YÜZ YILIN HİKÂYESİ

O halde ona inat yaşamaya devam, bayrağı yükseltmeye devam… - imagesDUDSG00L

 

O halde ona inat yaşamaya devam, bayrağı yükseltmeye devam… - 5a860ea17af50736bcb210191

YÜZ YILIN HİKÂYESİ
Hüseyin MÜMTAZ

SAHNE
Geçen yüzyılın başları.
“Osmanlı” zamanlarındayız. Tam 7 cephede birden savaşıyoruz.
Balkanlar, Galiçya, Sarıkamış/Kafkaslar, Çanakkale, Gazze/Filistin, Medine, Kanal…
ULU HAKAN’ın, “azledilmemiş” olsaydı koca İmparatorluğu parçalanmaktan kurtaracağı yıllar!
Sonra “Cumhuriyet” oluyoruz.
Bir 100 yıl daha geçiyor, 2018 oluyor.
Suriye’deyiz, Irak’tayız.
Ege’de kayalık, adacık ve adalardayız; Kıbrıs’tayız, Doğu Akdeniz’in derin sularındayız.
Somali’de, Sudan’da, Katar’da, Afganistan’dayız.

BİRİNCİ PERDE
Ortalık karmakarışık; at izi it izine karışmış, kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği yıllardayız.
Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, BM Güvenlik Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada, “Suriye’de son dört yılın en tehlikeli dönemi”nin yaşandığını söylüyor.
İtalya; Rumların, Kıbrıs Türklerinin haklarını hiçe sayarak doğal gaz araştırması yapmak üzere anlaştığı gemisinin Türk donanması tarafından engellenmesi üzerine bölgeye savaş gemisi gönderiyor.
Çipras, Yunanistan’ın doğu sınırlarının (Ege) aynı zamanda AB’nın sınırları olduğunu vurguluyor ve Türkiye’yi kastederek “İhtilaflı bölgeler (gri bölge) hayal edenler ve uluslararası hukuk kurallarından şüphe edenler, bunu göz önünde bulundurmalıdır. Yunanistan’a karşı tahrikler, aynı zamanda AB’ye yönelik tahriklerdir” diyor.
Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos, “Yunanistan’ın kendi toprak bütünlüğünü ve Avrupa’nın sınırlarını savunmak durumunda olduğunu”; Dışişleri Bakanı Nikos Kocyas da, “Yunan tarafının artık barışçıl davranış sergilemeyeceğini” söylüyor ve ekliyor, “Türkiye iyi bilmelidir ki, Yunanistan ne Suriye’dir ne de Irak’tır. Türkler bunu duymalı. Ciddi bir savunma gücümüzün olduğunu, savunma sistemimizin, güçlü müttefiklerimizin ve iyi bir diplomatik gücümüzün olduğunu bilmeliler”.
Kardak krizini yakından takip eden Avrupa Komisyonu yetkilileri Türkiye’yi Avrupa Birliği ülkelerinin karasuları ve hava sahası üzerindeki egemenlik haklarına saygılı olması gerektiğini belirtirken, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker “Kesinlikle Türkiye’nin davranışlarına karşı çıkıyorum” ifadesini kullanıyor.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg daha ılımlı ve politik; “Kuzey Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak Türkiye ve ABD’nin iletişim halinde olduğunu” söylüyor.

İKİNCİ PERDE
Geliyoruz “Vehbi’nin kerrakesi”ne…
Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Mikdad “pat” diye, Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı ile ilgili olarak ”Afrin bölgesi Suriye topraklarının ayrılmaz parçasıdır” vurgusunu yaparken ”Suriye’nin kuzeyindeki Arap ve Kürt vatandaşlarımızı birleşerek Türk askerlerine direnmeye çağırıyoruz” dedi ve Şam’ın “bu saldırganlığı püskürtmek için gereken tüm tedbirleri aldığını” söyledi.
Bombayı ABD Başkanı Donald Trump’ın IŞİD’le mücadele özel temsilcisi Brett McGurk patlattı; “Amerika tek parça Federal Irak çerçevesinde güçlü, birleşik ve başarılı bir Kürdistan Bölgesi’ni desteklemektedir” dedi.
Eş zamanlı olarak Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da; “ABD, Suriye’nin büyük bir kısmını ülkenin geri kalanından ayırmak istiyor” ifadesini kullandı.
Aslında Lavrov (Rusya) için Suriye bağlamında ayrı bir klasör açmak lâzım.
Lavrov, açıkça “ABD’nin Kürtleri Suriye’den ayırmaya yönelik eylemlerinin Suriye’de çözüme katkı sunmadığını” da söyledi, açıkça “ABD, Suriye’yi bölmek için Kürtleri kullanıyor” da dedi ve son olarak yine açıkça; “Türkiye’nin güvenlik çıkarlarının Şam yönetimiyle doğrudan diyalog yoluyla korunabileceğini” söyleyerek, adres olarak Esad’ı gösterip dilinin altındaki baklayı çıkardı, noktayı koydu.
(Gündem öylesine yoğun ki, Başbakan Yıldırım’ın Merkel’le görüşmesi sonrası tutuklu Alman gazeteci Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in pat diye serbest bırakılması güme gidiyor).

ÜÇÜNCÜ PERDE
Şimdi konuyu karşı kaldırımdan geçen çocuğa anlatır gibi kısaca özetleyelim;
Mikdad, ”Suriye’nin kuzeyindeki Arap ve Kürt vatandaşlarının birleşerek Türk askerlerine karşı durmasını” söylüyor; Brett McGurk , “Tek parça Federal Irak çerçevesinde güçlü, birleşik ve başarılı bir Kürdistan Bölgesi’ni” destekliyor; Lavrov, “Amerika’nın Suriye’yi bölmek istediğini” söylüyor.
Ortak payda Kürtler…
Neredeki Kürtler? Irak ve Suriye’deki Kürtler.
Başka neredeki Kürtler?
İmralı’daki bebek katili 2013’de Barzani’ye yazdığı mektupta ne demişti;
“Sizi 4 parça Kürdistan’ın lideri olarak görüyorum”…
Süreç içinde meydanı giderek boş bulur hâle gelen, rütbesi yükselen Barzani de, geçen yıl 25 Eylül’de yaptığı bağımsızlık referandumu öncesi “4 parça”nın adını koymuştu:
“100 yıl önce, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürtlere bağımsız devlet olmaları için söz verilmiştir. Fakat Kürtlerin taleplerinin aksine Kürdistan Türkiye, İran, Suriye ve Irak üzerinde bölüştürüldü.”

Meğer kapı zaten ardına kadar açılmış da biz görmüyormuşuz;
Ahmet Türk; “Kürtlerin senelerdir vermiş olduğu mücadelenin sonucunda Suriye’de kazanım elde ettiler, kazanımlarını selamlıyorum, herkes iyi bilsin ki Kürdistan’ın 4 parçası birleşecektir”…
Baydemir; “Irak’ta olduğu gibi İran’da özerk Kürdistan olacaktır, Türkiye’de de özerk Kürdistan olacaktır, Suriye’ye de özerk Kürdistan olacaktır. Bunun başka bir yolu yoktur. 20 milyon Kürt artık kendi varlığını reddeden bir halkın varlığına, varlığını armağan etmeyecektir. Bunu bütün dünya böyle bilsin…..Benim yüreğimden geçen özerk Kürdistan’ın başşehri Kamışlı’dır. Özerk Kürdistan’ın başşehri Diyarbakır’dır, özerk Kürdistan’ın başşehri Hevler’dir, (Erbil) özerk Kürdistan’ın başşehri Mahabad’dır”…

Hani; “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” idi? “Dili Türkçe” idi, “Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayrak” idi, “Millî marşı İstiklal Marşı” ve “Başkenti Ankara” idi?
Baydemir, Ahmet Türk ve Barzani için hukuki (politik/diplomatik) bir yaptırım uygulandı da bizim haberimiz mi yok?
Çok iyi biliyorum ki, Türkiye’nin Kürtlerinin hepsi devlete sâdık, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne inanmış, kanun ve nizamlara saygılı, anlayışlı, mutî, uygar, sâde vatandaşlardır da Barzani’nin sözünü ettiği “bağımsız Kürdistan”da oturacak, vatandaşı olacak olan Kürtler hangileridir acaba?

DÖRDÜNCÜ PERDE
(Bu perde tercümedir. Shakespeare’nin hiç bilinmeyen, yeni bulunan bir eserinin “eski Keltçe”den çevrilen ve ilk defa bu köşede okuyacağınız son bölümüdür. Meğer adam ne kadar ileri görüşlüymüş!)
Barzani “100 yıl önce verilen söz”den ve bir “bölüştürülmeden” bahsediyor, değil mi?
Dilimde tüy bitmişti; her türlü tahrike rağmen Arabistanlı Lawrence’den, Mekke Emiri Şerif Hüseyin İbn-i Ali’den, Gertrude Bell’den, Sykes/Picot’dan artık hiç bahsetmeyecektim ama Katar merkezli El Cezire’de seyrettiğim “Sykes-Picot: Lines in the sand-(Kumdaki Çizgiler)” adlı belgesel fikrimi değiştirdi.

Girişi şöyle yapıyorlar;
“Bu, 1916 Mayısında sona eren ve Ortadoğu’yu küçük parçalara bölerek en büyük faydayı bu iki Avrupa gücünün elde edeceği İngiltere ve Fransa arasındaki gizli bir anlaşmanın hikâyesidir.
Modern dünya tarihi ağırlıklı olarak, petrole olan küresel bağımlılık ve İsrail-Filistin anlaşmazlığından etkilenen stratejik önemi dolayısı ile Ortadoğu’daki olaylarla ilgilenmiştir.
100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı, İngiltere, Fransa ve Rusya ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlıları karşı karşıya getirdi. Avrupa’daki savaş duraklarken İngiltere stratejisini, Osmanlı’nın kilit bölgelerine yöneltti. Müttefikler başarılı olursa, özellikle Fransa ile ilişkilendirilebilecek en kıymetli stratejik bölge olan Büyük Suriye ve Mezopotamya önem taşıyordu.
Başbakan Herbert Asquith gözünü, Ortadoğu konusunda hükümet danışmanı olan genç bir İngiliz politikacısına, Sir Mark Sykes’a çevirdi. 1915 sonları ve 1916 başlarında o ve Fransız hukukçu diplomat Francoise Georges Picot, potansiyel olarak erişilmesi uzun soluklu sır bir anlaşma için uzlaştılar”.
Mecburen yine aynı konuya döndük çünkü geçen zaman içinde silinmeye yüz tutmuş olan “Kumdaki Çizgiler”in “güncellenme” telaşı içinde olunduğunu hissediyorum.
(Acaba El Cezire bu belgeseli bilerek mi bizim “Abdülhamit” dizisi ile üst üste yayına soktu?)
Gertrude Bell ve ekibi Mezopotamya’daki her türlü ırk, dil, din, mezhep ve kabileyi; “ileride lüzumu halinde kullanılmak üzere” bir bütün olarak değil, bir parçaları değişik ülkelerde olacak şekilde kumdaki o çizgilerin içinde veya dışında bırakmışlardı.
Ve “zamanı” gelmişti ki, yeniçağın Bell ve Lawrence’leri olan Condoleezza Rice/Ralph Peters’ler arzulanan güncelleme için düğmeye bastılar.
(Peki Mekke Şerifi Hüseyin’in yeni versiyonu kimdir acaba?)
Kimse kızmasın ve unutmasın, DÖRDÜN “İLK PARÇASI” olan Barzanistan, baba Bush/Özal zamanında “sayemizde” ve özellikle “bizim” İncirlik’ten kalkan Amerikan uçaklarının koruyucu kanatları altında hayata geçmedi mi?
Yol oldu ki, diğer ÜÇ PARÇA’ya gözlerini diktiler.

BEŞİNCİ PERDE
100 yıl öncesindeki o cehennem günlerini “biz“ nasıl görüyorduk acaba?
NUTUK; (TTK Yayını. 3’üncü Baskı. 1989. Sayfa 327)
“Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder gibi görünerek yapılmakta olan karıştırıcılığın önüne geçmek uygun görüldü. Şimdi yabancıların işgalinde bulunan bölgelerden, Kilikya’yı, Arabistan ile Türkiye arasında bir tampon devlet meydana getirmek için anayurttan ayırmak istendiği söz konusu edildi. Anadolu’nun en koyu Türk ortamı ve en verimli, zengin bir bölgesi olan bu toprakların hiçbir yolla ayrılmasının kabul edilmeyeceği… yurdun bölünmez parçalarından olduğu ilkesi genel olarak kabul edildi.”
Meraklısı Kilikya’nın neresi olduğuna bakacak olursa, şimdiki Afrin’i de içeren bir bölge olduğunu pekâlâ görebilecektir.
“Ulusumuz bu boş görüşlere dayanılarak koşturuldu. Ama ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu çocuklarının sayısını biliyor musunuz? dedim. Suriye’yi, Irak’ı korumak için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için kaç insan yok oldu, bunu biliyor musunuz? Sonuç ne oldu görüyor musunuz? dedim.” (Sayfa 947)
“Baylar, yabancılar halifeliğe saldırıda bulunmuyorlardı ama Türk ulusu saldırıdan kurtulmuyordu. Halifeliğe saldıranlar, Türk’ü çekemeyen Müslüman uluslar değildi. Ama Çanakkale’de, Suriye’de, Irak’ta; İngiliz ve Fransız bayrakları altında Türklerle vuruşan Müslüman uluslardı”. (Sayfa 1105)
Coğrafya aynı, hedef aynı, aktörler değişmiş…
Tamam da hikâyenin işte tam burasında, son deminde beni “ensar-muhacir” illiyetinden zerre nasibini alamamış “yıllar yılı dost bildiğim aynalar” vurdu.
Önce Arap Birliği Genel Sekreteri Ebu Gayt, hem de “Hristiyan yabancıların” da bulunduğu 54’üncü Uluslararası Münih Güvenlik Konferansı’nın Ortadoğu konularının ele alındığı oturumunda Zeytin Dalı harekâtıyla ilgili olarak, “Her zaman Türkiye’nin davranışlarını anlamaya çalışıyorum. Türk arkadaşlarıma, kardeşlerime, meslektaşlarıma, arkadaşlarıma sesleniyorum; sınırınızın güneyindeki bir Arap ülkesine müdahale ettiğinizin bilincinde olmalısınız. Bu şekilde eyleme geçmeden önce ilkelerinizi ortaya koymanız beklenir” dedi.
Sonra Özal/Bush zamanında “böldüğümüz” Irak’ın yine Arap ve Müslüman Moskova Büyükelçisi Haydar Hadi, “Bağdat’ın Irak topraklarındaki Türk askeri varlığını işgal olarak gördüğünü” söyledi.
Moskova’da basın toplantısı düzenleyen Hadi, “Irak”taki, Türk askeri varlığını işgal olarak görüyoruz, bu konuda protesto notası gönderdik. Arap Birliği ülkeleri, gönderdiğimiz notayı destekledi” dedi.
Son olarak, Afrin’e giren rejim yanlısı çapulculardan birisi:
“Afrin kentinde bulunan kardeşlerimize destek olmak için geldik. Gördüğünüz gibi şu anda Afrin kentinin merkezindeyiz, burası Afrin. Kalabalık bir şekilde Afrin’in kalbindeyiz ve işgalci Osmanlı Türklerini buradan çıkarana kadar kentte kalacağız” dedi.

Arap Birliği Irak’ta karşımızda, Suriye’de karşımızda…
Ve biz “işgalci Osmanlı Türkü” olduk…
Demek Osmanlı’dan başka Türkler de var, işgalci olmayan Türkler de var.
Hangi Türkler?
İyi Türkler, kötü Türkler?
Hangileri kime göre kötü?
“En iyi Türk”, alçak Pangalos’un tarif ettiği Türk mü?

O halde ona inat yaşamaya devam, bayrağı yükseltmeye devam…

VE… PERDE
Demek ki “Osmanlılık” bahse konu coğrafyada öyle muhabbet, sevgi, sevda çağrıştırmıyor, pek de özlemle anılmıyor.
İstanbul’daki Kudüs konulu son İslâm İşbirliği Teşkilâtı toplantısına katılmayan 8 ülke hangileriydi? Neden katılmamışlardı? Hangi ülkeler neden “alt düzeyde” temsil edilmişti?
Arap Birliği, Türkiye’nin Irak politikasına ve Suriye müdahalesine neden karşı?
Sınırlarımızı, sınır ötesinde teröristlerden temizleyip emniyete almak tamam da uzun vadede kim yanımızda?
Arap Birliği? İslâm İşbirliği Teşkilâtı?
Kim dost?
Biz kimi, kimden, neden kurtaracağız? 23 Şubat 2018


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir