Site icon Turkish Forum

ÜLKÜCÜLÜK YENİDEN TANIMLANMALI VE KONUMLANDIRILMALIDIR!

20 Şubat 2019 - türkeş
Abdurrahim Karakoç’tan sonra Ozan Arif’in ölümü de bir kez daha gösterdi ki; Ülkücülüğün yeniden tanımlanmaya ve konumlandırılmaya ihtiyacı vardır.
Çünkü özellikle MHP ile iltisaklı olup kendilerini Ülkücü olarak tanımlayan kesimden, hayatlarında kendilerini sürekli Ülkücü olarak tanımlamış bu iki düşünce adamına, bu iki filozofa hakaret edenler, vefatlarından duydukları gizli sevinci izhar edenler var.
Bunu, o kesime ait mevkutelerde çıkan haber yorum ve yazılarla, sosyal medya paylaşımlarından açıkça görüyoruz.
Hatta Samsun’un Çarşamba İlçesi Ülkü Ocakları Başkanı İlhan Arıcı’nın, Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nden gelen “Ozan Arif’in cenazesine katılım olmayacak” talimatını protesto için görevinden istifa ettiğine dair haberler çıktı medyada(1).
Daha da kötüsü; son nefesine kadar Ülkücü olduğunu haykıran 70 yaşındaki Ozan Arif’in cesedi hastane morgunda kaldırılmayı beklerken MHP İstanbul İl Başkanlığı Silivri’de şarkıcı Altay’a konser verdiriyor; cenazenin Samsun’da tekbirlerle defnedildiği saatlerde Ülkücü Hareketin Lideri olduğu varsayılan Devlet Bahçeli’nin memleketi Osmaniye’de Ülkücü Mustafa Yıldızdoğan konser veriyordu!
Bu umursamazlığın ve hoyratlığın sebebi ise Abdurrahim Karakoç ve Ozan Arif’in, bu iki düşünce adamının, MHP’nin mevcut yönetimine cephe almış olmalarıdır.
Oysa ben yakından biliyorum ki; Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu, Abdurrahim Karakoç’un cenaze namazını aynı safta yan yana kılmışlardı.
Demek ki; A.Karakoç ve Ozan Arif gibi düşünce adamlarının birleştirici bir yanları da var.
Aynı tavır, Ozan Arif için de sergilenebilirdi.
Oysa tam tersi sergilendi; üstelik MHP 14 ve 15 Şubat günlerinde olmak üzere üst üste iki gün konser verdirip, adeta eğlence partileri düzenledi!
Bu durumda, 1980 öncesinin devrimcilerinden ve belki de Ozan Arif’in şiirleriyle ve Türküleriyle gaza gelen Ülkücülerin hedefi olan Selçuk Haznedar’ın söylediklerini tarihe not düşme adına burada zikretmek gerekiyor.
Selçuk Haznedar “Akıllı düşman akılsız dosttan yeğdir” atasözünü doğrularcasına Ozan Arif’in vefatı üzerine şöyle demiş yazdığı yazıda:
“Ozan Arif, Gençlik yıllarımızın ülkücü ozanıydı. Belki de Nihal Atsız damarıydı.. Sultan Galiyev, Ziya Gökalp, Nurettin Topçu, Cemil Meriç damarı… Kuvayı Milliye damarı, yurtseverlik damarı…. İşte bu ayrışmada bir çok namuslu, yurtsever ülkücüyle birlikte tavır aldı Ozan Arif… Bir duruşu, bir kaygısı, vicdanı olan idealist insanlardandı.. Anti emperyalistti.. Devşirilmedi.. Zulme-sömürüye-ülkeyi satanlara karşıydı.. Türkiye namuslu bir çocuğunu, bir yurtseverini kaybetti… Rahmet olsun…”(2).
Kendisiyle yaptığımız bir ikili sohbette rahmetli Abdurrahim Karakoç’un Musa Eroğlu ve Mahzuni Şerif ile olan ilişkilerinden hareketle söylediği “Beni topluma tanıtanlar solcular ve Marksistler olmuştur” sözü hâlâ kulaklarımda çınlamaktadır.
Şimdi denilecektir ki; Abdurrahim Karakoç ve Ozan Arif, bu iki isim filozof değil, şairdir.
Evet, onlar şiirleriyle tanındılar ama aynı zamanda o şiirlerin arkasında bir düşünce ve felsefe dünyaları vardı onların.
Onlar düşüncelerini, felsefelerini, dünya görüşlerini şiirleriyle, türküleriyle dile getiren iki düşünce adamıdır bizim için.
Bu anlamda Mevlana da bir şairdir ama onu hiç kimse şair olarak kabul etmiyor. Çünkü o bir düşünce adamıdır. Sadece düşüncelerini Mesnevî adı verilen eserindeki şiirlerle açıklamıştır. E o zaman Abdurrahim Karakoç ve Ozan Arif de aynısını yapmışlardır. Bu durumda onlar da birer filozof ve düşünce adamıdırlar bize göre.
*
Yaptığım küçük araştırmadan anlayabildiğim kadarıyla Ülkücülük/Ülkücü tabiri 1968 yılında girmiştir siyasi literatürümüze.
Ülkü, Ülkücü, Ülkücülük gibi kavramların kökeninin, Ziya Gökalp’ın kullandığı “Millî mefkure (ülkü)” ve Nihal Atsız ve Türkçülerin kullandıkları “Millî Ülkü” terimlerine kadar uzandığı kabul edilse de, bu kavramların 1968 yılından itibaren daha çok duyulmaya başladığını söylemek mümkündür.
1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) yöneticisi olan Alparslan Türkeş’in Atatürk’ün ilkelerini temel alan görüşlerinden hareketle oluşturduğu ve CKMP ile MHP’nin programlarının temelini teşkil eden “Dokuz Işık” doktrininde bulunan ilkelerden birisi de Ülkücülük adını taşıyordu.
1966 ve 1968’deki Senato seçimlerinde “Tek idealist parti” sloganı kullanılmış, CKMP’nin gençlik hareketi için kullanılan “Milliyetçi Toplumcu” sıfatının “Nasyonal Sosyalizm”i çağrıştırmasından dolayı “Ülkücü” sıfatı ön plana çıkmıştır. Çünkü savunulan görüş, faşizm, sosyalizm, kapitalizm ve liberalizm gibi yabancı akımlara karşı idi ve Nasyonal Sosyalizmle ilişkilendirilmemek için “Milliyetçi Toplumcu” sıfatı kullanılmak istenmemiştir(3).
Ayrıca, Ülkü Ocakları’nın CKMP’nin gençlik teşkilatı olarak Alparslan Türkeş ve Dündar Taşer tarafından 1968 yılında kurulduğuna ilişkin yazılar da var medyada.
CKMP, 1969 yılında MHP’ye dönüşünce Ülkü Ocakları da tabiatıyla MHP’nin gençlik teşkilatı haline gelmiştir.
Alparslan Türkeş’in Kurmay Albay, Dündar Taşer’in de Kurmay Binbaşı olarak 27 Mayıs darbesini yapan Askeri Cunta’nın içinde bulundukları düşünülürse; Ülkü Ocakları’nın teşkilat yapısında ve yönetim anlayışında militarist (askeri) ilkeler egemendir denilebilir.
Bu anlamda Ülkücüler tarafından atılan “Başbuğ Türkeş’in askerleriyiz” ya da “Alparslan Türkeş’in askerleriyiz” sloganının, sembolik ve simgesel bir anlamı vardır.
Hele hele örgütün yönetiminde tavizsiz bir şekilde uygulanan “Lider-Doktrin-Teşkilat sorgulanamaz” ilkesi, tamamıyla askeri örgütlenmeye özgü bir anlayışı çağrıştırmaktadır.
Bu anlayışta demokrasi ve düşünce özgürlüğü yoktur; tamamıyla emir-komuta zinciri ile işleyen bir örgütsel yapı öngörülmüştür.
Bunu kabul etmeyenler, dışlanır ve hatta gerekirse itibarsızlaştırılır!
İYİ Parti’nin doğuş sebebi ve kuruluş süreci ile kendilerine Ülkücü ve MHP’li diyen bir grubun, Ülkücülüğünü saklamayan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in evininin etrafında toplanarak kendisine gözdağı vermeye kalkışmaları olayını ve hakkında söylenenleri dikkate alırsak, ne demek istediğimiz daha net anlaşılabilir sanırım.
Oysa Meral Akşener, daha birkaç yıl öncesine kadar, MHP’nin TBMM Başkan Vekilliğini yapacak derecede parti içinde itibarlı ve saygın bir kişilikti.

Hatırlanacağı gibi; Bahçeli’nin sosyal medya hesabından “Bölmek istediğin MHP’ye yönelik vandal tutumuna devam edersen, sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın, büyük lafı dinle!” şeklindeki sözlerine, Akşener’in partinin adresini vererek “Demirden korksak trene binmezdik” şeklinde cevap vermesi üzerine MHP Üsküdar teşkilatına mensup oldukları anlaşılan bir grup, Akşener’in evinin önünde toplanarak “Bozkurtlar burada, çakallar nerede”, “Hareketin lideri Devlet Bahçeli” sloganları atmış, Bahçeli ise bu hadiseyi “Davet verince icabet eden çıkacaktır, çıkmıştır da. Gidenler gayet normal protesto yaptılar…” şeklinde yorumlamıştır.
Bahçeli, bahse konu eylemi yapanların partisinin İl Başkanlığından izin almaksızın söz konusu eylemi yaptıklarını ve bu sebeple görevden alındıklarını ifade etmiş olsa da bu eylemin, emir komuta zinciri altında yapılan bir eylem olduğu açıktır.
Çünkü Bahçeli “Davete icabet edilmiştir” diyerek eylemin kendi bilgileri dahilinde gerçekleştirildiğini zaten baştan kabul etmiştir.
Örgütün emir-komuta zinciri altında çalıştığının bariz göstergelerinden birisi de iddiaya göre; teşkilat mensuplarına “Ozan Arif’in cenaze törenine iştirak edilmeyecek” şeklinde talimat verilmesidir.
*
Varmak istediğimiz netice şudur: Ülkücülük, yarım asırdır MHP ile özdeşleşmiş militarist (askeri disiplin içinde hareket eder) yapıdaki bir gençlik hareketidir.
Bunu, teşkilatın şimdiki başkanının sürekli olarak askeri bir disiplin içinde ve sanki yakın korumasıymış gibicesine Sayın Bahçeli’nin yanı başında olmasından da anlamak mümkündür.
Bu anlamda “Ülkücülük MHP’de yapılır” diyenler kesinlikle haklıdırlar!
Bu bakımdan bize göre; hem MHP dışında kalıp, hem de Ülkücülük taslamak, isabetli değildir.
MHP dışında kalıp “Ülkücüyüm” diyen insanlar, Türk Milliyetçisidirler ama kesinlikle Ülkücü değildirler!
Yine tekrar etmiş olalım ki; Ülkücülük bir kurumsal kimliktir ve bu sebeple kurum mensubiyetini gerektirmekle Ülkü Ocaklarına üye olmayı zorunlu kılmaktadır.
Öte yandan MHP’den ve Ülkü Ocakları’ndan ayrılmak, ayıp, günah ve davaya ihanet değildir.
Hele hele Türklükten çıkma anlamına hiç gelmez.
Ülkücülerin davası nedir ki; Ülkü Ocaklarından ayrılmak davaya ihanet olsun?
Netice de onlar da Türk Milleti’nin menfaatlerini her şeyin üstünde görüyor ve payidar olmasını istiyorlar, Türk Milliyetçileri de.
Zaten 9 Işık Doktrini’ndeki tanımlarına bakılırsa Milliyetçilik umdesiyle Ülkücülük umdesi aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir.
Milliyetçilik; “Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.” şeklinde tanımlanırken; Ülkücülük “Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.” şeklinde tanımlanmıştır(4).
Bu sebeple MHP ve Ülkü Ocakları’ndan ayrılmakla, sanki günah işlemiş, davaya ihanet etmiş ya da daha açık bir tabirle söyleyecek olursak, sanki soysuzlaşmış durumuna düşmüş olmamak için hâlâ Ülkücü kimliğini ısrarla ön plana çıkarmaya çalışmak ve bu konuda MHP’lilerle ve Ülkü Ocakları üyeleriyle tartışmaya girmek, onlarla milliyetçilik yarışı yapmak, hatta işi hakaret ve küfürleşmelere vardırmak, sadece kendilerine ve Türk Milliyetçiliğine zarar vermektedir.
Türk Milliyetçiliği gibi geniş ve kapsamlı bir kavram varken, kendinizi neden Ülkücülük gibi daha dar kapsamlı ve sürekli MHP ile birlikte anılan bir kavramın içine sıkıştırmaya çalışıyorsunuz ki?
Bize göre; MHP dışında olup da “Ülkücüyüm” diyenlerin gözü hâlâ MHP’de demektir.
Bahçeli’den şahsen bir davet alsalar koşa koşa gideceklerinden emin olabilirsiniz; esasen gidiyorlar da.
Son cümle olarak şunu söyleyelim; Ülkücülük, uygulamada, bağlamından koparılarak ve tanımı dışına çıkılarak belli bir gruba hasredilmekle ötekileştirici, daraltıcı, tefrik edici bir enstrüman olarak kullanılmaktadır.
Türk Milliyetçiliği ise birleştirici, bütünleştirici, toplayıcı bir kavramdır.
Bu anlamda Türk Milliyetçiliği, Ulusalcılığı ve Milliliği de içine alan şemsiye bir kavramdır. Çünkü bizatihi Türklük, birçok alt kimliği içinde barındıran bir üst kimlik ve şemsiye kavramdır..
Aslına bakılırsa Ülkücülük, içinde din unsurunu, daha açıkçası İslami öğeleri de barındırdığı için doğal olarak daraltıcı bir kavramdır.
Zaman zaman kullanılan “Türk-İslam Ülküsü” tabiri her şeyi anlatıyor aslında ve Merhum Türkeş bu kabulü, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ız” sözüyle formüle etmiştir bir anlamda.
Kaynaklar da zaten Ülkücülük ideolojisinin, Seyyid Ahmet Arvasi ve Dündar Taşer gibi ideologların girişimleriyle “Türk-İslam Ülküsü” şeklini aldığını ve hatta Sünni-Hanefi İslam söylemleriyle Anadolu’dan geniş katılımlar sağlandığını söylüyorlar(5).
“Kanımız aksa da zafer İslam’ın” şeklinde söylenen klişe de zaten bu anlayışın tezahüründen başka bir şey değildir.
Oysa dünyada İslamiyet dışındaki semavi ve dünyevi dinlere mensup, hatta dinsiz Türkler de vardır ki; Türk Milliyetçiliği bu Türkleri de içine alan geniş kapsamlı bir kavramdır…

20 Şubat 2019


1-https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/son-dakika-ulku-ocaklarinda-ozan-arif-istifasi-3554051/
2-https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bir-devrimcinin-gozunden-ozan-arif-yorumu-223710h.htm
3- & internet adreslerinden özetlenerek aktarılmıştır
4-https://turanbozkurt.wordpress.com/9-isik-doktrini/
5-3 nolu dipnot.

Exit mobile version