Eğitim birliği

Mustafa Kemal Atatürk

BEYT’ÜL HİKME’DEN OSMANLI MEDRESELERİNE

Süleyman Çelik (scelik44)

8.-12. Yüzyıllar arasında uygarlık ve bilimin aydınlığı İslam dünyasında parlıyordu. Abbasilerin başkenti olan Bağdat, aynı zamanda Dünya’nın bilim başkenti idi. Bilim yuvalarının başında Beyt’ül Hikme (Bilgelik Evi) geliyordu. Halife Memun’un davetiyle İran, Mısır, Hindistan, Afrika, Çin ve Yunanistan başta olmak üzere Dünya’nın çeşitli bölgelerinden, değişik din ve inançtaki bilginler ile bulunabilen kitaplar Bağdat’a getirildi. Arapça ortak bilim dili oldu.

Bağdat’a koşut olarak, başka bir bilim merkezi de Endülüs’te gelişti.

Bu parlak dönem Moğol istilası ile sona erdi. Bağdat’ı ele geçiren Moğollar kenti bilim yuvaları ile birlikte yakıp yıktılar, kitapları Dicle nehrine attılar.

Yıkıntının neden olduğu ekonomik bunalımın doğurduğu sıkıntıları gideremeyen yönetim, çareyi dini kullanarak halkı uyutmakta buldu. O zamana kadar el üstünde tutulan bilginler geri plana atıldı, yerlerini mollalar aldı.

Başta İmam Ahmet İbn Hanbal, İbrahim İbn Musa ve İmam Gazali olmak üzere mollalar, Avrupa Ortaçağ’a girerken Hıristiyan azizlerin öne sürdüklerine benzer söylemlerle akla ve bilime savaş açtılar. Medreselerde “akli” bilimler denilen fen bilimleri dışlandı. Dinle hiçbir ilgisi olmayan matematik problemleri çözmek, hatta satranç gibi akıl oyunları oynamak bile, “aklı geliştirdikleri” gerekçesiyle günah sayıldı. “Nakli” bilimler denilen dinsel bilimler öne çıkarıldı; orada da içtihat yasaklandı, böylece gelişen bilimler ve ortaya çıkan yeni koşullara göre dini yorumlamak olanaksızlaştı. Medreseler yozlaşmaya ve dolayısıyla İslam dünyasında bilimin ışığı kararmaya başladı.

İmam GazaliFelsefenin Tutarsızlığı” adını verdiği bir kitap yazarak özgür düşünceye karşı savaş açtı. Endülüs’ün son bilginlerinden İbn Rüşt, “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” adını verdiği bir kitap yazarak Gazali’nin görüşlerine karşı çıktı. Ne yazık ki İslam dünyası İbn Rüşt’ün değil, Gazali’nin yanında yer aldı. İbn Rüşt’ün kitapları yakıldı.

İslam dünyasının aydınlığından etkilenen Avrupalılar 12. Yüzyıldan sonra üniversiteler açarak Ortaçağ karanlığından çıkmaya çalışıyorlardı. Bizim dışladığımız İbn Rüşt’ü, Kilise’nin karşı çıkmasına rağmen, onlar benimsedi. Kitaplarını Latince’ye çevirdiler. Günümüzde Avrupa’da, İbn Rüşt Rönesans ve Reform’un öncüsü kabul edilmektedir.

Fatih, Osmanlı’nın en aydın, bilgili ve bilime saygılı padişahıdır. Zengin bir kütüphanesi vardı. Türkçe’nin yanında Arapça, Farsça, Rumca ve Latince de biliyordu. Zamanında Avrupa’nın bilim ve teknolojide İslam dünyasının önüne geçmeye başladığını görmüştü. Nitekim, İstanbul’u fethetmek üzere, o zamana kadar bilinen toplardan daha güçlü toplar döktürmek üzere Macaristan’dan ustalar getirtti. İstanbul fethedilmeden Avrupa’da matbaa icat edilmişti. Bu icat Osmanlı’ya 300 yıl sonra geldi. Avrupa ile aramızdaki bu 300 yıllık fark hala kapatılamamıştır.

Bunları bilen Genç Sultan’ın arzusu, fetihten sonra ilk iş olarak yaptırdığı Fatih Medresesi’ni bir bilim merkezi yapmaktı. İbn Rüşt- İmam Gazali tartışmasının yeniden yapılıp İbn Rüşt felsefesinin öne çıkarılmasını arzu ediyordu. Medrese müderrisleri arasında bu tartışmayı yaptırdı da. Ne yazık ki müderrisler Fatih’in çok gerisindeydiler, ne onu ne de İbn Rüşt’ü anlıyorlardı ve gene Gazali kazandı.

Bundan sonra medreseler gittikçe daha da yozlaştı. Beşik Uleması geleneği oluştu. Mensupları askerlik yapmadığı için askerden kaçmak isteyenlerin sığınağı oldu. Yıllarca okuma yazma öğrenemeyenler vardı. “Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” sözü, medrese öğrencileri için söylenmiştir.

İmparatorluğun çökmekte olduğunu gören ve çare arayan III. Mustafa, Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi olan amcasını ziyaret etmekte olan Baron de Tott ile tanışır. Baron’un kurmay subay olduğunu öğrenince ondan yararlanmak ister. “Osmanlı ordusunu inceleyerek kendisine bir rapor vermesini” rica eder.

İnceleme yapan Baron, “kullanılan silahların eski teknoloji ürünleri olduklarını” bildirir. “Ama daha önemlisi subaylarınız çok bilgisiz. Öncelikle onların eğitilmesi için bir okula gereksinim var” der. Sultan, “ medreselerimiz var. Subayları orada eğitiriz” der.

Bunun üzerine medreseleri inceleyen Baron, buraların cehalet yuvaları olduklarını görür ve durumu padişaha arz eder. Padişah kabul etmez, “gel birlikte gidelim. Orada, her şeyi bilen çok büyük alimlerimiz var” der. Birlikte bir medreseye giderler. Sultan, toplanmış olan müderrisleri göstererek Baron’dan “istediğine, istediği soruyu sormasını” rica eder. Baron ortaya, “bir üçgenin iç açılarının toplamını” sorar. Herkes başını öne eğer, kimse Padişah ile göz göze gelmek istememektedir. Sonunda Medrese Emini bir yanıt vermek zorunda olduğunu anlar ve “üçgenine göre değişir, Sultanım” der. Baron’un “bunu Avrupa’da ilkokul öğrencilerinin bildiğini” söylemesi üzerine Padişah yeni bir okul açılmasını kabul eder.

Bu arada Çeşme Deniz Savaşı olur ve cahil subayların kumandasındaki Osmanlı Donanmasının, bir gemi hariç, tümü Ruslar tarafından yakılır. Sadece Cezayirli Gazi Hasan Paşa kaçarak gemisini kurtarmıştır.

Bu facia üzerine, öncelikle bahriyeli subayların eğitilmesine karar verilir ve Baron de Tott, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ile birlikte bir okul kurmakla görevlendirilir. Böylece Osmanlı’da çağdışı medreseler dışında, modern eğitim verilen ilk öğretim kurumu olan ve daha sonra Deniz Harp Okulu adını alacak Mühendishane-i Bahri Hümayun, 1773’de açılır. Mühendis eğitiminin de başlangıcı olduğu için bu tarih, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin de kuruluş tarihi kabul edilmektedir.

Bunun ardından, daha sonra Kara Harp Okulu adını alacak olan Mühendishane-i Berri Hümayun açılır. Bu okullara öğrenci yetiştirmek üzere askeri ortaokul (rüştiye) ve liseler (idadi) açılır. Askerlerin tedavi ve bakımını yapacak bilgili hekimler yetiştirmek üzere Askeri Tıbbiye Mektebi açılır. Daha sonra kurmay subaylar yetiştirmek üzere harp akademileri açılır. Askeri okullardan sonra sivil rüştiye ve idadiler ile hukuk, mülkiye ve tıp mektebi gibi sivil yükseköğretim okulları da açılır. Okullar için Avrupa’dan öğretmenler getirtilir. Eğitim için Avrupa’ya öğrenci gönderilir. Bir üniversite açmak için II.Mahmut sonra gelen padişahlar 6 kararname çıkarmışlar, fakat medrese mollaları karşı çıkmışlar ve engellemişlerdir. Ancak 1900’de, II.Abdülhamit Osmanlı’nın ilk ve tek üniversitesi Darülfünun’u açabilmiştir.

Ulema ya da İlmiye Sınıfı denilen medrese hocaları toplumda o kadar güçlüdürler ki III.Mustafa’dan sonraki tüm padişahlar (II.Abdülhamit dahil), hem devleti hem de milleti sömüren cehalet ve gericilik yuvası medreseleri kapatmak istemiş ama güçleri yetmemiştir. Bu şekilde Osmanlı’da iki farklı eğitim sistemi ve bunların yarattığı iki farklı dünyanın insanları ortaya çıkmıştır. Bu çağdışı eğitim kurumlarını kapatabilmek için büyük bir devrimciye gereksinim vardı. Bunu da Atatürk başarmış ve 3 Mart 1924’de çıkarılan bir yasayla, 93 yıl önce bugün medreseler kapatılarak eğitim birliği (tevhidi tedrisat) sağlanmıştır.

Emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşını kazanan ve savaştan sonra yaptığı devrimlerle sömürgeciliğe karşı çıkan Türkiye’nin, diğer ülkelere kötü örnek olması Batılı sömürgecileri rahatsız etti. Aklı ve bilimi rehber edinen Kemalist laik demokratik cumhuriyet yerine, kendi güdümlerinde “Ilımlı İslam” ya da “Türk İslam Sentezi” adı verdikleri bir din devleti oluşturmaya planladılar. 1947 yılında imzalanan Marshall Yardım Anlaşmasıyla okullarda din eğitimini dayatarak bunu başlattılar. Din yoluyla halkı uyutarak oylarını alıp, yolsuzluklarla zenginleşmek politikacıların da işine geldi ve emperyalistlerle birlikte yavaş yavaş ülkeyi bugünlere getirdiler. Gelinen noktada ilköğretimden üniversitelere kadar eğitim kurumları medreseleşmeye doğru giderken, bazı dinci vakıflar doğrudan medrese eğitimine başlamışlardır.

Bu gidiş, bazılarının sandığı gibi Cumhuriyet öncesi Osmanlı’ya gidiş değildir. Bu gidiş, Osmanlı modernleşmesinin başladığı 1773 öncesi Osmanlı’ya gidiştir. Özellikle iktidara yakın çevrelerin göklere çıkardıkları II. Abdülhamit’in, mekteplere din dersi konulmasını isteyen Said-i Nursi’yi tımarhaneye attırdığını söylersem nereye gittiğimiz, belki daha iyi anlaşılır. Günümüzde çok popüler olan ve her gece bir televizyon kanalında boy gösteren, devletin en tepesindekilerle fotoğraf veren cübbeli hocaların santranca günah demelerine bakınca, insanın “18. Yüzyılından daha gerilere, 13. Yüzyıla mı gidiyoruz?” diye düşündüğü oluyor!


Comments

“Eğitim birliği” için bir yanıt

  1. Orhan Acar avatarı
    Orhan Acar

    islam dünyasının “aydınlık ve karanlık çağları ile aydınlığın yolunu yeniden çizen” g.m kemal atatürk’ ü çok iyi anlaması gerekir..
    haçlılara karşı bin yıl savaşan islam dünyası;
    1. dünya savaşında yenilen osmanlı ile birlikte tamamen yıkılmış ve tarihe görülmüş olacaktı!
    Türk’ lerin olduğu kadar, islâm alemi de varlığını Atatürk’ e borçludur..!
    eğer atatürk olmasaydı, “türk ve islâm devletleri” tarihten silinmiş olacaktı..!
    bunu bile bile, karşı davranış içinde olanlar;
    BOP gibi yüz yıllık projelerin pozisyonları olarak hainlik yapmaktadırlar..!!!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir