KINA YAKSINLAR

<p>KINA YAKSINLAR
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Kıbrıs’ta Türkçe konuşabilen, okuyup yazabilen bir güneyli, Komünist AKEL listesinden girdiği AP seçimlerini kazandı.
Adam hem “komünist” hem de Rum Yönetimi lideri Anastasiadis’in “danışmanı”. Akıncı’nın da Büyük Han’dan “arkadaşı”.
“Durum”u, kıymetli dostum Nazım Beratlı şöyle özetliyor;
“1918’de Polonyalı komünistler, Alman parlamentosunda bir iki milletvekillerinin olmasının, (sınıf dayanışması üzerinden) Alman işçi sınıfının da temsili halinde, ulusal sorunu çözeceğini ve ayrı eşitlik talep etmenin de bir anlamı olmadığını, ulusal çatışmaya sebep olduğunu ileri sürdü Polonyalı komünistler. Lenin’in kendilerine bir cevabı var: ‘Bu kadar acınacak halde olmasaydınız, çok gülünç olabilirdiniz’! Bu kadar…”
Beratlı böyle iki kelimeyle yetinir mi hiç, yazının altına “yorum” ekliyor;
“O iddiadan otuz yıl sonra, Rus işçi sınıfı geldi Varşova’ya… Kathyn Ormanı’nda bütün aydınlarını vurdu, gitti… Daha aydın ihtiyaçları var! (Alman işçi sınıfı da geldi, Ruslar’dan sonra. NB) Hitler de Varşova’yı sildi haritadan… (O esnada da Kızılordu, Vistül Irmağı’nın karşı yakasında durup bekledi ki taaa Alman işçi sınıfı, Varşova’da taş üstünde taş bırakmayıncaya kadar! Müdahale etmedi… İşçi sınıfı dayanışması, faşistine komünistine bakmadan, bir başka boyutta hayata geçti). EOKA'nın Türkçe konuşan mensuplarına, duyururum... Hem cahil, hem iddialı hem de inatçı olmak, zor zenaat... Lenin'e da barmak aşağı yapar solcu taslağı maskaralar... Görün bunları ve unutmayın...”
Evet, “güneyli” ve “Türkçe konuşan EOKA”lı seçimi kazanmış…
Kına yaksınlar… Kaşlarına, kirpiklerine, gözlerine… Nereleri uygun gelirse!
Dostlar demişti ki, “Yazma da oyu artar”. “Dabellaları filan sakın sökmeye kalkma. Oyu patlar”.
Yazmadık, sökmedik, sövmedik ne oldu?
Bazı arkadaşlar, “O gün kapıları kapatalım, kimse oy kullanamasın” demişti de karşı çıkmıştım; “Yok tam tersi, o gün gidenlerin kaydını tutalım, kimin ne olduğu belli olsun”!
Öyle oldu.
Rum tarafı hangi sandıkta kaç “kıbrıslıtürk”ün oy kullandığını kelle hesabı açıkladı.
AKEL’e 4076, Yasemin’e 1335, DİSİ’ye 68 ve diğer küsuratlarla beraber toplam 5663 “kelle”.
Bu 5663 dünya vatandaşının polis’te, gümrükte isimleri mutlaka mevcuttur da asıl merak ettiğim, kaçının “atanmış”, kaçının “seçilmiş” olduğu… Devlet memurları, müdürler, memurlar, vekiller ve daha yukarısı…
Bir de oy kullanma gününün akşamı sanal âlemde çığlık çığlığa “CTP-AKELCİLER sandıkları kapatmışlar oy kullanamadık. Biz kıprıslıyık. Birleşeceğik” diye Türkçe çığıran DİSİ’li bir bağyan vardı, hatırladınız mı?
Sağdan say, soldan say, aşağıdan topla, yukarıdan çıkar 5663.
Sayıyla 5663, yazıyla beşbin altıyüz altmışüç.
300.000’in %2’si bile değil.
Üzülme ey Kıbrıs Türkü… Ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar.
Boğaz’da askerin yanındaki, Lefkoşa sokaklarındaki iğrenç “dabellâlara”, BAYRAK’da, köyde/kentte yapılan toplantılara rağmen Yüzde 2.
Sökseydik, sövseydik 50.000 mi olacaktı?
Güldürmeyin adamı. Başınızı iki elinizin arasına alıp “Nerede yanlış yaptık, çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız” diye düşünün kara kara.
O 5663 kişi sizin ayıbınızdır.
Denktaş’ın tek kişilik istifasını, “Fakat yine de hükümeti destekleyeceğim” demesine rağmen Özersay’ın koalisyonu bozmasını, Tatar’ın Meclis’ten Kızılbaş’a giden yolda yürürken sağlı-sollu kaldırımlarına bakarak hükümet kurmasını, koalisyon görüşmelerinde sadece bakanlıkların değil bakanlıklar bünyesindeki devlet dairelerinin de pazarlık konusu yapılmasını, koalisyonun diğer kanadından başka taraftaki bakanlığa atama yapılmasını, Özersay’ın neredeyse her kurumu kendisine istediğini, ilk meclis toplantısında 4 UBP’linin muhalefet sıralarında oturmasını konuşacaktık.
Sağlı sollu kaldırımlara bakıldığı için koalisyona girdiği anlaşılan Özersay’ın Rus Elçisi ile yemek yeme olayını, Tatar’ın yine kaldırımlarda yürürken edindiği düşüncelere göre Akıncı’ya ayar vermesini, Özersay’ın ilk günden dış politikada tek adam tavrı takınmasını, Yaseminler soytarılığını, Talât’ın Türkçe konuşan AKEL’ciyi desteklemesini konuşacaktık.
Koalisyonun, Özersay’ın gelecek yıl Cumhurbaşkanlığının garanti edilmesi için kurulduğunun anlaşıldığını konuşacaktık.
“Denktaş’ın bir şekilde ekarte edilmesi” ile girilen süreçte (lâf aynen Talât’a aittir) seçilen Talat gibi Özersay’ın da “bir proje” olduğunu konuşacaktık.
CTP koalisyondan ayrıldığına göre şimdi o Türkçe konuşan AKEL’cinin, seçildiği için heyetle köy köy dolaşıp “teşekkür” konuşması yapıp yapmayacağını, BAYRAK’ın tekrar kendisine açılıp açılmayacağını, daha da önemlisi CTP tarafından atanan AKEL’ci Bayrak müdiresinin yerinde oturup oturamayacağını konuşacaktık.
Ama bir hasır sandalye öne geçti.
Tatar’ın, Kanal T Yönetim Kurulu Başkanı muhterem eşleri hanımefendi; eşinin Başbakan olması nedeniyle makamına yaptığı ziyarete “hasır sandalye” hediyesi ile gitmiş.
Şimdi ben Namık Kemal’i nasıl hatırlamayayım?
Fotoğrafa “karikatür mü/fotoşop mu” diye tekrar tekrar dikkatle baktım.
Devletin Başbakanlık makam koltuğunun önüne hasır makam sandalyesi!
Dünyanın başka herhangi bir ülkesinde böyle bir makama, böyle bir tebrik ziyareti hatırlıyor musunuz?
Yoksa “Sadece Kıbrıs’ta mı olur” diyorsunuz?
Yorum yapmıyor, anlayışınıza sığınıyor, değerlendirmeyi ferasetinize bırakıyorum. 28 Mayıs 2019</p> - 600600p22462EDNmainimg SIBELDEN TATARA 3

<p>KINA YAKSINLAR
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Kıbrıs’ta Türkçe konuşabilen, okuyup yazabilen bir güneyli, Komünist AKEL listesinden girdiği AP seçimlerini kazandı.
Adam hem “komünist” hem de Rum Yönetimi lideri Anastasiadis’in “danışmanı”. Akıncı’nın da Büyük Han’dan “arkadaşı”.
“Durum”u, kıymetli dostum Nazım Beratlı şöyle özetliyor;
“1918’de Polonyalı komünistler, Alman parlamentosunda bir iki milletvekillerinin olmasının, (sınıf dayanışması üzerinden) Alman işçi sınıfının da temsili halinde, ulusal sorunu çözeceğini ve ayrı eşitlik talep etmenin de bir anlamı olmadığını, ulusal çatışmaya sebep olduğunu ileri sürdü Polonyalı komünistler. Lenin’in kendilerine bir cevabı var: ‘Bu kadar acınacak halde olmasaydınız, çok gülünç olabilirdiniz’! Bu kadar…”
Beratlı böyle iki kelimeyle yetinir mi hiç, yazının altına “yorum” ekliyor;
“O iddiadan otuz yıl sonra, Rus işçi sınıfı geldi Varşova’ya… Kathyn Ormanı’nda bütün aydınlarını vurdu, gitti… Daha aydın ihtiyaçları var! (Alman işçi sınıfı da geldi, Ruslar’dan sonra. NB) Hitler de Varşova’yı sildi haritadan… (O esnada da Kızılordu, Vistül Irmağı’nın karşı yakasında durup bekledi ki taaa Alman işçi sınıfı, Varşova’da taş üstünde taş bırakmayıncaya kadar! Müdahale etmedi… İşçi sınıfı dayanışması, faşistine komünistine bakmadan, bir başka boyutta hayata geçti). EOKA'nın Türkçe konuşan mensuplarına, duyururum... Hem cahil, hem iddialı hem de inatçı olmak, zor zenaat... Lenin'e da barmak aşağı yapar solcu taslağı maskaralar... Görün bunları ve unutmayın...”
Evet, “güneyli” ve “Türkçe konuşan EOKA”lı seçimi kazanmış…
Kına yaksınlar… Kaşlarına, kirpiklerine, gözlerine… Nereleri uygun gelirse!
Dostlar demişti ki, “Yazma da oyu artar”. “Dabellaları filan sakın sökmeye kalkma. Oyu patlar”.
Yazmadık, sökmedik, sövmedik ne oldu?
Bazı arkadaşlar, “O gün kapıları kapatalım, kimse oy kullanamasın” demişti de karşı çıkmıştım; “Yok tam tersi, o gün gidenlerin kaydını tutalım, kimin ne olduğu belli olsun”!
Öyle oldu.
Rum tarafı hangi sandıkta kaç “kıbrıslıtürk”ün oy kullandığını kelle hesabı açıkladı.
AKEL’e 4076, Yasemin’e 1335, DİSİ’ye 68 ve diğer küsuratlarla beraber toplam 5663 “kelle”.
Bu 5663 dünya vatandaşının polis’te, gümrükte isimleri mutlaka mevcuttur da asıl merak ettiğim, kaçının “atanmış”, kaçının “seçilmiş” olduğu… Devlet memurları, müdürler, memurlar, vekiller ve daha yukarısı…
Bir de oy kullanma gününün akşamı sanal âlemde çığlık çığlığa “CTP-AKELCİLER sandıkları kapatmışlar oy kullanamadık. Biz kıprıslıyık. Birleşeceğik” diye Türkçe çığıran DİSİ’li bir bağyan vardı, hatırladınız mı?
Sağdan say, soldan say, aşağıdan topla, yukarıdan çıkar 5663.
Sayıyla 5663, yazıyla beşbin altıyüz altmışüç.
300.000’in %2’si bile değil.
Üzülme ey Kıbrıs Türkü… Ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar.
Boğaz’da askerin yanındaki, Lefkoşa sokaklarındaki iğrenç “dabellâlara”, BAYRAK’da, köyde/kentte yapılan toplantılara rağmen Yüzde 2.
Sökseydik, sövseydik 50.000 mi olacaktı?
Güldürmeyin adamı. Başınızı iki elinizin arasına alıp “Nerede yanlış yaptık, çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız” diye düşünün kara kara.
O 5663 kişi sizin ayıbınızdır.
Denktaş’ın tek kişilik istifasını, “Fakat yine de hükümeti destekleyeceğim” demesine rağmen Özersay’ın koalisyonu bozmasını, Tatar’ın Meclis’ten Kızılbaş’a giden yolda yürürken sağlı-sollu kaldırımlarına bakarak hükümet kurmasını, koalisyon görüşmelerinde sadece bakanlıkların değil bakanlıklar bünyesindeki devlet dairelerinin de pazarlık konusu yapılmasını, koalisyonun diğer kanadından başka taraftaki bakanlığa atama yapılmasını, Özersay’ın neredeyse her kurumu kendisine istediğini, ilk meclis toplantısında 4 UBP’linin muhalefet sıralarında oturmasını konuşacaktık.
Sağlı sollu kaldırımlara bakıldığı için koalisyona girdiği anlaşılan Özersay’ın Rus Elçisi ile yemek yeme olayını, Tatar’ın yine kaldırımlarda yürürken edindiği düşüncelere göre Akıncı’ya ayar vermesini, Özersay’ın ilk günden dış politikada tek adam tavrı takınmasını, Yaseminler soytarılığını, Talât’ın Türkçe konuşan AKEL’ciyi desteklemesini konuşacaktık.
Koalisyonun, Özersay’ın gelecek yıl Cumhurbaşkanlığının garanti edilmesi için kurulduğunun anlaşıldığını konuşacaktık.
“Denktaş’ın bir şekilde ekarte edilmesi” ile girilen süreçte (lâf aynen Talât’a aittir) seçilen Talat gibi Özersay’ın da “bir proje” olduğunu konuşacaktık.
CTP koalisyondan ayrıldığına göre şimdi o Türkçe konuşan AKEL’cinin, seçildiği için heyetle köy köy dolaşıp “teşekkür” konuşması yapıp yapmayacağını, BAYRAK’ın tekrar kendisine açılıp açılmayacağını, daha da önemlisi CTP tarafından atanan AKEL’ci Bayrak müdiresinin yerinde oturup oturamayacağını konuşacaktık.
Ama bir hasır sandalye öne geçti.
Tatar’ın, Kanal T Yönetim Kurulu Başkanı muhterem eşleri hanımefendi; eşinin Başbakan olması nedeniyle makamına yaptığı ziyarete “hasır sandalye” hediyesi ile gitmiş.
Şimdi ben Namık Kemal’i nasıl hatırlamayayım?
Fotoğrafa “karikatür mü/fotoşop mu” diye tekrar tekrar dikkatle baktım.
Devletin Başbakanlık makam koltuğunun önüne hasır makam sandalyesi!
Dünyanın başka herhangi bir ülkesinde böyle bir makama, böyle bir tebrik ziyareti hatırlıyor musunuz?
Yoksa “Sadece Kıbrıs’ta mı olur” diyorsunuz?
Yorum yapmıyor, anlayışınıza sığınıyor, değerlendirmeyi ferasetinize bırakıyorum. 28 Mayıs 2019</p> - 600600p22462EDNmainimg SIBELDEN TATARA 3

 

KINA YAKSINLAR
Hüseyin MÜMTAZ

Kıbrıs’ta Türkçe konuşabilen, okuyup yazabilen bir güneyli, Komünist AKEL listesinden girdiği AP seçimlerini kazandı.
Adam hem “komünist” hem de Rum Yönetimi lideri Anastasiadis’in “danışmanı”. Akıncı’nın da Büyük Han’dan “arkadaşı”.
“Durum”u, kıymetli dostum Nazım Beratlı şöyle özetliyor;
“1918’de Polonyalı komünistler, Alman parlamentosunda bir iki milletvekillerinin olmasının, (sınıf dayanışması üzerinden) Alman işçi sınıfının da temsili halinde, ulusal sorunu çözeceğini ve ayrı eşitlik talep etmenin de bir anlamı olmadığını, ulusal çatışmaya sebep olduğunu ileri sürdü Polonyalı komünistler. Lenin’in kendilerine bir cevabı var: ‘Bu kadar acınacak halde olmasaydınız, çok gülünç olabilirdiniz’! Bu kadar…”
Beratlı böyle iki kelimeyle yetinir mi hiç, yazının altına “yorum” ekliyor;
“O iddiadan otuz yıl sonra, Rus işçi sınıfı geldi Varşova’ya… Kathyn Ormanı’nda bütün aydınlarını vurdu, gitti… Daha aydın ihtiyaçları var! (Alman işçi sınıfı da geldi, Ruslar’dan sonra. NB) Hitler de Varşova’yı sildi haritadan… (O esnada da Kızılordu, Vistül Irmağı’nın karşı yakasında durup bekledi ki taaa Alman işçi sınıfı, Varşova’da taş üstünde taş bırakmayıncaya kadar! Müdahale etmedi… İşçi sınıfı dayanışması, faşistine komünistine bakmadan, bir başka boyutta hayata geçti). EOKA’nın Türkçe konuşan mensuplarına, duyururum… Hem cahil, hem iddialı hem de inatçı olmak, zor zenaat… Lenin’e da barmak aşağı yapar solcu taslağı maskaralar… Görün bunları ve unutmayın…”
Evet, “güneyli” ve “Türkçe konuşan EOKA”lı seçimi kazanmış…
Kına yaksınlar… Kaşlarına, kirpiklerine, gözlerine… Nereleri uygun gelirse!
Dostlar demişti ki, “Yazma da oyu artar”. “Dabellaları filan sakın sökmeye kalkma. Oyu patlar”.
Yazmadık, sökmedik, sövmedik ne oldu?
Bazı arkadaşlar, “O gün kapıları kapatalım, kimse oy kullanamasın” demişti de karşı çıkmıştım; “Yok tam tersi, o gün gidenlerin kaydını tutalım, kimin ne olduğu belli olsun”!
Öyle oldu.
Rum tarafı hangi sandıkta kaç “kıbrıslıtürk”ün oy kullandığını kelle hesabı açıkladı.
AKEL’e 4076, Yasemin’e 1335, DİSİ’ye 68 ve diğer küsuratlarla beraber toplam 5663 “kelle”.
Bu 5663 dünya vatandaşının polis’te, gümrükte isimleri mutlaka mevcuttur da asıl merak ettiğim, kaçının “atanmış”, kaçının “seçilmiş” olduğu… Devlet memurları, müdürler, memurlar, vekiller ve daha yukarısı…
Bir de oy kullanma gününün akşamı sanal âlemde çığlık çığlığa “CTP-AKELCİLER sandıkları kapatmışlar oy kullanamadık. Biz kıprıslıyık. Birleşeceğik” diye Türkçe çığıran DİSİ’li bir bağyan vardı, hatırladınız mı?
Sağdan say, soldan say, aşağıdan topla, yukarıdan çıkar 5663.
Sayıyla 5663, yazıyla beşbin altıyüz altmışüç.
300.000’in %2’si bile değil.
Üzülme ey Kıbrıs Türkü… Ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar.
Boğaz’da askerin yanındaki, Lefkoşa sokaklarındaki iğrenç “dabellâlara”, BAYRAK’da, köyde/kentte yapılan toplantılara rağmen Yüzde 2.
Sökseydik, sövseydik 50.000 mi olacaktı?
Güldürmeyin adamı. Başınızı iki elinizin arasına alıp “Nerede yanlış yaptık, çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız” diye düşünün kara kara.
O 5663 kişi sizin ayıbınızdır.
Denktaş’ın tek kişilik istifasını, “Fakat yine de hükümeti destekleyeceğim” demesine rağmen Özersay’ın koalisyonu bozmasını, Tatar’ın Meclis’ten Kızılbaş’a giden yolda yürürken sağlı-sollu kaldırımlarına bakarak hükümet kurmasını, koalisyon görüşmelerinde sadece bakanlıkların değil bakanlıklar bünyesindeki devlet dairelerinin de pazarlık konusu yapılmasını, koalisyonun diğer kanadından başka taraftaki bakanlığa atama yapılmasını, Özersay’ın neredeyse her kurumu kendisine istediğini, ilk meclis toplantısında 4 UBP’linin muhalefet sıralarında oturmasını konuşacaktık.
Sağlı sollu kaldırımlara bakıldığı için koalisyona girdiği anlaşılan Özersay’ın Rus Elçisi ile yemek yeme olayını, Tatar’ın yine kaldırımlarda yürürken edindiği düşüncelere göre Akıncı’ya ayar vermesini, Özersay’ın ilk günden dış politikada tek adam tavrı takınmasını, Yaseminler soytarılığını, Talât’ın Türkçe konuşan AKEL’ciyi desteklemesini konuşacaktık.
Koalisyonun, Özersay’ın gelecek yıl Cumhurbaşkanlığının garanti edilmesi için kurulduğunun anlaşıldığını konuşacaktık.
“Denktaş’ın bir şekilde ekarte edilmesi” ile girilen süreçte (lâf aynen Talât’a aittir) seçilen Talat gibi Özersay’ın da “bir proje” olduğunu konuşacaktık.
CTP koalisyondan ayrıldığına göre şimdi o Türkçe konuşan AKEL’cinin, seçildiği için heyetle köy köy dolaşıp “teşekkür” konuşması yapıp yapmayacağını, BAYRAK’ın tekrar kendisine açılıp açılmayacağını, daha da önemlisi CTP tarafından atanan AKEL’ci Bayrak müdiresinin yerinde oturup oturamayacağını konuşacaktık.
Ama bir hasır sandalye öne geçti.
Tatar’ın, Kanal T Yönetim Kurulu Başkanı muhterem eşleri hanımefendi; eşinin Başbakan olması nedeniyle makamına yaptığı ziyarete “hasır sandalye” hediyesi ile gitmiş.
Şimdi ben Namık Kemal’i nasıl hatırlamayayım?
Fotoğrafa “karikatür mü/fotoşop mu” diye tekrar tekrar dikkatle baktım.
Devletin Başbakanlık makam koltuğunun önüne hasır makam sandalyesi!
Dünyanın başka herhangi bir ülkesinde böyle bir makama, böyle bir tebrik ziyareti hatırlıyor musunuz?
Yoksa “Sadece Kıbrıs’ta mı olur” diyorsunuz?
Yorum yapmıyor, anlayışınıza sığınıyor, değerlendirmeyi ferasetinize bırakıyorum. 28 Mayıs 2019


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir