Sizin İslam’da Hoşgörü Yoktur…

1970'li yılların sonunda Çankırı İmam-Hatip Lisesi'nde öğrenci iken Mehmet Kesiktaş isimli bir Biyoloji Öğretmenimiz vardı. Kendisinin İstanbul Kabataş Erkek Lisesi'nden isteği dışında ve zorunlu olarak Çankırı'ya geldiğini söylerdi hep. Kabataş Lisesi'nde öğretmenlik yapmakla birinci sınıf bir öğretmen olduğunu ima eder İmam-Hatip Lisesi gibi bir okula gönderilmeyi kendisi için bir tür tenzili terfi ve zül kabul ederdi. Urfalıydı ve yüzünde derin Şark Çıbanı izleri vardı. - balta

1970'li yılların sonunda Çankırı İmam-Hatip Lisesi'nde öğrenci iken Mehmet Kesiktaş isimli bir Biyoloji Öğretmenimiz vardı. Kendisinin İstanbul Kabataş Erkek Lisesi'nden isteği dışında ve zorunlu olarak Çankırı'ya geldiğini söylerdi hep. Kabataş Lisesi'nde öğretmenlik yapmakla birinci sınıf bir öğretmen olduğunu ima eder İmam-Hatip Lisesi gibi bir okula gönderilmeyi kendisi için bir tür tenzili terfi ve zül kabul ederdi. Urfalıydı ve yüzünde derin Şark Çıbanı izleri vardı. - balta

1970’li yılların sonunda Çankırı İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenci iken Mehmet Kesiktaş isimli bir Biyoloji Öğretmenimiz vardı. Kendisinin İstanbul Kabataş Erkek Lisesi’nden isteği dışında ve zorunlu olarak Çankırı’ya geldiğini söylerdi hep. Kabataş Lisesi’nde öğretmenlik yapmakla birinci sınıf bir öğretmen olduğunu ima eder İmam-Hatip Lisesi gibi bir okula gönderilmeyi kendisi için bir tür tenzili terfi ve zül kabul ederdi. Urfalıydı ve yüzünde derin Şark Çıbanı izleri vardı.

Eşi olan hanımefendi bir Öğretmen Albaydı öğretmenimizin. Eşinin tayini o sırada Çankırı’da faaliyette bulunan Astsubay Hazırlama Okulu’na çıktığı için öğretmenimiz de eşinin peşinden Çankırı’ya gelmiş ve bizim okulda ders vermeye başlamıştı özetle.

Gerçekten de kaliteli bir öğretmendi ve en az bir doktor kadar biyoloji bilgisi vardı. Öğretmenimizin bundan yaklaşık 40 sene önce, insanda hastalık yapan parazitleri sayarken, sınıfta yüksek sesle tekrarladığı “Tenya Solyum, Tenya Sacinata ve Plazmodyum Malarya” şeklindeki anlatışı hâlâ kulaklarımda çınlamaktadır. Notlarım çok yüksek olduğu ve beni de çok sevdiği halde, şeytana uyup yazılı imtihanda kuşların sindirim sisteminin şeklini kopya çekerken öğretmenime yakalandığımda duyduğum mahcubiyeti hâlâ unutamam. Yaşıyorsa kendisine sağlıklı ömürler, öldüyse rahmetler dilerim.

Ben Sizin Dininizden Değilim!

Dönem okullarda kavga ve dövüşün eksik olmadığı dönemdi ve bizim okul da ister istemez bundan etkilenmiş, Ülkücüler-Akıncılar ve Otlar olarak en az üçe bölünmüştü. Nereden icap etti bilmiyorum, Öğretmenimiz bir gün biyoloji dersinde yüksek sesle sınıfa sordu:
-“Arkadaşlar sigara içmenin dini hükmü nedir?”
Bizim akıncılar neredeyse koro halinde cevap verdiler:
-“Haram hocam, haram!”
Mehmet Kesiktaş onlara şu karşılığı verdi:
-“Arkadaşlar, kimse kusura bakmasın. Ancak ben sizin dininizden değilim. Ben Allah’ın Hz. Muhammed’e indirdiği İslam Dini’ne inanıyorum ve benim dinimde göre sigara haram değildir. Belki mekruhtur ama asla haram değildir…”

Bugün hem toplumdaki din algısının çeşitliliğini hem de sigaraya karşı verilen mücadeleyi ve Türk Tütün üreticisini yok edecek derecede getirilen yasak ve sınırlamaları gördükçe hep kırk sene önce Biyoloji Öğretmenimiz Mehmet Kesiktaş’ın bu çıkışı gelir aklıma. Yanlış anlaşılmasın; ben sigara içmeyen bir vatandaş olarak sigara yasağını destekliyorum. Ancak ben, aynı zamanda en azından Türkiye’deki sigara tüketimini karşılayacak miktarda tütün üretimine destek verilmesini de savunuyorum. Zira bu ülke yabancı tütün kartellerinin ve kaçak sigara baronlarının oyun alanı haline gelmiş bulunmaktadır. Ülkemizi bu rezaletten bir an önce kurtarmak gerekiyor…

Sizin İslam’da Hoşgörü Yoktur!

İki önceki “EURO 2024 Dinsel Hoşgörüye Verilmiştir!” başlıklı yazımızda; Köln Merkez Camii’nin ibadete açılmasından ve 2016 tarihli bir haberde Almanya’da 3000 civarında irili ufaklı cami ve mescid bulunduğu bilgisinden hareketle şöyle demiştik: “bunlar Almanya’daki dinsel hoşgörünün karineleridir”.

Devamla söyleyelim ki; Türk medyasında abartılarak verilen ve Avrupa’daki camilere yönelik “domuz başı atmak” veya “molotof kokteyli fırlatmak” şeklinde cereyan eden birkaç münferit ırkçı saldırıyı bir yana bırakırsak, başta Almanya olmak üzere, Avrupa ülkelerindeki dinsel hoşgörü ülkemizden kat be kat ileri boyuttadır. En başta, coğrafya olarak Almanya’dan geniş, nüfus olarak hemen hemen Almanya’ya denk olan Türkiye’de faal durumda 3000 kilisenin bulunduğunu hiç sanmıyoruz. Eski eser niteliğinde olanlar dışında bulunanlar da muhtemelen apartman dairesi şeklinde kiliselerdir. Şehirlerimizin merkezi yerlerine başlı başına kilise olarak yeni inşa edilen bir yapı var mı şahsen ben bilmiyorum. Gerçi bunu arzu eden bir vatandaş da değilim.

Okumaya devam et  Türklük Utanılacak Bir Haslet midir?

Ancak bakın, Avrupa’daki veya dünyanın öbür ucunda olan ABD ve Avustralya’daki Müslümanlar, hassaten Türkler, bulundukları ülkelerde gürül gürül cami ve mescid yapıyorlar! Bunların bir kısmının Mülkiyeti de Türkiye’deki kurumlara ait; mesela 2016 yılında ABD’nin Washington eyaletinde açılan Türk-İslam Kültür Merkezi’nin mülkiyeti Türkiye Diyanet Vakfı’na aittir. Mülkiyeti adı geçen vakfa ait olmak üzere; Avustralya’dan tutun Almanya’ya varıncaya kadar pek çok cami ve kültür merkezi bulunuyor bugün.

İslami hoşgörü adına üzücü olan ve üç beş gün gün önce sosyal medyada yaşadığım şu küçük hadiseyi aktarmak isterim:

“Köln Merkez Camii”nin ibadete açılış haberini duyunca şöyle düşündüm; acaba Türkiye’de Almanya Başbakanı ve Papa’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda Hıristiyan’ın katıldığı törenle bir Kilise açılışı yapılsa bizim tavrımız ne olurdu? Bu sorunun cevabını bulmak için, ayrıca biraz espri, biraz muziplik ve biraz da yoklama çekmek adına uydurma bir paylaşımda bulunmak istedim. Bu sebeple düşündüm ve Türkiye’de Köln’e denk gelecek şehrin ancak Konya olabileceği kanaatine vararak şöyle bir uydurma paylaşımda bulundum:

“Konrad Adenauer Vakfı tarafından Konya’nın merkez Meram ilçesinde inşa edilen St.Simon Katolik kilisesi, bugün Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Papa Francis’in katıldığı törenle ibadete açıldı. Papa Francis’in yönetmiş olduğu açılış ayininde ilahiler ve İncil’den pasajlar okundu. Törene Konya’da yaşayan çok sayıda Alman kökenli Türk vatandaşı ve Almanya’dan gelen Alman vatandaşları katıldı!!!”

Açık söylemek gerekirse tahmin ettiğim sonuçla karşılaştım. Çünkü yapılan yorumların tamamı olumsuzdu! Yani insanlarımız, bu ülkede yeni bir kilise yapımına tahammül edecek hoşgörü seviyesinde değiller henüz. Bu konuda, girmeye çalıştığımız AB ülkelerinin fersah fersah gerisinde olduğumuz kesin. Kanaatimize göre; bunun en büyük sebebi de bu ülkede pompalanmaya çalışılan din. Özellikle de radikal selefi anlayışla yaratılan yanlış İslam algısı.

Denilecektir ki; “Türkiye’de yoğun bir Hristiyan nüfus yoktur ki, yeni kiliseler yapılsın…” Evet yok; az çok bulunanlar da bir şekilde gittiler bu topraklardan. 1915’de yaşananlar hadi neyse de, sonraki yıllarda yaşananları kabul etmek mümkün değildir. Özellikle işgalci Yunan güçleriyle işbirliği yapmayan Rumların mübadeleye tabi tutularak bu topraklardan gönderilmesi, kalanların da zaman içinde ülkeyi terk etmelerine yol açılması, mesela 195 yılında yaşanan ve tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen hadise, milletimiz adına büyük ayıp, hatta yüzkarasıdır. Tarih Profesörü İlber Ortaylı bu hadiseyi “Türkiye bugüne kadar 6-7 Eylül yağmasının ve yağmanın üzerine katliam propagandasının töhmeti altında dış dünyada tanınıyor.” şeklinde özetliyor(1).

Süryanilerin bu toprakları terk edişleri de galiba bünyesinde ayıplar barındırmaktadır. Süryanilerin kitleler halinde bu toprakları terk etmelerinin sebeplerini “6-7 Eylül olayları, Kıbrıs Harekâtı, 1980 Askerî Darbesi, Zorunlu Din Kültürü dersi, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan PKK ve Hizbullah terör olayları” olarak gösterenler var(2).

Çünkü bu ülkenin insanları, “Allah katında yegane hak din İslam’dır. İslam dininin dışındaki dinler uydurmadır. Bu dinlere inananlar kâfirdir, dolayısıyla cehennemliktir. Başka dinden olanları dost edinmeyin. Cennet sadece Müslümanlara hasredilmiştir…” şeklinde empoze edilen bir din anlayışı ile yetiştirilmektedir.

Okumaya devam et  EURO 2024 DİNSEL HOŞGÖRÜYE VERİLMİŞTİR!

Gerçek İslam’da Dinsel Hoşgörü Vardır

Oysa Allah kitabında diyor ki; “(de ki;) Sizin dininiz size, benim dinim de bana”(3). Yine bir başka ayette şöyle deniliyor: “Dinde zorlama (baskı) yoktur”(4) Allah’ın koyduğu bu temel ilkeler, aslında ilahi ve semavi olmasa bile bütün din mensuplarının birbirlerine hoşgörü ile yaklaşmalarını ve hiç kimsenin başkalarına din dayatmasında bulunmamasını, yani din ve vicdan özgürlüğünü esas alan ilkelerdir. Yani kimse kimsenin dinine, inancına karışmasın, temel insani değerler çerçevesinde birbirleriyle ilişki kursunlar demek ister bu ayetler. Bu temel ilkeler, başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere hem uluslararası sözleşmelerde hem de ülkelerin kendi anayasalarında yer almakla, aslında hem dinin, hem de aklın gereği olan ilkelerdir. Biz Müslümanlar için ne kadar sevindirici bir hadisedir ki; İslam Dini, insan aklının ortaya koyup yasa haline getirmesinden yüzlerce yıl önce, mesela İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden(5) (M. olarak) 1338 yıl önce bu temel ilkeleri ortaya koymuş bulunmaktadır.

Gelin görün ki; radikal selefi anlayış “Nâsıh”, “Mensuh” diye bir kuram geliştirmiş ve aynı konuda sonra inen ayetin, önce inen ayetin hükmünü ortadan kaldırdığını iddia etmiştir! Nâsıh âyet; önceki ayetin hükmünü ortadan kaldıran ayet demek oluyor. Mensuh âyet ise sonra inen ayetle hükmü ortadan kaldırılan önceki âyet anlamına geliyor.

Dolayısıyla bunlara göre; Mekke’de inen Kâfirûn Suresi’nin 6. ayeti ile Medine döneminde inmekle Âli İmrân Sûresi’nden önce inen (6) Bakara Suresi’nin 256. ayetinin hükmü, daha sonra inen Âli İmrân Sûresi’nin 19. ayetiyle ortadan kaldırılmıştır!

Kâfirûn Suresi’nin 6. ayeti ile Bakara Sûresi’nin 256. ayetinin hükümlerini neshettiği, yani ortadan kaldırdığı söylenen ayetin anlamı şöyle: “Allah katında din İslam’dır!”(7) Bazı Kur’an mealci ve müfessirleri, bu âyetin manasını biraz daha güçlendirmek için araya parantez koyarak içine “yegâne”, “hak” veya “makbul” gibi sıfatlar ekliyorlar. Yani akıllarınca Allah’ın sözüne ayar vermeye çalışıyorlar!

Dolayısıyla; bu zihniyete göre dinler konusunda en son inen ve tek bağlayıcı hüküm Âl-i İmrân Suresi’nin 19. ayeti kerimesidir ve ona göre amel edilmelidir! Hem “Dinde zorlama yoktur” ayeti, hem de “Allah katında din İslam’dır” ayeti Medine’de inmekle, “Allah katında din İslam’dır” ayeti daha sonra indiği için Onun hükmü geçerlidir!

Oysa birçok kaynakta Bakara Suresi’nin “Allah’a döneceğiniz o günden sakının…” anlamındaki 281. ayetinin Vedâ Haccı sırasında Mekke’de inen son ayet olduğunu söyleyenler de var. Böyle olunca, bu ayetin içinde bulunduğu Bakara Sûresi’nin, yani “Dinde zorlama yoktur” hükmü bulunan surenin daha sonra indiği akla gelirse de, konunun sözüm ona uzmanları, önce inen bazı surelerin kimi ayetlerinin, sonra inen surelerden daha sonra, bazen de yıllar sonra inebildiğini ve Hz. Peygamber’in, “şu ayeti, şu sûrenin şurasına yazın” diye tarif etmesiyle surelerin oluştuğunu söylerler. Üstelik yine onlara göre; bunların tamamını okur-yazar olmayan ve bu sebeple Muaviye’yi bile vahiy kâtibi olarak kullanan(8) Hz. Peygamber yapmıştır!

Aslına bakılırsa; en son sure ve ayet konusunda da anlaşmazlık vardır ulema arasında ve ne yazık ki; bu farklı görüşlerin hemen tamamı Hz. Peygamber’in hadislerine dayandırılmıştır.(9)
Yani Müslümanlar, hem nâsıh ve mensuh konusunu gündeme getirerek, hem de hangi ayet ve surenin önce veya sonra indiği konusunda Hz. Peygamber’e yalan hadis isnat ederek kendi dinlerinin hükümlerini çelişkili hale getirmişler ve gülünç duruma düşmüşlerdir.

Okumaya devam et  KOD ADI “MOR GABRİEL MANASTIRI”

Hz. Muhammed’in 22 yıllık peygamberlik hayatının, ilk 12 yılı Mekke’de, son 10 yılı Medine’de geçmiştir. Bizim ulemaya göre bu demek oluyor ki; Allah bu 22 yıllık sürede aynı konuda 3 ayrı hüküm vererek hâşâ çelişkiye düşmüştür! Ya da bunlara göre; Hz. Muhammed, Allah’ın ayetlerini kullanarak Mekke’de Müslümanlar zayıf durumda iken “Sizin dininiz size, benim dinim bana” diyerek Müşrikleri kandırmış, Medine’ye varınca oradaki yerleşik Yahudilerle iyi geçinmek için “Dinde zorlama yoktur” dedi, Müslümanlar yeterli güce erişince de “Allah katında (yegâne) din İslam’dır” diyerek kılıca sarıldı!

Böyle çelişkili bir dine inanmak zor ve İslam elbette böyle bir din değildir. Öte yandan “Allah katında din İslam’dır” ayetinde geçen İslam’dan maksat nedir; daha doğrusu ayette geçen İslam hangi İslam’ı kastediyor? Öyle ya bugün yeryüzünde farklı farklı İslam yorumları var, acaba hangi İslam yorumu ayette geçen İslam’a en uygun olanıdır! Kim bilir belki de ayette geçen İslam, başlı başına şeriat anlamında bir din yerine değil, insanlığın sulh, selamet, huzur, sevgi, barış ve kardeşlik içinde olması anlamında kullanılmıştır. Çünkü “İslam” kelimesi bu anlamlara da gelmektedir.

Esasen ayette “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır” cümlesinden sonra gelen “Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler…” şeklindeki cümle, bizde böyle bir kanaat uyanmasına sebep olmaktadır. Yeri gelmişken şu avamı soruyu da sormazdan geçemeyeceğiz; bugün dünyada yuvarlak rakamlarla 7.5 milyar insan yaşıyor ve bunlardın sadece 1.5 milyarı Müslüman. Üstelik dünyanın en geri ülkeleridir Müslümanlar. Şu halde, akıl ve bilim gerektiren konularda İslam Dünyası’ndan fersah fersah ileride olan 6 milyar insan salak ve cahil mi de cehennemde cayır cayır yanacaklarını bile bile İslamiyet dışındaki dinlere inanıyorlar?! Yoksa bazı ibadet şekilleri dışında, gerçek İslamiyet, onların hayatlarına uyguladıkları mıdır? Yahu kendinize güldürmeyin; “Elhamdulillah Müslüman’ım” demekle hiç Müslüman olunur mu?

Ömer Sağlam/08.10.2018
________________
1- İlber Ortaylı, “Eylül 1955’in sancısı…” yazısı, ,
2-Araş. Gör. Ramazan TURGUT,
“Bir Halkın Göç Hikâyesi: Süryanilerin XX. yüzyılda Türkiye’den Avrupa’ya Göç Süreci” başlıklı bilimsel çalışması, ,
3-Kur’an-ı Kerim, Kâfirûn Suresi, 109/6.
4-Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/256.
5-İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi BM Genel Kurulu Tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan edilmiş, Türkiye ise 6 Nisan 1949 tarihinde kabul etmiştir.
6- Surelerin iniş sırası için bkz.:
7-Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmrân Sûresi, 3/19.
8- Dr. Osman Keskioğlu, Kur’ân İlimleri, TDV. Yayınları, Ankara,1989, s, 88; Mevlânâ Şiblî, Büyük İslam Tarihi Asr-ı Saadet, c.1, Terc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul, 1977, s, 443; Selami Münir Yurdatap, Hz. Muhammed’in Mektupları, s.9-10, Elips Kitap, Ankara.
9- .
Not: Fotoğraf internet adresinden alınmıştır.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir