Ramazan Geldi, Hoş Geldi, Baklava Sinisi Boş Geldi…

Sokaklarda oynarken, çocukluğumuzda böyle söylerdik: “Ramazan geldi hoş geldi, baklava sinisi boş geldi… - orijinal 1 2

Sokaklarda oynarken, çocukluğumuzda böyle söylerdik: “Ramazan geldi hoş geldi, baklava sinisi boş geldi… - orijinal 1 2

Sokaklarda oynarken, çocukluğumuzda böyle söylerdik: “Ramazan geldi hoş geldi, baklava sinisi boş geldi…

Yine bir ramazan geldi.

Yine siniler, tepsiler boş. Sofralar boş… Çarşı – Pazar yanıyor… Yoksulluk bir veba gibi sardı ülkemizi… O görkemli eski ramazanlar yok şimdi. Pahalı olduğu için, baklavalardan Antep fıstığını bile kaldırdılar. Baklavalar fıstıksız yapılıyor artık…

Ama Tarım Bakanı işin kolayını buldu. “Fıstığı da baklavayı da ithal ederim…” dedi.  Satıp savmaya, üretimi yok ederek, dışarıdan mal almaya iyi alıştılar.

Peki, bu işle geçimini sağlayan, çoluğuna çocuğa bakan esnaf ne olacak?

Zaten şu sıralarda çarşılarda, pazarlarda alışveriş, yani ticaret bitmiş, tükenmiş durumda. Esnaf kan ağlıyor. Kepenkler iniyor, işyerleri bir biri ardı sıra kapanıyor.

Köylü isyanlarda… Gençlerimiz iş bulma kuyruklarında… Çile dolduruyor.  İşsizlik, çaresizlik karabasan gibi çökmüş sevgili yurdumuzun üstüne.

Üretim, istihdam, büyüme, enerji, bin bir çeşit sorun çözüm bekliyor. Ekonomik kriz kapımıza gelip dayanmış. Önlem alınması gerekiyor. Ama kimler alacak? Nasıl alacak din sömürüsü dururken?

Devlet adamları iftar açmak için gariban sofralarına gitmeye başladılar bile… Özellikle de “Yer sofraları” revaçta…

Yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde, halkın dine saygısından da yararlanılarak, her çeşit sosyal, kültürel, siyasal çalışma İslamcılık üzerinden yapılmaya başlandı…

Hele bir de önümüzde yaşamsal derecede bir seçim var ki bu durum, ramazanın önemini bir kat daha artırmakta…

Bu yüzden, on iki ayın sultanı ramazan,  din alıp satanlar ve sadaka ekonomisine muhtaç garibanlar için en verimli, en bereketli bir aydır.

Bu ayın gelmesiyle birlikte, “fırsat bu fırsat” denilerek kollar sıvanır, hazırlıklar yapılır, sadaka paketleri depolara yerleştirilir. Ramazan çadırları kurulur. Televizyonlara, basına haber verilir. Dağıtım başlar…

Yoksullaştırdıkları, aç bıraktıkları insanları törenlerle kameraların önünde doyurmaya çalışırlar. Bu geçici çözümlerle bir yandan “hayır duaları” alırlarken, bir yandan da “oy avcılığı” yaparlar. Böylece bir taşla iki kuş vururlar.

İşte bu nedenle, siyasal İslamcılar, şeyhler, şıhlar arasında şu sıralar en geçerli meslek “din ticareti”dir. Altın çağını yaşamaktadır.

Aslında bütün bu çabaların amacı “siyasal sadakati, yani siyasal bağlılığı, sadaka ile sağlamak”tan başka bir şey değildir.

Kurnaz tilkiler, din-ticaret-siyaset” üçlüsünü kullanarak, seçmenleri diledikleri gibi yönlendiriyorlar. Seçiyorlar, seçtiriyorlar. Sonra da iktidara yerleşip, koltukları paylaşıyorlar.

Osmanlı sultanları gibi ömür sürüyorlar.

Onun için koskoca PROF. DR. çıkmış, “Ben okumamış yazmamış, cahil insanları daha çok severim…” diyor.

Böyle bir düşünce yapısı, dünyanın neresinde görülmüştür? Nasıl bir anlayıştır bu? Afrika kabilelerinde bile deneyimli, usta, güngörmüş adamlara öncelik tanınır, değer verilir. Saf, temiz, dindar vatandaşlarımızın dolandırılması olayı, dinciler tarafından bir gelenek, görenek ve alışkanlık haline getirildi.

Din iman adına Müslüman Müslüman’ı kandırıyor. Dolandırıyor. İnanç hortumculuğu yapıyor. Servet, mal-mülk sahibi oluyor, siyasal çıkarlar elde ediyor.

Ama rüşvet, kayırmacılık, soygunculuk, yolsuzluk diz boyu… Almış başını gidiyor. Ona bakan yok…

Suçları kanıtlanmış nice dolandırıcılar, üçkâğıtçılar, büyük bir pişkinlik ve utanmazlık içinde, ellerini kollarını sallayarak, Türkiye’nin her yanında boy gösterirken; AKP’ye muhalif kişiler, kuruluşlar, basın ve TV’ler baskı altında…

Ülkesini seven, ülkesinin talan edilmesini istemeyen çevreler, bireyler, gazeteciler suçlanıyor, kovuşturuluyor, içeriye atılıyor. İnsan emeğine, vatana değer verenler, hain ilan ediliyor. Ama Cumhuriyet düşmanı, bayrak düşmanı, Ulusal Kurtuluş Savaşı, Atatürk düşmanı vatansızlar el üstünde tutuluyor, ödüllendiriliyor.

Hangi ülkede insanlar kurucusuna, kurtarıcısına küfreder, anasına sövüp sayar, onu tarih kitaplarından silmeye çalışır?

Bu nasıl bir ahlaksızlıktır?

Bu nasıl bir terbiyesizliktir?

Cemaat ve biat kültürü günümüzde özgür düşüncenin yerini aldı. İnanç, din sömürüsü aklın, bilimin önüne geçti. Düşüncelerinden dolayı insanlar mahkûm ediliyor.

Din iman adına Müslüman Müslüman’ı kandırıyor. Dolandırıyor. Deniz Fenerlerini henüz unutmadık…

İnanç hortumculuğu yapıyorlar. Servet, mal-mülk sahibi oluyorlar, siyasal çıkarlar elde ediyorlar.

DİN SÖMÜRÜSÜ YAPABİLMEK İÇİN “SADAKA DÜZENİ”NE, “SADAKA DÜZENİ”Nİ KURABİLMEK İÇİN YOKSULLARA İHTİYAÇ VARDIR.

Yardım isteyen insanlar, yardıma muhtaç yoksullar çoğalmalı, artmalı ki sadaka düzeni rahatça işlesin, politikacılar da bu düzen sayesinde gemilerini rahatça yürütsünler…

Bir yandan kendisine yardımsever, hayırsever, dindar devlet adamı görüntüsü versin, bir yandan da önemli makamlara geçip cebini doldursun…

Sadaka ekonomisi demek, şeriatçı egemenliği ve sömürüsü demektir. Sadaka ekonomisi demek sömürü, talan düzeni demektir…

Sadaka ekonomisi demek, semt pazarlarından yiyecek artıkları toplayan milyonlar demektir. Bunlardan birisi olmadan ötekisi olmaz.

Bu yüzden, VİCTOR HUGO’NUN deyişi ile onlar hep:

Yardım edilmiş yoksullar isterler, bizse bütünüyle ortadan kaldırılmış yoksulluk…” için savaşırız…

Aydınlar, demokratlar, devrimciler bu çarpık düzene ilgisiz kalamazlar artık. Bu inanç hortumculuğuna, dinci faşizme kulaklarını tıkayamazlar. Çünkü bu kavga cumhuriyetle Ortaçağın, şeriatla demokrasinin, küreselleşme ile ulusalcılığın, kısaca aydınlanma ile kör karanlığın kavgasıdır.

Halkımızın boynuna dolanan ABD, Siyonizm, AKP zincirleri kırılmadan kimse esenlik, mutluluk, özgürlük yüzü göremeyecektir.

([email protected])


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir