Site icon Turkish Forum

ABD ile Vize Krizi Dışında da Sorunlar Var

Washington Post gazetesinin köşe yazarlarından David Ignatius 13 Ekim tarihli yazısında, Türkiye ile ABD arasında Türkiye vatandaşı da olan tutuklu İranlı işadamı Reza Zarrab'ın 27 Kasım'da New York'ta başlayacak davası ve  İstanbul'da konsolosluk çalışanı Metin Topuz’un tutuklanması  dahil bazı  sorunları ele almıştır. - elif safak taner akcam wats

Washington Post gazetesinin köşe yazarlarından David Ignatius 13 Ekim tarihli yazısında, Türkiye ile ABD arasında Türkiye vatandaşı da olan tutuklu İranlı işadamı Reza Zarrab’ın 27 Kasım’da New York’ta başlayacak davası ve  İstanbul’da konsolosluk çalışanı Metin Topuz’un tutuklanması  dahil bazı  sorunları ele almıştır.

(https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/the-man-at-the-crux-the-of-us-turkey-dispute-is-about-to-go-on-trial/2017/10/12/92c4c7a2-af96-11e7-be94-fabb0f1e9ffb_story.html?utm_term=.095c6632d8aa)

Ignatius, 2009 yılında Davos’da o dönem başbakan olan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’in sert söz düellosuna sahne olan paneli yönetmiş ve Erdoğan’ın kendisine yeterli söz hakkı vermediği suçlamalarına hedef olmuştu.

The Economist dergisi de son sayısında Türkiye ile ABD arasındaki vize krizini yorumlayarak, iki ülke arasındaki ilişkilerin son 40 yılın en düşük seviyesinde olduğunu yazmıştır. ()

Türk-Amerikan İlişkileri Kopmak Üzere (Ties between Turkey and America are near breaking point) başlıklı yazıda; iki ülkenin karşılıklı vize açıklamaları sonrası TL’nin dolar karşısında yüzde 6,6 değer kaybettiği, ABD ile hem Gülen yapılanması hem de Suriye’deki Kürtlere  verilen silah yardımları sebebiyle  sorun yaşandığı, bu yılın başlarında  bir konsolosluk çalışanının PKK ile, bir papazın da Gülen yapılanmasıyla ilişkisi olduğu iddiasıyla tutuklandığı  yer almıştır.

Economist’e göre Türkiye’nin ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz’u gözaltına alması, bardağı taşıran son damla olmuştur.

Bu gelişmelerin dışında Türk kamuoyuna yansımayan ve ABD Türkiye ilişkileri açısından olumsuz bir gelişme 15 Eylül 2017 tarihinde yaşanmıştır.  Prof. Dr. Berth Baron (New York Üniversitesi Profesörü ve Ortadoğu Araştırmaları Derneği-MESA- Başkanı) ve Dr.  Amy Newhall  imzalarıyla Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Başbakanı, TBMM Başkanı,  YÖK Başkanı, önceki Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül dahil 16 siyasetçi ve  kamu görevlisi ile yurt dışındaki konu ile ilgili kişilere  bir mektup gönderilmiştir.

Mektup, Avrupa Akademisi ve Lepsiushaus Potsdam Üniversitesi tarafından Berlin’de yapılacak Ermeni Soykırımı İçin Avrupa Yaklaşımları (Past in the Present European Approaches to the Armenian Genocide) Çalıştay’ına  Türkiye’den katılacak öğretim üyeleri hakkındadır. Fakat nedense Çalıştay’a sadece ‘soykırım var’ diyen öğretim üyeleri çağırılmış, karşı görüşü savunanların başvuruları kabul edilmemiştir. Bu toplantının yapılacağını öğrenince, Türkiye’den katılacak olanlara biri İngilizce olan iki çalışmamı göndererek görüşlerimi açıkladım, bu konuda objektif olmalarını sağlamak istedim.

Çağrılı akademisyenlerin ‘akademik özgürlük’ adı altında Türk milletini karalamaya hakları olmadığını, Çalıştay’a Türkiye’den katılacak öğretim üyelerine mail ortamında bildirdim. Çünkü, mahkeme kararı olmadan yapılmayan bir sözde soykırım için Türk milleti suçlanamaz. Çağrılan  akademisyenlerden  sadece Ankara’dan katılacak olan  Dr. Murat Cankara’dan dönüş olmuştur. 

 

Michigan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ronald Grigor Suny, Prof. Dr. Fatma Müge Göçek ve Prof. Dr. Gerard Libaridian’ın katkılarıyla Ermeni-Türk Çalışmaları Atölyesi (Workshop on Armenian-Turkish Scholarship: WATS) ilk defa 2000 yılında düzenlemiştir. Daha sonra 2000-2013 döneminde Şikago (2000), Michigan (2002), Minnessota (2003), Salzburg (2004), New York (2005), Cenova (2008), Kaliforniya (2010) ve Amsterdam’da (2013) yapılmıştır. Bu etkinliklere karşıt görüştekiler alınmamıştır.  9’su, Türkiye’de Ermeni Soykırımı’na Eleştirel Yaklaşımlar: Tarih, Siyaset, Estetik başlığı ile 1-4 Ekim 2015 tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

WATS toplantıların en önemli özelliği, sözde Ermeni soykırımı yoktur diyen karşıt görüştekilere kapalı olmasıdır.  Nitekim katılım başvurum yer darlığı gerekçesiyle kabul edilmemiştir: “[WATS 2017- Past in the Present: European Approaches to the Armenian Genocide] Registration Roy Knocke [knocke@lepsiushaus-potsdam.de]  05 Eylül 2017 Salı 10:2 Dear Sir or Madam, Unfortunately, due to some space problems and therefore limited number of participants, the WATS-organizing committee cannot enable your registration. We apologize for the inconvenience and refer to the video captured presentations of the panels. Kind regards, Roy Knocke, Wissenschaftlicher Mitarbeiter Lepsiushaus Potsdam,Große Weinmeisterstraße 45 14469 Potsdam, Telefon: 0331 – 58164511 und 0176 – 76527624Fax: 0331 – 58164519, Email: knocke@lepsiushaus-potsdam.de Web: http://www.lepsiushaus-potsdam.de/index.php?page=roy-knocke.”

Aşağıda, Türkiye’de ve de yurt dışında en üst sevide 16 kişiye gönderilen muhtıra gibi mektubun Türkçesi yer almaktadır.

Sayın Başbakan Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan,

(September 15, 2017 Prime Minister Binali Yıldırım Office of the Prime Minister Başbakanlık 06573 Ankara Turkey, H.E. Recep Tayyip Erdoğan President of the Republic of Turkey T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği 06689 Çankaya, Ankara Turkey  

Dear Prime Minister Yıldırım and President Erdoğan: We write on behalf of theMiddle East Studies Association)

Temsil ettiğimiz Ortadoğu Araştırmaları Derneği (MESA) olarak Akademik Özgürlük Komitesi adına, Yüksek Öğretim Kurumunuzun Berlin’de  Ermeni Soykırımı Hakkında Avrupa’da Mevcut ve Geçmiş Yaklaşımlar  konulu Çalıştay’a  Türk akademisyenlerin katılımının engellemesinin önlenmesi için  bu mektubu yazmaktayız.  Bu hareketi, akademisyenlerin özgürlüklerine   yapılmış bir kısıtlama olarak değerlendirmekteyiz. Girişimi, hükümetinizin tabu olarak gördüğü konulardaki akademik çalışmaları engellemede yeni bir gelişme olarak görmekteyiz.

MESA, Ortadoğu ve Kuzey Afrika konularında akademik çalışmaları ve bu alandaki eğitimi geliştirmek amacıyla 1966 yılında kurulmuştur.  Bu kapsamda MESA, Uluslararası Ortadoğu Çalışmaları Dergisi’ni yayınlamaktadır. Tüm dünyada 3000 civarında üyesi vardır.  MESA, akademik özgürlükleri teminat altına alma ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü Kuzey Amerika dahil her yerde savunmaktadır.

Ermeni-Türk Akademisyenler Çalıştayı, (WATS) bilimsel çalışmalar yapar.  2000 yalında Michigan Üniversitesi tarafından Türk ve Amerikalı tarihçiler arasında   Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni tehcirindeki karşıt görüşlerin  tartışıldığı bir  forum olarak  oluşturulmuştur. Bu konudaki son Çalıştay 15-18 Eylül tarihlerinde Berlin Avrupa Akademisi’nde gerçekleştirilmek üzere Michigan Üniversitesi, USC Dornsife Ermeni Etütleri Enstitüsü ve Postdam Lepsiushaus’un ortak organizasyonu ile Brandenburg Eyaleti Bilim, Araştırma ve Kültür Bakanı Dr. Martina Münch’in himayesinde düzenlenmiştir.

Konferans, Türkiye’de aşırı milliyetçi siyasilerin hücumlarına hedef olmuştur. Aşırı milliyetçi Vatan Partisi’nin lideri Doğu Perinçek, uluslararası arenada Ermeni soykırımının inkarcısı olarak konferansın emperyalizme ve Kürdistan’ın amaçlarına hizmet edeceğini iddia etmiş, Kürdistan’ı ikinci İsrail olarak açıklamıştır. Perinçek’in karşı gelmesinden sonra Çalıştay, geniş bir kampanya ile Türkiye’deki sağ kanat, milliyetçi ve hükümet taraftarı medyanın hedefi olmuştur.  Perinçek, davet edilmiş iştirakçi olmamasına rağmen 14 Eylül’de Berlin’e giderek Çalıştay’a katılmak ve 1915 olaylarında kendisine göre bir gerçek için bildiri sunma tehdidinde bulunmuştur.

Perinçek, Konferans aleyhindeki kampanyasını genişletme yönünde konuyu ve iştirakçilerin listesini YÖK’e sunmuştur.  YÖK de Türk asıllı akademisyenlerin Konferans’a katılımlarını yasaklamıştır.  Bu kapsamda Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Murat Cankara, seyahat yasağı kapsamına alınarak katılımı engellenmiştir.  Ayrıca, aşırı milliyetçi Türk diaspora kuruluşları, Perinçek ile işbirliği içinde Almanya’daki ana organizatör Lepsiushaus’a yönelik gösteri tehdidinde bulunmuşlardır.  Konferansa katılanlar filme alınmakta, fotoğrafları çekilmekte, kara listeye konulmakta ve Türkiye’deki sosyal medyanın hedefi yapılmaktadır.

Benzer kampanya günlük Aydınlık gazetesinde Perinçek’in partisi ile ilişkili olarak sürdürülmekte, vakıf üniversiteleri olan Koç ve Sabancı Üniversiteleri hedef alınarak Sabancı Üniversitesi ihanetle suçlanmaktadır.   Hakaret ve tehdit o derecede yoğundur ki, konferansın iptali düşünülmektedir.  Akademisyenlerin planlanmış konferansa katılımlarını engelleyen özel veya kamusal tacizleri şiddetle kınamaktayız, YÖK’ün yasağı iptal etmesini ve Türkiye’den katılmaların sağlanmasını talep etmekteyiz.

Bağımsız ve özgür araştırmaların yapılması ve bulunan akademik sonuçların sunum ve tartışılması, akademik özgürlüğün esasıdır. Akademisyenlerin araştırmalarında devletin resmi tutumundan farklı sonuçlara ulaşmasının kısıtlanması ve tarihsel öneme haiz bulgularla onların sunumlarını yapmalarının önlenmesi, akademik özgürlüklerin açık ihlalidir.  Akademik özgürlüklerin Türk makamlarınca sınırlanması, Türkiye’nin son zamanlarda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki insan haklarının korunmasındaki kötü şöhretinden daha da üzücüdür.  Çünkü Türkiye, uluslararası kişisel hakların korunması konusundaki taahhütlerini, Türk yasalarına rağmen yerine getirmemektedir.

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin üyesi ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesini imzalayan bir ülke olarak düşünme, düşünceyi açıklama,   toplantı ve gösteri yürüyüşü  özgürlüklerini korumakla yükümlüdür.  Ayrıca Türkiye aşağıdaki uluslararası sözleşmeleri de imzalamıştır: Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı  Son Senedi (AGİT). Bu sözleşmelerin tamamı ifade özgürlüğünü esas alır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25-27’nci maddeleri, bu hakların ihlalini yasaklamaktadır. Hükümetinizden, YÖK tarafından alınan kararın geriye alınmasını ve Türk akademisyenlerin Berlin Konferansına ve diğer uluslararası akademik etkinliklere katılarak sunum yapmalarına imkan verilmesini önemle talep ederiz.  16 Nisan referandumu sonrasında hükümetiniz için, eğitim görme hakkı ile ifade özgürlüğü, akademik özgürlüğün korunması ve örgütlenme özgürlüğü gibi demokratik hakların tekrar yürürlüğe girme fırsatı doğmuştur.  Dikkatiniz için teşekkür eder, olumlu cevabınızı bekleriz

Saygılarımızla,

Berth Barton, MESA Başkanı, New York City Üniversitesi Profesörü

Amy W. Newhall, MESA  İcra Direktörü

cc: İsmail Kahraman, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı (President of the Turkish National Assembly)  Abdülhamit Gül, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı (Justice Minister of the Republic of Turkey)  Yekta Saraç, Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı (President of the Turkish Higher Education Council)  Elena Valenciano, Chair of the European Parliament Subcommittee on Human Rights,  Barbara Lochbihler, Vice-Chair of the European Parliament Subcommittee on Human Rights,  Monika Kacinskiene, Member of the Cabinet of Federica Mogherini, High Representative of the European Union for Foreign Affairs and Security Policy, Johannes Hahn, Commissioner for European Neighborhood Policy and Enlargement Negotiations,  Nils Muižnieks, Council of Europe Commissioner for Human Rights,  Kati Piri, Member, Committee on Foreign Affairs, European Parliament, Zeid Ra’ad Al Hussein, United Nations High Commissioner for Human Rights, David Kaye, United Nations Special Rapporteur on the promotion and protection of the right to freedom of opinion and expression, Kishore Singh, United Nations Special Rapporteur on the right to education, Serdar Kılıç, Turkish Ambassador to the United States, John R. Bass, United States Ambassador to Turkey.

 

Türkiye’yi suçlayan ve töhmet altında bırakan bu mektuba muhatapları (Büyükelçi John Bass dahil)  acaba cevap verdiler mi? Merak etmekteyim.

 

Tatarların Türk Olmadığını Savunmak Gerçeği Görmemektir

 

Prof. Dr. İlber Ortaylı, Hürriyet Gazetesi’nde Pazar günü şöyle yazmış: “Türk halklarının Tatar ırkıyla bir ilgisi var mı? Şu sıralar Kazan Tataristan’ın tarihçileri ‘Biz Tatar değil, Bolgar’ız’ diyorlar. Bolgar Hanlığı, Kazan’ın 250 kilometre güneyinde yer alıyor. Rusya Müslümanlarının ilk Müslüman devleti onlar (tahminen 930 yıllarında bu dini kabul ettiler). 7’nci asırda bugünkü Bulgaristan’a akın yapan ve Asparuk’un liderliğinde oraya yerleşen, bu Slav coğrafyasındaki memlekete Bolgar adını verenler de onlar.

 

Tezin birincisi doğru; Rusya’nın Türk halklarının Tatar ırkıyla ve diliyle alakaları yok; onlar Kıpçak, Tatarlar ise Moğolistan’da yaşayan bir büyük kabile.

 

13’üncü asırda Rusya’nın istilasını Kıpçaklarla birlikte yaptılar. 19’uncu asırda bu bölgede eğitim hayli gelişti, siyasete de karıştılar. Sadri Maksudi Arsal, 1905 devriminden sonra kurulan Duma’ya mebus olarak girdi. Rus ihtilaline aktif olarak katıldılar. Bolşevik devrimine de Kazanlı Seyyid Sultan Galiyev önderliğinde iştirak ettiler. Galiyev’in stratejisi ve teorileri çok Türkçü bulunduğu için sonraları Stalin tarafından harcandı.”

            

İlber Hoca ile 1966-1967 döneminde Ankara Üniversitesi SBF yurdunda beraber kaldık. Bir Kırım Türkü olarak bu yanlış değerlendirmesine üzüldüm. Öncelikle şu gerçeği belirtmeliyim. Orta Asya’da SSCB dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerine 1992 yılından bu yana konferans ve diğer etkinliklere katılmak için gitmekteyim.  “Türk halklarının Tatar… diliyle alakaları yok tespiti doğru değildir. Çünkü bu coğrafyada sayılar aksan farkı olsa da Türkçedir: Bir, iki, üç,..gibi. One, two, three değil.

 

Türkiye’de yüzbinlerce Kırım Türkü yaşamaktadır. Onlar kendilerini “Moğolistan’da yaşayan bir büyük kabile” mensubu olarak görmemektedir. Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Muazzez İlmiye Çığ ve diğerleri bir büyük kabile mensubuna değil, büyük Türk milletine mensupturlar.

 

Sevgili İlber Hoca’ya meslektaşım ve arkadaşım Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun “TATARLAR: Moğol mu, Türk mü?” makalesini okumasını öneririm. (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 11- 12, 1993- 1994 İstanbul – 1997,

 

Prof. Maksudoğlu’nun tespiti şöyledir: “İlk bakışta ‘Tatar’ deyimi karışıklığa sebep olmaktadır, çünkü çeşitli zamanlarda değişik manalarda kullanılmıştır. Ruslar bu deyimi, yüzyıllar boyunca, Avrupa Rusya’sında yaşayan bütün Türk soylu Müslümanlar için kullanmışlardır.

 

Batılı yazarlar ve araştırıcılar ·bu kelimeyi, Türkistan’da ve Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türkler için kulanmaktadırlar. Osmanlılar ise, Onaltıncı yüzyıldan ·başlayarak ‘Tatar’ deyimini Kuzey Türkleri için kullanmışlardır… Tatar kelimesi Onüçüncü yüzyılda Moğol kelimesinin yerine kullanılmıştır.

 

 Tatarlar (Moğollar) Çin, Türkistan, İran, Anadolu, Irak, Suriye, Sibirya, Rusya, Doğu Avrupa, Kırım ve Polonya’yı, Onüçüncü yüzyılda iş­gal ettiler. O zaman Hazar Denizi’nin ve Karadeniz’in kuzeyinde Göktürk, Hun, Peçenek, Kıpçak ve Bulgar Türkleri’nin torunları yaşamaktaydı. Tatarlar (Moğollar) Onüçüncü yüzyılda bütün bu bölgeleri zaptettiler. Tatar (Moğol) ordusunda Türkistan’dan gelen kalabalık yeni Türk kütleleri de vardı.

 

Gerek eskiden oralarda yerleşmiş olan ve gerekse Moğollarla birlikte gelen kalabalık Türk kütleleri, Moğol hakimiyetinde ya- şadılar. Moğol (Tatar) hakimiyetinde olarak Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyinde yaşamış olan Türkler, siyasi yafta olarak ‘Tatar’ diye anılır hale geldiler.

 

Günümüzde Karadeniz’in kuzeyinde ve Rusya’da ya şayan ve ‘Tatarca’ denen kuzey Türkçesi’ni konuşan Müslümanlar, bunların torunlarıdır. Çıkan netice şudur ki ‘Tatar’ kelimesi, yirminci yüzyılda soy gösteren, başka bir deyimle etnik bir tabir değildir, tarihi kimliği bildiren bir sözdür. Osmanlı idaresinde her fert ‘Osmanlı’ idi, Osmanlı tabiiyetinde idi. Ermeni, Yahudi, Rum, Arap, Çerkes, Gürcü, Arnavut, ‘Osmanlı’ idi. Tatar sözü de Osmanlı gibi, etnik değil, siyasi bir işaret taşımaktadır.

 

Kısacası, yirminci yüzyılda, kendilerine ‘Tatar’ denilen Rusya müslümanları, Moğol değil, ataları Moğol idaresinde yaşamış ve zamanla Moğollar’ı da Türkleştirmiş ‘olan Türkler’ dir.”

 

Merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel 23 Mayıs 1998’de Kırım’ı ziyaretinde şöyle demiştir: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarlarının yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”

Demirel’in ifadesiyle Kırım Tatarları kapsamında Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Muazzez İlmiye Çığ ve de İlber Ortaylı da vardır.

                                                                                         

Exit mobile version