AVRUPA ATLANTİK’TEN GÖRÜNÜM

ABD Başkanı B.Obama, geçen hafta Atina ve Berlin'de Trump'ın seçilmesine büyük ölçüde  tepki gösteren Avrupalı temsilcilerle buluştu.
D.Trump'ın seçilmesinin Atlantik ötesi ilişkilere vereceği zararın yönetilebileceğinin,
NATO içinde ne kadar büyük olursa olsun anlaşmazlıklara rağmen Sovyet sonrası dönemde ABD'nin küresel hegemonyası ve AB ittifakı eliyle sağlanmış siyasi yapının süreceğinin güvencesini verdi.
 
*
Atina kent merkezi, çevik kuvvet polisiyle kemer sıkma karşıtı gösterilerde bulunan Yunanlılardan tecrit edilmişti.
Obama, Syriza hükümetinin uyguladığı AB destekli sosyal kesintileri ve Ortadoğu savaşlarına verdiği lojistik desteği övdü.
Trump ile ilgili "O, NATO'ya ve Atlantik ötesi ittifaka bağlıdır" dedi...
 
*
Yine polisin tecrit ettiği Berlin kent merkezinde Obama, Almanya Başbakanı A.Merkel ile birlikte,
Washington ile Berlin arasında varolan, yalnızca hukukun üstünlüğünün güvence altına alabileceği kişisel özgürlüğe ve dokunulmazlığa bağlılık üzerinde kurulu  işbirliğinin devam edeceğinin sözünü verdi.
 
*
Halbuki B. Obama, daha kısa süre önce 28 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyinden Birleşmiş Milletler'in Şanghay İşbirliği Örgütü ile çalışmasını reddeden bir karar çıkarmıştır.
Böylece ABD, Rusya'nın ve Çin'in kalkınmasını tanımayı reddetmiş,
Dünyanın iki farklı alana bölünmesi ve ekonomik küreselleşmenin sona ermesinin yolunu seçmiştir.
 
*
Seçilmiş Başkan Trump ise milliyetçi "Make America Great Again (Amerika'yı Yeniden Muhteşem Yapalım)" programını ileri sürüyor.
ABD ile Batı Avrupa arasında NATO ittifakının altını oyma tehdidinde bulunuyor.
Avrupa'da nükleer silahların kullanılmasını tartışıyor,
İşkenceyi onaylayarak Avrupa politikasını temellerinden sarsıyor...
 
*
Üstelik, dünya 2008 çöküşü eliyle tetiklenmiş ekonomik kriz altında sendelemekte,
ABD; malî seçkinlerinin yararına  dünya politikasını sert bir biçimde yeniden tasarlamaya yönelik girişimlerini sürdürmektedir.
 
*
Avrupa'da ise 1992'de Maastricht Antlaşması'yla ilan edilen bütün Avrupa projesi çökme belirtileri vermektedir.
Kapitalizm savunucularının SSCB'den sonra komünist tehlikenin sona ermesiyle Avrupa'da birlik oluşacağı iddiası;
Yerini AB'nin barış, refah ve birlik yuvası olması şöyle dursun yeni bir şovenizmin, kemer sıkmanın ve savaşın kaynağı olduğu gerçeğine bırakıyor...
 
*
Britanya'nın birlikten çekilmesinin olası komplikasyonlarına karşı birliğin bir duruşu bulunmuyor. 
Kapitalist sistem, 2008 malî krizinden bu yana hızlı bir şekilde uçuruma yol almaya devam ediyor.
Sistem bankalara ve hisse senedi piyasalarına kredi enjekte edilmesiyle ancak ayaktadır.
Yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik çarpıcı biçimde artıyor.
Servette, gelirde ve yaşam kalitesinde ortaya çıkan uçurum mütemadiyen büyüyor...
 
*
En büyük üç EURO bölgesi Almanya, Fransa ve İtalya'da ekonomi bir dizi kapsamlı acil krizle yüz yüzedir.
Suriye'de tırmanan savaş: Avrupa'da göçmen krizi ve terör saldırıları: İtalya'da Avrupa bankacılık sistemi çöküşünün artan tehlikesi...
Üstelik tüm Avrupa'da daha fazla kemer sıkılması, göçmen karşıtı acımasız önlemler ve çalışanların haklarının yok edilmesini savunan sağ politikalar da giderek yayılıyor...
 
*
Almanya, 2011'de Libya'daki NATO savaşına katılmayı reddetmiş, dış ve askeri politikasında köklü değişikliklerle meşguldür.
Askeri giderleri son altı yılda 10 kat artarak 1.8 milyar euro'ya çıkmış ve 2020'ye kadar silahlanma için 7.5 milyar euro harcamayı  öngörüyor.
2014'ten beri Avrupalı rakiplerinin korkularını tetikleyecek şekilde büyük bir güç jeopolitiği ve yeniden silahlanma politikası yürütüyor...
 
*
Ve Almanya'nın 20 yüzyılda iki kez bir dünya gücü haline gelmek için Avrupa'yı fethetmeye çalışmasına yol açan karakterine tepkiler halâ tazedir.
Nitekim Fransa ile İngiltere ekonomik olarak baskın ve askeri olarak giderek artan oranda güçlü rakipleri Almanya'ya karşı askeri ittifak kurma eğiliminde bir dizi karar almıştır.
 
*
İtalya bankalardan mevduatların çekilmesini tetiklemekle tehdit eden yeni bir devlet bütçesi kriziyle karşı karşıyadır.
Ekonomisinde durgunluk ve bankalarındaki erimenin önlenmesinde devlet bütçe açıkları üzerine gevşek kurallar yönündeki çağrısı ve AB'nin yatırım finasmanı oluşturması teklifi Almanya ve Fransa tarafından reddedilmiştir.
Kriz AB'den İtalya'nın da çıkışını tetikleme potansiyelindedir.
 
*
Avrupa kapitalizminin, Avrupa'daki ulusal bölünmelerin üstesinden gelmekte son derece zayıf olduğu anlaşılmıştır. 
ABD ve Avrupa'nın 1990'larda ve yeni yüzyılın ilk on yılında bir tür dünyevi din gibi yükseltiği bir öğreti olarak serbest piyasanın ve küreselleşmenin;
Sürekli ekonomik büyüme ve dünya halkları için artan yaşam standartları getireceğini ilan etmiş olan tüm perspektifi ciddi kriz yaşıyor.
Ekonomik değişimler, halk kitlelerinin siyasi ve ekonomik düzene yönelik yabancılaşmasına yol açmıştır.
AB hızla bir çöküntüye ve ayrışmaya gidiyor.
 
*
Üstelik askeri durum, artık kasten ya da istemeden bir kazanın kontrol edilemez bir zincirleme tepkimeye yol açabileceği kadar gergindir.
Artık ekonomik ulusalcılığın 1930'lardaki sonucu I. Dünya Savaşı'nın 1914'te patlak vermesinden kısa süre sonra dünya tarihindeki en vahşi olayı olan II. Dünya Savaşı'nın patlaması olduğunu görmek gerekiyor.
Avrupa'da bunun işaretleri her zamankinden daha belirginleşmektedir ve sonuç farklı olmayacaktır...
 
*
Görüldüğü üzere Amerikan demokrasisinin Trump'ın seçilmesinde ifadesini bulan krizinin bir benzeri Avrupa'da yaşanıyor.
Avrupa'da aşırı sağ hükümetlerin iktidara gelmesi olasılığı son derece artmıştır
Şimdi Fransa'daki Ulusal Cephe'den Almanya İçin Alternatif'e, İtalya'da Euro ve AB karşıtı
sağ-muhafazakar Beş Yıldız Hareketi'ne kadar Avrupa'daki sağcı, milliyetçi ve faşizan eğilimlerin  daha da güçleneceği anlaşılıyor.
20. Yüzyıl faşizminin mirası üzerinden egemenler militarizmi, dünya savaşını, halklara karşı polis baskısını tırmandırmaya hazırlanıyor...
 
*
Nitekim sağcı, milliyetçi ve faşizan eğilimleri üzerinde Avrupa'nın ilk uluslararası atağı,
Avrupa Parlamentosu'nda ki siyasi grupların, liberallerin girişimi ile hazırlanan;
Türkiye'de son dönemde gerçekleşen tutuklama ve gözaltı dalgaları, düşünce özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ve hukuk devleti konusundaki eksiklikler gerekçe gösterilerek AB'nin Türkiye ile yürüttüğü üyelik sürecinin durdurulması talep eden bir karar tasarısı üzerinde uzlaşmasıyla sağlanıyor.
 
*
Genel bir kural işliyor;
Kriz döneminde ABD'nin hegemonyası ekonomik canlanma döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha acımasız biçimde yürüyor.
ABD, kendi zorluklarının ve sorunlarının üstesinden barışçıl biçimde ya da savaş yoluyla gerçekleşmesine bakmaksızın;
Asya'da, Kanada'da, Güney Amerika'da, Avustralya'da ya da Avrupa'da gelmeye çalışırken;
İşte Avrupa'nın zararına hiç aldırmıyor...
 
*
Türkiye'nin esamesi bile okunmuyor.
Çünkü Türkiye'deki İslamcı hükümet, özgür bir tartışma ortamını kontrol altına alma yönünde harcadığı çabalarla vatandaşlarını yabancılaştırırken, ülkenin istikrarını da tehdit ettiğinin farkında değildir.
İşte bu durum Türkiye'nin AB ile entegrasyonunu ve ABD ile olan güçlü ittifakını da tehlikeye atıyor.
Çünkü İslamcı hükümet, nasılsa yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları, medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmuştur.
"Batı'nın yeniden tanımlanması" amacının âlemlere rahmet olacağı inancını sürdürüyor... 23.11.2016 - merkel
ABD Başkanı B.Obama, geçen hafta Atina ve Berlin’de Trump’ın seçilmesine büyük ölçüde  tepki gösteren Avrupalı temsilcilerle buluştu.
D.Trump’ın seçilmesinin Atlantik ötesi ilişkilere vereceği zararın yönetilebileceğinin,
NATO içinde ne kadar büyük olursa olsun anlaşmazlıklara rağmen Sovyet sonrası dönemde ABD’nin küresel hegemonyası ve AB ittifakı eliyle sağlanmış siyasi yapının süreceğinin güvencesini verdi.
 
*
Atina kent merkezi, çevik kuvvet polisiyle kemer sıkma karşıtı gösterilerde bulunan Yunanlılardan tecrit edilmişti.
Obama, Syriza hükümetinin uyguladığı AB destekli sosyal kesintileri ve Ortadoğu savaşlarına verdiği lojistik desteği övdü.
Trump ile ilgili “O, NATO’ya ve Atlantik ötesi ittifaka bağlıdır” dedi…
 
*
Yine polisin tecrit ettiği Berlin kent merkezinde Obama, Almanya Başbakanı A.Merkel ile birlikte,
Washington ile Berlin arasında varolan, yalnızca hukukun üstünlüğünün güvence altına alabileceği kişisel özgürlüğe ve dokunulmazlığa bağlılık üzerinde kurulu  işbirliğinin devam edeceğinin sözünü verdi.
 
*
Halbuki B. Obama, daha kısa süre önce 28 Ekim’de, BM Güvenlik Konseyinden Birleşmiş Milletler’in Şanghay İşbirliği Örgütü ile çalışmasını reddeden bir karar çıkarmıştır.
Böylece ABD, Rusya’nın ve Çin’in kalkınmasını tanımayı reddetmiş,
Dünyanın iki farklı alana bölünmesi ve ekonomik küreselleşmenin sona ermesinin yolunu seçmiştir.
 
*
Seçilmiş Başkan Trump ise milliyetçi “Make America Great Again (Amerika’yı Yeniden Muhteşem Yapalım)” programını ileri sürüyor.
ABD ile Batı Avrupa arasında NATO ittifakının altını oyma tehdidinde bulunuyor.
Avrupa’da nükleer silahların kullanılmasını tartışıyor,
İşkenceyi onaylayarak Avrupa politikasını temellerinden sarsıyor…
 
*
Üstelik, dünya 2008 çöküşü eliyle tetiklenmiş ekonomik kriz altında sendelemekte,
ABD; malî seçkinlerinin yararına  dünya politikasını sert bir biçimde yeniden tasarlamaya yönelik girişimlerini sürdürmektedir.
 
*
Avrupa’da ise 1992’de Maastricht Antlaşması’yla ilan edilen bütün Avrupa projesi çökme belirtileri vermektedir.
Kapitalizm savunucularının SSCB’den sonra komünist tehlikenin sona ermesiyle Avrupa’da birlik oluşacağı iddiası;
Yerini AB’nin barış, refah ve birlik yuvası olması şöyle dursun yeni bir şovenizmin, kemer sıkmanın ve savaşın kaynağı olduğu gerçeğine bırakıyor…
 
*
Britanya’nın birlikten çekilmesinin olası komplikasyonlarına karşı birliğin bir duruşu bulunmuyor. 
Kapitalist sistem, 2008 malî krizinden bu yana hızlı bir şekilde uçuruma yol almaya devam ediyor.
Sistem bankalara ve hisse senedi piyasalarına kredi enjekte edilmesiyle ancak ayaktadır.
Yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik çarpıcı biçimde artıyor.
Servette, gelirde ve yaşam kalitesinde ortaya çıkan uçurum mütemadiyen büyüyor…
 
*
En büyük üç EURO bölgesi Almanya, Fransa ve İtalya’da ekonomi bir dizi kapsamlı acil krizle yüz yüzedir.
Suriye’de tırmanan savaş: Avrupa’da göçmen krizi ve terör saldırıları: İtalya’da Avrupa bankacılık sistemi çöküşünün artan tehlikesi…
Üstelik tüm Avrupa’da daha fazla kemer sıkılması, göçmen karşıtı acımasız önlemler ve çalışanların haklarının yok edilmesini savunan sağ politikalar da giderek yayılıyor…
 
*
Almanya, 2011’de Libya’daki NATO savaşına katılmayı reddetmiş, dış ve askeri politikasında köklü değişikliklerle meşguldür.
Askeri giderleri son altı yılda 10 kat artarak 1.8 milyar euro’ya çıkmış ve 2020’ye kadar silahlanma için 7.5 milyar euro harcamayı  öngörüyor.
2014’ten beri Avrupalı rakiplerinin korkularını tetikleyecek şekilde büyük bir güç jeopolitiği ve yeniden silahlanma politikası yürütüyor…
 
*
Ve Almanya’nın 20 yüzyılda iki kez bir dünya gücü haline gelmek için Avrupa’yı fethetmeye çalışmasına yol açan karakterine tepkiler halâ tazedir.
Nitekim Fransa ile İngiltere ekonomik olarak baskın ve askeri olarak giderek artan oranda güçlü rakipleri Almanya’ya karşı askeri ittifak kurma eğiliminde bir dizi karar almıştır.
 
*
İtalya bankalardan mevduatların çekilmesini tetiklemekle tehdit eden yeni bir devlet bütçesi kriziyle karşı karşıyadır.
Ekonomisinde durgunluk ve bankalarındaki erimenin önlenmesinde devlet bütçe açıkları üzerine gevşek kurallar yönündeki çağrısı ve AB’nin yatırım finasmanı oluşturması teklifi Almanya ve Fransa tarafından reddedilmiştir.
Kriz AB’den İtalya’nın da çıkışını tetikleme potansiyelindedir.
 
*
Avrupa kapitalizminin, Avrupa’daki ulusal bölünmelerin üstesinden gelmekte son derece zayıf olduğu anlaşılmıştır. 
ABD ve Avrupa’nın 1990’larda ve yeni yüzyılın ilk on yılında bir tür dünyevi din gibi yükseltiği bir öğreti olarak serbest piyasanın ve küreselleşmenin;
Sürekli ekonomik büyüme ve dünya halkları için artan yaşam standartları getireceğini ilan etmiş olan tüm perspektifi ciddi kriz yaşıyor.
Ekonomik değişimler, halk kitlelerinin siyasi ve ekonomik düzene yönelik yabancılaşmasına yol açmıştır.
AB hızla bir çöküntüye ve ayrışmaya gidiyor.
 
*
Üstelik askeri durum, artık kasten ya da istemeden bir kazanın kontrol edilemez bir zincirleme tepkimeye yol açabileceği kadar gergindir.
Artık ekonomik ulusalcılığın 1930’lardaki sonucu I. Dünya Savaşı’nın 1914’te patlak vermesinden kısa süre sonra dünya tarihindeki en vahşi olayı olan II. Dünya Savaşı’nın patlaması olduğunu görmek gerekiyor.
Avrupa’da bunun işaretleri her zamankinden daha belirginleşmektedir ve sonuç farklı olmayacaktır…
 
*
Görüldüğü üzere Amerikan demokrasisinin Trump’ın seçilmesinde ifadesini bulan krizinin bir benzeri Avrupa’da yaşanıyor.
Avrupa’da aşırı sağ hükümetlerin iktidara gelmesi olasılığı son derece artmıştır
Şimdi Fransa’daki Ulusal Cephe’den Almanya İçin Alternatif’e, İtalya’da Euro ve AB karşıtı
sağ-muhafazakar Beş Yıldız Hareketi’ne kadar Avrupa’daki sağcı, milliyetçi ve faşizan eğilimlerin  daha da güçleneceği anlaşılıyor.
20. Yüzyıl faşizminin mirası üzerinden egemenler militarizmi, dünya savaşını, halklara karşı polis baskısını tırmandırmaya hazırlanıyor…
 
*
Nitekim sağcı, milliyetçi ve faşizan eğilimleri üzerinde Avrupa’nın ilk uluslararası atağı,
Avrupa Parlamentosu’nda ki siyasi grupların, liberallerin girişimi ile hazırlanan;
Türkiye’de son dönemde gerçekleşen tutuklama ve gözaltı dalgaları, düşünce özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ve hukuk devleti konusundaki eksiklikler gerekçe gösterilerek AB’nin Türkiye ile yürüttüğü üyelik sürecinin durdurulması talep eden bir karar tasarısı üzerinde uzlaşmasıyla sağlanıyor.
 
*
Genel bir kural işliyor;
Kriz döneminde ABD’nin hegemonyası ekonomik canlanma döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha acımasız biçimde yürüyor.
ABD, kendi zorluklarının ve sorunlarının üstesinden barışçıl biçimde ya da savaş yoluyla gerçekleşmesine bakmaksızın;
Asya’da, Kanada’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da ya da Avrupa’da gelmeye çalışırken;
İşte Avrupa’nın zararına hiç aldırmıyor…
 
*
Türkiye’nin esamesi bile okunmuyor.
Çünkü Türkiye’deki İslamcı hükümet, özgür bir tartışma ortamını kontrol altına alma yönünde harcadığı çabalarla vatandaşlarını yabancılaştırırken, ülkenin istikrarını da tehdit ettiğinin farkında değildir.
İşte bu durum Türkiye’nin AB ile entegrasyonunu ve ABD ile olan güçlü ittifakını da tehlikeye atıyor.
Çünkü İslamcı hükümet, nasılsa yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları, medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmuştur.
“Batı’nın yeniden tanımlanması” amacının âlemlere rahmet olacağı inancını sürdürüyor…
23.11.2016

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir