LÜBNAN VE SUUDİ ARABİSTAN’DA NE OLDU

Geçen Pazartesi günü Suudi Arabistan​, ​Lübnan Başbakanı Sad Hariri​'yi Riyad'a çağırdı.
4 Kasım Cumartesi günü​ ​Saad Hariri, Lübnan Başbakanı olarak görevinden istifa etti.
Hariri, Riyad'ta​​ bir​ Suudi Tv'de canlı yayımladığı istifa açıklamasında​ ​İran ve Hizbullah'ı suikast girişiminde bulunmakla suçlad​ı​​...
"İran​ ​aynı ulusun çocukları arasında anlaşmazlık çıkarmış ve Lübnan'ın işlerinin nasıl yürüdüğü konusunda son sözü söyleyecek derecede devletin içinde bir devlet​ ​kurmuştur" dedi.
​Şu an Beyrut'a geri dönmeyeceğini söyledi​...​
 
*
Ortadoğu'da cihatçı örgütlere desteği​ ve ABD müttefikliği ile bilinen, şimdilerde ABD telkiniyle "Ilımlı İslam" modeline dönmeye hazırlanan Suudi Arabistan'da da; 
4 Kasım Cumartesi günü Kral Salman kilit güvenlik ve ekonomik görevlerde bulunan 11 prens, 4 bakan ve onlarca eski bakan ve kişiyi gözaltına aldırdı..
Kraliyet Ailesi'nin en önemli üyelerinden birinin Ulusal Muhafızlar'ın başkanlığını kaldırdı.
Suudi vatandaşlarının Veliaht Prensi desteklemesi çağrısında bulundu.
 
*
Bu gelişmeler; Başkan D.Trump'ın, Mayıs'ta Suudi Arabistan/ Riyad'da ardından Sicilya/ Taormina'da G7 liderleri zirvesinde açıkladığı,
Eski Başkan Obama yönetiminin ifade ettiği  İŞİD ve diğer İslamcı Cihad terör örgütlerini küçültmeyi değil ama ortadan kaldırma taahhütü doğrultusunda yürüyor.
Bu taahhüt Savunma Bakanı J.Mattis'in dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini ve terörünü hızla yenmek üzere hazırladığı yeni bir plana dayanıyor.
 
* 
22 Mayıs'ta Başkan Trump, planın uygulanması için Suudi Arabistan/ Riyad'ta idi.
"Ortadoğu'ya yaptığım son seferimde artık radikal ideolojiye yapılan mali yardımın olmaması gerektiğini bildirdim.
Ondan sonra bölge rehberleri Katar'ı işaret ederek onu suçladılar.
Arabistan'a yaptığım ziyaretim, Kral ve 50 Arap ülkesiyle görüşmem sonuç verdi. 
Radikalizmin mali kaynaklarını kesme noktasında sert önlemler alacaklarını söylediler. 
Tüm deliller Katar aleyhineydi. 
Belki de bu terörizmin son bulmasının başlangıcıdır "diyordu.
 
*
Riyad Mutabakatına göre ABD'nin cihatçılık ile mücadelesi;
1- Cihadçı grupları kaçmalarına imkan vermeden yok etmeye dayanan bir stratejinin  yürütülmesi,
2- Bölgede yağmacı politikalar takip eden tüm ülkelerden aşırılıkları atmak amacını paylaşan bir uluslar birliği haline gelmelerinin sağlanması,
3- Mısır, El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde  Ilımlı İslam öğretilerini yayma konusunda lider ülke olması, 
4- ABD'nin, Suudi monarşisine ve onun İran'a karşı NATO himayesinde bir Sünni-Arap askeri koalisyon oluşturma planına  destek vermesi,
5- Nihayet Ortadoğu'daki büyük trajedinin siyasi çözümü yolunda, ABD'nin yükümlülüğünü en azından asgari düzeye düşürecek ve işlenen suçların sorumluluğu yüklenecek iki vekil ülke; Katar ve Türkiye'nin belirlenmesi planı böylece yürürlüğe alındı.
 
*
Nitekim, Başkan Trump'ın Suudi Arabistan mutabakatı, Katar ekonomisini boğazlamakla tehdit eden bir ekonomik abluka uygulamasıyla başlatıldı.
1- Suudi Arabistan'ın Katar'ı vesayete tabi tutması, 
2- Katar'ın Suriye'de İŞİD'le yaptığı işbirliğini, İŞİD çevresinde bir araya gelen İslamcı Cihad güçlerini finanse etmekten, örgütlemek ve silahlandırmaktan alıkonulması,
3- Bahreyn kraliyet ailesine yönelik muhalefetinin önlenmesi,
4- Yemen'de Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan'ın Şii ağırlıklı El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklemekten vazgeçmesi,
5- Katar'ın İran ile ve onunla bağlantılı Filistinli İslamcı grup HAMAS'la ve Müslüman Kardeşler Örgütü ile arasına mesafe koyması amaçlandı...
 
*
Ama Mayıs'tan bu yana çok şey değişti.
Suriye'deki iç savaş son birkaç ayda dramatik bir şekilde bölge haritasını değiştirdi.
İŞİD'in çökmesiyle Ortadoğu'da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail diğeri İran olmak üzere iki alan ort​aya çıktı.
 
*
Bu kez ABD ve İsrail için Suriye rejiminin demokratikleşmesini istemekten ziyade Şii direniş ekseninden tamamen uzaklaştırılması isteği oluştu.
Çünkü İran, İsrail'in alanında siyasi ve askeri potansiyelini maksimize etmek ve bölgeyi tek bir çatışma alanı haline getirmek stratejisi doğrultusunda ilerliyordu. 
Suriye'de, İran Devrim Muhafızları yönetiminde Şii milisleri ve Lübnan Hizbullah'ı bulunuyor hatta HAMAS'ı da bu gruptan saymak gerekiyordu...
 
*
İsrail, Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah'ın, İran ve Rusya ile olan işbirliği üzerinden bölgede giderek büyüyen Şii ekseninin güçlü bir parçası haline geldiğini uyarıyordu.
Üstelik ABD ve İsrail'in terör örgütü olarak kabul ettiği Hizbullah artık düzenli bir ordu gibi savaşıyor, istihbarat topluyor, savaş uçakları, tanklar kullanıyor, yetkin topçu birlikleri vardır ve gerilla savaşının her türünde uzmandır.
Belirli bir bölgede topçu atış desteğiyle  4 bin kişilik bir birliği konvansiyonel silahlarıyla hızla ve ustalıkla savaşa yönlendirebiliyor.
Hatta İsrail ordusu, Hizbullah terör örgütünü kendisinden sonra gelen "Ortadoğu'nun ikinci en güçlü ordusu" olarak kabul ediyor...
 
*
Halbuki İran​ için başkent Şam'ın da dahil olduğu Suriye'nin güney kesimi​ "Şii Projesi'nin bir parçasıdır.
İran bu bölgeye Hizbullah​ ve​​ Devrim Muhafızları'na bağlı Iraklı militanlar​ın yerleşmesini,
​Böylece Irak ve Suriye toprakları üzerinden Lübnan'a bir kara koridoru kurmanın yanısıra​ Golan Tepeleri'nde İsrail'e karşı yeni bir cephe açılması​nı planlamaktadır.
 
*
Bu noktada Lübnan Başbakanı Sad Hariri, İran ve Hizbullah'ın Beyrut üzerindeki tutumunu sağlamlaştırmakla suçlanıyordu.
Hariri, Ekim 2016'da Hizbullah'ın lideri H.Nasrallah'ın arkadaşı olan Hristiyan lider Michel Aoun'un Lübnan Cumhurbaşkanlığına getirmiş, böylece Sünniler, Hıristiyanlar ve Şiiler olmak üzere rakip üç grup arasındaki anlaşmaya katılmıştı.
Üstelik Hizbullah'ın Ulusal Lübnan ordusunun operasyonel bir gücü olmasına göz yummuş, sonra bu gücün  Beşar Esad rejimine destek olması için Suriye'ye gitmesine izin vermişti.
Bu yüzden Suudi Arabistan, Başbakan Hariri ile uzun zamandır süren aile bağlarını
kesmemiş miydi?  
 
* 
Öte yandan dünyadaki cihat terörizmi, Suudi Arabistan merkezli Sünni-Vahhabi kökten dinci anlayışından ortaya çıkıyor,
Bu radikal ideoloji Suudi monarşisinin desteği sayesinde varlığını sürdürüyordu.
Üstelik ABD destekli Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın reformculuğu cihat terörizmini savunan Suud ulemasını kışkırtıyordu.
İşte bugün görevleri başında değiller...
 
*
Arka planda Türkiye'de; AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Müslüman Kardeşler örgütünün hamisiı Recep Tayyip Erdoğan,
İslami cihad ile yapılan mücadelede sıranın kendine gelmekte olduğunu bilmektedir.
​ABD ve AB'nin sözleşmiş gibi Türkiye halkına değil kendisine karşı uyguladığı baskıdan afallamış,
​Aslında bu nedenle ABD'ye sert sözlerle cihad tehditiyle yükle​nmektedir.
"Biz dünyayı ayağa kaldırmasını da biliriz " diyor...
 
6.11.2017 - cihad women jihad cihat
Geçen Pazartesi günü Suudi Arabistan​, ​Lübnan Başbakanı Sad Hariri​’yi Riyad’a çağırdı.
4 Kasım Cumartesi günü​ ​Saad Hariri, Lübnan Başbakanı olarak görevinden istifa etti.
Hariri, Riyad’ta​​ bir​ Suudi Tv’de canlı yayımladığı istifa açıklamasında​ ​İran ve Hizbullah’ı suikast girişiminde bulunmakla suçlad​ı​​…
“İran​ ​aynı ulusun çocukları arasında anlaşmazlık çıkarmış ve Lübnan’ın işlerinin nasıl yürüdüğü konusunda son sözü söyleyecek derecede devletin içinde bir devlet​ ​kurmuştur” dedi.
​Şu an Beyrut’a geri dönmeyeceğini söyledi​…​
 
*
Ortadoğu’da cihatçı örgütlere desteği​ ve ABD müttefikliği ile bilinen, şimdilerde ABD telkiniyle “Ilımlı İslam” modeline dönmeye hazırlanan Suudi Arabistan’da da; 
4 Kasım Cumartesi günü Kral Salman kilit güvenlik ve ekonomik görevlerde bulunan 11 prens, 4 bakan ve onlarca eski bakan ve kişiyi gözaltına aldırdı..
Kraliyet Ailesi’nin en önemli üyelerinden birinin Ulusal Muhafızlar’ın başkanlığını kaldırdı.
Suudi vatandaşlarının Veliaht Prensi desteklemesi çağrısında bulundu.
 
*
Bu gelişmeler; Başkan D.Trump’ın, Mayıs’ta Suudi Arabistan/ Riyad’da ardından Sicilya/ Taormina’da G7 liderleri zirvesinde açıkladığı,
Eski Başkan Obama yönetiminin ifade ettiği  İŞİD ve diğer İslamcı Cihad terör örgütlerini küçültmeyi değil ama ortadan kaldırma taahhütü doğrultusunda yürüyor.
Bu taahhüt Savunma Bakanı J.Mattis’in dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini ve terörünü hızla yenmek üzere hazırladığı yeni bir plana dayanıyor.
 
22 Mayıs’ta Başkan Trump, planın uygulanması için Suudi Arabistan/ Riyad’ta idi.
“Ortadoğu’ya yaptığım son seferimde artık radikal ideolojiye yapılan mali yardımın olmaması gerektiğini bildirdim.
Ondan sonra bölge rehberleri Katar’ı işaret ederek onu suçladılar.
Arabistan’a yaptığım ziyaretim, Kral ve 50 Arap ülkesiyle görüşmem sonuç verdi. 
Radikalizmin mali kaynaklarını kesme noktasında sert önlemler alacaklarını söylediler. 
Tüm deliller Katar aleyhineydi. 
Belki de bu terörizmin son bulmasının başlangıcıdır “diyordu.
 
*
Riyad Mutabakatına göre ABD’nin cihatçılık ile mücadelesi;
1- Cihadçı grupları kaçmalarına imkan vermeden yok etmeye dayanan bir stratejinin  yürütülmesi,
2- Bölgede yağmacı politikalar takip eden tüm ülkelerden aşırılıkları atmak amacını paylaşan bir uluslar birliği haline gelmelerinin sağlanması,
3- Mısır, El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde  Ilımlı İslam öğretilerini yayma konusunda lider ülke olması, 
4- ABD’nin, Suudi monarşisine ve onun İran’a karşı NATO himayesinde bir Sünni-Arap askeri koalisyon oluşturma planına  destek vermesi,
5- Nihayet Ortadoğu’daki büyük trajedinin siyasi çözümü yolunda, ABD’nin yükümlülüğünü en azından asgari düzeye düşürecek ve işlenen suçların sorumluluğu yüklenecek iki vekil ülke; Katar ve Türkiye’nin belirlenmesi planı böylece yürürlüğe alındı.
 
*
Nitekim, Başkan Trump’ın Suudi Arabistan mutabakatı, Katar ekonomisini boğazlamakla tehdit eden bir ekonomik abluka uygulamasıyla başlatıldı.
1- Suudi Arabistan’ın Katar’ı vesayete tabi tutması, 
2- Katar’ın Suriye’de İŞİD’le yaptığı işbirliğini, İŞİD çevresinde bir araya gelen İslamcı Cihad güçlerini finanse etmekten, örgütlemek ve silahlandırmaktan alıkonulması,
3- Bahreyn kraliyet ailesine yönelik muhalefetinin önlenmesi,
4- Yemen’de Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan’ın Şii ağırlıklı El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklemekten vazgeçmesi,
5- Katar’ın İran ile ve onunla bağlantılı Filistinli İslamcı grup HAMAS’la ve Müslüman Kardeşler Örgütü ile arasına mesafe koyması amaçlandı…
 
*
Ama Mayıs’tan bu yana çok şey değişti.
Suriye’deki iç savaş son birkaç ayda dramatik bir şekilde bölge haritasını değiştirdi.
İŞİD’in çökmesiyle Ortadoğu’da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail diğeri İran olmak üzere iki alan ort​aya çıktı.
 
*
Bu kez ABD ve İsrail için Suriye rejiminin demokratikleşmesini istemekten ziyade Şii direniş ekseninden tamamen uzaklaştırılması isteği oluştu.
Çünkü İran, İsrail’in alanında siyasi ve askeri potansiyelini maksimize etmek ve bölgeyi tek bir çatışma alanı haline getirmek stratejisi doğrultusunda ilerliyordu. 
Suriye’de, İran Devrim Muhafızları yönetiminde Şii milisleri ve Lübnan Hizbullah’ı bulunuyor hatta HAMAS’ı da bu gruptan saymak gerekiyordu…
 
*
İsrail, Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah’ın, İran ve Rusya ile olan işbirliği üzerinden bölgede giderek büyüyen Şii ekseninin güçlü bir parçası haline geldiğini uyarıyordu.
Üstelik ABD ve İsrail’in terör örgütü olarak kabul ettiği Hizbullah artık düzenli bir ordu gibi savaşıyor, istihbarat topluyor, savaş uçakları, tanklar kullanıyor, yetkin topçu birlikleri vardır ve gerilla savaşının her türünde uzmandır.
Belirli bir bölgede topçu atış desteğiyle  4 bin kişilik bir birliği konvansiyonel silahlarıyla hızla ve ustalıkla savaşa yönlendirebiliyor.
Hatta İsrail ordusu, Hizbullah terör örgütünü kendisinden sonra gelen “Ortadoğu’nun ikinci en güçlü ordusu” olarak kabul ediyor…
 
*
Halbuki İran​ için başkent Şam’ın da dahil olduğu Suriye’nin güney kesimi​ “Şii Projesi’nin bir parçasıdır.
İran bu bölgeye Hizbullah​ ve​​ Devrim Muhafızları’na bağlı Iraklı militanlar​ın yerleşmesini,
​Böylece Irak ve Suriye toprakları üzerinden Lübnan’a bir kara koridoru kurmanın yanısıra​ Golan Tepeleri’nde İsrail’e karşı yeni bir cephe açılması​nı planlamaktadır.
 
*
Bu noktada Lübnan Başbakanı Sad Hariri, İran ve Hizbullah’ın Beyrut üzerindeki tutumunu sağlamlaştırmakla suçlanıyordu.
Hariri, Ekim 2016’da Hizbullah’ın lideri H.Nasrallah’ın arkadaşı olan Hristiyan lider Michel Aoun’un Lübnan Cumhurbaşkanlığına getirmiş, böylece Sünniler, Hıristiyanlar ve Şiiler olmak üzere rakip üç grup arasındaki anlaşmaya katılmıştı.
Üstelik Hizbullah’ın Ulusal Lübnan ordusunun operasyonel bir gücü olmasına göz yummuş, sonra bu gücün  Beşar Esad rejimine destek olması için Suriye’ye gitmesine izin vermişti.
Bu yüzden Suudi Arabistan, Başbakan Hariri ile uzun zamandır süren aile bağlarını
kesmemiş miydi?  
 
Öte yandan dünyadaki cihat terörizmi, Suudi Arabistan merkezli Sünni-Vahhabi kökten dinci anlayışından ortaya çıkıyor,
Bu radikal ideoloji Suudi monarşisinin desteği sayesinde varlığını sürdürüyordu.
Üstelik ABD destekli Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın reformculuğu cihat terörizmini savunan Suud ulemasını kışkırtıyordu.
İşte bugün görevleri başında değiller…
 
*
Arka planda Türkiye’de; AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Müslüman Kardeşler örgütünün hamisiı Recep Tayyip Erdoğan,
İslami cihad ile yapılan mücadelede sıranın kendine gelmekte olduğunu bilmektedir.
​ABD ve AB’nin sözleşmiş gibi Türkiye halkına değil kendisine karşı uyguladığı baskıdan afallamış,
​Aslında bu nedenle ABD’ye sert sözlerle cihad tehditiyle yükle​nmektedir.
“Biz dünyayı ayağa kaldırmasını da biliriz ” diyor…
 
6.11.2017

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir