ŞEHİRLEŞMENİN SOSYAL BOYUTU

ŞEHİRLEŞMENİN SOSYAL BOYUTU - SEHIRLESME LOGOM 95VA

ŞEHİRLEŞMENİN SOSYAL BOYUTU

Üzeyir Lokman ÇAYCI

  • Yaşadığımız alan bizim seçimlerimizle şekillenmiyor… Genel ortamda bireysel haklarımızın, çoğu kez bilimsellikten uzak, siyasi ve ticari kararlarla budandığını görebiliyoruz.
  • Gelecek düşünülmeden orman arazileri, içme suyu oluşturan yüksek tepeler bilinçsiz şekilde katlediliyor!

Karşılaştığımız manzaralar sunulan hizmetlerin yetersizliğini ortaya koyabiliyor
2006 yılının son ve 2007 yılının ilk haftasını Ankara’nın Dikmen bölgesinde geçirdim. Başkentin merkezine çok yakın olan bu bölgeden Kızılay’a, Ulus’a ve Keçiören’e yolcu taşıyan araçlardaki insanların ister yüz hatlarını inceleyin, isterseniz çevreyi gözden geçirin. Hele hele 30 yıla yakın bir süreyi gurbette geçiren bir kişi olarak Fransa’nın başkenti Paris ile Türkiye’nin başkenti Ankara’yı kıyaslamaya çalışın. «Ana cadde üzerinde yerlerine konulmamış veya iyi bağlantısı yapılmamış düzensiz taş yığınları… Kaldırım ve yol seviyesindeki dengesizlikler, özürlü vatandaşlarımızı önemsemeyen biryığın gelişigüzellikler.» sizi yönetenlerle ilgili sorumluluklarınızı hatırlatabilecek mi? Yani sizin seçtiğiniz insanların politik ve hizmet için yeterlilik seviyelerini sorgulamadığınız ortaya çıkıyor… Onların dini duygularınızı kullanarak daha uzun süre sizi perişan etmeye devam edecekleri anlaşılıyor !
İnsanlarımızın kendilerine sunulan hizmetlerin seviyesini görmeye engel olan birer saplantıları mı var ?
Yağmur veya kar yağdığında nerede olmak istersiniz ?… Hiç kanalizasyon çıkışı olmayan, yağmur veya eriyen kar sularının çevrenin tozları topraklarıyla birleşerek, çamur halinde sel gibi savrula savrula aşağılara aktığı Dikmen’de mi, yoksa ıldır ıldır yağmur veya kar sularının her 20 metrede kanalizasyona çıkış yaptığı Paris’te mi olmak istersiniz ?

Trafik kazalarına, felaketlere sebep olan idarecilerin vurdumdumazlığına alışmış, tepki gösterme hassasiyetini yitirmiş, çamur deryası üzerinden hoplaya zıplaya yürüme hünerine sahip insanların da bu manzaraya katkıları küçümsenmeyecek kadar büyük.

Dostlarınızın veya sevdiklerinizin yanında veya destekçisi olmak için daha nelere katlanacağınızı da biliyorum.
Unutturulan geçmişi aramaya kalkışmak mümkün mü?
Doğup büyüdüğünüz yörelerin sokaklarını veya caddelerini önceki halleriyle yerlerinde bulduğunuz zaman mutluluğunuzu görmek isteriz !

Cadde veya sokak isimleri buharlaşmadıysa iyi… Bölgenizi tarihsel ve sosyolojik korumadan habersiz yöneticilere teslim ettiyseniz işiniz zor. İçinizi burkan bir manzara üzerinde elinize kalem, fırça, boya ve mürekkep alıp, yalnışlıkları silginizle silerek, veya boyayarak ne yazık ki özünüzden koparılanları ellerinizle yerine koyma şansınız da yok.
Her şehir güzelliğini tarihi birikimlerinden alır
Yüce Atatürk’ü hatırlatan veya ismini taşıyan tarihi kurumlar, binalar, kültür merkezleri ya birer birer yokediliyor ya da yıkılarak ortadan kaldırılıyor! Kuruluşu 1885 yılına kadar dayanan Cumhuriyetin sembolü Sümerbank Fabrikaları ve mağazaları bunlardan sadece biri. Unutulmamalı ki 465 Sümerbank Mağazasının kapatılma kararına imza atanların taşıdıkları büyük sorumluluk gelecekte önemli sorgulamalara da yol açacaktır.

Cumhuriyet döneminin ilk sanayi yapılarından Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası’nın 5 adet tarihi yün depoları, nedeni belirlenemeyen eş zamanlı çıkan bir yangında 31 Temmuz 2006 günü yok olması da uygulanan senaryonun bir parçası.

02 Şubat 1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün 13. ve son kez geldiği Bursa’da fabrikayı hizmete açarken, şeref defterine yazdığı: “Sümerbank Merinos Fabrikası, pek kıymetli bir eser olarak milli sevinci artıracaktır. Bu eser yurdun, hususiyle Bursa bölgesinin endüstri inkişafına ve büyük milli ihtiyacın giderilmesine yardım edecektir.” İfadesi bu gün onu hissedemeyenlerce Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası kapatılarak etkisiz hale getirilmiştir. Bu sadece tarihe değil, Atatürk’e ve Türk Milletine saygısızlıktır.
Göçlerin kuralları yok !
Aynı şehri paylaşmanın zorluğu farkedilmiyor…

Şehir hizmetlerini en iyi şekilde biz yapacağız diye iş başına geçenlerden genişliğine ve derinliğine hizmet göremiyoruz. Yağmur sularını dahi kontrol altına alamayan bu basiretsiz yöneticilerin göç hadiselerinin sosyal boyutlarından da haberleri yok!

Köy hayatından kopanların çoluk çocuklarıyla şehir hayatına uyumları için kaç yıl gerekecek ? Psikologlar ve sosyologlar da göçmenlere başucu kitaplarıyla yönlendiricilik de yapamıyorlar. Çünkü onların da ilgiye ihtiyaçları var.

Büyük şehirlerde «3 asırlık kökleri olanlarla şehir hayatının getirileri ve götürülerinden habersiz olan göçmenlerin aralarındaki uçurumu hukuk kurallarıyla kapatmak gibi bir çözüm de ortalıkta görünmüyor »

Geniş yelpazede birliktelikler için bilimsel önveriler ne zaman ortaya konulacak ?
Ses kirliliği
Bir uçağın kalkarken çıkardığı ses miktarı 130 ilâ 140 desibel arasında… Darbeli matkabın çalışma esnasında çıkardığı ses ise 120 desibel… Diskotek ve konserlerde de 110 desibellik ses kirlenmesiyle dinlendiğinizi söylemeniz imkansız.

Komşunuzun evinde havlayan köpeğin 90 desibellik sesine alışmanız gerektiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Elektrik süpürgesi 75, Televizyon ise 70 desibelle sizi etkiliyenlerden sadece ikisi…

Gelelim size gelen ses akışlarının sürekliliklerine :

Evleri hava alanı bölgelerinde olanlarla, endüstri bölgelerinde bulunanların durumları ise içler acısı… Hani deniyor ya “mecburiyetten… hiç seslerini çıkaramıyorlar.”

Örneğin Orly’nin yer olarak Birinci Dünya Savaşı’nda yani 01 Ocak 1918’de askeri amaçlarla kullanıldığını biliyoruz.

Orly Havaalanın bir kısmının da 40 ay süren bir inşaat döneminden sonra 26 Şubat 1971’de hizmete açıldığı da bildiklerimiz arasında. Yani çevrede binalar yükselmeye devam ederken ORLY’nin de zamanla iyiden iyiye yerleştiğini görüyoruz. Her yıl 25 622 152 kişinin giriş ve çıkış yaptığı Orly Havaalanı’nın önemi her geçen yıl daha da iyi anlaşılıyor.

Roissy Charles de Gaulle Havaalanı’nın tarihi ise çok eski değil… Hava trafiği açısından yıllık 51 260 363 yolcu akışıyla Fransa’daki önemini söylemek de mümkün…

Bütün bunlara rağmen gerek uçak kazalarına, gerekse de ses kirliliklerine karşı bilimsel ve yeterli etütlerin yapıldığından de bahsetmemiz mümkün değil.

“Çevrenin dokusunu oluşturan unsurlar insan sağlığı ön plana alınarak yeniden gözden geçirilmeli” diyoruz.
Düşünce kirliliği
“Adliyede silahlar konuştu”, “Cinnet Geçiren polis intihar etti” sadece iki haberin gazete başlıkları…

Çevredeki gürültüler, ekonomik ve sosyal baskılar çeşitli olumsuzluklar halinde karşımıza çıkıyor… Bilim adamları veya analizciler de aynı problemlerin içerisinde bulundukları sebebiyle çözüm üretme yönünde herhangi bir adım atamıyorlar.

Değişik görüşlerin veya fikirlerin sabırla karşılanılması, isabetli ve dengeli kararların alınması, toplumun bütün kesimlerinde insanların birbirlerini kucaklamaları gibi insani yaklaşımları sık sık görebiliyor muyuz?

Eğitim ve kültür farklılıkları, fakirlik ve işsizlik de toplum içinde uçurumlar oluşturuyor.

Dış güçlerin, huzur istemeyenlerin, kışkırtıcıların boşluğa düşürülmüş insanları istedikleri gibi kullandıkları veya suçlu ürettikleri ya da yön verdikleri bir dönemde ucuz demeçler vermek fırsatçılara güç veriyor.

Önemli olan vahşete meydan hazırlayanların, eğitim sistemini kendi basit politikaları içerisinde çıkmaza itenlerin, şehirleri güvensiz ve yaşanmaz hale getirenlerin demeç vermeye ve kendilerini olayların ve manzaraların dışında tutmaya hakları ve yetkileri de yoktur.

Merhametsiz bir ruhtan adalet, sevgisiz bir yürekten insanlık, bencil ve saplantılı bir kişilikten de hizmet beklenemez.

Paris, 30.04.2007


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir