Arap Baharında devrim/karşı-devrim ve Katar kuşatması

Körfez ülkelerinin Katar'a yönelik politikalarındaki ani değişiklik, Ortadoğu yönetimlerinin yaşadığı ve 'Arap Baharı' ismiyle meşhur olan halk uyanışını bastırmaya yönelik dördüncü büyük siyasi müdahale. - image003 11

Körfez ülkelerinin Katar'a yönelik politikalarındaki ani değişiklik, Ortadoğu yönetimlerinin yaşadığı ve 'Arap Baharı' ismiyle meşhur olan halk uyanışını bastırmaya yönelik dördüncü büyük siyasi müdahale. - image003 11

Arap Baharında devrim/karşı-devrim ve Katar kuşatması

Körfez ülkelerinin Katar’a yönelik politikalarındaki ani değişiklik, Ortadoğu yönetimlerinin yaşadığı ve ‘Arap Baharı’ ismiyle meşhur olan halk uyanışını bastırmaya yönelik dördüncü büyük siyasi müdahale.

Siyasi bir gelişmenin zamanlaması ancak bu kadar anlamlı bir yıldönümüne tevafuk edebilirdi: Altı Gün Savaşı‘nın 50. yıldönümü olan 5 Haziran 2017’de, aralarında Birleşik Arap Emirliklileri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır‘ın da bulunduğu Arap otokrasilerinin Katar‘la, diğer sebeplere ek olarak, bu ülkenin Müslüman Kardeşler’e ve Hamas’a destek vermeye devam etmesinden dolayı diplomatik bağlarını kesmesine şahit olduk.

Bu hadise, Ortadoğu yönetimlerinin yaşadığı ve ‘Arap Baharı’ ismiyle meşhur olan halk uyanışını bastırmaya yönelik dördüncü büyük siyasi müdahale. Bundan önceki üç müdahale Mısır, Suriye ve Türkiye’yi hedef almış ve belli seviyelerde başarı da elde etmişti. Bu satırların yazıldığı an itibariyle ise Katar’ı tecrit etme, cezalandırma ve devrim karşıtı cepheye zorla dahil etme gayretlerinin başarılı olup olmayacağı ise henüz belirsizliğini koruyor.

Rejim değişikliklerinin küresel tarihine baktığımızda, 2008 yılında ölen Samuel Huntington’ın meşhur kitabı ‘Üçüncü Dalga’da da savunduğu üzere, demokratikleşmenin çoğunlukla zaman ve mekanda yoğunlaşan ‘dalgalar’ halinde gerçekleştiğini görürüz. Bunun sebebi kısmen, bir yönetim alanındaki demokratikleşmenin, komşu bir alandaki demokratikleşmeyi de ilham kaynağı olarak tetiklemesidir. Maalesef tarihte gördüğümüz her bir demokratikleşme dalgasını, eş zamanlı olarak ters bir otoriterlik dalgası takip etmiş ve demokratik eylem (öngörülebilir şekilde) otoriter bir reaksiyon doğurmuştur. Arap Baharının başından beri gözlemlediğimiz de budur.

Katar, Türkiye ve ABD’nin Arap Baharındaki rolleri

Arap Baharı, arkasından sert bir otoriter reaksiyonun geldiği böyle bir bölgesel demokratik dalga kalıbına oturuyor. Bu haliyle, 1848 Avrupa’sının başarısız devrimleriyle mukayese edilmiştir; bu ise benim de paylaştığım ve başka bir mecrada [1] daha uzun bir yazıyla tartıştığım bir karşılaştırma.

Arap Baharının başlangıcında otoriterlik karşıtı ayaklanmalar, dört otoriter lideri ardı ardına devirmekte başarılı oldu: Tunus’ta Zeynelabidin Bin Ali, Libya’da Muammer Kaddafi, Mısır’da Hüsnü Mübarek ve Yemen’de Ali Abdullah Salih. Demokratikleşme için otoriter bir diktatörün devrilmesi tek başına yeterli olmasa da, kesinlikle gereklidir. Bunun tam tersine, Bahreyn ve Suriye’deki protestolar ise askeri güçle, yani İran, Rusya ve Suudi Arabistan’ın doğrudan müdahaleleriyle bastırıldı.

ABD en başta Ortadoğu’daki demokratik gelişmeleri teşvik eder göründü. Bu davranışının somut örneğini ise eski başkan Barack Obama’nın, Mübarek’in hâlâ iktidarda olduğu bir sırada Kahire’de yaptığı meşhur konuşma oluşturdu.

Tartışılabilir olsa da, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan en uzun ömürlü demokrasi olarak bölgede ilham kaynağı Türkiye oldu. Üstelik 1908’deki anayasal devrimin ardından İstanbul’daki Osmanlı meclisi, Suriyeliler, Lübnanlılar, Yahudiler, Filistinliler, Rumlar ve diğerleri de dahil olmak üzere çok sayıda Arap ve Arap olmayan, Müslüman ve gayrimüslim unsuru bir araya getirmişti. Bununla birlikte, ne Türkiye ne de ABD Arapça konuşan ülkeler oldukları için, Ortadoğu genelindeki nüfuzları sınırlı kaldı.

‘El-Cezire etkisi’nin kurtarıcı rolü

Arapça yayın yapan muazzam şekilde popüler uluslararası televizyon ağı El-Cezire sayesinde Katar, kendi küçük ebadıyla orantısız, çok kritik, kurtarıcı bir rol oynadı. Bu nedenle Arap Ortadoğu’nun siyasetindeki ve toplumundaki ‘El-Cezire etkisi’ hakkında etkileyici sayıda çok eserin yazılmış olmasının sağlam bir gerekçesi var. Otoriter Ortadoğu yönetimlerinin Arapça konuşan kamuoyları, Katar’ın muhtemelen en ünlü küresel markası olan El-Cezire sayesinde, seslerini duyurabilmenin ne demek olduğunu tattılar. Kısaca, medyası aracılığıyla Katar’ın, bölgede Müslüman çoğunluğa sahip nüfusuyla demokratik bir ülke örneği olarak Türkiye’nin ve küresel bir egemen güç olarak başında Obama’nın bulunduğu ABD’nin diktatörlüklerin çökmesine müsaade etmesi, başlangıçta Arap Baharına harici bir motivasyon ve destek sağladı.

Okumaya devam et  Arap Birliği’nden Türkiye’ye Ağır Kınama

Mısır’ın demokratikleşmesinin tarihi önemi

Arap Baharında bugüne kadar en büyük sonuçları olan ve dünya çapında tarihi öneme sahip, demokrasiye zemin hazırlayan gelişme, Mısır’daki diktatörlüğün çökmesi ve seçim demokrasisine geçiş oldu. Rusya’nın Sovyetler-sonrası Avrasya’sı için taşıdığı önem neyse, Mısır’ın da Ortadoğu ve Kuzey Afrika için taşıdığı önem odur. Mısır demokratikleşirse, Arapça konuşan diğer ülkelerin de demokratikleşmesi ve sonra birer demokrasi olarak kalması daha muhtemel olur. Mısır diktatörlük olmayı sürdürürse, Ortadoğu genelindeki demokratikleşme ihtimalleri zayıf kalacaktır. Böylece Mısır’ın demokratikleşmesi, ona gösterilen uluslararası tepkiler ve seçimle iş başına gelen hükümetin devrilmesi, Arap Baharının seyrine dair en faydalı dersleri sunuyor bize.

Mısır’ın seçim demokrasisiyle kısa süren deneyimi sırasında, hem meclis hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler’le bağlantılı olan siyasi partinin ve adayın zafer kazandığına tanık olundu. Başlangıçta ABD, Türkiye ve Katar Mısır’daki demokrasiye ve Mısır’ın seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye destek verdi. Buna karşılık, Fransa ve Almanya gibi Avrupalı büyük güçler ve Rusya, Müslüman Kardeşler gibi ana akım siyasi hareketlere (düşmanca olmasa da) daha bir şüpheyle yaklaştılar.

Katar ve Türkiye’nin desteği

Türkiye Mısır’da seçilmiş hükümete desteğini istikrarlı bir şekilde sürdürdü. Bu arada aynı sistemi, seçim demokrasisine yönelik aktif bir talebin olduğu Suriye, Filistin, Tunus ve diğer Ortadoğu yönetimleri için de savunuyor. Türkiye’nin, büyük bir rekabete sahne olan seçimleri kazandıktan sonra Hamas’ın Filistin topraklarını yönetme hakkını savunmasının sebebi de aynı. Katar bölgede, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’le bağlantılı olan seçilmiş hükümeti ve Filistin’de Hamas’ı savunan tek ülke. Bu durum da Türkiye ve Katar arasında siyasi açıdan çarpıcı seviyede büyük bir duygu yakınlığı olduğunu gösteriyor.

Katar ve Türkiye Arap Baharı boyunca çoğunlukla Batı yanlısı ve Amerikan yanlısı ittifakın bir parçası olarak zikredilse de, her iki ülke de kritik öneme sahip ABD üslerine ev sahipliği yaptığı için ve Türkiye çok uzun bir zamandır NATO üyesi olduğu için, önde gelen Batılı aktörlerin tavırlarına karşı (Fransa ve ABD’nin Arap Ortadoğu’sunda çoğunluk yönetimi ihtimaline dair tutumları gibi) aralarında önemli farklılıklar ortaya çıktı

Fransa ve ABD Mısır ve Suriye’deki halk ayaklanmalarına başlangıçta verdikleri desteği kademe kademe geri çektiler. Bu geri çekme, Libya’daki ve Suriye’deki otoriter rejimlere yönelik askeri müdahalenin başlıca savunucusu Fransa olmasına rağmen gerçekleşti. İslamcı hareketlerin Arap Baharı sırasında üstlendiği önemli rol, Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki demokratikleşme ihtimaline yönelik (Batı’da zaten var olan) şüpheleri körükledi. Değerlendirilen şayet Mısır veya Suriye gibi Sünni kimliği çok bariz Müslüman çoğunluğa sahip bir ülkeyse, Batının söylemlerinde, demokrasiye dair gittikçe garipleşen bir şüphe gözlemlenebilir.

Demokratik potansiyele sahip devrim niteliğindeki değişimler, halk iktidarı ihtimalinin kendilerine varoluşsal bir tehdit oluşturduğu bölgesel ve küresel güçlerde, çok kısa süre içinde sert, otoriter bir reaksiyonu tetikledi. Bu ülkelerin başında İran ve Suudi Arabistan geliyor. İkisi de demokrasinin kendilerine varoluşsal bir tehdit oluşturduğu otoriter rejimler. Böylece İran ve Suudi Arabistan, otoriterlik karşıtı halk hareketlerini mezhep savaşı cihetine yönlendirmeyi tercih etti.

Okumaya devam et  Arap Kıyıcılığı ve Türkler

Suudi Arabistan ve BAE, Mısır’da Temmuz 2013’de gerçekleşen darbenin düzenlenmesinde kritik unsurlar oldular. Darbeden sonra Fransa ve önde gelen diğer Batılı güçler, askeri diktatörlüğü desteklemekte Suudi Arabistan ve BAE’ye katıldılar. Fransa Mısır’a, değeri neredeyse bir milyar dolar civarında olan iki Mistral helikopter gemisi sattı. Katar ve Türkiye, Mısır’ın demokratik yollardan seçilen hükümetini ve Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi açıktan desteklemeyi sürdüren yegane aktörler olarak kaldılar.

Mısır’daki askeri darbeye karşı Mursi’yi savunmak, tabii ki cumhurbaşkanlığı sırasındaki politikalarını da desteklemek anlamına gelmiyor; tıpkı 1973 yılında Şili’de gerçekleşen askeri darbeye karşı Salvador Allende’yi desteklemenin, illa ki onun sosyalist politikalarını da desteklemek anlamına gelmemesi gibi. Kritik dönüm noktası ve Arap Baharı ismini alan süreci bastırmaya yönelik ilk yabancı müdahale, işte bu Mısır’dakiydi.

İki karşı-devrimci ittifak: Rusya-İran ve Suud-Emirlikler eksenleri

Arap Baharını bastırmaya yönelik ikinci kritik dönemeç ve yabancı müdahale, 400 binden fazla Suriyelinin topluca katledilmesinde dahli olan Esed rejimini savunan Rusya-İran ittifakının devreye girmesiyle başka bir jeopolitik eksenden geldi. Rus hava kuvvetleri ve donanması Eylül 2015’te Suriye’ye çok ağır bir şekilde müdahil oldu ve bu müdahale Esed rejiminin ayakta kalmasını sağlayarak Suriye iç savaşının gidişatını değiştirdi. Beşşar Esed’in doğrudan askeri müdahaleyle indirilmesine yönelik en baştaki ısrarından Fransa da geri adım attı. ABD de bariz bir şekilde daha geniş bir kabul gören Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) yüz üstü bıraktı ve onun yerine Kürt sosyalist militanları, yani Suriye toplumunda bizzat kendisi etnik bir azınlık olan bir grubun içindeki marjinal ideolojik bir azınlığı desteklemeyi tercih etti.

Daha da kötüsü, bu Kürt sosyalist militanların, İstanbul, Ankara ve Van gibi şehir merkezlerinde sadece 2015-2016 döneminde gerçekleştirilen (aralarında intihar saldırıları da bulunan) çeşitli saldırılarda binden fazla insanı katleden PKK ile organik bağı var. PKK AB ve ABD tarafından terörist örgüt olarak kabul ediliyor. Ama buna rağmen ABD bu terörist örgütün Suriye şubesini silahlandırmak için ağır silahlar tedarik ediyor. Rusya, İran ve ABD Suriye’de belli etnik, mezhepsel ve ideolojik azınlıkları desteklerken, Türkiye ve Katar Esed rejiminin baş muhalifi ÖSO’yu desteklemeye devam ediyor.

Ortadoğu yönetimlerinde yaşanan halk uyanışını bastırmayı amaçlayan üçüncü siyasi müdahale, Türkiye’nin seçilmiş hükümetine yönelik 15 Temmuz 2016 tarihli askeri darbe teşebbüsüydü. The Middle East Eye’da çıkan bir makaleye göre BAE’nin “Türk darbecilere para akıttığından” şüpheleniliyor ve Filistinli bir sürgün olan BAE vatandaşı bir aracının –yani Muhammed Dahlan’ın– başarısız darbenin beyni olan Fethullah Gülen’le temas halinde olduğu iddia edildi. [2]

Suudi-Emirlikler destekli Mısır’daki darbenin ve Suriye’ye yapılan Rus-İran müdahalesinin aksine, Türkiye’nin seçilmiş hükümetini devirme teşebbüsü başarısız oldu. Bu başarısızlık ise karşı-devrimci ittifak için büyük bir yenilgi oldu. Yine de ÖSO’yu gerçekten destekleyen tek önemli bölgesel askeri güç olarak Türkiye, Azez, Mare, Cerablus ve El-Bab’ı DEAŞ’tan kurtarmakta başarılı olan Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlatmadan önce, Suriye’de Rusya ile bir yakınlaşma arayışına girdi.

Okumaya devam et  Şam: Araplar ile Kürtler birlik olup Türk güçlerine dirensin

Katar kuşatması Arap Baharının sonu mu?

Arap Baharını bastırmaya yönelik dördüncü ve en son müdahalede ise Arap Baharının üç önemli muhalifi olan BAE, Mısır ve Suudi rejimleri Katar’la diplomatik bağlarını aniden kestiler. Bu üç devlet ve onların küçük müttefikleri, Katar’ı kuşatabilmek ümidiyle çok yönlü bir ablukaya aldılar. Bu Arap otokrasilerinin Katar kuşatması, İsrail ve (Trump’ın ziyaretinden sonra) muhtemelen ABD tarafından örtük bir şekilde destekleniyor.

Bununla birlikte, Suudi Arabistan’ın bu olaya karışmasının, en azından kısmen, kendi içinde yaşadığı ve kraliyetin kime geçeceği konusunu etrafında temerküz eden bir mücadelenin neticesi olduğunu düşünen de büyük bir kitle var. [3] Eğer bu doğruysa, Suudi devleti, Katar’a karşı yapılan bu benzeri görülmemiş cezalandırma eylemi konusunda, kendi içinde yek vücut olmayabilir. Bu nedenle Katar kuşatmasını tezgahlayan ülke BAE gibi görünüyor.

Buna karşılık Kuveyt, Umman, Pakistan ve Türkiye Katar’ı tecrit etmeye yönelik baskıyı açıkça reddetti. Bu dört ülke, Ortadoğu için alternatif bir vizyon, Rusya-İran ve Suud-Emirlikler vizyonlarına karşı daha “ılımlı” bir “üçüncü yol” teşkil eder mi? Böyle bir sonuca ulaşmak için henüz erken. Ancak geçen yılki başarısız darbe girişiminden sonra Türkiye’nin, Suriye’deki hedeflerini yeniden gözden geçirmek ve küçültmek zorunda kalmış olmasını not etmekte fayda var.

Benzer şekilde, bu kuşatmanın sonucu olarak Katar’ın bölgedeki nüfuzunun ve dönüştürücü rolünün kısa vadede azalmasını ve sınırlı kalmasını beklemek de makul. Öte yandan, Türkiye ve Katar’ın meşru bir halk hareketi olarak değerlendirdiği için cezalandırıldığı Müslüman Kardeşler’in de Mısır’ın ve Ortadoğu’nun geleceğinde önemli bir rol oynama ihtimali var.

Daha da önemlisi, Türkiye ve Katar’ın benimsediği siyasi duruşlar, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve BAE’nin sergilediği tutumlara kıyasla, Suriye, Mısır ve Ortadoğu’nun diğer yerlerindeki ana akım kamuoyunda çok daha büyük bir karşılık buluyor. Katar’ın El-Cezire aracılığıyla yetiştirip büyüttüğü değişim ve ‘devrimci kamuoyu’ tohumları ileride meyve verecek gibi görünüyor.

Bununla birlikte, Rusya, İran, Fransa, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır, BAE ve ABD’nin Arap Baharında ortaya çıkan halk seferberliklerini bastırmanın lehinde oldukları bu tarihi dönemeçte, güçlerin arasındaki bağıntı, asimetrik bir şekilde Ortadoğu’nun karşı-devrimci hale geri döndürülmesine yönelik işliyor. Katar’ın desteği olsun veya olmasın, Türkiye’nin böylesine devasa bir askeri, ekonomik ve siyasi güç birliğinin desteklediği karşı-devrimci saldırıları tersine çevirebilmesi pek muhtemel değil.

Dolayısıyla Türkiye ve Katar, büyük ihtimalle otoriter statükoya tam bir geri dönüşle ani bir devrimci değişikliğin temsil ettiği iki kutup arasında, kabul edilebilir bir çözüme razı olacak şekilde, kendileri aleyhinde daima kara propaganda yapan güçlerle, geçici bir uzlaşmanın peşinde olacaktır. Ancak, 1848’deki Halkların Baharı ve 1968’deki Prag Baharı gibi bastırılmış devrimler veya demokratikleşmeye yönelik başarısız teşebbüsler, bu teşebbüslere dahil olup ondan dersler çıkaran genç nesilleri dönüştürmüş, böylece gelecekteki demokratik değişimin yolunu açmıştır.

[1]

[2]

[3]

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

[Regimes of Ethnicity and Nationhood in Germany, Russia, and Turkey kitabının yazarı olan Doç. Dr. Şener Aktürk İstanbul Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesidir]


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir