Kanun Benim…

Türkiye’de orman yasaları yürürlükte. Hem de yabanıl orman yasaları. - A.Eralp

Türkiye’de orman yasaları yürürlükte. Hem de yabanıl orman yasaları. - A.Eralp 1

Türkiye’de orman yasaları yürürlükte. Hem de yabanıl orman yasaları.

Gücü yeten gücü yetene.

Sömüren sömürene. Çalan çalana, çırpan çırpana…

Köşe başlarını tutan, varlıklı, bileği güçlü, iktidar destekli bazı kimseler istediğini alıyor, istediğini satıyor, dilediğini gerçekleştiriyor.

Su akarken testiyi doldurmaya çalışıyor.

Çoluğuna, çocuğuna, torununa, yedi sülalesine yetecek servet ediniyor.

Mal-mülk, zenginlik, kişisel çıkar söz konusu olunca bu insanlar ne yasa tanıyor ne hukuk… Ne ulusal varlık tanıyor ne vatan…

Ağaçları, suları, kuşları, börtü böceği, bebeleri, insanları, yani tüm Türkiye’yi bir kalemde silip atıyor. “Tümünün de canı cehenneme…  Kanun benim… Dilediğimi yaparım… Kimse bana engel olamaz” diyor.

Madenciliğe soyunan,  bina dikmek isteyen, alıyor baltayı eline, vuruyor beline beline yüz yıllık ağaçların… Çöle çeviriyor güzelim doğayı.

Bazı ormanların kuşbakışı resimlerini çekmişler, geçenlerde gazetelerde gördüm.

Zümrüt alanların ortasında, yeşilliği yok edilmiş beyaz toprak parçaları, güzellikler içerisinde bir yara, yama gibi duruyor. Gökdelenler yapacaklar…

Buralarda “vahşi orman yasası” uygulanarak orman katliamı gerçekleştirilmiş.

Yeryüzünün akciğerleri kesilmiş, biçilmiş, yok edilmiş… Yasa falan dinleyen yok…

Evrensel olması gereken hukuk ülkemizde, ayrıcalıklı kişiler, çevreler, kuruluşlar karşısında özelleşti. Kişiselleşti.

Toplumun hukuku olmaktan çıktı. Ne yazık ki bugün ülkemizde hukukun egemenliği değil, egemenlerin hukuku geçerlidir.

Hak, hukuk, hak getire…

Toplum değişiyor artık. Hem de hızla değişiyor. Türkiye, eski Türkiye değil.  Yoz Batı kültürüyle,  çağ dışı ümmet kültürü yan yana, koyun koyuna yaşamakta…

Bir yanda görkemli arabalar, katlar, yatlar, saraylar; öte yanda giyimiyle, kuşamıyla, yaşantısıyla Ortadoğu’nun Arap ülkelerine benzeyen mahalleler, caddeler, sokaklar… Bir de ülkenin üstüne kara bulutlar gibi çöken Suriyeli mülteciler…

Yılbaşında, Taksim Meydanında ÖSO bayrakları ile gösteri yapıp, sloganlar atıyorlar. Onlara da kanun bişey yapamıyor.

Cumhuriyet kurumlarını birer birer elden çıkarıyorlar. Ne ağır sanayi kaldı, ne hafif sanayi.  Miras yediler gibi harcıyorlar. Yine de iki yakaları bir araya gelmiyor.

Ülkenin geleceği için tek çivi çakmadılar. Tek kuruş harcamadılar. Türbanla yatıp, sadaka ile kalktılar. Fabrika yerine aş evleri açtılar.

Peki, sonuç? Sonuç ortada: Üretim yok. İş yok.

Şimdiye dek bu ülkede böyle bir düzen, böyle bir adalet sistemi görülmedi. Yaşanmadı.

Yargı tarafsızlığını yitirdi…

Savcıların, yargıçların büyük çoğunluğu devlet büyükleri “Ne diyecek, ne emredecek, bizden ne isteyecek” diye onların gözlerinin içine bakıyorlar. Emirlerini bekliyorlar…

Emir demiri, emir adaleti kesiyor…

Yukarıdan gelen bir hukuki yönlendirme, bir özel hukuki istek, hemen savcılar tarafından uygulama alanına konuluyor…

Geçersiz 2,5 milyon mühürsüz zarfın ve oy pusulasının nasıl geçerli hale getirilip, seçim sonuçlarını değiştirdiğini henüz unutmadık…

O zaman bu kanunsuzluğu muhalefet de dernekler de sendikalar da seyredip, kabullenmişlerdi.

Geçenlerde de YSK Başkanı ile 5 üyenin görev süresini bir yıl uzattılar. Bu anayasaya göre suçtur. Çünkü yasa değişikliği “seçim yasası” kapsamındadır ve UYGULANAMAZ.

Anayasanın 67.nci maddesinin son fıkrasında hüküm açıktır:

“Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.”

Ama bu değişiklik 3 ay sonra belediye seçimlerinde uygulanacak…

Anayasa, yasa ne derse desin, onlar bildiklerini okuyorlar. “Kanun benim!” diyorlar.

Örneğin Anayasanın 94. Maddesinde şu hüküm var:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine, görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamaz.”

Burada yasanın açık ve kesin hükmüne göre TBMM başkanı bir siyasi partinin veya parti grubunun meclis içinde ve dışındaki faaliyetlerine katılamaz” deniliyor.

Ama dinleyen kim? TBMM Başkanı şimdi görevinden istifa etmeden, belediye başkanlığına soyundu. Her yerde onu “Meclis Başkanım” diye karşılıyorlar,  “Hoş geldiniz Meclis Başkanım” diyorlar…

Başkan, devletin tüm olanaklarından yararlanıyor… Ne dersiniz? Böyle bir seçime “Adil, adaletli seçim” diyebilir miyiz?

([email protected])


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir