MESA letter, 2017 WATS konferansı – Türkçe’ye çeviri

Sayın Turkish Forum üyeleri, - literature edebiyat kitap
, ,

Sayın Turkish Forum üyeleri,

Anımsıyacağınız üzere birkaç gün önce benim ABD’deki MESA (Middle East Studies Association) kurumunun yöneticilerine gönderdiğim, 27 Ekim 2017 tarihli bir mektup Turkish Forum’da yayımlandı. Ermeni “soykırımı” tezini fütursuzca destekleyen bu kuruluş, 15 Eylül’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binalı Yıldırım’a bir mektup göndermiş, 15-18 Eylul tarihinde Berlin’de yapılan, Ermeni “soykırımı” konusundaki WATS-2017 konferansı ile ilgili şikayetlerini dile getirmişti. Mektup diğer Türk makamlarına ve Avrupa ve BM ileri gelenlerine kopyalanmıştı. Bilindiği kadar bu mektuba Türk yetkililerinden maalesef bir cevap gelmemiştir. Benim 27 Ekim 2017 tarihli mektubum, MESA yöneticilerine verdiğim şahsi bir cevaptı. Zira MESA’nın mektubunda açıkça bir hipokrasi vardı, ve eleştiriler yersiz idi.

27 Ekim 2017 tarihli mektubum İngilizce olması nedeniyle bazı Turkish Forum üyeleri tarafından anlaşılması zor olmuş olabilir. Bu düşünceden hareket ederek – ve bir istisna olarak – orijinal mektubu Türkçe’ye çevirdim. Çeviri, orijinal İngilizce mektupla beraber ektedir.

Bilgilerinize arzolunur.

Ferruh Demirmen

[email protected]

Demirmen MESA Türkçe

Demirmen MESA

 

27 Ekim 2017

Profesör Beth Baron, MESA Başkanı, City University of New York

Dr. Amy W. Newhall, MESA İcra Direktörü

Konu: “Türk-Ermeni İncelemeleri Çalıştayı” (WATS) Konferansı, 2017, Berlin

Konferans Başlığı: “Geçmişten Bugüne: Avrupa’nın Ermeni Soykırımı Yaklaşımları“

Sayın Profesör Baron ve Dr. Newhall,

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binalı Yıldırım’a hitaben yazdığınız ve diğer ileri gelen kişilere kopyaladığınız 15 Eylül 2017 tarihli mektubunuzdan geç de olsa haberdar oldum.

Mektubunuzda, Türkiye’de yerleşik bilginlerin “Ermeni Soykırımı” ile ilgili yukarıda sözü geçen WATS konferansına (15-18 Eylûl 2017) katılımlarının bazı kesimler tarafından önlenmesine çalışıldığını, bu girişimlerden “derin endişe” duyduğunuzu belirtiyorsunuz.

Diyorsunuz ki, bu girişimler bilimsel çalışmaların “zaptedilmesi” gidişatına işaret eder, ve Türkiye’deki bilginlerin akademik özgürlüğüne bir “saldırı” anlamına gelir.

 

Mektupta bilimsel çalışmalar için temel olan – ve sizin büyük değer verdiğinizi belirttiğiniz – “akademik özgürlük” ve “ifade özgürlüğü” ilkelerini en az 10 kez dile getiriyorsunuz.

 

Saygıdeğer bayanlar, ilk görünüşte mektubunuz akademik kesimlerde evrensel olarak takdirle karşılanır. Ancak mektubunuzda kritik bir ayrıntıya değinmemişsiniz: WATS konferansları, ki 2000 yılından bu yana 10. kez yapılmaktadır, kasten tek yanlı, başka deyişle dışlayıcı olmuştur. Türk ya da yabancı olsun, konferansa katılımı istenen akademisyenler, “soykırım” görüşüne taraftar olan kişilerdir. (Türk ismi taşiyan kişiler tabii ki daha da muteber!). Tersine, yine Türk ya da yabancı olsun, “Ermeni soykırımı” tezine karşı çıkan bilginler veya araştırmacılar konferanslardan dışlanmışlardır. Bunlar “istenmeyen kişi” muamelesi görmüşlerdir.     

 

Örneğin, Türk görüşünü savunmakla bilinen Türk araştırmacıların Berlin konferansına katılma istekleri kabul görmemiştir. Bazı hallerde gösterilen mazeret, “yer yokluğu” idi. Diğer durumlarda konferansa kayıt başvuruları veya sorguları cevapsız kaldı. Bu kategorideki bir kişi kayıtlı olmamasına karşın konferansa gittiğinde – ki kapıda soru sorulmamıştı – az sonra salonda dikkat çekmiş ve kayıtlı olmadığı gerekçesiyle konferansı terketmesi istenmişti. Konferans salonu 25-30 kişilik bir toplulukla yarıdan fazla boştu.

 

“Yer yokluğu” bu kadar olur!

 

Akademik titre sahip, ve MESA gibi bir bilge kuruluşun yöneticileri olan sizler bilmelisiniz ki, bilimsel çalışmaları tema yapan konferanslar taraf ve önyargıdan arınmış olarak değişik görüşlere açık olmalıdır. Bu konferansların temelinde serbest görüş-alışverişi yatar. “İfade özgürlüğü” böyle olur.    

 

Aksi takdirde Berlin’deki gibi bir WATS konferansı, “Ku Klux Clan” gibi bir [ırkçı] cemiyetin “ABD’de Irk İlişkileri” temasında bir konferans düzenlemesi, katılımların üyelere sınırlı tutulması, ve bu vesile ile “ifade özgürlüğü”nden övünç ile söz edilmesinden farklı değildir.

 

Yine bilmelisiniz ki, “Ermeni soykırımı” bilginler arasında tartışmaya açık bir konudur. Bu husus insan haklarında Avrupa’da en saygın olan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi”nin (AİHM) 2013 ve 2015 İsviçre-Perinçek davası hükümlerinde kayda alınmıştır.

 

Örneğin, 1985 yılında ABD’de 69 tarihçi ve araştırmacı, ki aralarında dünyaca ünlü tarihçi Bernard Lewis vardı, Ermeni soykırımı iddialarını reddetdiklerine dair ortak bir karar aldılar. Kararı, ABD Temsilciler Meclisi üyelerine hitap eden ve New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayınlanan bir bildiride beyan ettiler. Bu kişiler Türk, Osmanlı ve Orta Doğu tarihi konusunda uzman olan akademisyenler idi. Daha sonra bu akademisyenlerin birçoğu soykırım taraftarlarınca taciz edildiler, korkutuldular. 2001 yılında 124 Türk akademisyen 1985 bildirisini destekleyen bir tebliğ yayınladılar.

 

1915 Osmanlı Anadolusu olaylarının tartışmaya açık olduğu su götürmezken, MESA, soykırım karşıtı görüşleri göz ardı etme ve bu kamptaki akademisyenleri WATS konferanslarından dışlama hakkını nereden bulmuştur?

 

Siz tarihi gerçekler konusunda Allah’ın tayin ettiği hâkem durumunda mı sınız?

 

Sizin için bir teselli olacak ise şunu da belirteyim ki, ABD’de “Ermeni soykırımı” konusunda bu kadar açıkça önyargılı olan bir kuruluş vaya enstitü sadece MESA değildir. Yıllardır soykırım karşıtı bilginlere bir nev’i veba muamelesi yapmış olan önyargılı, sözde “Uluslararası Soykırım Bilginleri Cemiyeti”ni biliriz. Türk aleyhtarlığının o denli güçlü olduğu UCLA (Kalifornia Los Angeles Üniversitesi) gibi üniversiteleri de biliriz. Öyle ki, bu üniversitede tarih profesörlüğü yapan merhum Stanford Shaw, evinin Ermeni çapulcuları tarafından bombalanmasının ardından 1992 yılında üniversiteden erken emekli olmak zorunda kaldı.

 

Profesör Shaw’ın “suçu,” 1915 olayları ile ilgili Ermeni tezini kabul etmemiş olmasıydı.         

 

Yine biliriz ki, ABD’de bazı kuruluşlar Ermeni kaynaklarından bağış sağlamak için fahişelik yaparcasına “akademik çalışmalar” afişlemesi altında yalnızca Ermeni-taraftarı soykırım incelemelerine sahip çıkmışlardır. Bu kuruluşlara bağımsız araştırmalar yapma argümanını ileri sürersiniz sanırlar ki Çince konuşuyorsunuz.

Belki aynı ölçüdeki bir rezalet, bazı akademik kuruluşlar “Ermeni soykırımı” ile uzaktan ilişkili olsa bile Türk tarihi konusunda sunum yapacak davetli konuşmacaların engellenmesini amaçlayan Türk karşıtı Ermeni baskı ve taktiklere boyun eğmişlerdir.

Yukarıda belirtilen, kökü din ve etnisiteye dayanan tarafgirlik bir yana, “Ermeni soykırımı”nın niçin gerçek dışı bir safsata olduğu, Osmanlı hükümetinin Tehcir kararında niçin Ermenilere hiçbir zarar vermek kastı olmadığı, Tehcir’de yaşanan olayların niçin toplumlar arası bir çatışma olduğu, “Andonian dosyası” ve yüz kızartıcı “Hitler Söylemi”nin niçin sahte oldukları, “Büyükelçi Morgenthau Öyküsü”nün niçin inandırıcılıktan uzak olduğu, Osmanlı Türklerin 1.5 milyon Ermeni mülteciyi katlettiği iddiasının niçin insafsız bir abartma olduğu, 1915 olayları ile ilgili Ermeni tezinin nasıl yarım milyondan fazla sivil Müslüman (ve Yahudi) halkının 1910-1922 sürecinde Ermeni çetelerince kıyımını görmezden geldiği, 1923 “Hovannes Katchznouni Manifestosu”nun ne anlama geldiği, 1919-1921 Malta Yargılaması’nın ne önem taşıdığı, ABD Kongresi’nin General James G. Harbord’un harp bölgesini ziyaretinin ardından hazırladığı rapora istinaden niçin Nisan 1920’de “Ermeni Mandaterliği” tasarısını reddettiği, ve 1923 Lozan Antlaşması’nın niçin “Büyük Ermenistan” hayaline son verdiği … konularında burada açıklama yapmak gereğini duymuyorum.

Yine aynı şekilde, 2. Dünya Savaşı’ndaki Daşnak-Nazi işbirliğini, harp sonrasında Türk diplomatlarını hedefleyen ASALA/JCAG terörünü, Hocalı Katliamı’nı, ve Kuzey Amerika’da parası bol, iyi organize edilmiş Ermeni lobisinin – ki bu lobinin faaliyetleri kısmen Diyaspora tarafından finanse edilen, Hollywood ürünü filmlere dayanır – tarihi gerçekleri nasıl saptırdığını, hiçbir geçmişi anımsama, tartışma ve sorgulama olmadan medyada ve politikacılardan nasıl destek topladığını – ve bu arada toplumda etnik çekişme ve de fakto ırkçılığa kadar uzanan husumete yol açtığını …

Ancak özel bir konuda daha direk olacağım: 1948 BM Soykırım Sözleşmesi. Bu Sözleşme’nin 6. maddesi soykırım suçunun, bir yargı kararını gerektireceği üzere, yetkili bir mahkeme tarafından saptanmasını şart koşar. Bu zorunluluk AİHM’nin 2013 ve 2015 İsviçre-Perinçek davaları ile ilgili hükmünde, ve daha sonra 2016’da Fransa Anayasa Mahkemesi’nin içtihadında kabul görmüş ve açıklığa kavuşturulmuş olup, uluslararası yasa çerçevesinde bir esasdır. Bu Sözleşme’ye göre bireylerin, parlamentoların, hükümetlerin ve MESA gibi kuruluşların soykırım hususunda hüküm verme yetkileri yoktur.

Şu da var ki, “Ermeni soykırımı” ile ilgili bir yargı kararı yoktur. Kesinlikle yok. (Bu bağlamda Ermenistan’ın soykırım iddiasını niçin Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na taşımadığını merak edebilirsiniz. Hırvatistan 1999 yılında Sırbistan aleyhine böyle bir dava açmıştı. Mahkeme kararını okursanız şaşırabilirsiniz).

Durum böyle iken 1915 olaylarına ilişik iğrenç soykırım suçunu Türklere yüklemek yanlıştır, büyük haksızlıktır, bile bile karakter katliamıdır. Böyle karalama iftiraları affedilemez.

 

Jenosit suçu uluslararası yasa çerçevesinde tanımlanmış olup yine bu çerçevede hükme tâbidir. Yasaların egemen olduğu toplumda yaşıyoruz, ve uluslararası olanlar dahil, yasalara uymak zorundayız. Bu düzenden çıkmak için bir mazeret olamaz.

 

Umarım Türklerin haksız olarak “Ermeni soykırımı” ile suçlandırıldıklarında neden bu kadar hoşnutsuz ve öfkeli olduğunu anlıyorsunuzdur. Bir de yaraya tuz biber ekercesine bu suçlamalar “insan hakları” çerçevesinde yapıldığında, ve ülke savaş içinde iken Ermenilerin isyan ederek vatan hainliğine kalkışmaları utanç verici bir şekilde görmezden gelindiğinde … Başıbozuk Ermeni militanlarının yerli halka yaptıkları unutulmamalı.

 

İşte bu sebepledir ki, MESA gibi bir kuruluş Türkiye’den ırak olmayan bir yörede WATS gibi bir uluslararası konferans düzenler, Türkleri fütursuzca soykırım ile suçlar, “Türkü Dövme Şöleni”ne katılmak isteyen Türk akademisyenlere kucak açar, buna karşılık haklı olarak kendi görüşlerini dile getirmek ve bildikleri gerçekler doğrultusanda tarihi miraslarını savunmak isteyen Türkleri dışlarsa, Türkiye’deki bazı kesimlerden feryat edercesine protestalar yükselir.

 

Aslında Türklerin bütün beklentisi, tarihi müzakerelerin edep sınırları içinde yapılmasıdır.

 

Şikayetinizin odaklandığı Türkiye’deki akademisyenlere gelince, onların üniversiteleri ya da Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından taciz edildiği ithamlarınızın ne ölçüde doğru olduğunu bilmiyorum. Bence akademisyenler normal olarak istediklerini söylemekte ve yazmakta serbest olmalıdır. Şunu da derim ki, bu akademisyenler araştırmaları için “Ermeni Soykırımı”nı destekleyen yabancı vakıflardan fon alıyorsa, yurt dışındaki bir konferansa gidiş için devletten teşvik ya da yardım beklememelidir. Konrad Adenauer Vakfı, örneğin, böyle bir vakıf. Bu tür araştırmalardan elde edilen sonuçlar doğaları gereği lekelidir. Böyle karşılık içeren, araştırmacı ile finansör arasındaki ensest türü ilişkiler kınanmalıdır.

 

Eminim ki, Türk adı taşıyan bazı akademisyenlerin Ermeni kaynaklarından fon sağlayan Kuzey Amerika’daki kuruluşlar tarafından nasıl elüstünde tutulduğunu ve takdir edildiğini iyi bilirsiniz. İsim vermeye gerek yok.

 

İlâveten, akademik meşguliyet bir insana kendi milletini haksız yere karalamak için ulu orta serbestiyet getirmez; ve o kişiyi eleştirilerden izole etmez.

 

Sonuç olarak Profesör Baron ve Dr. Newall, bazı Türk akademisyenlerin WATS konferanslarına katılımı ile ilgili taciz şikayetinizi Türk yetkililerine iletmeden önce, tabiri caizse, kendi evinize çeki düzen vermenizi, ve konferanslarınızı her iki tarafın bilginlerine açık tutmanızı tavsiye ederim.

 

Böyle yapmakla bilimsel çalışmaları ve akademik özgürlüğü desteklemiş olacak, edebiyatını yaptığınız ilkelere siz de sadık kalmış olacak, ve itibar kazanacaksınız. Fikirlerin ve  bilgilerin serbestçe paylaşılmasının yerini alacak iyi bir alternatif yoktur.

 

İzninizle şunu da öneririm ki, ”aşırı milliyetçi,” “sağcı,” “soykırım inkârcısı” gibi küçültücü etiketleri örneğin Dr. Doğu Perinçek gibi sizin tarih anlayışınızı paylaşmayan Türk aydınları için kullanmaktan imtina ediniz. Bu üslûp bulunduğunuz mevkilere yakışmıyor. Sizler için “aşırı liberal,” “fanatik,” “soykırım ithamcısı,” vb. dense hoşlanır mısınız?  

 

Saygılarımla,

 

Dr. Ferruh Demirmen

Houston, Texas

[email protected]

 

 

Not: Bu mektup İngilizce’den çeviridir. Orijinal mektup aşağıdaki mercilere kopyalandı.

 

Abdülhamit Gül, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı

Yekta Saraç, Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı

Serdar Kılıç, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi

Elena Valenciano, Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı

Barbara Lochbihler, Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komitesi Başkan Yardımcısı

Monika Kacinskiene, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Savunma Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini Kabinesi Üyesi

Johannes Hahn, Avrupa Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakereleri Komiseri

Nils Muižnieks, Avrupa Konseyi İnsan Haklari Komiseri

Kati Piri, Avrupa Parlamentosu Diş İlişkiler Komitesi Üyesi

Zeid Ra’ad Al Hussein, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri

David Kaye, Birleşmiş Milletler Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü

Koumbou Boly Barry, Birleşmiş Milletler Eğitim Hakkı Özel Raportörü


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir