HAMİDİYE ALAYLARI

İçişleri Bakanı’nın, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda 2018 merkezi Yönetim Bütçe ve 2016 Kesin Hesap Kanun Tasarısı ile Sayıştay Raporları görüşmelerine katılarak; - kurd11

İçişleri Bakanı’nın, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda 2018 merkezi Yönetim Bütçe ve 2016 Kesin Hesap Kanun Tasarısı ile Sayıştay Raporları görüşmelerine katılarak; - kurd11

 

HAMİDİYE ALAYLARI
Hüseyin MÜMTAZ

İçişleri Bakanı’nın, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda 2018 merkezi Yönetim Bütçe ve 2016 Kesin Hesap Kanun Tasarısı ile Sayıştay Raporları görüşmelerine katılarak;

“21 bin 716 güvenlik korucusu alarak yaş ortalamasını 32’ye düşürdük. Korucularımıza Foça’da komando eğitimi dâhil verdiriyoruz. Bunun yanı sıra bakanlığımız bünyesinde Korucular Daire Başkanlığı kurduk. Ek tazminatları arttırılmış, harcırah imkânı getirilmiş, bir defaya mahsus olmak üzere silah taşıma ruhsatı için harç muafiyeti sağlanmış, sağlık tedavi giderleri bakımından 4-A kapsamında sigortalı sayılmalarına imkân veren yasal düzenleme hayata geçirilmiştir. Korucularımıza subay olmanın yolunu açtık. Korucularımızdan uzman çavuş alıyoruz. Özellikle eğitim yaşı tutanlar uzman çavuşluktan sonra astsubay, subay olabilecekler. Korucularımız subay olabilme kabiliyetine sahip olabilme adımını onlara sağlayacağız. 226 korucumuz uzman çavuş olma eğitimleri bitmek üzeredir” demesine çok kişi hayret etti.
Hâlbuki yerel halktan çeşitli maksatlarla toplanan/teşkil edilen bölgesel silahlı güçlere mensup kişilerin de astsubay/subay/paşa olarak çeşitli rütbeler alabilmelerinin, geçmiş tarihimizin öyle çok uzun değil nihayet 100 yıllık bir zaman diliminde sayısız örnekleri vardır.
“Doğrudur veya yanlıştır” tartışmasına girmeden kısaca hatırlamakta büyük fayda var.
Janet Klein bu kuruluşun amacını, İletişim’den yayınlanan “Hamidiye Alayları; İmparatorluğun Sınır Boyları ve Kürt Aşiretler” adlı kitabında; “Ülkeyi yabancı tecavüz ve saldırılardan korumak, Osmanlı ordusuna nispeten az asker veren bir bölgeden asker toplamanın bir yolunu bulmak, buna uygun olarak Osmanlı kuvvetlerinin kudretini artırma ve mevcudunu çoğaltmak” olarak açıklar.(S. 43).
Devam ediyor Klein;
“19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında Osmanlı Devleti doğu bölgelerinde pek çok –iç ve dış- tehdit algıladı. Rusya, Doğu Anadolu üzerindeki emelleriyle büyük bir tehdit oluşturuyordu. Kürt aşiretleri ve şeyh sülaleleri bölgede ‘paralel otoriteler’ olarak hareket etmeye devam ediyor ve Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıl boyunca yürüttüğü, periferisini merkeze bağlama ve daha iyi idare etme çabalarının büyük ölçüde başarısız olduğunu ispatlıyordu. Ancak, algılanan en büyük tehdidin milliyetçi-devrimci Ermeni faaliyetleri olduğu kanıtlandı; Osmanlı hükümet çevrelerinde pek çok kişi, Ermeni nüfusun tamamını, devlet otoritesine meydan okumakla kalmayıp Rusları içeri sokacak bir Truva atı işlevi görme olasılığı da bulunan bir beşinci kol olarak görmeye başladı. Devlet diğer ‘tehditler’le baş etmek için bu ‘düşman’ unsurlardan birini –Kürt aşiretlerini- aldı ve onu devlet otoritesine meydan okuyan yerel bir güç olmaktan çıkarıp bunun bir uzantısı haline getirmeye çalıştı.” (s. 17-18).
Klein’e göre Abdülhamit’in çıkış noktası şuydu;
“…bu yapı merkezi otoritenin elinin uzanmadığı unsurları saflara katacaktı. Erişim kontrol demekti: Son derece devingen bir halkın hareketleri ve faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olma, dolayısıyla da bunları düzenleme fırsatı; devlete çok az vergi, düzenli orduya da çok az asker veren bir halktan hem vergi hem asker toplama imkânı ve sultanın yerel reislerden daha yüksek bir otorite olduğunu gösterebilme olanağı. Bu girişimle her biri merkezi yönetim için belli bir tehdit oluşturan mevcut güçler arasında denge de sağlanacaktı…” (s. 48).
Ayşe Hür ise olayı şöyle görür;
“Asıl adıyla Hamidiye Hafif Süvari Alayları’nın kurucusu ve isim babası II. Abdülhamit idi. Birbiri peşi sıra gelen toprak kayıplarını İslam’ın toparlayıcı ve yenileyici gücü ile önlemek, hatta sınırları eski haline çevirmek düşüncesi ‘Halife’ unvanlı II. Abdülhamit’in iç ve dış politikalarının temel motifiydi. Abdülhamit, Kürtlerin toplumsal yapısını iyi analiz etmişti. 1879’daki Şeyh Ubeydullah İsyanı’ndan Kürdistan’da silah zoruyla otorite kurulmasının olanaksızlığını öğrenmişti. Aynı şekilde Arnavut ve Arap milliyetçiliğinden de asimilasyonun kolay bir iş olmadığını öğrenmişti. Zaten Abdülhamit’in tek etnisiteye dayalı modern bir ulus-devlet kurmak gibi bir hedefi yoktu. Abdülhamit devletin resmî dini olan Sünni İslam dairesinde olduğu için doğal müttefik kabul edilen Kürtleri ‘eğiterek’ ve ‘örgütleyerek’ devleti eski gücüne kavuşturmayı planlıyordu. Eğitim işi, 1892’de kurulan Aşiret Mektepleri, örgütlenme işi de 1891’de kurulan Hamidiye Alayları aracılığıyla yapılacaktı”.

“Rusya’daki Kazak alaylarının bir benzerini kurma fikri bir rivayete göre Abdülhamit’in düşüncelerine büyük önem verdiği kayınbiraderi, 4. Ordu Müşiri Mehmet Zeki Paşa’dan, bir rivayete göre Osmanlı Devleti’nin Rusya Sefiri Şakir Paşa’dan gelmişti. Abdülhamit’in alaylardan umduğu faydalar arasında, Kürdistan’da coğrafi koşullar ve başına buyruk aşiret yapısı yüzünden zayıflayan merkezi otoriteyi güçlendirmek, göçebe ve yarı göçebe hayat yüzünden henüz milliyetçilik fikirleriyle tanışmamış Kürtleri Pan İslamizm şemsiyesi altında Osmanlı Devleti’ne bağlamak, aşiret kavgalarına son vererek Kürtlerin potansiyelini devlet lehine kullanmak, Kürtleri asker olarak Rusya’ya ve İran’a karşı, bölgede ise kolluk gücü olarak kullanmak gibi geniş bir çerçeve olduğu sanılır. Bunlara yeni filizlenen Ermeni milliyetçiliğine set çekmek ile Yavuz Sultan Selim’den beri düşman görülen, başta Şii-Alevi-Kızılbaş kesimler olmak üzere tüm heterodoks akımları ezme amaçlarını da ekleyebiliriz”.
“İlk hamlede 36 alay kuruldu. Viranşehir’deki Milli ve Malazgirt’teki Hasenan aşiretleri beşer alayla, Haydaranlı aşireti yedi alayla en güçlü aşiretler olarak başı çekiyorlardı. Bu alayların konuşlandığı bölgelerden biri Ruslara karşı Van-Erzurum bölgesi, İngilizlere karşı ise Mardin-Urfa bölgesiydi. Alaylara alınanlara devlete ve şeriata sadakat yemini ettiriliyordu. Her alaya bir yüzünde Kuran’ı Kerim’den bir ayetin, diğer yüzünde padişah tuğrasının bulunduğu kırmızı atlastan sancak ile beyaz ipek kumaşa yazılmış fermanlar veriliyordu. Her fert, mensubu bulunduğu aşiretin geleneklerine uygun, fakat tek tip elbise giyecek, ancak üzerinde ise bağlı bulunduğu alayın işaret ve numarası bulunacaktı. Her alay mensubu bineceği atını ve takımlarını kendisi temin etmekle yükümlüydü ve atlarda mutlaka alayın damgası olacaktı.
Alaylı aşiretlerin kısa sürede diğer aşiretler üzerinde fiilen otorite kurmasının cazibesi, alay kuran aşiretlerin sayısının hızla artmasına neden oldu. Başlangıçta 13 olan alay sayısı 1895’e gelindiğinde 65’e ulaştı. Bunların 62’si Kürt, biri Kürt-Karapapak, biri Kürt-Terekeme, biri de Kafkasya muhacirlerinden kurulmuştu. Sivas civarında konuşlanan Kafkas Alayı’nın hiçbir liva ile bağlantısı olmadığından Sivas Kumandanlığı’nın denetimi altında askeri eğitim yapmaktan başka hiçbir faaliyeti olmadı. Tutak’taki Terekeme Alayı sadece kaza merkezinde jandarmanın kontrolünde konuşlandırıldı.
1896’da, pratikte çıkan sorunları halletmek üzere 121 maddelik ikinci bir nizamname çıkarıldı. İlk nizamnamenin temel mantığının korunduğu bu yeni nizamnamenin önemli yeniliklerinden biri alaylara katılan aşiretlere vergi muafiyeti getirilmesiydi. Bunun dışında organizasyon şemasında değişiklikler yapılmıştı. Alayların dördünün bir araya gelerek bir liva (tugay) oluşturabileceği, ayrıca Erkan-ı Harb-i Umumi kararları uyarınca gerekirse, alaylardan fırka (tümen) kurulabileceği söyleniyordu. Bu nizamname uyarınca Haydaran Aşireti reisi Kör Hüseyin Paşa’ya ve Milan Aşireti reisi İbrahim Paşa’ya ‘mirliva’ (tuğgeneral) unvanı verildi. Nizamname’nin sonuna eklenen özel bir madde ile aşiret alay subaylarının mülki memuriyetlere getirilmeyeceği ancak görevleri ile çatışmamak kaydıyla yerel meclislerde görev alabileceği belirtiliyordu. Böylece alaylar yoluyla, Kürt aşiretleri merkezi devletin düzenli askeri gücünün ayrılmaz bir parçası haline getirilirken, ordu yoluyla devlet de aşiretlerin içine kadar sızıyordu”.
“Nizamname’de din konusunda açık bir hüküm yoktu ama fiiliyatta sadece Sünniliğin Şafi Mezhebi’nden olanlar alaylara alındı. Örneğin Varto bölgesindeki Sünni Cibran Aşireti iki alay kurarken, onların en önemli rakibi olan Alevi Hormek Aşireti’nin alay kurma isteği, Müşir Zeki Paşa tarafından kabul edilmemişti. Buna kızıp isyan eden aşiret reisi İbrahim Talo öldürülmüş yerine geçen oğlu Zeynel de bir başka aşiretin aracılığıyla Padişah tarafından affedilinceye kadar isyancı konumunda kalmıştı. Yezidiler (kendi deyişleriyle Ezidiler), Şiiler ve Dürziler de Alaylara alınmamışlardı. Dersim bölgesindeki bazı Kızılbaş Kürt aşiretleri alaylara alınmadıkları için isyana varan tepkiler gösterince, Abdülhamit fikrini değiştirir gibi olmuş ancak sonradan ilk baştaki plana uygun olarak Şafiilerle devam etmişti”.
Mehmet Bozkurt, yukarıda bu işin fikir babası olan “Abdülhamit’in kayınbıraderi” Müşir Mehmet Zeki Paşa için bir başka ayrıntıya dikkat çeker;
“Tam adı Hamidiye Hafif Süvari Alayları. Abdülhamit’in saltanatında bir yıllık hazırlık döneminden sonra 1891’de kuruldu. Bir de müştemilatı var: Aşiret Mektepleri. Abdülhamit’in bu türden düzenekleri kurmakta pek usta olduğu bilinmekteyse de sultana bu defa aklı bir Çerkes veriyor: Mehmet Zeki Paşa. Kafkas Savaşları sırasında Çarlığın Çerkes savunmasını kırmak için kullandığı Kazak birliklerinin kuruluş şemasını gözüne kestiren Mehmet Zeki Paşa’nın önerisini yerinde bulan Sultan Abdülhamit, Kürt aşiret reislerinin komutasında milis birliklerinin kurulmasına karar veriyor”.

“Abdülhamit’in bu konuda gani yürekli olduğunu bilmez değilsiniz; her merasimin sonunda nişanlar, payeler dağıtılıyor. Janet Klein, reislerin “uzak memleketlerine farklı insanlar olarak döndüklerini” yazıyor. Askerlik yapmadıkları kuvvetle muhtemel, adlarını bile yazıp yazamadıkları kuşkulu aşiret reisleri albay, general rütbeleri ve bu rütbelere uygun maaş cetvelleri ile keselerinde “hamid” altınları; atlarının terkisinde bir yüzü Kur’an ayetli diğer yüzü Padişah Tuğralı atlastan sancak ve beyaz ipek kumaşa nakşedilmiş ferman… Dönüyorlar… “
“Tüzüğü var. En az 32 en çok 48 neferde oluşan takımlar kuruluyor. Dört takımdan bir bölük, dört bölükten bir alay oluşturuluyor. Atlar ve giysiler kendilerinden, silah, cephane her türlü askeri mühimmat sultandan. Alaylar ancak merkezin emri ve ancak onun denetiminde bir araya gelebiliyorlar. Şunlar da var; her alaydan iki çavuş ordu merkezine gönderilip eğitim alıyor. Ayrıca her alaydan on dört on beş yaşlarında “irilerinden” bir çocuk seçilerek İstanbul’a gönderiliyor orada süvari mekteplerinde tahsil görüyor teğmen rütbesiyle alayına dönüyor. Ancak bunu mektepli subaydan sayamıyoruz. Bu özel orduya ‘Osmanlı terbiyesiyle’ yetişmiş padişahına bağlı subaylar gerekiyor. Aşiret mektepleri bu türden subaylar yetiştirmek için açılıyor: Mekteb-i Aşiret-i Hümayun… Aşiret reislerinin ve ileri gelenlerinin çocukları kabul ediliyor bu okullara. Yatılı olarak okuyorlar”.
Hamidiye Alayları’nın bitişi 1906’da önce Aşiret Mektepleri’nin kapatılmasıyla başlar. 1909’da da “Hamidiye” sözü kaldırılır, “Aşiret Süvari Alayları” kalır. 1913’de tüzük bir kere daha değiştirilip “İhtiyat Süvari Alayları” halini alır ve merkezi Erzurum’da olan Dokuzuncu Kolordu’ya bağlanarak bir anlamda nizami orduya katılmış olurlar.
Uzun lâfın kısası; tarihin derinlikleri, olayları doğru değerlendirmekte büyük fayda sağlıyor.
24 Kasım 2017


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir