TAM TEKMİL KIBRIS

9-10-11 Ocak'ta Cenevre'de, Türk ve Rum liderlerin görüşmelerinin ardından,12 Ocak'ta Kıbrıs Cumhuriyeti garantörleri 5'li zirvede son kozlarını oynayacak...​
Şimdi, Kıbrıs müzakereleri sürecini, tıkanıklıkları, sonucun neye varabileceğini anlamanın son fırsatıdır...
 
*
1960 Ankara Anlaşması: Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında bir ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti'ni garantiledi.
Garanti Anlaşmasında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör ülke sayıldı.
 
*
Garanti Anlaşması'nda 1.madde; "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.
Bu itibarla uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için taraflar kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnemez, herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder" biçimindedir...
 
*
Halbuki, Rumlar egemenliklerini kabul ettirmek için mütemadiyen direnmişlerdir.
1963 Akritas Planı ve uygulamasıyla direnmek; Türklerin Rum egemenliği kabul etmesi ve Kıbrıs sorununun ortadan kalkması anlamındadır.
Rumlar,bu planla Türkleri zayıflatmayı ve Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesini yani ENOSİS'i amaçlıyor...
Bu amaçta direnme yüzünden 1968'den beri ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşmalar sağlanamıyor...
 
*
1974'te Kıbrıs Cumhuriyeti Albaylar Cuntasından kaçan Yunanlıların sığınağı olmuştu.
ABD Dışişleri Bakanı H.Kissinger: Atina'ya Lefkoşa'da bir darbe yapmasını, Ankara'ya ise darbeye karşı çıkma iddiasıyla adanın bir bölümüne asker çıkarmasını planladı.
O yüzden Kıbrıs'ın Kuzeyinde Türkiye himayesinde KKTC ve Türk birlikleri bulunuyor.
2004'ten beri İsviçre modelinden esinlenerek federal bir yönetim altında adanın yeniden birleşmesi amacıyla barış müzakereleri yürütülüyor...
 
*
Aynı tarihte Rumlar; BM ve AB'de Kıbrıs'ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirdiler.
Türkler azınlık konumuna itildi, üstelik 2004' te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB'ye katıldı.
O gün bugün, Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır...
 
*
Türkler ve Rumlar bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda, Mayıs 2015'te yeniden başlayan toplumlararası müzakereler sürdürüyorlar.
Yönetim ve Güç Paylaşımı: Ekonomi ve AB ile ilişkiler: Mülkiyet: Harita ve Yüzdelikler:Toprak ve Güvenlikler başlıkları dönüşümlü olarak ele alınıyor.
 
*
2015 Kasım'da yoğunlaştırılan müzakerelerde, 2016 Nisan'da "Güç Paylaşımı", "AB" ve "Ekonomi" başlıklarında ilerlemeler kaydedildi.
"Güvenlik ve Garantiler" konusu iç güvenlik boyutu hariç, "Toprak Düzenlemeleri" konusu ise ana ilkeler hariç görüşülmemiş, müzakerelerin son aşamasına bırakılmıştır...
​
*
Kıbrıs'ta Türk ve Rum kesimleri arasında mülkiyet konusu ise 1974'te ortaya çıkan durumun nasıl algılanması gerektiğindeki görüşler arasındaki tezatdan kaynaklanıyor.
Mülkiyet konusu iki tarafın meseleye atfettikleri siyasi önem nedeniyle Kıbrıs sorununun en karmaşık, en tartışmalı ama temel eksenini oluşturuyor.
Ne ki, Türk ve Rum liderlerin mülkiyet  gibi zorlu bir konuyu masaya yatırdığı bu sürecin tümünde kayda değer olumlu bir gelişmeyi sağlayamamışlardır.
 
*
Çünkü Rumlar, mülkiyet sorununun bir insan hakları ihlâli konusu olduğu ancak insan haklarına saygı temel ilkesinin uygulanmasıyla çözülebileceği görüşündedir.
Türkler insan haklarına saygı ilkesini kabul etmekle birlikte bunun iki bölgelilik temel ilkesine ters düştüğü konusunda ısrar ediyor...
 
*
Başlangıçta mülkiyet konusunda kişisel haklar ile siyasi haklar arasında ayrım yapılmış ve müzakereler bu temelde yürütülmekte iken;
"Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan"zihniyetli Cumhurbaşkanı M.Akıncı, "Mülkiyet" başlığında artık iki metnin değil tek metnin var olduğunu söylüyor...
 
*
Kişisel mülkiyet hakkının tanınması kuzeydeki Türk çoğunluğunun garanti altına alınmasıdır. 
Ne ki bir çok gelişme Kıbrıs konusunda tartışmayı siyasi mülkiyetler noktasında düğümlemiştir. 
Kilitlenmeye başvurulacak çözüm yolları bakımından belirleyici olacak tanımlar ve kriterler bağlamında görüş farklılıkları neden oluyor...
 
*
Siyasi mülkiyetler konusunda tartışılmaya değer bir çok konu bulunuyor.
1-Kıbrıs; ABD ve Rusya'nın Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşmalarında karşı karşıya geldikleri bir adadır.
Hidrokarbon kaynaklarının olduğu yerde en önemli unsur güvenlik konusudur.
NATO'nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs'ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi başlıklar küresel ortaklaşmaya yönelik askeri güç dengesinde büyük önem arzediyor...
2- Halbuki, hem Türkiye hem mevcut iki devletli haliyle Kıbrıs;
Stratejik Konsept Belgesinde "AB üyesi olmayan NATO ülkesi" olarak anılıyor ve bu durum NATO'da sorun teşkil ediyor...
Çünkü Türkiye, NATO'nun AB üyesi olmayan bir müttefiki olarak Avrupa güvenliğine katkısı için öncelikle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.
Fakat AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye'nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına girmesini ve bu durumda Türkiye de Kıbrıs'ın NATO'ya girmesini engelliyor...
Bu karmaşa, ancak Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinin birleşme şartlarında anlaşmaları ve "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti"nin  NATO'ya ve Türkiye'nin de Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına üye olmasıyla adil biçimde çözülebilecektir...
 
*
2- Esasen siyasi mülkiyet konusunda, Doğu Akdeniz ve Mısır'da bulunan hidrokarbon kaynakları katalizör bir güç olarak devrededir.
Amerikan Noble, İsrail Delek ve Avner şirketleri Kıbrıs'ta sualtı gaz ve petrol keşiflerinde;
Tahminen 200 milyar metreküp doğalgazın yanı sıra toplam değeri, GSMH'si 24 milyar dolar olan küçük bir ülke için dev bir rakam olan 800 milyar dolar civarında petrol bulmuştur.
Ergeç Mısır, Gazze, Lübnan ve Suriye'nin de kendi havzalarındaki kaynaklarla bu potansiyele katılması halinde Mısır ve Kıbrıs arasındaki Doğu Akdeniz Havzası'nın önemi anlaşılabiliyor.
ABD'nin jeolojik araştırmalarına göre Nil Deltası ve Doğu Akdeniz havzaları birlikte tahmini 9 milyar metreküp doğalgaza ve 113 milyon varil petrole sahiptir...
O yüzden Türkiye, adanın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu savunuyor...
 
*
3- Kıbrıs adası ciddi bir kuraklıktan geçmekte, tarım ve hayvancılık gerilemektedir.
Güzelyurt'ta başlayan tuzlanma, KKTC'nin bir ucundan öbürüne etkisini gösteriyor.
Türkiye'nin, Anamur Alaköprü Baraj suyunun Akdeniz'de 250 metre derinlikte asma borularla Güzelyalı'ya getirilmesi ve suyun Geçitköy Barajı'nda toplanması ile ilgili "Barış Suyu Projesi";
Yeşil adanın eski haline kavuşmasına, tarımın ve hayvancılığın yeniden hayat bulmasına,mülk fiyatlarının ve KKTC'nin milli gelirinin artmasına yol açacaktır.
Ama Rumların müzakere masasında talep ettiği toprakları alması uluslararası hukuka göre zorlaşacaktır ki; bu siyasi mülkiyet sorununa da bir ortayol bulunamıyor.
O yüzden Rum Kesimi, Türkiye'nin hayata geçirdiği "Barış Suyu Projesi"ni reddediyor.
Projeyi "İşgal gücü Türkiye tarafından işgal altındaki topraklarda hayata geçirilen yasadışılık"  olarak tanımlıyor. 
Bu projeyle Türkiye'yi, KKTC'yi coğrafi açıdan Anadolu ile bütünleştirmekle suçluyor... 
 
*
4- Toprak değişiklikleri-harita konusu bir diğer sorundur. 
Türk tarafı "Omorfo'yu yani Güzelyurt'u"; federal bir yapıyla yönetilen Belçika'da başkent Brüksel'in statüsünün benzerinin Güzelyurt'a verilmesi ve her iki halkın da böylelikle kendi kentlerinde yaşayabilecekleri noktasında tamamen müzakere dışında tutuyor. 
Rum tarafı ise "Güzelyurt Rum idaresine verilmeden Kıbrıs sorununun çözülemeyeceği" görüşündedir ve KKTC'nin bölgeyi "Türkleştirmeye çalışamayacağını" savunuyor...
Kıbrıs Rum tarafı en az 100 bin Kıbrıslı Rumun Kıbrıs Rum idaresi altında geri dönmesinde ısrar ediyor ve "bunda uzlaşılmazsa, çözüm söz konusu olmaz" noktasında bulunuyor...
Karpaz'da ise Federal Hükümet idaresi altında kanton oluşturulması ihtimaliyle ilgili Rum önerisini reddedilmiyor ama daha sonra incelensin deniyor.
Rumların bu öneriye yanıtı,"Annan planının Güzelyurt açısından tahrif edilmemesi ve aynı zamanda sadece boş tarlaların değil meskun bölgelerin de Kıbrıs Rum idaresi altına verilmesi"dir. 
 
*
5- Rumlar, KKTC'den "Müzakerelerin zeminini AB ilke ve değerleri belirlemelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti AB'ye bütün olarak katıldı, müktesebatın Kuzey kesimde uygulaması ertelendi. 
10. protokole göre, Anayasa tasfiye edilerek değil ama değiştirilerek, işgal altındaki bölgelerin Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesine entegrasyonu söz konusu olmalıdır" ilkesine riayet etmesini,
KKTC'nin bu çerçevede "Kıbrıs Cumhuriyeti'ne entegrasyonunun hukuki ve siyasi yönlerini, dönüşümü, devamı ve müteakip devletler sorununu açıkça ortaya koyması gerektiği" beklentisini ileri sürüyor... 
 
*
Nihayet Rumlar, sorunlar çetrefilleşince toptancı bir yaklaşımla siyasi mülkiyet konusunu "Türkiye'nin Kıbrıs'ta İşgalci" olduğu noktasına taşımıştır.
Türkiye'nin Ada'daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye'den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi konusunda;
Türkiye'ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alanda askıya aldırma çabasını sürdürmekte, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılmasını talep etmektedirler... 
 
* 
Bu noktada Cumhurbaşkanı M.Akıncı, "Türkiye'yi tamamen dışlayarak bir garanti sistemi oluşturmanın ve Kıbrıslı Türklerin bunu kendileri için güvence olarak görmelerini beklemenin mümkün olmadığını" kaydediyor.
Ama "Kimse 1960'daki şartların aynen geçerli olduğunu söylemiyor. Eskiden noktası virgülü değişmez deniyordu, bu çağda bunu diyemezsiniz.
Haklarınızı gözetip endişelerinizi giderecek yeni formüller, yeni düşünceler üretmelisiniz" diyor.
 
*
Cumhurbaşkanı M.Akıncı'nın garantörlük sistemi yerine, garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planını teklif ettiği,
Rum lider N.Anastasiadis'in ise teklife sıcak baktığı ancak Ada'da konuşlanacak askerlerin Türkiye veya Yunanistan'dan değil üçüncü ülkelerden olmasını önerdiği biliniyor...
 
*
Bir diğer garantör Yunanistan Başbakanı A.Çipras, Kıbrıs sorununda çözümün herkesin kendisini güvende hissedeceği bir formülde olmasını gerektiğinden yanadır.
"Kıbrıs'ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır " tavrını sürdürüyor...
İngiltere ise Kıbrıs'ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu bildiriyor.
 
*
Türkiye'nin Kıbrıs üzerine tarihsel hakları bir yana Cumhurbaşkanı M. Akıncı'nın teklif ettiği, "Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planı";
1- Ankara Anlaşmasıyla kazanılan Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımından ve aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerinden ve garantörlükten feragat etmesi: mülkiyet: toprak gibi konularda zarara uğranması,
2- Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinin bozulması,
3- Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB'ye "Kıbrıs Adası " olarak girmesi hâlâ tartışmalı bir konu iken, Türkiye'nin "Kıbrıs'ın karasularındaki ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarından" vazgeçmesi anlamına geliyor.
 
*
Gözler 12 Ocak'ta Cenevre'de Kıbrıs Cumhuriyeti garantörlerinin 5'li zirvesindedir.
 
7.1.2017 - cipras yunanistan
9-10-11 Ocak’ta Cenevre’de, Türk ve Rum liderlerin görüşmelerinin ardından,12 Ocak’ta Kıbrıs Cumhuriyeti garantörleri 5’li zirvede son kozlarını oynayacak…​
Şimdi, Kıbrıs müzakereleri sürecini, tıkanıklıkları, sonucun neye varabileceğini anlamanın son fırsatıdır…
 
*
1960 Ankara Anlaşması: Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında bir ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni garantiledi.
Garanti Anlaşmasında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör ülke sayıldı.
 
*
Garanti Anlaşması’nda 1.madde; “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.
Bu itibarla uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için taraflar kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnemez, herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder” biçimindedir…
 
*
Halbuki, Rumlar egemenliklerini kabul ettirmek için mütemadiyen direnmişlerdir.
1963 Akritas Planı ve uygulamasıyla direnmek; Türklerin Rum egemenliği kabul etmesi ve Kıbrıs sorununun ortadan kalkması anlamındadır.
Rumlar,bu planla Türkleri zayıflatmayı ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…
Bu amaçta direnme yüzünden 1968’den beri ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşmalar sağlanamıyor…
 
*
1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti Albaylar Cuntasından kaçan Yunanlıların sığınağı olmuştu.
ABD Dışişleri Bakanı H.Kissinger: Atina’ya Lefkoşa’da bir darbe yapmasını, Ankara’ya ise darbeye karşı çıkma iddiasıyla adanın bir bölümüne asker çıkarmasını planladı.
O yüzden Kıbrıs’ın Kuzeyinde Türkiye himayesinde KKTC ve Türk birlikleri bulunuyor.
2004’ten beri İsviçre modelinden esinlenerek federal bir yönetim altında adanın yeniden birleşmesi amacıyla barış müzakereleri yürütülüyor…
 
*
Aynı tarihte Rumlar; BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirdiler.
Türkler azınlık konumuna itildi, üstelik 2004′ te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ye katıldı.
O gün bugün, Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır…
 
*
Türkler ve Rumlar bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda, Mayıs 2015’te yeniden başlayan toplumlararası müzakereler sürdürüyorlar.
Yönetim ve Güç Paylaşımı: Ekonomi ve AB ile ilişkiler: Mülkiyet: Harita ve Yüzdelikler:Toprak ve Güvenlikler başlıkları dönüşümlü olarak ele alınıyor.
 
*
2015 Kasım’da yoğunlaştırılan müzakerelerde, 2016 Nisan’da “Güç Paylaşımı”, “AB” ve “Ekonomi” başlıklarında ilerlemeler kaydedildi.
“Güvenlik ve Garantiler” konusu iç güvenlik boyutu hariç, “Toprak Düzenlemeleri” konusu ise ana ilkeler hariç görüşülmemiş, müzakerelerin son aşamasına bırakılmıştır…
*
Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimleri arasında mülkiyet konusu ise 1974’te ortaya çıkan durumun nasıl algılanması gerektiğindeki görüşler arasındaki tezatdan kaynaklanıyor.
Mülkiyet konusu iki tarafın meseleye atfettikleri siyasi önem nedeniyle Kıbrıs sorununun en karmaşık, en tartışmalı ama temel eksenini oluşturuyor.
Ne ki, Türk ve Rum liderlerin mülkiyet  gibi zorlu bir konuyu masaya yatırdığı bu sürecin tümünde kayda değer olumlu bir gelişmeyi sağlayamamışlardır.
 
*
Çünkü Rumlar, mülkiyet sorununun bir insan hakları ihlâli konusu olduğu ancak insan haklarına saygı temel ilkesinin uygulanmasıyla çözülebileceği görüşündedir.
Türkler insan haklarına saygı ilkesini kabul etmekle birlikte bunun iki bölgelilik temel ilkesine ters düştüğü konusunda ısrar ediyor…
 
*
Başlangıçta mülkiyet konusunda kişisel haklar ile siyasi haklar arasında ayrım yapılmış ve müzakereler bu temelde yürütülmekte iken;
“Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan”zihniyetli Cumhurbaşkanı M.Akıncı, “Mülkiyet” başlığında artık iki metnin değil tek metnin var olduğunu söylüyor…
 
*
Kişisel mülkiyet hakkının tanınması kuzeydeki Türk çoğunluğunun garanti altına alınmasıdır. 
Ne ki bir çok gelişme Kıbrıs konusunda tartışmayı siyasi mülkiyetler noktasında düğümlemiştir. 
Kilitlenmeye başvurulacak çözüm yolları bakımından belirleyici olacak tanımlar ve kriterler bağlamında görüş farklılıkları neden oluyor…
 
*
Siyasi mülkiyetler konusunda tartışılmaya değer bir çok konu bulunuyor.
1-Kıbrıs; ABD ve Rusya’nın Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşmalarında karşı karşıya geldikleri bir adadır.
Hidrokarbon kaynaklarının olduğu yerde en önemli unsur güvenlik konusudur.
NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs’ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi başlıklar küresel ortaklaşmaya yönelik askeri güç dengesinde büyük önem arzediyor…
2- Halbuki, hem Türkiye hem mevcut iki devletli haliyle Kıbrıs;
Stratejik Konsept Belgesinde “AB üyesi olmayan NATO ülkesi” olarak anılıyor ve bu durum NATO’da sorun teşkil ediyor…
Çünkü Türkiye, NATO’nun AB üyesi olmayan bir müttefiki olarak Avrupa güvenliğine katkısı için öncelikle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.
Fakat AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına girmesini ve bu durumda Türkiye de Kıbrıs’ın NATO’ya girmesini engelliyor…
Bu karmaşa, ancak Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinin birleşme şartlarında anlaşmaları ve “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin  NATO’ya ve Türkiye’nin de Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına üye olmasıyla adil biçimde çözülebilecektir…
 
*
2- Esasen siyasi mülkiyet konusunda, Doğu Akdeniz ve Mısır’da bulunan hidrokarbon kaynakları katalizör bir güç olarak devrededir.
Amerikan Noble, İsrail Delek ve Avner şirketleri Kıbrıs’ta sualtı gaz ve petrol keşiflerinde;
Tahminen 200 milyar metreküp doğalgazın yanı sıra toplam değeri, GSMH’si 24 milyar dolar olan küçük bir ülke için dev bir rakam olan 800 milyar dolar civarında petrol bulmuştur.
Ergeç Mısır, Gazze, Lübnan ve Suriye’nin de kendi havzalarındaki kaynaklarla bu potansiyele katılması halinde Mısır ve Kıbrıs arasındaki Doğu Akdeniz Havzası’nın önemi anlaşılabiliyor.
ABD’nin jeolojik araştırmalarına göre Nil Deltası ve Doğu Akdeniz havzaları birlikte tahmini 9 milyar metreküp doğalgaza ve 113 milyon varil petrole sahiptir…
O yüzden Türkiye, adanın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu savunuyor…
 
*
3- Kıbrıs adası ciddi bir kuraklıktan geçmekte, tarım ve hayvancılık gerilemektedir.
Güzelyurt’ta başlayan tuzlanma, KKTC’nin bir ucundan öbürüne etkisini gösteriyor.
Türkiye’nin, Anamur Alaköprü Baraj suyunun Akdeniz’de 250 metre derinlikte asma borularla Güzelyalı’ya getirilmesi ve suyun Geçitköy Barajı’nda toplanması ile ilgili “Barış Suyu Projesi”;
Yeşil adanın eski haline kavuşmasına, tarımın ve hayvancılığın yeniden hayat bulmasına,mülk fiyatlarının ve KKTC’nin milli gelirinin artmasına yol açacaktır.
Ama Rumların müzakere masasında talep ettiği toprakları alması uluslararası hukuka göre zorlaşacaktır ki; bu siyasi mülkiyet sorununa da bir ortayol bulunamıyor.
O yüzden Rum Kesimi, Türkiye’nin hayata geçirdiği “Barış Suyu Projesi”ni reddediyor.
Projeyi “İşgal gücü Türkiye tarafından işgal altındaki topraklarda hayata geçirilen yasadışılık”  olarak tanımlıyor. 
Bu projeyle Türkiye’yi, KKTC’yi coğrafi açıdan Anadolu ile bütünleştirmekle suçluyor… 
 
*
4- Toprak değişiklikleri-harita konusu bir diğer sorundur. 
Türk tarafı “Omorfo’yu yani Güzelyurt’u”; federal bir yapıyla yönetilen Belçika’da başkent Brüksel’in statüsünün benzerinin Güzelyurt’a verilmesi ve her iki halkın da böylelikle kendi kentlerinde yaşayabilecekleri noktasında tamamen müzakere dışında tutuyor. 
Rum tarafı ise “Güzelyurt Rum idaresine verilmeden Kıbrıs sorununun çözülemeyeceği” görüşündedir ve KKTC’nin bölgeyi “Türkleştirmeye çalışamayacağını” savunuyor…
Kıbrıs Rum tarafı en az 100 bin Kıbrıslı Rumun Kıbrıs Rum idaresi altında geri dönmesinde ısrar ediyor ve “bunda uzlaşılmazsa, çözüm söz konusu olmaz” noktasında bulunuyor…
Karpaz’da ise Federal Hükümet idaresi altında kanton oluşturulması ihtimaliyle ilgili Rum önerisini reddedilmiyor ama daha sonra incelensin deniyor.
Rumların bu öneriye yanıtı,”Annan planının Güzelyurt açısından tahrif edilmemesi ve aynı zamanda sadece boş tarlaların değil meskun bölgelerin de Kıbrıs Rum idaresi altına verilmesi”dir. 
 
*
5- Rumlar, KKTC’den “Müzakerelerin zeminini AB ilke ve değerleri belirlemelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye bütün olarak katıldı, müktesebatın Kuzey kesimde uygulaması ertelendi. 
10. protokole göre, Anayasa tasfiye edilerek değil ama değiştirilerek, işgal altındaki bölgelerin Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesine entegrasyonu söz konusu olmalıdır” ilkesine riayet etmesini,
KKTC’nin bu çerçevede “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne entegrasyonunun hukuki ve siyasi yönlerini, dönüşümü, devamı ve müteakip devletler sorununu açıkça ortaya koyması gerektiği” beklentisini ileri sürüyor… 
 
*
Nihayet Rumlar, sorunlar çetrefilleşince toptancı bir yaklaşımla siyasi mülkiyet konusunu “Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğu noktasına taşımıştır.
Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi konusunda;
Türkiye’ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alanda askıya aldırma çabasını sürdürmekte, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılmasını talep etmektedirler… 
 
Bu noktada Cumhurbaşkanı M.Akıncı, “Türkiye’yi tamamen dışlayarak bir garanti sistemi oluşturmanın ve Kıbrıslı Türklerin bunu kendileri için güvence olarak görmelerini beklemenin mümkün olmadığını” kaydediyor.
Ama “Kimse 1960’daki şartların aynen geçerli olduğunu söylemiyor. Eskiden noktası virgülü değişmez deniyordu, bu çağda bunu diyemezsiniz.
Haklarınızı gözetip endişelerinizi giderecek yeni formüller, yeni düşünceler üretmelisiniz” diyor.
 
*
Cumhurbaşkanı M.Akıncı’nın garantörlük sistemi yerine, garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planını teklif ettiği,
Rum lider N.Anastasiadis’in ise teklife sıcak baktığı ancak Ada’da konuşlanacak askerlerin Türkiye veya Yunanistan’dan değil üçüncü ülkelerden olmasını önerdiği biliniyor…
 
*
Bir diğer garantör Yunanistan Başbakanı A.Çipras, Kıbrıs sorununda çözümün herkesin kendisini güvende hissedeceği bir formülde olmasını gerektiğinden yanadır.
“Kıbrıs’ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır ” tavrını sürdürüyor…
İngiltere ise Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu bildiriyor.
 
*
Türkiye’nin Kıbrıs üzerine tarihsel hakları bir yana Cumhurbaşkanı M. Akıncı’nın teklif ettiği, “Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planı”;
1- Ankara Anlaşmasıyla kazanılan Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımından ve aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerinden ve garantörlükten feragat etmesi: mülkiyet: toprak gibi konularda zarara uğranması,
2- Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinin bozulması,
3- Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye “Kıbrıs Adası ” olarak girmesi hâlâ tartışmalı bir konu iken, Türkiye’nin “Kıbrıs’ın karasularındaki ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarından” vazgeçmesi anlamına geliyor.
 
*
Gözler 12 Ocak’ta Cenevre’de Kıbrıs Cumhuriyeti garantörlerinin 5’li zirvesindedir.
 
7.1.2017
Okumaya devam et  Çipras’ın Verdiği Mesaj Açık