BARIŞ SUYU PROJESİ VE MÜLKİYET KRİZİ

Kıbrıs'ta Türk ve Rum kesimleri arasında mülkiyet konusu, 1974'te Türkiye'nin askeri harekâtı ve ortaya çıkan durumun nasıl algılanması gerektiğindeki görüşler arasındaki tezatdan kaynaklanıyor. Mülkiyet konusu iki tarafın meseleye atfettikleri siyasi önem nedeniyle Kıbrıs sorununun en karmaşık, en tartışmalı ama temel eksenini oluşturuyor. Türk ve Rum liderlerin mülkiyet  gibi zorlu bir konuyu masaya yatırdığı bu süreçte kayda değer olumlu bir gelişmeden bahsedilemiyor. *
Rumlar, mülkiyet sorununun bir insan hakları ihlâli konusu olduğu, ancak insan haklarına saygı temel ilkesinin uygulanmasıyla çözülebileceği görüşündedir.
Türkler insan haklarına saygı ilkesini kabul etmekle birlikte bunun iki bölgelilik temel ilkesine ters düştüğü konusunda ısrar ediyor.
 
*
Yinede mülkiyet konusunda kişisel haklar ile siyasi haklar arasında ayrım yapılmış ve müzakereler bu temelde yürütülmektedir.
Kişisel mülkiyet hakkının tanınması kuzeydeki Türk çoğunluğunun garanti altına alınması anlamına geliyor.
Ne ki tartışmalar siyasi mülkiyetler noktasında düğümleniyor... 
 
*
Mesela, Kıbrıs adası ciddi bir kuraklıktan geçmekte, tarım ve hayvancılık gerilemektedir.
Güzelyurt'ta başlayan tuzlanma, KKTC'nin bir ucundan öbürüne etkisini gösteriyor.
Türkiye'nin, Anamur Alaköprü Baraj suyunun Akdeniz'de 250 metre derinlikte asma borularla Güzelyalı'ya getirilmesi ve suyun Geçitköy Barajı'nda toplanması ile ilgili "Barış Suyu Projesi",
Yeşil adanın eski haline kavuşmasına, tarımın ve hayvancılığın yeniden hayat bulmasına,
Mülk fiyatlarının ve KKTC'nin milli gelirinin artmasına yol açacaktır.
Ama Rumların müzakere masasında talep ettiği toprakları alması uluslararası hukuka göre zorlaşacaktır ki; bir siyasi mülkiyet sorunu daha oluşmuştur!
 
*
O yüzden Rum Kesimi, Türkiye'nin hayata geçirdiği "Barış Suyu Projesi"ni reddediyor.
Projeyi "İşgal gücü Türkiye tarafından işgal altındaki topraklarda hayata geçirilen yasadışılık"  olarak tanımlıyor. 
Türkiye'yi bu projeyle KKTC'yi coğrafi açıdan Anadolu ile bütünleştirmekle suçluyor... 
 
*
Hakeza, bir siyasi mülkiyet konusu olarak Doğu Akdeniz ve Mısır'da bulunan hidrokarbon kaynakları da katalizör bir güç olarak devrededir.
BM örgütünün müzakerelerden sonuç alınması yönündeki ısrarı da Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin Avrupa'ya transferi ihtiyacıdır.
 
*
Bu noktada Türkiye adanın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu savunuyor.
Türkiye ve KKTC, Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail'in teşvikiyle Doğu Akdeniz'de doğalgaz sondajına başlaması ardından  "Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması"nı imzalamıştır.
Bu suretle Ankara, Rumların Ada'nın güneyinde başlattığı çalışmaları izlerken, benzer arama çalışmaları yapması önündeki engeli de kaldırmış sayılıyor...
 
*
Barış Suyu Projesi ve  KKTC ile yapılan Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması; Kıbrıs sorununun  çözümünde "siyasi mülkiyet" konusunda kriz oluşturuyor.
Ama bunların tümü olası bir anlaşma ile kurulacak Birleşik Kıbrıs'ta, Türkiye'nin ve Kıbrıs Rum Kesiminin egemenliğinin nasıl oluşturulacağı noktasında oluşan tezatın bir türevi olarak kalıyor. 
 
*
Türkiye;Birleşik Kıbrıs'ın siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu, iki bölgeli federasyona dayanmasını,
BM ve AB üyesi olarak tek uluslararası hukuki kimliğe ve Kıbrıslı Türkler ile Rumların eşit ve tek egemenliğe sahip olmasını,
Federasyonun iki tarafta eşzamanlı referandumda onaylanma sonucu ortaya çıkmasını,
Federal Anayasa'nın Birleşik Kıbrıs'ın iki eşit statüye sahip iki kurucu devletten oluşacağını belirtmesi ve bunu güvence altına almasını isteyen bir pozisyondadır.
 
*
Ankara bu talebini, 1960 Ankara Anlaşması'nın verdiği garantilerden sağlıyor.
Ankara Anlaşması, Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.
 
*
Rağmen Rumlar uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direniyor.
Rum egemenliği kabul etmek ise Kıbrıs sorununun ortadan kalkması, 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarıdır.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesini amaçlıyor...
 
*
Rumlar bu yüzden siyasi mülkiyet konusunu "Türkiye'nin Kıbrıs'ta İşgalci" olduğu noktasına taşıyor.
Rum Kesimi bir tarafta Birleşik Kıbrıs için müzakereler devam ederken,Türkiye'ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alana taşıma ve askıya aldırma çabasını sürdürüyor.
 
*
Nitekim, Yunanistan'ın adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklaması ardından,
Rumlar, İngiltere'den de Kıbrıs'ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır oldukları teyidini almıştır.
 
*
Şimdi Türkiye'nin Ada'daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye'den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi için Türkiye'ye baskı yapılmasını talep ediliyor. 
 
*
Garantörlük perspektifinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilmesi,
Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılması,
Bu çerçevede Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların müdahil olması,  
Kıbrıs'ta da Türkiye'nin yalnızlığa itilmekte olduğunu gösteriyor.
 
 
 
21.10.2015 - referandum
Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimleri arasında mülkiyet konusu, 1974’te Türkiye’nin askeri harekâtı ve ortaya çıkan durumun nasıl algılanması gerektiğindeki görüşler arasındaki tezatdan kaynaklanıyor.
Mülkiyet konusu iki tarafın meseleye atfettikleri siyasi önem nedeniyle Kıbrıs sorununun en karmaşık, en tartışmalı ama temel eksenini oluşturuyor.
Türk ve Rum liderlerin mülkiyet  gibi zorlu bir konuyu masaya yatırdığı bu süreçte kayda değer olumlu bir gelişmeden bahsedilemiyor.
*
Rumlar, mülkiyet sorununun bir insan hakları ihlâli konusu olduğu, ancak insan haklarına saygı temel ilkesinin uygulanmasıyla çözülebileceği görüşündedir.
Türkler insan haklarına saygı ilkesini kabul etmekle birlikte bunun iki bölgelilik temel ilkesine ters düştüğü konusunda ısrar ediyor.
 
*
Yinede mülkiyet konusunda kişisel haklar ile siyasi haklar arasında ayrım yapılmış ve müzakereler bu temelde yürütülmektedir.
Kişisel mülkiyet hakkının tanınması kuzeydeki Türk çoğunluğunun garanti altına alınması anlamına geliyor.
Ne ki tartışmalar siyasi mülkiyetler noktasında düğümleniyor… 
 
*
Mesela, Kıbrıs adası ciddi bir kuraklıktan geçmekte, tarım ve hayvancılık gerilemektedir.
Güzelyurt’ta başlayan tuzlanma, KKTC’nin bir ucundan öbürüne etkisini gösteriyor.
Türkiye’nin, Anamur Alaköprü Baraj suyunun Akdeniz’de 250 metre derinlikte asma borularla Güzelyalı’ya getirilmesi ve suyun Geçitköy Barajı’nda toplanması ile ilgili “Barış Suyu Projesi”,
Yeşil adanın eski haline kavuşmasına, tarımın ve hayvancılığın yeniden hayat bulmasına,
Mülk fiyatlarının ve KKTC’nin milli gelirinin artmasına yol açacaktır.
Ama Rumların müzakere masasında talep ettiği toprakları alması uluslararası hukuka göre zorlaşacaktır ki; bir siyasi mülkiyet sorunu daha oluşmuştur!
 
*
O yüzden Rum Kesimi, Türkiye’nin hayata geçirdiği “Barış Suyu Projesi”ni reddediyor.
Projeyi “İşgal gücü Türkiye tarafından işgal altındaki topraklarda hayata geçirilen yasadışılık”  olarak tanımlıyor. 
Türkiye’yi bu projeyle KKTC’yi coğrafi açıdan Anadolu ile bütünleştirmekle suçluyor… 
 
*
Hakeza, bir siyasi mülkiyet konusu olarak Doğu Akdeniz ve Mısır’da bulunan hidrokarbon kaynakları da katalizör bir güç olarak devrededir.
BM örgütünün müzakerelerden sonuç alınması yönündeki ısrarı da Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin Avrupa’ya transferi ihtiyacıdır.
 
*
Bu noktada Türkiye adanın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu savunuyor.
Türkiye ve KKTC, Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail’in teşvikiyle Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajına başlaması ardından  “Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması”nı imzalamıştır.
Bu suretle Ankara, Rumların Ada’nın güneyinde başlattığı çalışmaları izlerken, benzer arama çalışmaları yapması önündeki engeli de kaldırmış sayılıyor…
 
*
Barış Suyu Projesi ve  KKTC ile yapılan Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması; Kıbrıs sorununun  çözümünde “siyasi mülkiyet” konusunda kriz oluşturuyor.
Ama bunların tümü olası bir anlaşma ile kurulacak Birleşik Kıbrıs’ta, Türkiye’nin ve Kıbrıs Rum Kesiminin egemenliğinin nasıl oluşturulacağı noktasında oluşan tezatın bir türevi olarak kalıyor. 
 
*
Türkiye;Birleşik Kıbrıs’ın siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu, iki bölgeli federasyona dayanmasını,
BM ve AB üyesi olarak tek uluslararası hukuki kimliğe ve Kıbrıslı Türkler ile Rumların eşit ve tek egemenliğe sahip olmasını,
Federasyonun iki tarafta eşzamanlı referandumda onaylanma sonucu ortaya çıkmasını,
Federal Anayasa’nın Birleşik Kıbrıs’ın iki eşit statüye sahip iki kurucu devletten oluşacağını belirtmesi ve bunu güvence altına almasını isteyen bir pozisyondadır.
 
*
Ankara bu talebini, 1960 Ankara Anlaşması’nın verdiği garantilerden sağlıyor.
Ankara Anlaşması, Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.
 
*
Rağmen Rumlar uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direniyor.
Rum egemenliği kabul etmek ise Kıbrıs sorununun ortadan kalkması, 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarıdır.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini amaçlıyor…
 
*
Rumlar bu yüzden siyasi mülkiyet konusunu “Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğu noktasına taşıyor.
Rum Kesimi bir tarafta Birleşik Kıbrıs için müzakereler devam ederken,Türkiye’ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alana taşıma ve askıya aldırma çabasını sürdürüyor.
 
*
Nitekim, Yunanistan’ın adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklaması ardından,
Rumlar, İngiltere’den de Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır oldukları teyidini almıştır.
 
*
Şimdi Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi için Türkiye’ye baskı yapılmasını talep ediliyor. 
 
*
Garantörlük perspektifinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilmesi,
Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılması,
Bu çerçevede Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların müdahil olması,  
Kıbrıs’ta da Türkiye’nin yalnızlığa itilmekte olduğunu gösteriyor.
 
 
 
21.10.2015

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir