Site icon Turkish Forum

Avrupa Birliği: “Türkiye Güvenli Ülke Değil”

<p>Avrupa Birliği’nin kamuoyu araştırmalarından sorumlu birimi Eurobarometre’nin bir araştırmasına göre Türk halkının 2013 yılında yüzde 38 olan AB desteği, 2014’de 10 puanlık rekor düşüş yaşayarak en düşük seviye olan yüzde 28’e gerilemiştir. Türklerin yüzde 54’ü “AB üyeliği bize hiçbir şey katmayacak” görüşündedir. Artış önceki yıla göre yüzde 9’dur.
2004 yılında Brüksel’de alınan kararla Türkiye’ye AB kapılarının açıldığı dönemde esen AB rüzgarıyla Türklerin üyeliğe desteği yüzde 62 idi. Bu gerilemede AB’nin Türkiye’nin üyeliğine devamlı engel çıkarması ve Türkiye’ye karşı BOBON kriterleri uygulaması (BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar) kadar AB konusunda yetkililerin olumsuz görüşleri de etkili olmuştur.
Avrupa Birliği Bakanlığı’na yeni atanan meslektaşım Prof. Dr. Beril Dedeoğlu her ne kadar kısa bir süre Bakanlık görevinde kalacak olsa da bu konuda kendisine büyük iş düşmektedir.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi 13 Aralık 2014 tarihinde Pamukkale’de düzenlenen Serbest Bölgeler Çalıştay’ında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB sürecinden asla ayrılmaması ancak Avrasya’yı da unutmaması gerektiğini belirterek şunları söylemiştir: “Türkiye, Avrupa Birliği sürecinden asla ayrılmamalı. Gümrük Birliği’nden asla vazgeçmeden, ABD ve AB arasındaki anlaşmanın içinde olmak zorundadır. Diğer taraftan Avrasya, Gümrük Birliği’ni göz ardı ederse çok büyük hata yapar…Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız. Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde olmak zorundayız. Orta Afrika Birliği denen… birliğin içinde yer almak zorundayız.” Bakan Zeybekçi hem haklı ve hem de haksızdır.
“Türkiye, Avrupa Birliği sürecinden asla ayrılmamalı” derken haklıdır. Fakat “Avrasya Gümrük Birliği ile Körfez İşbirliği Teşkilatı ve Orta Afrika Birliği içinde yer almak zorundayız” derken haksızdır.
Çünkü, Türkiye AB ile gümrük birliği içindedir. Bu sebeple aynı zamanda Avrasya Gümrük Birliği içinde olamaz, Orta Afrika Birliği içinde yer alamaz, Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde de bulunamaz.
İlkinde buna engel AB Kurucu Anlaşmaları, WTO Sözleşmesi ile Ankara Anlaşması ve Katma Protokol vardır. Diğer iki bölgesel ekonomik işbirlikleri içinde de bulunamaz. Çünkü bu bölgelerin ülkesi değildir. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta, İstanbul, 2014, s. 580, 589.)
Bu ortamda AB İçişleri Bakanları, Yunanistan, İtalya ve Macaristan gibi ağır yük altındaki ülkelerde bulunan yüz binlerce sığınmacının diğer AB ülkelerine yerleştirilmesi için zorunlu kota planlarını ele almıştır. Bu kapsamda Türkiye’yi doğrudan etkileyen bir karar da alınmıştır.
AB İçişleri Bakanları toplantısında Türkiye ülkedeki ‘terör ve çatışmalar’ gerekçesiyle AB Komisyonu’nun önerisine rağmen güvenli ülkeler listesine alınmamıştır. Üye ülkeler yaşanan çatışmalar sebebiyle buna karşı çıkmıştır.
Türkiye listeye giremeyince AB ülkeleri sığınmacı başvurusu yapan Türk vatandaşlarına kolaylık sağlamakta, bu durum PKK’lı sığınmacıların işine gelmektedir.
AB’nin Türkiye’yi güvenli ülke listesine almamasının Türkiye’nin AB süreci üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır. Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Partisi PES Yönetim Kurulu Üyesi Kader Sevinç "Avrupa’nın Durumu, Türkiye’nin Gidişatı" yazısında bu duruma 10 Eylül’de şöyle dikkati çekmiştir:
“Juncker’in önerdiği mülteci krizi yönetimi planının güvenli ülkeler listesi kısmı Türkiye için önemli. Juncker konuşmasında Türkiye’yi Suriye’den gelen sığınmacılar konusunda överken, AB üyeliği süreci içinde olan Balkan ülkeleri ve Türkiye’den geçtiğimiz yıllarda binlerce sığınma talebi geldiğini de söyledi. Güvenli ülkeler listesi ülkelerinden bir AB ülkesinde sığınma talep eden kişiler şiddet gördükleri ve baskı altında olduklarını kanıtlamak zorunda olacak.
Liste başvurusu kabul edilmeyen sığınmacıların AB ülkelerinden daha hızlı sınır dışı edilebilmelerini sağlayacak. Bu konuda Juncker’in çok dikkatleri çekmeyen şu ifadesi ise önemli: ‘Bu ülkeler bilmek zorunda ki listeden çıkarıldıklarında AB üyesi olma haklarını da kaybedecekler’.
Bu ifade güvenli üye listesi uygulamasının, AB’ye katılım süreci içindeki ülkeler için bir ölçeğe dönüşüp dönüşmeyeceği, üyelik müzakerelerinin kesintisine yol açıp açmayacağı sorusunu da gündeme getiriyor.”
AB bu kararıyla Türkiye’den gelecek sığınma taleplerinin önünü açarken, aynı zamanda Türkiye’den yola çıkan diğer sığınmacıların da iadesinin önünü kapatmıştır. Böylece Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçen ve sığınma talebinde bulunanlar Türkiye’ye geri gönderilemeyecektir.
Türkiye AB ile vize serbestisi görüşmelerini başlatmış, bu kapsamda Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamıştır. Bu durumda anlaşmanın da anlamı kalmamıştır. Aslında bu Anlaşma ile Türkiye büyük bir mali yük altına girmiştir. Dönemin AB Bakanı OECD Daimi Temsilciliği’nde beraber görev yaptığımız Volkan Bozkır’ın iyimser görüşlerine katılmamıştım. Çünkü Bozkır, 3-4 yıl içinde AB ülkelerine vizenin kalkacağını söylemişti ama bunun maliyetinden söz etmemişti.
AB Komisyonu’nun Avrupa Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılmasının iki yıl içinde mümkün olabileceğini geçen hafta söylemiştir ama Türkiye’nin süreçte üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini özellikle belirtmiştir: “Daha üzerinde çalışılması gereken çok nokta var. Örneğin sınır yönetimine işlerlik kazandırılması, biyometrik verileri içeren pasaportların dağıtımı ve AB ile sahte belgelerin ortaya çıkartılması konusunda işbirliği yapılması.”
Hahn’ın yaptığı açıklamalarda dikkat çeken bir nokta, “Türkiye ne yazık ki, şu anda Avrupa’ya doğru ilerlemiyor” vurgusu olmuştur.
Önceki AB Bakanı Bozkır, Türkiye’nin AB’ye 50 yıldır alınmadığını, “ancak bir veya iki yıl içinde üye ülkeler arasına gireceğini düşündüğünü” belirtmiş ve “Türkiye’yi üye yapmazlarsa çok da fazla umurumuzda olmaz. Bunda kaybedecek olan AB’dir” demiştir. (Milliyet, 27.10.2014)
Eski Başbakanlardan Tansu Çiller, 7 Mayıs 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği demeçte de “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” dedikten sonra, “Bu iş zor olmayacak, imajım etkili olacak” gibi bilimsel olmayan açıklamalarda bulunmuştu ama Türkiye AB 56 yıldır AB beklemektedir.
Mülteci krizi, Türkiye’yi AB üyelik müzakerelerinden, vize serbestisi görüşmelerine ve Türkiye’den artan sığınma taleplerine kadar etkileyecek, PKK’lı sığınmacılara da kolaylık sağlayacaktır.
Katalonya Seçimleri Türkiye’ye Örnek Olabilir
Dün İspanya’nın doğusundaki Katalonya Özerk Yönetimi’nde bölgesel seçimler yapılmıştır. Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Artur Mas’ın öncülüğünde Kasım 2014’te düzenlenen halk oylaması İspanyol hükümeti ve Anayasa Mahkemesi’nin engellemesine takılmış, hukuk dışı kabul edilen halk oylamasında halkın çoğunluğu Avrupa Birliği içinde bağımsız bir Katalonya devletine “evet” demişti.
Bu sonucu yasal bir zemine oturtmak için 27 Eylül’deki seçimi “plebisit” olarak gösteren Katalonya’daki milliyetçi partiler, kurdukları “Junts pel Si” adlı ittifakın Katalan Parlamentosu’nda çoğunluğu elde etmesi durumunda bağımsızlık yanlısı girişimlerin kurumsallaşarak devam edeceğini savunmaktadırlar.
Katalan Parlamentosu’nda 135 sandalyeden 85’i Barselona’daki, 18’i Tarragona’daki, 17’si Girona’daki ve 15’i de Lleida bölgesindeki seçmenler tarafından belirlenmektedir.
Bu yazı baskıya verildiğinde seçim sonuçları belli değildi. Eğer Junts pel Si ittifakı seçimlerde başarılı olursa, bu durum Türkiye’de belli gruplara örnek olabilir ve terörle mücadele konusundaki etkinliğe de zarar verebilir.</p> - ab turkiye

Avrupa Birliği’nin kamuoyu araştırmalarından sorumlu birimi Eurobarometre’nin bir araştırmasına göre Türk halkının 2013 yılında yüzde 38 olan AB desteği, 2014’de 10 puanlık rekor düşüş yaşayarak en düşük seviye olan yüzde 28’e gerilemiştir. Türklerin yüzde 54’ü “AB üyeliği bize hiçbir şey katmayacak” görüşündedir. Artış önceki yıla göre yüzde 9’dur.
2004 yılında Brüksel’de alınan kararla Türkiye’ye AB kapılarının açıldığı dönemde esen AB rüzgarıyla Türklerin üyeliğe desteği yüzde 62 idi. Bu gerilemede AB’nin Türkiye’nin üyeliğine devamlı engel çıkarması ve Türkiye’ye karşı BOBON kriterleri uygulaması (BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar) kadar AB konusunda yetkililerin olumsuz görüşleri de etkili olmuştur.
Avrupa Birliği Bakanlığı’na yeni atanan meslektaşım Prof. Dr. Beril Dedeoğlu her ne kadar kısa bir süre Bakanlık görevinde kalacak olsa da bu konuda kendisine büyük iş düşmektedir.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi 13 Aralık 2014 tarihinde Pamukkale’de düzenlenen Serbest Bölgeler Çalıştay’ında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB sürecinden asla ayrılmaması ancak Avrasya’yı da unutmaması gerektiğini belirterek şunları söylemiştir:
“Türkiye, Avrupa Birliği sürecinden asla ayrılmamalı. Gümrük Birliği’nden asla vazgeçmeden, ABD ve AB arasındaki anlaşmanın içinde olmak zorundadır. Diğer taraftan Avrasya, Gümrük Birliği’ni göz ardı ederse çok büyük hata yapar…Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız. Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde olmak zorundayız. Orta Afrika Birliği denen… birliğin içinde yer almak zorundayız.”
Bakan Zeybekçi hem haklı ve hem de haksızdır.
“Türkiye, Avrupa Birliği sürecinden asla ayrılmamalı” derken haklıdır. Fakat “Avrasya Gümrük Birliği ile Körfez İşbirliği Teşkilatı ve Orta Afrika Birliği içinde yer almak zorundayız” derken haksızdır.
Çünkü, Türkiye AB ile gümrük birliği içindedir. Bu sebeple aynı zamanda Avrasya Gümrük Birliği içinde olamaz, Orta Afrika Birliği içinde yer alamaz, Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde de bulunamaz.
İlkinde buna engel AB Kurucu Anlaşmaları, WTO Sözleşmesi ile Ankara Anlaşması ve Katma Protokol vardır. Diğer iki bölgesel ekonomik işbirlikleri içinde de bulunamaz. Çünkü bu bölgelerin ülkesi değildir. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta, İstanbul, 2014, s. 580, 589.)
Bu ortamda AB İçişleri Bakanları, Yunanistan, İtalya ve Macaristan gibi ağır yük altındaki ülkelerde bulunan yüz binlerce sığınmacının diğer AB ülkelerine yerleştirilmesi için zorunlu kota planlarını ele almıştır. Bu kapsamda Türkiye’yi doğrudan etkileyen bir karar da alınmıştır.
AB İçişleri Bakanları toplantısında Türkiye ülkedeki ‘terör ve çatışmalar’ gerekçesiyle AB Komisyonu’nun önerisine rağmen güvenli ülkeler listesine alınmamıştır. Üye ülkeler yaşanan çatışmalar sebebiyle buna karşı çıkmıştır.
Türkiye listeye giremeyince AB ülkeleri sığınmacı başvurusu yapan Türk vatandaşlarına kolaylık sağlamakta, bu durum PKK’lı sığınmacıların işine gelmektedir.
AB’nin Türkiye’yi güvenli ülke listesine almamasının Türkiye’nin AB süreci üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır. Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Partisi PES Yönetim Kurulu Üyesi Kader Sevinç “Avrupa’nın Durumu, Türkiye’nin Gidişatı” yazısında bu duruma 10 Eylül’de şöyle dikkati çekmiştir:
“Juncker’in önerdiği mülteci krizi yönetimi planının güvenli ülkeler listesi kısmı Türkiye için önemli. Juncker konuşmasında Türkiye’yi Suriye’den gelen sığınmacılar konusunda överken, AB üyeliği süreci içinde olan Balkan ülkeleri ve Türkiye’den geçtiğimiz yıllarda binlerce sığınma talebi geldiğini de söyledi. Güvenli ülkeler listesi ülkelerinden bir AB ülkesinde sığınma talep eden kişiler şiddet gördükleri ve baskı altında olduklarını kanıtlamak zorunda olacak.
Liste başvurusu kabul edilmeyen sığınmacıların AB ülkelerinden daha hızlı sınır dışı edilebilmelerini sağlayacak. Bu konuda Juncker’in çok dikkatleri çekmeyen şu ifadesi ise önemli: ‘Bu ülkeler bilmek zorunda ki listeden çıkarıldıklarında AB üyesi olma haklarını da kaybedecekler’.
Bu ifade güvenli üye listesi uygulamasının, AB’ye katılım süreci içindeki ülkeler için bir ölçeğe dönüşüp dönüşmeyeceği, üyelik müzakerelerinin kesintisine yol açıp açmayacağı sorusunu da gündeme getiriyor.”
AB bu kararıyla Türkiye’den gelecek sığınma taleplerinin önünü açarken, aynı zamanda Türkiye’den yola çıkan diğer sığınmacıların da iadesinin önünü kapatmıştır. Böylece Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçen ve sığınma talebinde bulunanlar Türkiye’ye geri gönderilemeyecektir.
Türkiye AB ile vize serbestisi görüşmelerini başlatmış, bu kapsamda Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamıştır. Bu durumda anlaşmanın da anlamı kalmamıştır. Aslında bu Anlaşma ile Türkiye büyük bir mali yük altına girmiştir. Dönemin AB Bakanı OECD Daimi Temsilciliği’nde beraber görev yaptığımız Volkan Bozkır’ın iyimser görüşlerine katılmamıştım. Çünkü Bozkır, 3-4 yıl içinde AB ülkelerine vizenin kalkacağını söylemişti ama bunun maliyetinden söz etmemişti.
AB Komisyonu’nun Avrupa Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılmasının iki yıl içinde mümkün olabileceğini geçen hafta söylemiştir ama Türkiye’nin süreçte üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini özellikle belirtmiştir: “Daha üzerinde çalışılması gereken çok nokta var. Örneğin sınır yönetimine işlerlik kazandırılması, biyometrik verileri içeren pasaportların dağıtımı ve AB ile sahte belgelerin ortaya çıkartılması konusunda işbirliği yapılması.”
Hahn’ın yaptığı açıklamalarda dikkat çeken bir nokta, “Türkiye ne yazık ki, şu anda Avrupa’ya doğru ilerlemiyor” vurgusu olmuştur.
Önceki AB Bakanı Bozkır, Türkiye’nin AB’ye 50 yıldır alınmadığını, “ancak bir veya iki yıl içinde üye ülkeler arasına gireceğini düşündüğünü” belirtmiş ve “Türkiye’yi üye yapmazlarsa çok da fazla umurumuzda olmaz. Bunda kaybedecek olan AB’dir” demiştir. (Milliyet, 27.10.2014)
Eski Başbakanlardan Tansu Çiller, 7 Mayıs 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği demeçte de “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” dedikten sonra, “Bu iş zor olmayacak, imajım etkili olacak” gibi bilimsel olmayan açıklamalarda bulunmuştu ama Türkiye AB 56 yıldır AB beklemektedir.
Mülteci krizi, Türkiye’yi AB üyelik müzakerelerinden, vize serbestisi görüşmelerine ve Türkiye’den artan sığınma taleplerine kadar etkileyecek, PKK’lı sığınmacılara da kolaylık sağlayacaktır.
Katalonya Seçimleri Türkiye’ye Örnek Olabilir
Dün İspanya’nın doğusundaki Katalonya Özerk Yönetimi’nde bölgesel seçimler yapılmıştır. Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Artur Mas’ın öncülüğünde Kasım 2014’te düzenlenen halk oylaması İspanyol hükümeti ve Anayasa Mahkemesi’nin engellemesine takılmış, hukuk dışı kabul edilen halk oylamasında halkın çoğunluğu Avrupa Birliği içinde bağımsız bir Katalonya devletine “evet” demişti.
Bu sonucu yasal bir zemine oturtmak için 27 Eylül’deki seçimi “plebisit” olarak gösteren Katalonya’daki milliyetçi partiler, kurdukları “Junts pel Si” adlı ittifakın Katalan Parlamentosu’nda çoğunluğu elde etmesi durumunda bağımsızlık yanlısı girişimlerin kurumsallaşarak devam edeceğini savunmaktadırlar.
Katalan Parlamentosu’nda 135 sandalyeden 85’i Barselona’daki, 18’i Tarragona’daki, 17’si Girona’daki ve 15’i de Lleida bölgesindeki seçmenler tarafından belirlenmektedir.
Bu yazı baskıya verildiğinde seçim sonuçları belli değildi. Eğer Junts pel Si ittifakı seçimlerde başarılı olursa, bu durum Türkiye’de belli gruplara örnek olabilir ve terörle mücadele konusundaki etkinliğe de zarar verebilir.

Exit mobile version