“ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK”

<p>“ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK”
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Erbil/Katalonya ekseninde etrafımızı saran “güdümlü/kontrollü kongreler” çağını doğru okuyabilmek için bir önceki yazımızda “Hamidiye Alayları” ile başladığımız kısa “yakın tarih” yolculuğumuza, “1921 İzmir Çerkes Kongresi” ile devam ediyoruz.
Gündemi doğru okuyabilmek için.
Çünkü Şaduman Halıcı, “ETHEM” adlı kitabında (E Yayınları. İstanbul Haziran 2016) konuya şöyle “damardan” giriyor.
“İngilizler; Milli Mücadele’yi içten parçalamak amacıyla Doğu Anadolu’da nasıl Kürt halkını kullanıyorlarsa, Batı Anadolu’da da eş zamanlı olarak Çerkes kartını oynamayı planlamış görünmektedir”. (Sayfa 278)
Nazım ise bu “kullanma”nın adını kendi üslûbunca ve şiirle, şöyle koyar;
“ve 29 Aralık Kütahya
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları
koyun ve sığır sürülerini önlerine katıp
düşmana geçti
yürekleri karanlık
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü
atları ve kendileri semizdiler…
Ateşi ve ihaneti gördük”. (Kuvayı Milliye Destanı)
1848 Polonya muhaciri Borjenski’nin torunu, Moskova’ya kaçıp uçaktan indiğinde toprağı öptükten sonra “vatanıma geldim” diyebilen, 1952’de Kunuri Savaşı sonrası Kore’de savaşan Türk Tugayı’na hitaben “Ahmet kardeşim teslim ol” şiirini yazabilen, mezarı Moskova’da olan Nazım Hikmet RAN “bile” Ethem’in önüne “Çerkez” tamlaması kullanarak “ateşi ve ihaneti gördük” diyebiliyorsa…
…fazla söze hâcet var mıdır?
Düzenli ordu kurulana kadar diğerleri gibi hizmetlerinden istifade edilen “alaylı küçük zabit” Ethem’in, ordu kurulunca “Mekteb-i Harbiye” mezunu komutanların emrine girmeyi reddetme macerasını geçerek doğrudan –Şarkı Karip Çerkezleri Temini Hukuk Cemiyeti-‘ne gelelim.
Çünkü işin tabiatı icabı “düşmanla mücadele dengesi kurulunca” çetelere, “ya silahlarınızı bırakıp köyünüze dönün yahut orduya katılın” denilir. Ethem için de işte tam da orada ipler kopar.
Tarih 24 Ekim 1921’dir.
Sakarya Zaferi 13 Eylül 1921’de henüz sonuçlanmış, 26 Ağustos 1922’deki Büyük Zafer’e tam 1 yıl vardır.
İşte tam da böyle, Türk varlığı; kan, barut, ateş ve gözyaşı içinde var olma mücadelesi verirken, iki zafer arasında bir kısım Çerkezler Kongre toplarlar.
“Halen Yunan işgali altında bulunan Batı Anadolu Çerkez ahalisinin biz aşağıda imzaları bulunan yetkili temsilcileri ve Yunan Hükümetince onaylanan –Şarkı Karip Çerkezleri Temini Hukuk Cemiyeti- kurucuları Birinci Dünya Harbi sonunda büyük devletlerce kabul ve ilan edilen milliyet prensibi ile ortaya çıkan milli hukuka dayanarak İzmir’de kongre halinde toplanarak hazırlık halindeki milletlerin hukukunu üzerine alan ve yenik devletlere kabul etirmeyi taahüt eden Büyük İtilâf devletleri ve ortaklarıyla, özellikle Yunan Hükümetine Çerkezlerin sığındığını bildirerek milli isteklerinin yerine getirilmesini rica etti”. (Ahmet Efe. “Gizli Kalmış Bir İhanet. Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem”. S.117)
Kongre görüldüğü gibi, “Yunan işgali altındaki” İzmir’de toplanacaktır.
Yeri gelmişken ifade edelim; “150’likler” listesi, Cumhuriyet’in kuruluş senedi olan Lozan’ın resmî “eki”dir.
Konuyla ilgili herkes bir şey söylüyor da, asıl ATATÜRK ne diyor?
Ne demişti Şaduman Halıcı yukarıda?
“İngilizler; Milli Mücadele’yi içten parçalamak amacıyla Doğu Anadolu’da nasıl Kürt halkını kullanıyorlarsa, Batı Anadolu’da da eş zamanlı olarak Çerkes kartını oynamayı planlamış görünmektedir”.
Atatürk olayı şöyle görüyor:
“Şark meselesi batılıların tedavi edilemez hastalığıdır”. (2 Şubat 1923 İzmir)
NUTUK’da Ethem ve avenesi “konunun önemine binaen” oldukça fazla yer alır; son bölüm ise şöyledir.
“ASİ ETHEM VE KARDEŞLERİNE KARŞI FİİLİ HAREKÂTA GEÇİLMESİNİ EMRETTİM.
Efendiler, Kütahya'ya, Bakanlar Kurulu kararı ve hey'etin geri dönmesi gereğini bildirdikten sonra cephe komutanlarına da asi Ethem ve kardeşlerine karşı fiilî harekâta geçmelerini emrettim.
Efendiler, askerî harekâtı çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun masum çocuklarını fidye dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanını bezdiren ve Türk milletinin Büyük Meclisi'ni kendileriyle uğraştıran utanmaz, haddini bilmez, küstah ve herhangi bir düşmanın boğazı tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar aşağılık ve bayağı yaratılışta olan bu kardeşleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte yola getirmek ve ortadan kaldırmak suretiyle, inkılâp tarihimizde, etkili bir ibret örneği vermek zarurî görüldü. Onun için şöyle bir hazırlık yapmıştık;
Bursa'da bulunan Yunan kuvvetlerine karşı bir piyade tümeni bırakılarak, iki piyade tümeni ile bir süvari tugayına Eskişehir'in güneybatısında ve Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Uşak'ta bulunan Yunan kuvvetlerine karşı da, cephede yalnız bir tabur bırakılarak, iki piyade tümeni ile yedi süvari alayına, Dumlupınar yakınlarında ve yine Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı.
Kuvvetlerimiz, hareket emrini alır almaz, derhal Kütahya'da bulunan asi Ethem kuvvetleri üzerine yürüyüşe geçtiler. 29 Aralık 1920 günü Kütahya'yı işgal ettiler. Üç gün sonra da Batı ve Güney Cepheleri'nden hareket eden bütün kuvvetlerimiz, Kütahya'nın 30 - 40 kilometre ilerisinde ve Gediz yönünde bir hatta birleştiler. Asi Ethem, kuvvetlerini hiçbir yerde durdurmaya ve direnişe geçirmeye cesaret edemeden Gediz üzerine çekilmişti.
Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şuurlu ordusu, kendisini, Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti'ni küçük görecek kadar beyinsiz ve budalaca gurur gösteren bu asilere hak ettikleri yola getirme sillesini vurmak için, önüne geçilmez bir hiddet ve şiddetle hareket ediyordu. Nefes almaksızın kaçan asi Ethem, İstanbul'da Sadrazamlık Yüksek Katına diye şu telgrafı veriyordu:
‘Ankara'da tutuklanan sayın arkadaşlarınızın İstanbul'a geri gönderilmeleri için, Ankara Meclis Başkanlığı'na çektiğim protesto yazısı aşağıda bilgilerinize sunulmuştur, Şimdi, Millet Meclisi'nin kararıyla saldırıya uğramış bulunuyorum. Kuvvettim savunmaya hatta karşı saldırıya, bile yeterli olmakla birlikte, karşımda ve yanlarımda Yunanlılar bulunduğundan, tutulacak yol konusunda Yunan komutanlığı ile anlaşmaya varılmış ise de, zâtı devletlerinin onayını almayı da her bakımdan lüzumlu buldum. Gereğinin yapılması, haberleşmelerin ve Zâtı devletlerinin emirlerinin alınmasının sağlanması için, Gediz telgraf hattının onarımı ve düzeltilmesi, yüksek emirlerinize arz olunur. Umum Kuva-yı Seyyare ve Kütahya Bölgesi Eski Komutanı ve Şimdiki Umum Kuva-yı Milllye Komutanı Ethem’.
Efendiler, bu telgrafta sözü geçen ve protesto yazısı denilen saçma sapan bir telgraf, gerçekten de Meclis Başkanlığı'na çekilmiş ve gizli bir oturumda Meclis'e okunmuştu. Bu telgrafta kullanılan kelime ve deyimler o kadar kaba ve edepsizcedir ki, bir defa okunduktan sonra bir kere daha okunmasına ve dinlenmesine tahammül edilememişti. Bu kadar bayağı, saçma sapan bir yazıyı huzurunuzda da arz etmeyi gerekli bulmuyorum. Bu abuk sabuk yazı ile milletvekillerinin şahıslarına hakaret edilerek, Millî Meclis'in meşruluğuna saldırılarak, İzzet Paşa hey'etinin İstanbul'a dönmekte serbest bırakılması isteniyordu.
Efendiler, kuvvetlerimiz Kütahya'ya girerken, ben de Meclis'te bazı milletvekilleri tarafından sorguya çekilmiş bulunuyordum. Asi Ethem'in üzerine yürümemize, ona saldırmamıza ve onu takip etmemize karşı çıkılıyordu. Fuat Paşa, Ethem ve kardeşini çekip çevirebildiği için değiştirilmemesi yerinde olurmuş. Bütün anlaşmazlıkların sebebi, yeni tayin ettiğim komutanların tecrübesizlikleri ve durumun gereğine uygun tutum ve davranışlarda bulunmamaları imiş... Orduda ciddiyet ve disiplin aramanın zamanı mı imiş; ya Allah korusun Ethem Bey orduyu dağıtırsa ne yapacakmışım? Bu kadar önemli bir olaya kim ve nasıl karar vermiş? Böyle bir karar Meclis'e haber vermeden nasıl alınırmış? gibi birçok soru ve eleştirilerden sonra, ‘herhalde Ethem Bey ve kardeşleri vurulmamalıdır’ istekleri ileri sürüldü. 29 Aralık gününün bütün oturumlarını ve 30 Aralık gününün birkaç gizli oturumunu açıklamalar yapmakla geçirdim. Oturumun bütün safhalarını belgeleriyle, delilleriyle ve gerçekleriyle açıklamaya çalıştım. Bütün bu açıklamalarıma rağmen tartışma bir türlü son bulmuyordu. Her şey bir yana, yalnız Meclis'in meşruluğuna saldırma maksadı güden telgraf, sahiplerini Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na çarptırmaya yeterliyken, hu asilerin aylardan beri devam edegelen isyancı tutumları ve millî hükûmeti yıkmak ve kendi akıllarınca başka türlü bir hükûmet kurmak düşüncelerini uygulamaya yeltenmeleri dikkate alınmak istenmiyordu. Aksine, bunların ortadan kaldırılmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmalarına çalışılmak isteniyor gibiydi. Bunun sebebini kısaca açıklayayım Efendiler, milletvekillerinden bazıları, durumun şahsî ve hissî kırgınlıklardan doğduğuna inanmışlardı. Gerçekten de bu yolda sonsuz propaganda yapılmış ve kamuoyu yanıltılmak istenmişti. Bir de kuvvetli ve aşın telkinler altında, Ethem kuvvetlerinin çok ve yenilmesi güç olduğu sanılarak, bunların ordu ile çatışması halinde, ordunun çil yavrusu gibi dağılacağını, o zaman da durumun gerçekten feci olabileceğini düşünüyorlar ve böyle silahlı bir çatışmaya engel olmayı uygun buluyorlardı.
Efendiler, bu düşünceleri isabetli görüp ona göre hareket etmenin sonucu, emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce kabiliyetine sahip bulunmayan Ethem'in koskoca Türk vatanında diktatörlüğünü kabul ve tasdik etmek olacağını anlamamak mümkün müydü?
Meclis'in heyecan ve kararsızlığını giderecek inandırıcı bir konuşma yaparak, gizli oturumlardaki görüşmeleri, çarpışmanın fiilî sonuçlarını beklemek üzere kapattık”.
Atatürk, “emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce kabiliyetine sahip bulunmayan Ethem” diyor…
…ve gündemi hep meşgul eden meşhur Çerkez Kongresi’ne giden süreci ise şöyle bitiriyor;
“ETHEM VE KARDEŞLERİ KUVVETLERİYLE BİRLİKTE DÜŞMAN SAFLARINDA MÜSTAHAK OLDUKLARI YERİ ALDILAR.
Efendiler, Ethem kuvvetlerinin peşine düşen birliklerimiz, 5 Ocak 1921 günü Gediz'i işgal ederek, o civarda toplandılar. Ethem ve kardeşleri de, kuvvetleri ile birlikte düşman saflarında müstahak oldukları yeri aldılar. Artık Ethem olayı diye bir şey kalmamıştı. Ordumuzun içinde bulunan düşman kovularak kendi cephesine gönderilmişti. Bundan sonra, karşımızda yalnız bir tek düşman cephesini ve bu cephe ile ilgili olayları göreceğiz. Gerçekten de bir gün sonra 6 Ocak 1921'de Yunan ordusunun tamamı bütün cephe üzerinde her noktadan taarruza geçti”.
İMZA: GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Üzerine söylenecek söz, söz söyleyecek kişi var mıdır?
Kim söyleyebilir? 28 Kasım 2017</p>
<p>NOT; Ciddî okuyucuya, ayrıntı ile boğuşmaması, dedikoduya boğulmaması için konu ile ilgili üç kitap önereceğiz.
1.“ETHEM”. Şaduman Halıcı, (E Yayınları. İstanbul Haziran 2016)
2. “Gizli Kalmış Bir İhanet. Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem”. Ahmet Efe. (Simurg. İstanbul 2004)
3.”Çerkez Ethem”. Ahmet Efe. (Simurg. İstanbul 2006).))</p> - 780x862 y1ko5hjor5

 

“ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK”
Hüseyin MÜMTAZ

Erbil/Katalonya ekseninde etrafımızı saran “güdümlü/kontrollü kongreler” çağını doğru okuyabilmek için bir önceki yazımızda “Hamidiye Alayları” ile başladığımız kısa “yakın tarih” yolculuğumuza, “1921 İzmir Çerkes Kongresi” ile devam ediyoruz.
Gündemi doğru okuyabilmek için.
Çünkü Şaduman Halıcı, “ETHEM” adlı kitabında (E Yayınları. İstanbul Haziran 2016) konuya şöyle “damardan” giriyor.
“İngilizler; Milli Mücadele’yi içten parçalamak amacıyla Doğu Anadolu’da nasıl Kürt halkını kullanıyorlarsa, Batı Anadolu’da da eş zamanlı olarak Çerkes kartını oynamayı planlamış görünmektedir”. (Sayfa 278)
Nazım ise bu “kullanma”nın adını kendi üslûbunca ve şiirle, şöyle koyar;
“ve 29 Aralık Kütahya
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları
koyun ve sığır sürülerini önlerine katıp
düşmana geçti
yürekleri karanlık
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü
atları ve kendileri semizdiler…
Ateşi ve ihaneti gördük”. (Kuvayı Milliye Destanı)
1848 Polonya muhaciri Borjenski’nin torunu, Moskova’ya kaçıp uçaktan indiğinde toprağı öptükten sonra “vatanıma geldim” diyebilen, 1952’de Kunuri Savaşı sonrası Kore’de savaşan Türk Tugayı’na hitaben “Ahmet kardeşim teslim ol” şiirini yazabilen, mezarı Moskova’da olan Nazım Hikmet RAN “bile” Ethem’in önüne “Çerkez” tamlaması kullanarak “ateşi ve ihaneti gördük” diyebiliyorsa…
…fazla söze hâcet var mıdır?
Düzenli ordu kurulana kadar diğerleri gibi hizmetlerinden istifade edilen “alaylı küçük zabit” Ethem’in, ordu kurulunca “Mekteb-i Harbiye” mezunu komutanların emrine girmeyi reddetme macerasını geçerek doğrudan –Şarkı Karip Çerkezleri Temini Hukuk Cemiyeti-‘ne gelelim.
Çünkü işin tabiatı icabı “düşmanla mücadele dengesi kurulunca” çetelere, “ya silahlarınızı bırakıp köyünüze dönün yahut orduya katılın” denilir. Ethem için de işte tam da orada ipler kopar.
Tarih 24 Ekim 1921’dir.
Sakarya Zaferi 13 Eylül 1921’de henüz sonuçlanmış, 26 Ağustos 1922’deki Büyük Zafer’e tam 1 yıl vardır.
İşte tam da böyle, Türk varlığı; kan, barut, ateş ve gözyaşı içinde var olma mücadelesi verirken, iki zafer arasında bir kısım Çerkezler Kongre toplarlar.
“Halen Yunan işgali altında bulunan Batı Anadolu Çerkez ahalisinin biz aşağıda imzaları bulunan yetkili temsilcileri ve Yunan Hükümetince onaylanan –Şarkı Karip Çerkezleri Temini Hukuk Cemiyeti- kurucuları Birinci Dünya Harbi sonunda büyük devletlerce kabul ve ilan edilen milliyet prensibi ile ortaya çıkan milli hukuka dayanarak İzmir’de kongre halinde toplanarak hazırlık halindeki milletlerin hukukunu üzerine alan ve yenik devletlere kabul etirmeyi taahüt eden Büyük İtilâf devletleri ve ortaklarıyla, özellikle Yunan Hükümetine Çerkezlerin sığındığını bildirerek milli isteklerinin yerine getirilmesini rica etti”. (Ahmet Efe. “Gizli Kalmış Bir İhanet. Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem”. S.117)
Kongre görüldüğü gibi, “Yunan işgali altındaki” İzmir’de toplanacaktır.
Yeri gelmişken ifade edelim; “150’likler” listesi, Cumhuriyet’in kuruluş senedi olan Lozan’ın resmî “eki”dir.
Konuyla ilgili herkes bir şey söylüyor da, asıl ATATÜRK ne diyor?
Ne demişti Şaduman Halıcı yukarıda?
“İngilizler; Milli Mücadele’yi içten parçalamak amacıyla Doğu Anadolu’da nasıl Kürt halkını kullanıyorlarsa, Batı Anadolu’da da eş zamanlı olarak Çerkes kartını oynamayı planlamış görünmektedir”.
Atatürk olayı şöyle görüyor:
“Şark meselesi batılıların tedavi edilemez hastalığıdır”. (2 Şubat 1923 İzmir)
NUTUK’da Ethem ve avenesi “konunun önemine binaen” oldukça fazla yer alır; son bölüm ise şöyledir.
“ASİ ETHEM VE KARDEŞLERİNE KARŞI FİİLİ HAREKÂTA GEÇİLMESİNİ EMRETTİM.
Efendiler, Kütahya’ya, Bakanlar Kurulu kararı ve hey’etin geri dönmesi gereğini bildirdikten sonra cephe komutanlarına da asi Ethem ve kardeşlerine karşı fiilî harekâta geçmelerini emrettim.
Efendiler, askerî harekâtı çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun masum çocuklarını fidye dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanını bezdiren ve Türk milletinin Büyük Meclisi’ni kendileriyle uğraştıran utanmaz, haddini bilmez, küstah ve herhangi bir düşmanın boğazı tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar aşağılık ve bayağı yaratılışta olan bu kardeşleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte yola getirmek ve ortadan kaldırmak suretiyle, inkılâp tarihimizde, etkili bir ibret örneği vermek zarurî görüldü. Onun için şöyle bir hazırlık yapmıştık;
Bursa’da bulunan Yunan kuvvetlerine karşı bir piyade tümeni bırakılarak, iki piyade tümeni ile bir süvari tugayına Eskişehir’in güneybatısında ve Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Uşak’ta bulunan Yunan kuvvetlerine karşı da, cephede yalnız bir tabur bırakılarak, iki piyade tümeni ile yedi süvari alayına, Dumlupınar yakınlarında ve yine Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı.
Kuvvetlerimiz, hareket emrini alır almaz, derhal Kütahya’da bulunan asi Ethem kuvvetleri üzerine yürüyüşe geçtiler. 29 Aralık 1920 günü Kütahya’yı işgal ettiler. Üç gün sonra da Batı ve Güney Cepheleri’nden hareket eden bütün kuvvetlerimiz, Kütahya’nın 30 – 40 kilometre ilerisinde ve Gediz yönünde bir hatta birleştiler. Asi Ethem, kuvvetlerini hiçbir yerde durdurmaya ve direnişe geçirmeye cesaret edemeden Gediz üzerine çekilmişti.
Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şuurlu ordusu, kendisini, Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti’ni küçük görecek kadar beyinsiz ve budalaca gurur gösteren bu asilere hak ettikleri yola getirme sillesini vurmak için, önüne geçilmez bir hiddet ve şiddetle hareket ediyordu. Nefes almaksızın kaçan asi Ethem, İstanbul’da Sadrazamlık Yüksek Katına diye şu telgrafı veriyordu:
‘Ankara’da tutuklanan sayın arkadaşlarınızın İstanbul’a geri gönderilmeleri için, Ankara Meclis Başkanlığı’na çektiğim protesto yazısı aşağıda bilgilerinize sunulmuştur, Şimdi, Millet Meclisi’nin kararıyla saldırıya uğramış bulunuyorum. Kuvvettim savunmaya hatta karşı saldırıya, bile yeterli olmakla birlikte, karşımda ve yanlarımda Yunanlılar bulunduğundan, tutulacak yol konusunda Yunan komutanlığı ile anlaşmaya varılmış ise de, zâtı devletlerinin onayını almayı da her bakımdan lüzumlu buldum. Gereğinin yapılması, haberleşmelerin ve Zâtı devletlerinin emirlerinin alınmasının sağlanması için, Gediz telgraf hattının onarımı ve düzeltilmesi, yüksek emirlerinize arz olunur. Umum Kuva-yı Seyyare ve Kütahya Bölgesi Eski Komutanı ve Şimdiki Umum Kuva-yı Milllye Komutanı Ethem’.
Efendiler, bu telgrafta sözü geçen ve protesto yazısı denilen saçma sapan bir telgraf, gerçekten de Meclis Başkanlığı’na çekilmiş ve gizli bir oturumda Meclis’e okunmuştu. Bu telgrafta kullanılan kelime ve deyimler o kadar kaba ve edepsizcedir ki, bir defa okunduktan sonra bir kere daha okunmasına ve dinlenmesine tahammül edilememişti. Bu kadar bayağı, saçma sapan bir yazıyı huzurunuzda da arz etmeyi gerekli bulmuyorum. Bu abuk sabuk yazı ile milletvekillerinin şahıslarına hakaret edilerek, Millî Meclis’in meşruluğuna saldırılarak, İzzet Paşa hey’etinin İstanbul’a dönmekte serbest bırakılması isteniyordu.
Efendiler, kuvvetlerimiz Kütahya’ya girerken, ben de Meclis’te bazı milletvekilleri tarafından sorguya çekilmiş bulunuyordum. Asi Ethem’in üzerine yürümemize, ona saldırmamıza ve onu takip etmemize karşı çıkılıyordu. Fuat Paşa, Ethem ve kardeşini çekip çevirebildiği için değiştirilmemesi yerinde olurmuş. Bütün anlaşmazlıkların sebebi, yeni tayin ettiğim komutanların tecrübesizlikleri ve durumun gereğine uygun tutum ve davranışlarda bulunmamaları imiş… Orduda ciddiyet ve disiplin aramanın zamanı mı imiş; ya Allah korusun Ethem Bey orduyu dağıtırsa ne yapacakmışım? Bu kadar önemli bir olaya kim ve nasıl karar vermiş? Böyle bir karar Meclis’e haber vermeden nasıl alınırmış? gibi birçok soru ve eleştirilerden sonra, ‘herhalde Ethem Bey ve kardeşleri vurulmamalıdır’ istekleri ileri sürüldü. 29 Aralık gününün bütün oturumlarını ve 30 Aralık gününün birkaç gizli oturumunu açıklamalar yapmakla geçirdim. Oturumun bütün safhalarını belgeleriyle, delilleriyle ve gerçekleriyle açıklamaya çalıştım. Bütün bu açıklamalarıma rağmen tartışma bir türlü son bulmuyordu. Her şey bir yana, yalnız Meclis’in meşruluğuna saldırma maksadı güden telgraf, sahiplerini Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na çarptırmaya yeterliyken, hu asilerin aylardan beri devam edegelen isyancı tutumları ve millî hükûmeti yıkmak ve kendi akıllarınca başka türlü bir hükûmet kurmak düşüncelerini uygulamaya yeltenmeleri dikkate alınmak istenmiyordu. Aksine, bunların ortadan kaldırılmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmalarına çalışılmak isteniyor gibiydi. Bunun sebebini kısaca açıklayayım Efendiler, milletvekillerinden bazıları, durumun şahsî ve hissî kırgınlıklardan doğduğuna inanmışlardı. Gerçekten de bu yolda sonsuz propaganda yapılmış ve kamuoyu yanıltılmak istenmişti. Bir de kuvvetli ve aşın telkinler altında, Ethem kuvvetlerinin çok ve yenilmesi güç olduğu sanılarak, bunların ordu ile çatışması halinde, ordunun çil yavrusu gibi dağılacağını, o zaman da durumun gerçekten feci olabileceğini düşünüyorlar ve böyle silahlı bir çatışmaya engel olmayı uygun buluyorlardı.
Efendiler, bu düşünceleri isabetli görüp ona göre hareket etmenin sonucu, emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce kabiliyetine sahip bulunmayan Ethem’in koskoca Türk vatanında diktatörlüğünü kabul ve tasdik etmek olacağını anlamamak mümkün müydü?
Meclis’in heyecan ve kararsızlığını giderecek inandırıcı bir konuşma yaparak, gizli oturumlardaki görüşmeleri, çarpışmanın fiilî sonuçlarını beklemek üzere kapattık”.
Atatürk, “emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce kabiliyetine sahip bulunmayan Ethem” diyor…
…ve gündemi hep meşgul eden meşhur Çerkez Kongresi’ne giden süreci ise şöyle bitiriyor;
“ETHEM VE KARDEŞLERİ KUVVETLERİYLE BİRLİKTE DÜŞMAN SAFLARINDA MÜSTAHAK OLDUKLARI YERİ ALDILAR.
Efendiler, Ethem kuvvetlerinin peşine düşen birliklerimiz, 5 Ocak 1921 günü Gediz’i işgal ederek, o civarda toplandılar. Ethem ve kardeşleri de, kuvvetleri ile birlikte düşman saflarında müstahak oldukları yeri aldılar. Artık Ethem olayı diye bir şey kalmamıştı. Ordumuzun içinde bulunan düşman kovularak kendi cephesine gönderilmişti. Bundan sonra, karşımızda yalnız bir tek düşman cephesini ve bu cephe ile ilgili olayları göreceğiz. Gerçekten de bir gün sonra 6 Ocak 1921’de Yunan ordusunun tamamı bütün cephe üzerinde her noktadan taarruza geçti”.
İMZA: GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Üzerine söylenecek söz, söz söyleyecek kişi var mıdır?
Kim söyleyebilir? 28 Kasım 2017

NOT; Ciddî okuyucuya, ayrıntı ile boğuşmaması, dedikoduya boğulmaması için konu ile ilgili üç kitap önereceğiz.
1.“ETHEM”. Şaduman Halıcı, (E Yayınları. İstanbul Haziran 2016)
2. “Gizli Kalmış Bir İhanet. Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem”. Ahmet Efe. (Simurg. İstanbul 2004)
3.”Çerkez Ethem”. Ahmet Efe. (Simurg. İstanbul 2006).))


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir