KIRK YILLIK KÂNİ, OLUR MU YANİ

 
  Türk Lirası, artan dış borç ve borçların vadelerinde ödenmesi kabiliyetine karşı oluşan güvensizlik nedeniyle sert bir devalüasyona uğradı. 
Türkiye ile ABD arasında ilişkilerin bozulması ardından Başkan D. Trump'ın Türk metal ihracatında tarifeleri iki katına çıkarması ve pek çok diplomatik konuda Türkiye'ye duyduğu huzursuzluğu göstermesiyle  Lira'nın düşüşü hızlandı...
Şimdi Türkiye, 2000 yılından bu yana en kötü ekonomik krizinden geçiyor.
Uygun acil durum politikaları uygulanmazsa ekonomik çöküş riski ile karşı karşıya bulunuyor.
 
* 
Türkiye ekonomik çöküşünü önlemek için can acıtıcı çok ciddi parasal, malî ve yapısal reformlar getirmelidir.
Erdoğan'ın bu krizi nasıl ele alacağı 2002'den bu yana siyasi liderliğinin mirasını tanımlayacaktır.
Israrla sahneye konulan yeni başkanlık sisteminin önemli bir ekonomik krizin yönetiminde faydalı olup olamayacağı anlaşılacaktır.
 
*
Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan yeni kabinesini kurarken de  ekonomik sıkıntı vardı.
Hükümetin kredi bazlı büyüme stratejisi Türkiye'nin güçlü ekonomik büyümesini tetikliyor,
Erdoğan, büyük bir inşaat patlamasını finanse etmek için firmaların ve hanehalklarının borçlanmalarını hem teşvik ediyor hem de  kolaylaştırıyordu.
ABD'nin düşük faiz oranları ve kolay kredi politikaları sayesinde, Türk şirketleri ve bankalar;
Projelerin kârlı olacağı ve borçlarını kolaylıkla karşılayabilecekleri beklentisiyle ABD doları ve euro cinsinden büyük miktarlarda borç aldılar...
 
*
Ama şirketlerin döviz borç hacmi endişe verici seviyelere yükseldikçe, aşırı borçlanmayı önlemek ve lirayı dengelemek için Türk hükümetine mütemadiyen çağrıda bulundular.
Erdoğan bu uyarıları göz ardı etti, güçlü ekonomik büyümeyi sürdürmek için faiz oranlarının düşük tutulmasında ısrar etti.
Borç verenler ve yatırımcılar bu politikadan ve Türkiye'nin dış borçlarındaki artıştan endişeye kapıldılar.
Bu endişeler, Türk firmalarının borçlarını geri ödemelerini ya da  refinansmanını daha da zorlaştıran sermaye akışına ve Lira'nın hızlı biçimde devalüasyonuna yol açtı.
 
*
Yükselen borçlanma maliyetleri, özellikle inşaat sektöründe bir çok firmayı iflasa sürükledi.
Hükümet bir kaç mega projede, mesela; Kabataş "Martı Projesi-Transfer Merkezi Projesi" ya da "Kanal İstanbul" gibi  kamu projelerinde,
Bütçe kesintisi, mali gelirlerin eksikliği ve mali açığı kapatma  gerekçesiyle  fonları askıya aldı ...
 
*
Bugün Türk ekonomisinin acil ve çok dikkat gerektiren bir kriz noktasına ulaştığına dair net işaretler vardır.
Ocak 2018'den bu yana Lira yüzde 40 değer kaybetmiş, bu sert devalüasyon Ağustos'ta yıllık enflasyon oranını yüzde 18'e yükseltmiştir.
Geçen 15 yılın aşırı borçlanmasının bir sonucu olarak Türkiye'nin toplam dış borcu 500 milyar dolara yakındır.
Şimdi bu borcun 230 milyar doları refinanse edilmelidir ki, kısa vadeli sabit döviz yükümlülükleri olan birçok şirket temerrüde düşmesin...
Ayrıca pek çok şirket ithal malzemelerin yüksek maliyetlerini müşterilerine yansıtamadığı için üretimi azaltma veya işlemleri askıya alma ihtiyacı duyabilir...
 
*
Aslında Erdoğan'ın  son üç yıldır mevcut dış borç krizinden kaçınmak için atabileceği pek çok adım vardı.
Önemli uzmanların ve IMF'nin defalarca tavsiye ettiği önlemler alınabilse ve ABD ile diplomatik ihtilaflar daha iyi yönetilebilse;
Lira'daki hızlı devalüasyonu önlemek mümkün olabilirdi.
Bu adımlar atılmadı ve Türkiye modern tarihinin en kötü ekonomik krizlerinden biri ile karşı karşıya geldi.
Şimdi ne yazık ki, bu krize karşı koymanın  ağrısız bir seçeneği bulunmuyor...
 
*
Erdoğan'ın en acil adımı Lira'nın devalüasyonunu durdurmak olmalıdır.
Orta vadede yeni borçlanmaları azaltmak, şirketlerin yeniden finansman ihtiyaçlarını karşılamak için etkili bir strateji bulmak zorundadır.
Devlet harcamalarını hükümet gelirlerine kıyasla yönetilebilir seviyelere indirerek yolsuzlukların neden olduğu açığı düşürmelidir.
Bunlar kolay seçimler değildir ve pratiklerinin milyonlarca Türk hanesi üzerinde olumsuz etkileri olacaktır.
Kamu sektörü ücretleri enflasyon oranından daha az artacak, kamu çalışanlarının yaşam standartlarında azalma olurken,
Hanehalkı ve işletmelerin yüksek faiz oranları yüzünden borçlanma maliyetleri artacaktır...
 
*
Bu noktada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde;
Erdoğan'ın beş yıllık görevinde kamuoyundaki dalgalanmalardan bağımsız olması, yürütme organının popülist baskılara karşı daha güçlü olması bir avantajdır.  
Bu Erdoğan'ın etkili olmak için iki ila dört yıl gerektiren acı verici ekonomik reformları hayata geçirmesini kolaylaştırabileceği anlamına geliyor...
Erdoğan kendini bu reformlara adamışsa, popülist baskı altında seçimlerden zarar görmekten endişelenmemesi gerekiyor.
 
*  
Üstelik yeni anayasa daha etkin mali reformlara da izin veriyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde , hükümet bütçesi parlamento yerine cumhurbaşkanı tarafından hazırlanıyor ve onay için meclise sunuluyor.
Mevcut enflasyon ortamında bu yeni düzenleme;
Erdoğan'ın bütçe açığını küçültmeye ya da vergi açığını azaltmak için vergileri artırmaya karar vermesi halinde olumlu sonuçlar doğurabilecektir.  
 
*
Yeni sistem Erdoğan'a Türkiye'nin bürokrasisini kontrol etmek için de daha fazla güç veriyor.
Bazı bütçe azaltma tedbirleri sadece sıradan vatandaşlardan ve seçmenlerden değil aynı zamanda güçlü memur ve bürokratik örgütlerden de direnişle karşı karşıya kalabilir.
Ancak askeri ve sivil hükümet örgütleri, askeri darbenin akim bırakılması ve 20 Temmuz 2016'da Erdoğan'ın  destekçilerini bütün bürokratik konumlara doldurmasıyla,
Devlet memurlarının ve kamu işletmelerinin imtiyazlarını kısmak yeni başkanlık sistemi altında daha kolay olacaktır...
 
*
14 Eylül'de Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranını yüzde 17,75'ten yüzde 24'e çıkardı.
Yüzde 6,25'lik artış çoğu analistin öngördüğünden daha büyüktü ve ABD dolarına karşı lira değerinde yüzde 2'lik değerlenmeye yol açtı.
Erdoğan bu karara olumsuz tepki gösterdi ve eski faiz oranının yüksek faiz oranlarının enflasyona karşı etkili olmayacağını vurguladı.
Ayrıca bunun, Merkez Bankası bağımsızlığının olumsuz sonuçlarından biri olduğunu iddia etti!
 
*
Ancak bu ifade, Türkiye'nin yerli ve yabancı yatırımcıları ve alacaklıları için karışık bir mesaj oldu.
Birincisi, Erdoğan tüm uzmanların Türkiye'nin ulusal para birimine olan güveni yeniden tesis etmek için önemli bir ilk adım olarak gördükleri bir politikaya karşı muhalefet ettiğini ifade ediyordu ki; bu çok endişe vericiydi.
İkincisi, Türkiye Merkez Bankası bağımsız olduğunu ve  Erdoğan'ın tavsiyesine karşı çıkmakta güçlük çekmediğine dair güvence vermesi gerekiyordu!
 
*
Merkez Bankası'nın 14 Eylül faiz oranlarını keskin bir şekilde arttırma kararı, Erdoğan'ın politika önceliklerinde önemli bir değişimi temsil mi ediyordu?
Yoksa Erdoğan, krizin şiddetiyle enflasyonist beklentilerle savaşmanın ve Türk Lirası cinsinden yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesinin ve ekonomik büyümenin korunmasına ilişkin kaygılara öncelik vermesi gerektiğini kavramış mıydı?
 
*
Erdoğan'ın faiz oranlarını değiştirmede damadı Albayrak'a bir kredi verdiği sanılıyor!
Damat Albayrak'ın son açıklamaları, güçlü bir anti-enflasyonist tepkiye güçlü bağlılığını gösteriyor.
Öyle görünüyor ki,  Damat  Erdoğan'ı faiz oranlarını yükseltmenin ve enflasyon ve mali açıklara karşı güçlü önlemler almanın iktisadi bir çöküşten kaçınmak için tek geçerli seçenek olduğuna ikna etmiştir...  
 
*
Ancak Erdoğan hâlâ Küresel Liberal piyasaların Türkiye'den asli taleplerini karşılamanın çok uzağındadır.
Ekonomi alanında; Enflasyon direnci: Büyümenin sürdürülememesi: Cari açık, Bütçe açığı:  Cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi: Vergi Reformu: Tasarrufların Yükseltilmesi : Bankacılık ve Reel  Sektör Reformu gibi yapısal sorunlara karşı geliştirilen düzenlemeler, 
Siyasi alanda; İç tasarrufların artırılması ya da üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmenin reformu: Cari açığa olumsuz katkı yapan Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması reformu : Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurumların gerçek anlamda bağımsız hale getirilmesine yönelik Kurumsal reformlar :
Bankacılıktan reel sektöre kadar Sektörel reformlar henüz ortada görünmüyor...
 
*
Bu noktada  Türkiye'yi çok ciddi bir tehlike bekliyor.
Yoksa Erdoğan ekonomideki sorunları faiz artırımı ya da yapısal reformlarla çözülebilir olmaktan çıkarmış mıdır?
Türkiye'nin yaşadığı kriz artık İslamcı siyasetin alanında mıdır?
Böyleyse Erdoğan,Türkiye'nin varlıklarını  servet transferiyle  hem bu ülkenin hem de İslam ülkelerinin İslamcı sermayesine nakletmeye koşuyor...
 
*
ABD  Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'yle  tüm küresel liberal ekonomi dünyasına;
Uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu : BM'de sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni BM temel statüsüyle belirleyeceğini :
Ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edeceğini deklere ediyor olmasına rağmen;
 
*  
Bakınız ! İşte İslam Hukuku, İslami ekonomi ve şeriat devleti özleminde Müslüman Kardeşler'in lideri  Erdoğan, 
BM'in 73. Genel Kurulunda bir kez daha revizyonist bir lider ülke tavrı sergiliyor. 
"Ülkemize yönelik baskı ve ithamlar haksızlıktır.
Türkiye olarak bizimle aynı perspektifi paylaşan ülkelerle bu siyasi ve ekonomik kaostan dünyayı kurtarabileceğimize inanıyoruz. 
BM'nin yapısında kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini söylüyoruz.
Dünya 5'ten büyüktür diyoruz "diyor.
 
*
"Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani?" Türkiye'nin bu krize karşı koymasının en ağrılı dönemi, bu sorunun ortak akılda anlaşılma sürecidir... - ahmet kilicaslan aytar
 
 
Türk Lirası, artan dış borç ve borçların vadelerinde ödenmesi kabiliyetine karşı oluşan güvensizlik nedeniyle sert bir devalüasyona uğradı. 
Türkiye ile ABD arasında ilişkilerin bozulması ardından Başkan D. Trump’ın Türk metal ihracatında tarifeleri iki katına çıkarması ve pek çok diplomatik konuda Türkiye’ye duyduğu huzursuzluğu göstermesiyle  Lira’nın düşüşü hızlandı…
Şimdi Türkiye, 2000 yılından bu yana en kötü ekonomik krizinden geçiyor.
Uygun acil durum politikaları uygulanmazsa ekonomik çöküş riski ile karşı karşıya bulunuyor.
 
Türkiye ekonomik çöküşünü önlemek için can acıtıcı çok ciddi parasal, malî ve yapısal reformlar getirmelidir.
Erdoğan’ın bu krizi nasıl ele alacağı 2002’den bu yana siyasi liderliğinin mirasını tanımlayacaktır.
Israrla sahneye konulan yeni başkanlık sisteminin önemli bir ekonomik krizin yönetiminde faydalı olup olamayacağı anlaşılacaktır.
 
*
Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan yeni kabinesini kurarken de  ekonomik sıkıntı vardı.
Hükümetin kredi bazlı büyüme stratejisi Türkiye’nin güçlü ekonomik büyümesini tetikliyor,
Erdoğan, büyük bir inşaat patlamasını finanse etmek için firmaların ve hanehalklarının borçlanmalarını hem teşvik ediyor hem de  kolaylaştırıyordu.
ABD’nin düşük faiz oranları ve kolay kredi politikaları sayesinde, Türk şirketleri ve bankalar;
Projelerin kârlı olacağı ve borçlarını kolaylıkla karşılayabilecekleri beklentisiyle ABD doları ve euro cinsinden büyük miktarlarda borç aldılar…
 
*
Ama şirketlerin döviz borç hacmi endişe verici seviyelere yükseldikçe, aşırı borçlanmayı önlemek ve lirayı dengelemek için Türk hükümetine mütemadiyen çağrıda bulundular.
Erdoğan bu uyarıları göz ardı etti, güçlü ekonomik büyümeyi sürdürmek için faiz oranlarının düşük tutulmasında ısrar etti.
Borç verenler ve yatırımcılar bu politikadan ve Türkiye’nin dış borçlarındaki artıştan endişeye kapıldılar.
Bu endişeler, Türk firmalarının borçlarını geri ödemelerini ya da  refinansmanını daha da zorlaştıran sermaye akışına ve Lira’nın hızlı biçimde devalüasyonuna yol açtı.
 
*
Yükselen borçlanma maliyetleri, özellikle inşaat sektöründe bir çok firmayı iflasa sürükledi.
Hükümet bir kaç mega projede, mesela; Kabataş “Martı Projesi-Transfer Merkezi Projesi” ya da “Kanal İstanbul” gibi  kamu projelerinde,
Bütçe kesintisi, mali gelirlerin eksikliği ve mali açığı kapatma  gerekçesiyle  fonları askıya aldı …
 
*
Bugün Türk ekonomisinin acil ve çok dikkat gerektiren bir kriz noktasına ulaştığına dair net işaretler vardır.
Ocak 2018’den bu yana Lira yüzde 40 değer kaybetmiş, bu sert devalüasyon Ağustos’ta yıllık enflasyon oranını yüzde 18’e yükseltmiştir.
Geçen 15 yılın aşırı borçlanmasının bir sonucu olarak Türkiye’nin toplam dış borcu 500 milyar dolara yakındır.
Şimdi bu borcun 230 milyar doları refinanse edilmelidir ki, kısa vadeli sabit döviz yükümlülükleri olan birçok şirket temerrüde düşmesin…
Ayrıca pek çok şirket ithal malzemelerin yüksek maliyetlerini müşterilerine yansıtamadığı için üretimi azaltma veya işlemleri askıya alma ihtiyacı duyabilir…
 
*
Aslında Erdoğan’ın  son üç yıldır mevcut dış borç krizinden kaçınmak için atabileceği pek çok adım vardı.
Önemli uzmanların ve IMF’nin defalarca tavsiye ettiği önlemler alınabilse ve ABD ile diplomatik ihtilaflar daha iyi yönetilebilse;
Lira’daki hızlı devalüasyonu önlemek mümkün olabilirdi.
Bu adımlar atılmadı ve Türkiye modern tarihinin en kötü ekonomik krizlerinden biri ile karşı karşıya geldi.
Şimdi ne yazık ki, bu krize karşı koymanın  ağrısız bir seçeneği bulunmuyor…
 
*
Erdoğan’ın en acil adımı Lira’nın devalüasyonunu durdurmak olmalıdır.
Orta vadede yeni borçlanmaları azaltmak, şirketlerin yeniden finansman ihtiyaçlarını karşılamak için etkili bir strateji bulmak zorundadır.
Devlet harcamalarını hükümet gelirlerine kıyasla yönetilebilir seviyelere indirerek yolsuzlukların neden olduğu açığı düşürmelidir.
Bunlar kolay seçimler değildir ve pratiklerinin milyonlarca Türk hanesi üzerinde olumsuz etkileri olacaktır.
Kamu sektörü ücretleri enflasyon oranından daha az artacak, kamu çalışanlarının yaşam standartlarında azalma olurken,
Hanehalkı ve işletmelerin yüksek faiz oranları yüzünden borçlanma maliyetleri artacaktır…
 
*
Bu noktada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde;
Erdoğan’ın beş yıllık görevinde kamuoyundaki dalgalanmalardan bağımsız olması, yürütme organının popülist baskılara karşı daha güçlü olması bir avantajdır.  
Bu Erdoğan’ın etkili olmak için iki ila dört yıl gerektiren acı verici ekonomik reformları hayata geçirmesini kolaylaştırabileceği anlamına geliyor…
Erdoğan kendini bu reformlara adamışsa, popülist baskı altında seçimlerden zarar görmekten endişelenmemesi gerekiyor.
 
*  
Üstelik yeni anayasa daha etkin mali reformlara da izin veriyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde , hükümet bütçesi parlamento yerine cumhurbaşkanı tarafından hazırlanıyor ve onay için meclise sunuluyor.
Mevcut enflasyon ortamında bu yeni düzenleme;
Erdoğan’ın bütçe açığını küçültmeye ya da vergi açığını azaltmak için vergileri artırmaya karar vermesi halinde olumlu sonuçlar doğurabilecektir.  
 
*
Yeni sistem Erdoğan’a Türkiye’nin bürokrasisini kontrol etmek için de daha fazla güç veriyor.
Bazı bütçe azaltma tedbirleri sadece sıradan vatandaşlardan ve seçmenlerden değil aynı zamanda güçlü memur ve bürokratik örgütlerden de direnişle karşı karşıya kalabilir.
Ancak askeri ve sivil hükümet örgütleri, askeri darbenin akim bırakılması ve 20 Temmuz 2016’da Erdoğan’ın  destekçilerini bütün bürokratik konumlara doldurmasıyla,
Devlet memurlarının ve kamu işletmelerinin imtiyazlarını kısmak yeni başkanlık sistemi altında daha kolay olacaktır…
 
*
14 Eylül’de Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranını yüzde 17,75’ten yüzde 24’e çıkardı.
Yüzde 6,25’lik artış çoğu analistin öngördüğünden daha büyüktü ve ABD dolarına karşı lira değerinde yüzde 2’lik değerlenmeye yol açtı.
Erdoğan bu karara olumsuz tepki gösterdi ve eski faiz oranının yüksek faiz oranlarının enflasyona karşı etkili olmayacağını vurguladı.
Ayrıca bunun, Merkez Bankası bağımsızlığının olumsuz sonuçlarından biri olduğunu iddia etti!
 
*
Ancak bu ifade, Türkiye’nin yerli ve yabancı yatırımcıları ve alacaklıları için karışık bir mesaj oldu.
Birincisi, Erdoğan tüm uzmanların Türkiye’nin ulusal para birimine olan güveni yeniden tesis etmek için önemli bir ilk adım olarak gördükleri bir politikaya karşı muhalefet ettiğini ifade ediyordu ki; bu çok endişe vericiydi.
İkincisi, Türkiye Merkez Bankası bağımsız olduğunu ve  Erdoğan’ın tavsiyesine karşı çıkmakta güçlük çekmediğine dair güvence vermesi gerekiyordu!
 
*
Merkez Bankası’nın 14 Eylül faiz oranlarını keskin bir şekilde arttırma kararı, Erdoğan’ın politika önceliklerinde önemli bir değişimi temsil mi ediyordu?
Yoksa Erdoğan, krizin şiddetiyle enflasyonist beklentilerle savaşmanın ve Türk Lirası cinsinden yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesinin ve ekonomik büyümenin korunmasına ilişkin kaygılara öncelik vermesi gerektiğini kavramış mıydı?
 
*
Erdoğan’ın faiz oranlarını değiştirmede damadı Albayrak’a bir kredi verdiği sanılıyor!
Damat Albayrak’ın son açıklamaları, güçlü bir anti-enflasyonist tepkiye güçlü bağlılığını gösteriyor.
Öyle görünüyor ki,  Damat  Erdoğan’ı faiz oranlarını yükseltmenin ve enflasyon ve mali açıklara karşı güçlü önlemler almanın iktisadi bir çöküşten kaçınmak için tek geçerli seçenek olduğuna ikna etmiştir…  
 
*
Ancak Erdoğan hâlâ Küresel Liberal piyasaların Türkiye’den asli taleplerini karşılamanın çok uzağındadır.
Ekonomi alanında; Enflasyon direnci: Büyümenin sürdürülememesi: Cari açık, Bütçe açığı:  Cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi: Vergi Reformu: Tasarrufların Yükseltilmesi : Bankacılık ve Reel  Sektör Reformu gibi yapısal sorunlara karşı geliştirilen düzenlemeler, 
Siyasi alanda; İç tasarrufların artırılması ya da üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmenin reformu: Cari açığa olumsuz katkı yapan Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması reformu : Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurumların gerçek anlamda bağımsız hale getirilmesine yönelik Kurumsal reformlar :
Bankacılıktan reel sektöre kadar Sektörel reformlar henüz ortada görünmüyor…
 
*
Bu noktada  Türkiye’yi çok ciddi bir tehlike bekliyor.
Yoksa Erdoğan ekonomideki sorunları faiz artırımı ya da yapısal reformlarla çözülebilir olmaktan çıkarmış mıdır?
Türkiye’nin yaşadığı kriz artık İslamcı siyasetin alanında mıdır?
Böyleyse Erdoğan,Türkiye’nin varlıklarını  servet transferiyle  hem bu ülkenin hem de İslam ülkelerinin İslamcı sermayesine nakletmeye koşuyor…
 
*
ABD  Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’yle  tüm küresel liberal ekonomi dünyasına;
Uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu : BM’de sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni BM temel statüsüyle belirleyeceğini :
Ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edeceğini deklere ediyor olmasına rağmen;
 
*  
Bakınız ! İşte İslam Hukuku, İslami ekonomi ve şeriat devleti özleminde Müslüman Kardeşler’in lideri  Erdoğan, 
BM’in 73. Genel Kurulunda bir kez daha revizyonist bir lider ülke tavrı sergiliyor. 
“Ülkemize yönelik baskı ve ithamlar haksızlıktır.
Türkiye olarak bizimle aynı perspektifi paylaşan ülkelerle bu siyasi ve ekonomik kaostan dünyayı kurtarabileceğimize inanıyoruz. 
BM’nin yapısında kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini söylüyoruz.
Dünya 5’ten büyüktür diyoruz “diyor.
 
*
“Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani?”
Türkiye’nin bu krize karşı koymasının en ağrılı dönemi, bu sorunun ortak akılda anlaşılma sürecidir…

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir