ULUSLARARASI MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI VE TÜRKİYE

55. Uluslararası Münih Güvenlik Konferansı, "Diyalog ile Barış" başlığında, 15-17 Şubat'ta onlarca devlet ve hükümet yetkilisini bir araya getirdi.
Konferans, II.Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen barış düzeninin, küresel güvenliğin ve küresel liberal düzenin olağanüstü tehlike altında olduğu düşünülen şu sırada düzenlendi.  
1963'de Uluslararası Savunma Buluşmaları adıyla başlayan Konferans, katı olan her şeyin hızla buharlaştığı  küresel liberal dünyada,
Ortak diplomatik dil ve üst aklı  oluşturmak: Küresel sermayenin bütünsel çıkarları lehine farklıkları regule etmek: Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın görünürlüğünü 
sağlamayı amaçlıyor.   
 
*
Konferans ABD, Rusya ve Çin arasında artan güç mücadelesi: Dünya dengelerini hızla değiştiren ticaret savaşları : Brexit : Suriye iç savaş: İran nükleer krizi gibi,
Güncel dış politika konularında önemli ikili görüşmelere ve toplantılara sahne oluyor.
Ele alınan Suriye'deki gelişmeler: Türkiye ile ABD arasında Suriye nedeniyle yaşanan gerilimler: Türkiye'nin ABD ve Rusya ile son günlerde yürüttüğü görüşmeler:
Son zamanda Ankara'nın dış politika ve güvenlik konularında Batılı müttefiklerinden farklılaşan adımları  başlıkları ise Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. 
Yalnızca Suriye'nin kuzeyindeki PYD varlığı konusunda değil, İran'a yeni yaptırımlar, Venezuela gibi konularda da Trump yönetimiyle ters düşen Ankara'nın,
Rusya'dan S400 füze savunma sistemi almadaki ısrarı en hararetli tartışma konuları arasındadır... 
 
*
Katılımcılar Ankara'nın atacağı adımlara dair daha net bilgiler edinebilmeyi umut ediyor.
Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger, "Ankara'nın bazı kararlarıyla sorunumuz var diye Türkiye'nin suratına kapıyı kapatmak stratejik olarak hata olur” uyarısında bulunuyor. 
Şimdi Trump yönetiminin Rusya, Çin, İran ve Suriye konularındaki mesajları, önümüzdeki günlerde ne gibi adımların atılacağına bir işaret sayılırken,    
Dünya siyasetindeki büyük güçlerin artan rekabetinde Türkiye gibi birçok ülke politikalarını yeniden gözden geçirmeye yönelecektir.  *
Nitekim Mayıs 2017'de Başkan D.Trump'ın, Riyad'ta Kral Abdülaziz ve 33 Sünni Arap ülkesi ile yaptığı görüşmede;
Hem İran'ı hedef alan bir Ortadoğu politikasınin izlenmesi,   
Hem İslami cihad terörizmi ile mücadele için Müslüman Kardeşler örgütünün  İslamcı Cihad ideolojisi ve bu ideolojiden üreyen her türlü İslamcı terörle ortak mücadelede, 
Hem de  Mısır/ El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde İslam'ın doğru öğretilerini yayma konusunda odak olması kararlarının,   
Mısır'daki mümessili Cumhurbaşkanı Abdül-Fetih el-Sisi'nin açıklamaları Münih Güvenlik Konferansı gündemine damga vuruyor...
 
*
Sisi, gerekli reform adımlarını attıklarını bu yolla hem Mısır'ın hem Arap dünyasının hem de tüm dünyanın güvenliğine katkı sunmayı hedeflediklerini söylüyor.
"Müslüman bir ülke lideri olarak ilk kez bu kadar net konuşuyorum. İslami retorik sorununun var olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız.
Çünkü dini retorikte reforma gidilmemesi hem Müslüman ülkelerde hem tüm dünyada acıların kaynağını oluşturuyor. 
Son yıllarda radikal ideolojinin tüm dünyadaki istikrar ve güvenliğe oluşturduğu etkiyi gördüğünüzü düşünüyorum" diyor.... 
 
*
Belli ki Sisi, ülke ismi vermeden yaptığı sert eleştirilerinde Türkiye'yi muhatap alıyor...
Çünkü Türkiye, mesela Osmanlı'nın eski toprağı Suriye'nin toprak bütünlüğünün bölgedeki nufusunun artmasıyla sağlanabileceği, 
Bunun için bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşınması ve yeni bir demografik yapı oluşturulması gereğinden hareketle, 
Suriye'nin kuzeyinde ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturma çabasındadır.  
Türkiye bu senaryosuyla  Kuzey Kıbrıs'ı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne dönüştürdüğü gibi, Cerablus ve Afrin'de askeri müdahaleleri ve İdlib'te de-eskalasyon bölgesi sorumluluğu göreviyle;
Kuzey Suriye'yi de askeri, ekonomik ve politik olarak kendine bağlamayı hedefliyor.
 
*
Erdoğan'ın "Türkiye, mevcut fiziki sınırlarından ibaret bir ülke değildir. Türk milletini de bu sınırlar içinde yaşayanlardan ibaret göremeyiz. 
Bu ülkenin ve milletin gerisinde koskoca bir medeniyet, koskoca bir tarih, koskoca bir birikim vardır.
Ülkemizin sınırları başkadır ama gönlümüzün sınırları bambaşkadır.  
Türkiye'nin bu onurlu ve kapsamlı politikası, birilerini rahatsız ediyor.
Ülkemizin üzerine bu kadar çok gelinmesinin sebebi işte budur.
Yaptığımız sınır ötesi operasyonlarımızla bu projeyi akamete uğrattık.
Şimdi ekonomi üzerinden bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar"  ifadesi;
Türkiye'nin Suriye ile ilgili askeri, ekonomik ve politik görüşünü belirliyor.
Erdoğan'ın işbu radikal ideolojisi tüm dünyada istikrar ve güvenliğe tehlike oluşturuyor.
 
*
Bu hedefi doğrultusunda Erdoğan şimdi, 
" Bundan sonra üzerinde durmamız gereken 1998 yılındaki Adana Mutabakatı’dır.
Türkiye ve Suriye  arasında terörizmle mücadele konusunda imzalanan anlaşmada, teröristlerle mücadelede onları gereken yere kovalama maddesi vardır" diyor...  
 
*
Halbuki köprünün altından çok sular akmıştır.
Şam,  Erdoğan'ın Adana Mutabakatını Suriye'ye yeni askeri müdahaleler yapmak için fırsata dönüştürmeyi denediğini bilmektedir. 
Nitekim  Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı "Adana Mutabakatı" konusunda;
Suriye'nin tüm şekilleriyle terörle mücadeleyle ilgili iki devlet arasındaki tüm anlaşmalara hâla tam olarak bağlı olduğuna,
Ancak Türkiye'nin 2011'den beri bu anlaşmayı ihlal ettiğini ve ihlal etmeye devam ettiğine, 
Türkiye'nin Suriye ve halkına karşı teröre her türlü desteği temin edip finanse ettiğini, güvenli geçit ve barınak temin ettiğini vurguluyor.
Son olarak Türkiye'nin kendine tabi teröristler aracılığı ile Suriye topraklarını da işgal ettiğine, TSK'nın da  Suriye topraklarını  işgal ettiğine işaret ediyor.
Türkiye rejiminin teröre her türlü desteğini kesmesi, Suriye topraklarında bulunan askeri güçlerinin tamamını geri çekmesiyle,
Ancak Adana Mutabakatının herhangi bir şekilde yeniden etkinleştirilebileceği açıklanıyor. *
Münih Güvenlik  Konferansı sürerken bir diğer açıklama Washington'dan  Başkan D.Trump'tan geliyor.
Trump, "İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Avrupalı müttefiklerden Suriye'de yakaladığımız 800 IŞİD militanını teslim alarak yargılamasını istiyoruz "diyor..
Çünkü BM teşkilatı; Suriye İç Savaşı siyasi çözümün hukuki yapısını oluşturmaya yönelik "muhalif-terörist" ayrımını keskin bir şekilde yapma mesaisinde sona gelmiştir. 
BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu, tüm taraflarca Suriye'de  işlenen Savaş Suçları'yla ilgili raporunu  yayınlamıştır.
Her tür zulüm, teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeler, Suriye'de insani durumu ahlaksız ticarete dönüştürenler belgelenmiştir... 
Dava dosyaları hazırlanmış,  mahkemelerin bu dosyaları yargılamak için evrensel yargı yetkisini kullanabilecekleri, 
Ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mevcut bir organa ya da  Suriye için yeni bir mahkemeye yetki verilebileceği açıklanmıştır...
 
*
Bu senaryoda Fransa'nın planına göre; 
Fransa, Paris'te bir temsilciliği olan Rojava'yı ;
Suriye Arap Cumhuriyetinin yargı kararlarını Suriye topraklarındaki tek meşru karar olarak kabul eden Fransız-Suriye Anlaşması'nı,
Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'yi,  
Fransız Anayasa'sını ihlal etmek pahasına geleceğin Suriye Federasyonunda özerk bir devlet olarak tanıyacaktır. 
 
*
Rojava'nın özerk bir devlet olarak tanınmasından sonra kurulacak ve evrensel yargı yetkisini kullanacak bir mahkemede Avrupalı İŞİD militanları yargılanacak,
Onların temsil ettiği ülkelerin Suriye'ye karşı oynadığı askeri role ilişkin tanıklıkları silinirken,
İlgili Rojava Mahkemesi BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı dava dosyalarını,
Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mevcut bir organa ya da  Suriye'de başka bir mahkemeye aktararak militanların yargılanmasına yetki verecektir. 
 
*
Bu 55. Münih Güvenlik Konferansı'nın,
Türkiye ile ABD arasında Suriye nedeniyle yaşanan gerilimler, Suriye Savaşı'nin siyasi çözümü ve İslamcı ideoloji ile mücadelede, 
Oluşturduğu ve yürürlüğe koyduğu ortak diplomatik dil ve üst akıldır.
 
*
Böyleyse Erdoğan Türkiye'si pusudadır.
Erdoğan düşsün de, Türk Halkı'nın ne günahı vardır? 
 
18.2.2019 - ahmet kilicaslan aytar
55. Uluslararası Münih Güvenlik Konferansı, “Diyalog ile Barış” başlığında, 15-17 Şubat’ta onlarca devlet ve hükümet yetkilisini bir araya getirdi.
Konferans, II.Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen barış düzeninin, küresel güvenliğin ve küresel liberal düzenin olağanüstü tehlike altında olduğu düşünülen şu sırada düzenlendi.  
1963’de Uluslararası Savunma Buluşmaları adıyla başlayan Konferans, katı olan her şeyin hızla buharlaştığı  küresel liberal dünyada,
Ortak diplomatik dil ve üst aklı  oluşturmak: Küresel sermayenin bütünsel çıkarları lehine farklıkları regule etmek: Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın görünürlüğünü 
sağlamayı amaçlıyor.   
 
*
Konferans ABD, Rusya ve Çin arasında artan güç mücadelesi: Dünya dengelerini hızla değiştiren ticaret savaşları : Brexit : Suriye iç savaş: İran nükleer krizi gibi,
Güncel dış politika konularında önemli ikili görüşmelere ve toplantılara sahne oluyor.
Ele alınan Suriye’deki gelişmeler: Türkiye ile ABD arasında Suriye nedeniyle yaşanan gerilimler: Türkiye’nin ABD ve Rusya ile son günlerde yürüttüğü görüşmeler:
Son zamanda Ankara’nın dış politika ve güvenlik konularında Batılı müttefiklerinden farklılaşan adımları  başlıkları ise Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor. 
Yalnızca Suriye’nin kuzeyindeki PYD varlığı konusunda değil, İran’a yeni yaptırımlar, Venezuela gibi konularda da Trump yönetimiyle ters düşen Ankara’nın,
Rusya’dan S400 füze savunma sistemi almadaki ısrarı en hararetli tartışma konuları arasındadır… 
 
*
Katılımcılar Ankara’nın atacağı adımlara dair daha net bilgiler edinebilmeyi umut ediyor.
Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger, “Ankara’nın bazı kararlarıyla sorunumuz var diye Türkiye’nin suratına kapıyı kapatmak stratejik olarak hata olur” uyarısında bulunuyor. 
Şimdi Trump yönetiminin Rusya, Çin, İran ve Suriye konularındaki mesajları, önümüzdeki günlerde ne gibi adımların atılacağına bir işaret sayılırken,    
Dünya siyasetindeki büyük güçlerin artan rekabetinde Türkiye gibi birçok ülke politikalarını yeniden gözden geçirmeye yönelecektir.
 *
Nitekim Mayıs 2017’de Başkan D.Trump’ın, Riyad’ta Kral Abdülaziz ve 33 Sünni Arap ülkesi ile yaptığı görüşmede;
Hem İran’ı hedef alan bir Ortadoğu politikasınin izlenmesi,   
Hem İslami cihad terörizmi ile mücadele için Müslüman Kardeşler örgütünün  İslamcı Cihad ideolojisi ve bu ideolojiden üreyen her türlü İslamcı terörle ortak mücadelede, 
Hem de  Mısır/ El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde İslam’ın doğru öğretilerini yayma konusunda odak olması kararlarının,   
Mısır’daki mümessili Cumhurbaşkanı Abdül-Fetih el-Sisi’nin açıklamaları Münih Güvenlik Konferansı gündemine damga vuruyor…
 
*
Sisi, gerekli reform adımlarını attıklarını bu yolla hem Mısır’ın hem Arap dünyasının hem de tüm dünyanın güvenliğine katkı sunmayı hedeflediklerini söylüyor.
“Müslüman bir ülke lideri olarak ilk kez bu kadar net konuşuyorum. İslami retorik sorununun var olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız.
Çünkü dini retorikte reforma gidilmemesi hem Müslüman ülkelerde hem tüm dünyada acıların kaynağını oluşturuyor. 
Son yıllarda radikal ideolojinin tüm dünyadaki istikrar ve güvenliğe oluşturduğu etkiyi gördüğünüzü düşünüyorum” diyor…. 
 
*
Belli ki Sisi, ülke ismi vermeden yaptığı sert eleştirilerinde Türkiye’yi muhatap alıyor…
Çünkü Türkiye, mesela Osmanlı’nın eski toprağı Suriye’nin toprak bütünlüğünün bölgedeki nufusunun artmasıyla sağlanabileceği, 
Bunun için bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşınması ve yeni bir demografik yapı oluşturulması gereğinden hareketle, 
Suriye’nin kuzeyinde ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturma çabasındadır.  
Türkiye bu senaryosuyla  Kuzey Kıbrıs’ı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne dönüştürdüğü gibi, Cerablus ve Afrin’de askeri müdahaleleri ve İdlib’te de-eskalasyon bölgesi sorumluluğu göreviyle;
Kuzey Suriye’yi de askeri, ekonomik ve politik olarak kendine bağlamayı hedefliyor.
 
*
Erdoğan’ın “Türkiye, mevcut fiziki sınırlarından ibaret bir ülke değildir. Türk milletini de bu sınırlar içinde yaşayanlardan ibaret göremeyiz. 
Bu ülkenin ve milletin gerisinde koskoca bir medeniyet, koskoca bir tarih, koskoca bir birikim vardır.
Ülkemizin sınırları başkadır ama gönlümüzün sınırları bambaşkadır.  
Türkiye’nin bu onurlu ve kapsamlı politikası, birilerini rahatsız ediyor.
Ülkemizin üzerine bu kadar çok gelinmesinin sebebi işte budur.
Yaptığımız sınır ötesi operasyonlarımızla bu projeyi akamete uğrattık.
Şimdi ekonomi üzerinden bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar”  ifadesi;
Türkiye’nin Suriye ile ilgili askeri, ekonomik ve politik görüşünü belirliyor.
Erdoğan’ın işbu radikal ideolojisi tüm dünyada istikrar ve güvenliğe tehlike oluşturuyor.
 
*
Bu hedefi doğrultusunda Erdoğan şimdi, 
” Bundan sonra üzerinde durmamız gereken 1998 yılındaki Adana Mutabakatı’dır.
Türkiye ve Suriye  arasında terörizmle mücadele konusunda imzalanan anlaşmada, teröristlerle mücadelede onları gereken yere kovalama maddesi vardır” diyor…  
 
*
Halbuki köprünün altından çok sular akmıştır.
Şam,  Erdoğan’ın Adana Mutabakatını Suriye’ye yeni askeri müdahaleler yapmak için fırsata dönüştürmeyi denediğini bilmektedir. 
Nitekim  Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı “Adana Mutabakatı” konusunda;
Suriye’nin tüm şekilleriyle terörle mücadeleyle ilgili iki devlet arasındaki tüm anlaşmalara hâla tam olarak bağlı olduğuna,
Ancak Türkiye’nin 2011’den beri bu anlaşmayı ihlal ettiğini ve ihlal etmeye devam ettiğine, 
Türkiye’nin Suriye ve halkına karşı teröre her türlü desteği temin edip finanse ettiğini, güvenli geçit ve barınak temin ettiğini vurguluyor.
Son olarak Türkiye’nin kendine tabi teröristler aracılığı ile Suriye topraklarını da işgal ettiğine, TSK’nın da  Suriye topraklarını  işgal ettiğine işaret ediyor.
Türkiye rejiminin teröre her türlü desteğini kesmesi, Suriye topraklarında bulunan askeri güçlerinin tamamını geri çekmesiyle,
Ancak Adana Mutabakatının herhangi bir şekilde yeniden etkinleştirilebileceği açıklanıyor.
*
Münih Güvenlik  Konferansı sürerken bir diğer açıklama Washington’dan  Başkan D.Trump’tan geliyor.
Trump, “İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Avrupalı müttefiklerden Suriye’de yakaladığımız 800 IŞİD militanını teslim alarak yargılamasını istiyoruz “diyor..
Çünkü BM teşkilatı; Suriye İç Savaşı siyasi çözümün hukuki yapısını oluşturmaya yönelik “muhalif-terörist” ayrımını keskin bir şekilde yapma mesaisinde sona gelmiştir. 
BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu, tüm taraflarca Suriye’de  işlenen Savaş Suçları’yla ilgili raporunu  yayınlamıştır.
Her tür zulüm, teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeler, Suriye’de insani durumu ahlaksız ticarete dönüştürenler belgelenmiştir… 
Dava dosyaları hazırlanmış,  mahkemelerin bu dosyaları yargılamak için evrensel yargı yetkisini kullanabilecekleri, 
Ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mevcut bir organa ya da  Suriye için yeni bir mahkemeye yetki verilebileceği açıklanmıştır…
 
*
Bu senaryoda Fransa’nın planına göre; 
Fransa, Paris’te bir temsilciliği olan Rojava’yı ;
Suriye Arap Cumhuriyetinin yargı kararlarını Suriye topraklarındaki tek meşru karar olarak kabul eden Fransız-Suriye Anlaşması’nı,
Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’yi,  
Fransız Anayasa’sını ihlal etmek pahasına geleceğin Suriye Federasyonunda özerk bir devlet olarak tanıyacaktır. 
 
*
Rojava’nın özerk bir devlet olarak tanınmasından sonra kurulacak ve evrensel yargı yetkisini kullanacak bir mahkemede Avrupalı İŞİD militanları yargılanacak,
Onların temsil ettiği ülkelerin Suriye’ye karşı oynadığı askeri role ilişkin tanıklıkları silinirken,
İlgili Rojava Mahkemesi BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı dava dosyalarını,
Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mevcut bir organa ya da  Suriye’de başka bir mahkemeye aktararak militanların yargılanmasına yetki verecektir. 
 
*
Bu 55. Münih Güvenlik Konferansı’nın,
Türkiye ile ABD arasında Suriye nedeniyle yaşanan gerilimler, Suriye Savaşı’nin siyasi çözümü ve İslamcı ideoloji ile mücadelede, 
Oluşturduğu ve yürürlüğe koyduğu ortak diplomatik dil ve üst akıldır.
 
*
Böyleyse Erdoğan Türkiye’si pusudadır.
Erdoğan düşsün de, Türk Halkı’nın ne günahı vardır? 
 
18.2.2019

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir