MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (1)

<p>MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (1)
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>“Mağusa Limanı”na, 11 Şubat 1959 tarihli Zürich “Garanti Anlaşması”ndan geçerek gideceğiz.
zurich_11-subat-1959.tr.mfa.
Çünkü öncelikli gündemde torbadan tavşan gibi çıkarılan, Fransa’nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile imzalamaya çalıştığı Savunma ve Askerî Üs görüşmeleri var.
Yukarıda bağlantısını verdiğimiz anlaşmayı dikkatle okursanız Türkiye’nin, sadece Kıbrıs Türklerinin değil, adanın bütününün garantörü olduğunu göreceksiniz.
Aşağıdan, yukarıdan, sağdan yahut soldan okuyun sonuç değişmez.
O halde Fransa, yeni üs isteklerini mutlaka Türkiye ile de görüşmelidir veya Türkiye uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını korumak için kendiliğinden duruma müdahil olmalıdır.
Başka kılıkta yeni bir EGEAYDAK’a (Ege Denizi’nde aidiyeti anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar) izin verilmemelidir.
Yoksa Kıbrıs, Girit olur.
Eşek Adası olur, Bulamaç Adası olur.
Güzellikle olmazsa Türkiye’nin elinde son derece büyük, etkileyici kozlar, zorlayıcı adımlar vardır. Örneğin; ne işe yaradığını, nasıl ve neden ve ne karşılığında “gerçekte” kime “kiralandığını” halâ çözemediğim Geçitkale Havaalanı’nda uçuşları engellediği söylenilen saçma elektrik telleri bahanesi hemen iki günde sökülerek ortadan kaldırılmalı ve bir yahut iki Türk Hava Kuvvetleri filosu konuşlandırılmalıdır.
Hattâ aynı üste meselâ aba altından iki tane misafir Rus SU-57 sopası da gösterilebilir ve bu tavır Rusya’nın, adadaki BM Barış Gücü’ne iletişim subayları, askeri gözlemciler ve karargâh subayları göreviyle 5 subay gönderecek olması ile son derece uyum da sağlar.
Kuzey sahilinde “aidiyeti anlaşmalarla henüz kimseye devredilmemiş” marina kılıklı deniz üslerine Türk donanmasının bazı unsurları yerleşebilir.
Kıbrıs, Girit olmamalıdır.
“Mağusa Limanı” yolunda ikinci durağımız St.Hilarion.
Geçen yazılarımda gülerek Kıbrıs’tan telefonla Tavuri ve Çoronik’in Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme haberleri geldiğini belirtmiştim.
İş giderek büyüyor ve rengi de değişiyor.
İsmi lâzım olmayan bir gazetenin, ismi lâzım olmayan bir yazarı dünkü köşesinde çok değerli bir okurunun askerlik yaparkenki keskin gözlemlerini aktardı.
“St.Hilarion’da çok gamini vardır. O zamanlarda savaşta öldürülenleri en kestirme ortadan kaldırma yolu buydu. Gaminilere, kuyulara atarlardı. Ben askerlik yaparken çöplükte kemikler bulduydum. Atı kişi bulunduydu, üçü bir yerde, diğer üçü başka yerlerde. Nizamiyenin yakınındaki derin kuyu da mutlaka araştırılmalıdır…”
Nobel’e asıl aday olarak gösterilmesi gereken o çok değerli okur herhalde şimdi moda olan tanımıyla “vicdani retçi” idi.
Öyleydi de paçası kısa geldiği için o zaman askerlik yapma zorunda kaldıydı. Hıncını şimdi böyle çıkarıyor.
Son tahlilde de; önce Gazimağusa’daki şehir içindeki BM Kampı için istemedikleri adımı atan, bir hafta sonra da dilinin altındaki asıl baklayı çıkararak “Kent içindeki GKK ve KTBK birlikleri için de” aynı şeyi istediklerini söyleyen etkili ve yetkili siyasetçilerle bire bir uyuşuyor.
Bir sonraki adım “askerden arındırılmış” Kıbrıs’tır.
Aynı şeyi İngiliz üsleri, Amerikan filoları, Fransız uçakları için neden söylemiyorlar?
İskele’den/Meyhane’den gecenin bir vakti yayan çıktığımız için o kafayla bir türlü Mağusa Limanı’na ulaşamadık.
Gelecek yazıya. 16 Nisan 2019</p> - 4e2f5abb9ed218fa0dd1d410713cf0fc

<p>MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (1)
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>“Mağusa Limanı”na, 11 Şubat 1959 tarihli Zürich “Garanti Anlaşması”ndan geçerek gideceğiz.
zurich_11-subat-1959.tr.mfa.
Çünkü öncelikli gündemde torbadan tavşan gibi çıkarılan, Fransa’nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile imzalamaya çalıştığı Savunma ve Askerî Üs görüşmeleri var.
Yukarıda bağlantısını verdiğimiz anlaşmayı dikkatle okursanız Türkiye’nin, sadece Kıbrıs Türklerinin değil, adanın bütününün garantörü olduğunu göreceksiniz.
Aşağıdan, yukarıdan, sağdan yahut soldan okuyun sonuç değişmez.
O halde Fransa, yeni üs isteklerini mutlaka Türkiye ile de görüşmelidir veya Türkiye uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını korumak için kendiliğinden duruma müdahil olmalıdır.
Başka kılıkta yeni bir EGEAYDAK’a (Ege Denizi’nde aidiyeti anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar) izin verilmemelidir.
Yoksa Kıbrıs, Girit olur.
Eşek Adası olur, Bulamaç Adası olur.
Güzellikle olmazsa Türkiye’nin elinde son derece büyük, etkileyici kozlar, zorlayıcı adımlar vardır. Örneğin; ne işe yaradığını, nasıl ve neden ve ne karşılığında “gerçekte” kime “kiralandığını” halâ çözemediğim Geçitkale Havaalanı’nda uçuşları engellediği söylenilen saçma elektrik telleri bahanesi hemen iki günde sökülerek ortadan kaldırılmalı ve bir yahut iki Türk Hava Kuvvetleri filosu konuşlandırılmalıdır.
Hattâ aynı üste meselâ aba altından iki tane misafir Rus SU-57 sopası da gösterilebilir ve bu tavır Rusya’nın, adadaki BM Barış Gücü’ne iletişim subayları, askeri gözlemciler ve karargâh subayları göreviyle 5 subay gönderecek olması ile son derece uyum da sağlar.
Kuzey sahilinde “aidiyeti anlaşmalarla henüz kimseye devredilmemiş” marina kılıklı deniz üslerine Türk donanmasının bazı unsurları yerleşebilir.
Kıbrıs, Girit olmamalıdır.
“Mağusa Limanı” yolunda ikinci durağımız St.Hilarion.
Geçen yazılarımda gülerek Kıbrıs’tan telefonla Tavuri ve Çoronik’in Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme haberleri geldiğini belirtmiştim.
İş giderek büyüyor ve rengi de değişiyor.
İsmi lâzım olmayan bir gazetenin, ismi lâzım olmayan bir yazarı dünkü köşesinde çok değerli bir okurunun askerlik yaparkenki keskin gözlemlerini aktardı.
“St.Hilarion’da çok gamini vardır. O zamanlarda savaşta öldürülenleri en kestirme ortadan kaldırma yolu buydu. Gaminilere, kuyulara atarlardı. Ben askerlik yaparken çöplükte kemikler bulduydum. Atı kişi bulunduydu, üçü bir yerde, diğer üçü başka yerlerde. Nizamiyenin yakınındaki derin kuyu da mutlaka araştırılmalıdır…”
Nobel’e asıl aday olarak gösterilmesi gereken o çok değerli okur herhalde şimdi moda olan tanımıyla “vicdani retçi” idi.
Öyleydi de paçası kısa geldiği için o zaman askerlik yapma zorunda kaldıydı. Hıncını şimdi böyle çıkarıyor.
Son tahlilde de; önce Gazimağusa’daki şehir içindeki BM Kampı için istemedikleri adımı atan, bir hafta sonra da dilinin altındaki asıl baklayı çıkararak “Kent içindeki GKK ve KTBK birlikleri için de” aynı şeyi istediklerini söyleyen etkili ve yetkili siyasetçilerle bire bir uyuşuyor.
Bir sonraki adım “askerden arındırılmış” Kıbrıs’tır.
Aynı şeyi İngiliz üsleri, Amerikan filoları, Fransız uçakları için neden söylemiyorlar?
İskele’den/Meyhane’den gecenin bir vakti yayan çıktığımız için o kafayla bir türlü Mağusa Limanı’na ulaşamadık.
Gelecek yazıya. 16 Nisan 2019</p> - 4e2f5abb9ed218fa0dd1d410713cf0fc

MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (1)
Hüseyin MÜMTAZ

“Mağusa Limanı”na, 11 Şubat 1959 tarihli Zürich “Garanti Anlaşması”ndan geçerek gideceğiz.
zurich_11-subat-1959.tr.mfa.
Çünkü öncelikli gündemde torbadan tavşan gibi çıkarılan, Fransa’nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile imzalamaya çalıştığı Savunma ve Askerî Üs görüşmeleri var.
Yukarıda bağlantısını verdiğimiz anlaşmayı dikkatle okursanız Türkiye’nin, sadece Kıbrıs Türklerinin değil, adanın bütününün garantörü olduğunu göreceksiniz.
Aşağıdan, yukarıdan, sağdan yahut soldan okuyun sonuç değişmez.
O halde Fransa, yeni üs isteklerini mutlaka Türkiye ile de görüşmelidir veya Türkiye uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını korumak için kendiliğinden duruma müdahil olmalıdır.
Başka kılıkta yeni bir EGEAYDAK’a (Ege Denizi’nde aidiyeti anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar) izin verilmemelidir.
Yoksa Kıbrıs, Girit olur.
Eşek Adası olur, Bulamaç Adası olur.
Güzellikle olmazsa Türkiye’nin elinde son derece büyük, etkileyici kozlar, zorlayıcı adımlar vardır. Örneğin; ne işe yaradığını, nasıl ve neden ve ne karşılığında “gerçekte” kime “kiralandığını” halâ çözemediğim Geçitkale Havaalanı’nda uçuşları engellediği söylenilen saçma elektrik telleri bahanesi hemen iki günde sökülerek ortadan kaldırılmalı ve bir yahut iki Türk Hava Kuvvetleri filosu konuşlandırılmalıdır.
Hattâ aynı üste meselâ aba altından iki tane misafir Rus SU-57 sopası da gösterilebilir ve bu tavır Rusya’nın, adadaki BM Barış Gücü’ne iletişim subayları, askeri gözlemciler ve karargâh subayları göreviyle 5 subay gönderecek olması ile son derece uyum da sağlar.
Kuzey sahilinde “aidiyeti anlaşmalarla henüz kimseye devredilmemiş” marina kılıklı deniz üslerine Türk donanmasının bazı unsurları yerleşebilir.
Kıbrıs, Girit olmamalıdır.
“Mağusa Limanı” yolunda ikinci durağımız St.Hilarion.
Geçen yazılarımda gülerek Kıbrıs’tan telefonla Tavuri ve Çoronik’in Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme haberleri geldiğini belirtmiştim.
İş giderek büyüyor ve rengi de değişiyor.
İsmi lâzım olmayan bir gazetenin, ismi lâzım olmayan bir yazarı dünkü köşesinde çok değerli bir okurunun askerlik yaparkenki keskin gözlemlerini aktardı.
“St.Hilarion’da çok gamini vardır. O zamanlarda savaşta öldürülenleri en kestirme ortadan kaldırma yolu buydu. Gaminilere, kuyulara atarlardı. Ben askerlik yaparken çöplükte kemikler bulduydum. Atı kişi bulunduydu, üçü bir yerde, diğer üçü başka yerlerde. Nizamiyenin yakınındaki derin kuyu da mutlaka araştırılmalıdır…”
Nobel’e asıl aday olarak gösterilmesi gereken o çok değerli okur herhalde şimdi moda olan tanımıyla “vicdani retçi” idi.
Öyleydi de paçası kısa geldiği için o zaman askerlik yapma zorunda kaldıydı. Hıncını şimdi böyle çıkarıyor.
Son tahlilde de; önce Gazimağusa’daki şehir içindeki BM Kampı için istemedikleri adımı atan, bir hafta sonra da dilinin altındaki asıl baklayı çıkararak “Kent içindeki GKK ve KTBK birlikleri için de” aynı şeyi istediklerini söyleyen etkili ve yetkili siyasetçilerle bire bir uyuşuyor.
Bir sonraki adım “askerden arındırılmış” Kıbrıs’tır.
Aynı şeyi İngiliz üsleri, Amerikan filoları, Fransız uçakları için neden söylemiyorlar?
İskele’den/Meyhane’den gecenin bir vakti yayan çıktığımız için o kafayla bir türlü Mağusa Limanı’na ulaşamadık.
Gelecek yazıya. 16 Nisan 2019


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir