Karadeniz Bölgesinde Güven Sorunu

Ükemizde yaşanan menfur saldırılar, terör ve çatışma bögelerinden hergün gelen cenazeler, mevcut durumu analiz ederek anlamaya çalışmak ve geleceği planlamak konusunda doğal bir baskı oluşturmaktır. Herşeye rağmen bütün kesimleriyle halkın ülkesine ve devletine sahip çıkması, yaşlı gözlerle şehitleri uğurlarken vatan savunması konusundaki heyecanını koruması büyük bir hazinedir. Bununla beraber ülkede ve bölgede hayat devam etmekte olup diğer bölgesel ve global gelişmeler de ilgisizliğe kurban edilmemelidir. - Prof.Dr . Alaeddin Yalçınkaya
, ,

Ükemizde yaşanan menfur saldırılar, terör ve çatışma bögelerinden hergün gelen cenazeler, mevcut durumu analiz ederek anlamaya çalışmak ve geleceği planlamak konusunda doğal bir baskı oluşturmaktır. Herşeye rağmen bütün kesimleriyle halkın ülkesine ve devletine sahip çıkması, yaşlı gözlerle şehitleri uğurlarken vatan savunması konusundaki heyecanını koruması büyük bir hazinedir. Bununla beraber ülkede ve bölgede hayat devam etmekte olup diğer bölgesel ve global gelişmeler de ilgisizliğe kurban edilmemelidir. - Prof.Dr . Alaeddin YalçınkayaÜkemizde yaşanan menfur saldırılar, terör ve çatışma bögelerinden hergün gelen cenazeler, mevcut durumu analiz ederek anlamaya çalışmak ve geleceği planlamak konusunda doğal bir baskı oluşturmaktır. Herşeye rağmen bütün kesimleriyle halkın ülkesine ve devletine sahip çıkması, yaşlı gözlerle şehitleri uğurlarken vatan savunması konusundaki heyecanını koruması büyük bir hazinedir. Bununla beraber ülkede ve bölgede hayat devam etmekte olup diğer bölgesel ve global gelişmeler de ilgisizliğe kurban edilmemelidir.

Aralık 12-13’te toplanan V. Mavi Karadeniz Kongresi’nde (V. BlueBlackSea Congress), başta Karadeniz kıyıdaşı ülkeleri olmak üzere her kıtadan akademisyen, diplomat ve araştırmacıların katılımıyla sorunlar masaya yatırıldı. Birçok tebliğin mutabık kaldığı nokta, bölge ülkeleri arasında yaşanan güven sorunu idi. 2008’deki I. Mavi Karadeniz Kongresi’ne doktora öğrencisi olarak katılan Yevgeniya Gaber, son kongrede Ukrayna Büyükelçiliği’nden diplomatik görevli olarak tebliğini sundu. Sekiz yıl önceki konular veya sorunlarla bugünkülerin hemen hemen aynı olduğu söyledi, geçen süre zarfında bölgede barış ve işbirliği yönünde dikkate değer bir gelişmenin olmadığından yakındı. Kısaca Dağlık Karabağ’daki işgal sorunu, Gürcistan’dan Abhazya ve Güney Osetya’nın ayrılması, Rusya-Ukrayna ilişkilerinde yaşananlar ve diğerleri yerli yerinde durmaktaydı. Hatta Kırım’ın Rusya’ya katılması ve Ukrayna’nın doğu bölgelerinde yaşananlar dikkate alındığında donmuş veya ertelenmiş sorunlar yeni formatlarla karşımıza çıkmıştır. Bu kapsamda 2017’de 25. kuruluş yılını kutlamaya hazırlanan Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ-BSEC) de amaçları doğrultusunda pek varlık gösterememiş, bölge barış ve refahı yolundaki işlevini yerine getirememiştir.

Sorunların temelinde Rusya’nın yayılmacı politikalarının bulunduğu birçok tebliğde dile getirildi. Gerçekten de Dağlık Karabağ her ne kadar görünüşte Ermenistan işgali altında ise de gerçekte fiilen Rusya’nın desteği ile bu işgal sürmektedir. Esasen Ermenistan-Rusya askeri işbirliği kapsamında Ermenistan’daki Rus gücü bulunmasa Azerbaycan, birkaç günde topraklarını kurtarabilir. Rus yayılmacı politikası Gürcistan ve Ukrayna karşısında da açıkça görülmektedir. Deli Petro’dan sıcak denizlere inme vasiyetinin günümüzde önemli ölçüde Putin tarafından Suriye iç savaşı yerine getirildiğini görmekteyiz.

Okumaya devam et  FEYM GRUBU MESAJI – ERMENİ FAALİYETLERİ ( 21 Şubat 2018 )

Halep’te yaşanan zulüm için herhalde kolayımıza geldiği için Şam yönetimini suçluyoruz. Rusya’nın Suriye ile askeri işbirliği olmasa mesela sadece İran desteği ile bugünkü duruma gelinemezdi. Bugünlerde beni en rahatsız eden durum ise “Halep için sevindirici uzlaşma” başlığı altında bu şehrin boşaltılması haberlerinin sunulmasıdır. Halbuki başarı olarak sunulan gelişme halkın evini, barkını terkedip meçhul karanlıklara bırakılmasıdır. Bombalar altında ölmektense hayatta kalmak elbette daha iyidir. Ancak bu tür uzlaşma, Ortaçağ Avrupasında sürgün hakkı olarak, Protestanların Katolik yönetimi altında (veya tersi) öldürülmeleri yerine kendi mezhebinden olan ülkelere “sürgün hakkı” şeklinde Uluslararası Hukuk literatürüne geçmiştir. Bugün ise insanların kendi vatanında, evinde, köyünde yaşaması en temel hakkıdır. Bu halkın kendi topraklarında, güven içinde yaşaması için gerekli diplomatik girişimler, uzlaşma yolları yerine evinden çıkarmayı başarı olarak sunmak belki de bu savaşın en sinsi sahnelerinden biri olarak bilinecektir. Bu sonuç başta İsrail olmak üzere Rusya dahil bölge dışı emperyalist güçlerin ortak uzlaşması, hatta arzusudur. Asıl sorulması gereken soru şu: “Bu aşamaya gelirken nerede hata yaptık?”

Rusya’nın yayılmacı siyaseti, Putin iktidarıyla birlikte petrol fiyatlarının yükselmesi sayesinde hız kazanmıştır. Buna karşın İngiliz, ABD veya İsrail yayılmacılığının unutulmaması gerekmektedir. Esasen Putin, sözkonusu yayılmacı siyasetine gerekçe olarak NATO’nun genişlemesini göstermektedir ki bu süreç aynı zamanda ekonomik, teknolojik ve siyasal olarak bölge ülkelerindeki ABD baskısının yoğunlaşması, şiddetlenmesi ve kurumsallaşmasıdır.

Ukraynalı arkadaşımızın sekiz yıl arayla birinci ve beşinci kongrelerin gündemlerini karşılaştırması sonucu, sorunların dondurularak, evrilerek, katlanarak yerinde durması tespiti ise uluslararası ortamın doğasıyla ilgilidir. Uluslararası toplumu oluşturan devletlerin temel özelliği, egemen eşit olmalarıdır. Her devlet, dış işlerinde bağımsız olup kendi çıkarlarını korumak, azamileştirmek hedefini güder. Netice olarak “toplumsal sözleşme”, uluslararası toplumda henüz imzalanmamıştır. Bu toplumun temel özelliği anarşik olmasıdır. Bunu durduran tek etken ise güçtür. Yayılmacı bir devlet ancak karşı güç ile durdurulabilir. Bu karşı güç yerine göre ekonomidir, bilgidir, diplomasidir…

Okumaya devam et  Karabağ tüm Türklerin sorunu

Bu anarşik ortamı hakkaniyet, adalet, huzur, güvenlik gibi kavramlarla donatmak üzere Uluslararası Hukuk tarafından oluşturulan birikimler yine güçlü devletler tarafından fonksiyonal hale getirilebilmektedir. Dünya ve bölge barışını sağlama görevi, birinci derecede BM Güvenlik Konseyi’ne verilmiş olup Rusya ve ABD bu konseyin daimi üyeleridir, üstelik veto hakları da bulunmaktadır.

Bu gerçekler ışığında bir devletin egemenlik haklarına dayanarak uluslararası alanda atacağı her adıma karşın diğerlerinin yine egemenlik haklarına dayalı adımları olacağı hesaplanmalıdır. Bu bağlamda her devlet gücünü, kapasitesini iyi hesap etmeli, özellikle büyük güçlerin oyununa gelmemeli, onlara yeni fırsatlar sunma tuzağına düşmemelidir. Karadeniz bölgesi veya Suriye’de yaşanan çatışmalar veya işgaller büyük güçlerin bölgeyi yeniden taksimi olarak da düşünülebilir. O halde diğer devletler, kendi tarihi ve jeopolitik gerçekleri ışığında kendi politikalarını belirlemeleri, özellikle bölge dışı güçlerin oyununa gelmemelidir. Bu gerçekler ışığında çeyrek yüzyıldır yaşananları gözden geçirdiğimiz takdirde öncelikle Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın nerede yanlış yaptıklarını, oyuna geldiklerini rasyonal bir şekilde masaya yatırarak, bu hataları telafi çarelerini aramaya başlamalıdırlar. Bu telafi sürecinde komşular arasında ve bölge ülkeleri arasında güven tesisi son derece önemlidir.

Alaeddin Yalçınkaya, Öncevatan 18.12.2016

[email protected]


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir