YENİ TÜRKİYE GERÇEĞİ:BAŞKANLIĞA DOĞRU BİR KESİŞMEDE

Mustafa Kemal Atatürk
Emperyalizm, ulus devlet kurumuyla sahip olunan toprak parçasının ötesinde, insanın ve toplumsal yapının da yönetilmesini, refah ve gelişime ortak edilmesini istiyor.
Bu anlamda yeni sömürgecilik insandan gelişip tüm dünyaya işliyor ve yeni hayat tarzı ulus devletlerin ötesinde dizayn ediliyor.
O yüzden ulus devletler vaad ettikleri ulusal homojenliği farklı etnik, dini kökenlerden gelen insanları bir arada yaşatma sorunu olarak çözmeye çalışıyor…
 
*
Ancak Türkiye, Bağımsızlık Savaşının zaferiyle imzalanan Lozan Barış  Antlaşması ile mütemadiyen gelişmeye açık, aydınlanma çağının getirdiği ulus devlet, eşitlik, din ve vicdan özgürlüğü gibi kavram ve olguları benimsemiş ve güvence altına almıştır.
Ne ki, emperyalizmin elindeki iki farklı algı Türk Ulus Devleti’ni derinden etkilemiş bulunuyor.
 
*
Birincisi; Türkiye’den İslam coğrafyasında vizyona konan, barışın ve adaletin dini inanışlar üzerinde inşa edilmesine dayanan, sadece ekonomi değil, siyasal, kültürel ve sosyal boyutlarında bütün etnik yapıları İslam ümmeti potasında algılayan “Siyasal İslamcılık” algısıdır.
Bu algıyı, yeni bir anayasada toplumsal hayatın, siyaset ve kültürün;
Bir tarafta laiklik, diğer tarafta  tarikatlar, cemaatler ve dini kurumlar vasıtasıyla dini ritüellerle bezeneceği,
Devletin böyle bir toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutacağı noktasında  “Muhafazakâr Liberalizm”e uyumu sağlanacak AKP temsil ediyor.
YCHP ise bu kısır AKP merkezinin bir türevi olmak misyonundadır…   
 
*
Bu algı kesiminin – YCHP’ye aldırmayınız,herşey onun ağzındadır –  modern cumhuriyetçi kurumlara, tüm güçleriyle hukuka dayanan bir devlete, ordu ya da polis gücüne, ekonomik fonksiyonu düzenleyen yasalara, bilimsel veya kültürel gelişime ihtiyacı bulunmuyor.
O yüzden vatandaşların temel hakları inkâr edilerek dolu dizgin vahşi liberalizme, gerici dogmalara, en gaddar yasaklara ve baskılara yol veriliyor.
Toplumun içinde bulunduğu bilimsel ve kültürel uçurum da  bunların her durumda kendi adına tuttukları pozisyonları yönlendirmede başarılı olmasına yol açıyor…
 
*
İkincisi; farklı ideoloji, görüş ve inançta Kürtlerin demokratikleşme perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen ortak dille siyasal nicelik ve niteliklerini kazanma ya da uluslaşma algısıdır.
 
*
Kürtler; Suriye, Irak ve Türkiye’de farklı durum ve şartlarda yaşıyor, Kürt sorununa ilişkin tartışmalar ise politik gündemin ilk sıralarında yer alıyor.
Atatürk’ün liderliğinde Türk milletinin verdiği büyük mücadeleyle dağıtılan yüzyıllık “Büyük Kürdistan” projesinin yeniden canlandırılması isteniyor.
Kürdistan Topluluklar Birliği, Demokratik Toplum Kongresi, HDP ve PKK ve bilûmumu taleplerini ivmelemek üzere Irak ve Suriye’deki savaşı parça parça Türkiye’ye taşıyor.
 
*
Aslında siyasî hareketler rekabet üstünlüğü sağlamak için seçimler, hükümet değişiklikleri, grevler, yasal düzenlemeler, halk gösterileri, şiddet içeren siyasi aktiviteler, yapısal çökmeler gibi gelişmelerle oluşan politik risklerle başa çıkmak zorundadır.
Bu yüzden ulus devletin en az zarar görmesi amacıyla İdeolojik güçlere: Milliyetçilik eğilimlerine: Devlet etkisi ve kontrolüne: Devletin ya da hükümetin istikrarına: Tarihe dayanan politik çatışma ve düşmanlıklara: Uluslararası örgütlerin etkisine: Ülkelerin dış ve savunma politikalarına; Siyasi olumsuzluklara; Uluslararası hukuka ilişkin önlemler alır ve taktikler geliştirirler.  
 
*
Ancak birinci algının lideri Recep Tayyip Erdoğan, bir Kurtuluş Savaşı birikiminde Türk Milletinin hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığı içermeyen bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterli Cumhuriyet Devletinin idealist taahhütlerini birer birer tasfiye etmiştir.
Şimdi Türkiye’ye yapmak isteyipte yapamadığı hiç bir düzenleme olmamasına rağmen yönetimde iki başlılık olmamalı söylemi tutturmuş,
Neden bir sistem değişikliği ve nasıl bir başkanlık istediğini açıklamadan Başkanlık Sistemiyle yeni bir rejimi dayatmaktadır.
Aslında bal gibi yeni bir anayasada Başkanlık sistemi ya da siyasal, kültürel ve sosyal boyutlarında bütün etnik yapıları İslam ümmeti potasında algılayan Siyasal İslamcılığı ya da yeni Osmanlının saltanatını kurmayı, ardından hilafeti istiyor…
 
*
PKK terör örgütü etrafında bir kısım kendini azınlık sayan Kürt ise AKP hükümetinin hukuk dışı yollarla kendilerini devlet hukukuna tabii kılmaya çalıştığını dile getiriyor.
Devlet; Kürtlerin barış ve birlikte yaşama arzusunun kırmaya çalışmakla, Kürtleri göçe zorlamakla , Güvenlik güçlerinin sivilleri hedefleyen saldırılar ve cenazelere yönelik insanlık dışı uygulamalar yapmak, Kuzey Kürdistan’da iç savaş çıkarmakla suçlanıyor…
AHİM’in Türkiye’den sokağa çıkma yasakları konusunda savunma istediğinden hareketle,
Anayasa Mahkemesi’nin işlevsiz olduğunu, bu nedenle devlet terörizmiyle ilgili tüm davaların AHİM’e taşındığı, Kürt Sorunu çözümünde uluslararası hukuk sürecinin başlatıldığının altı çiziliyor…
 
*
Yeni Türkiye’de AKP’nin ve biçimlendirdiği  YCHP’nin ve Kürtlerin politik risk perspektifinde aralarında temel bir çelişki olmadığı görülüyor.
Görüldüğü üzere bunların, Türkiye Ulus Devleti’nin  en az zarar görmesi amacıyla geliştirdikleri hiçbir  düşüncesi, hiç bir önlemi ve taktiği bulunmuyor.    
 
*
Halbuki Lozan’ın getirdiği yükümlülük uluslararası hukukun en önemli ve vazgeçilmez ilkesi ahde vefadır. 
Bu yüzden Lozan Barış Antlaşmasının hükümlerinin değiştirilmesine yönelik düşünceler ve eylemler, düşünce ve eylem olarak kalmaya mahkûmdur.
Değiştirilmesine ilişkin usul ve esaslar antlaşmada belirlenmiş olup, değiştirilmesinde Amerika ya da Avrupa’nın iradesi mümkün değildir.
Ancak “Bad-el Harab-ül Basra-Basra harap olduktan sonra” hem Türkiye’de işbu algı kesimleri, hem  anlaşmanın taraf devletleri ahde vefa ile uyuşmayan politika izleme ve tavır takınma tutumuyla sürekli Türk ulus devletine saldırı halindedirler.
 
*
Nitekim Murat Karayılan, Kürt sorununun Türkiye Cumhuriyetinin amili olan Lozan Anlaşmasından kaynaklandığı, cumhuriyetin ulusal,üniter esaslarının bu sorunun çözümünü zorlaştırdığı söyleminden hareketle Kürtçü ile İslamcının işbirlikçi ortaklığını şu ifadelerle gözler önüne seriyor.
“Madem Cumhuriyet’in kuruluşunda siyasi İslami çevreler dışlanmış ve Kürtler inkâr edilmişse; bugün siyasi İslam bakış açılı bir iktidar söz konusu olduğuna göre, egoist davranıp her şeyi kendine mal etmemesi gerekiyor ” diyor.
 
*
Doğrusu az ötede, tarafların “Başkanlık Rejimi” yolunda her noktada kesiştiği Ulus Devlet düşmanlığı bundan daha iyi ifade edilemezdi…
 
12.1.2016

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir