalıdır.

Kırım Tatarlarının 1783 yılında Kırım’ın Çarlık Rusya’sının kontrolüne geçtikten sonra başlayan mücadelesi, günümüzde İsmail Gaspıralı’nın “Dilde Fikirde İşte Birlik” görüşü çizgisinde devam etmektedir. Kırım Tatarları; vatanları Kırım’da kendi özyönetiminde, insan haklarına saygı, hukukun ve demokrasinin üstünlüğü, ırk, milliyet, din, dil, cinsiyet ve diğer diğer her türlü ayrımcılığa karşı olma ilkeleri çerçevesinde barış, huzur ve refah içinde yaşama hakkına sahiptir.

Bunun sağlanmasında büyük sorumluluk Türkiye Cumhuriyeti’ne düşer. Karşılıklı ekonomik çıkarlar önemli olmakla beraber, Kırım Tatarları ile olan tarihsel ve kültürel bağın gözetilmesi gereken bir unsur olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, kısa vadeli değil, uzun vadeli çıkarlarını düşünerek bir strateji geliştirilmelidir. Kırım, Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya arasında bir barış ve huzur köprüsü olmalı, şövenist yaklaşımlara ortam hazırlayan bir alan olmamalıdır.

Günümüzde başta Eskişehir olmak üzere Kırımdaki Tatar nüfusundan daha çok Kırım Türkü Anadolu’da yaşıyorsa, bunun sebebi Kırım Hanlığının Rus nüfuzuna geçmesidir.  Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel’in 23 Mayıs 1998 tarihinde gerçekleştirdiği Kırım ziyaretindeki tespit günümüz için de geçerliliğini korumaktadır: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarlarının yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”

 

 

 

 

 

 


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir