AYLAN’LARIN HAK’KI ÖDENEMEZ

Mustafa Kemal Atatürk
 
Yavuz hırsız, minik Aylan’ın sahile vurmuş görüntüsüyle ilgili olarak Batı’ya sert çıkıyor.
“Akdeniz’i mülteciler için bir mezara dönüştüren Avrupa ülkeleri, hayatını kaybeden her mültecinin vebaline ortaktır. Akdeniz’de boğulan insanlıktır” diyor.
Yavuz hırsızın milyonlarca insanın en hafifi “pişkin” olan bir sıfatla kendisini aşağılamasına rağmen,  vesvesesinde tuttuğu taraftarlarıyla birlikte yine kendini savunma triplerine girdiği anlaşılıyor.
 
*
O, bir zaman önce ortada çok büyük yolsuzluk, rüşvet iddiaları ve bununla ilgili bir soruşturma varken,
Bazı belge, ifade ve ilişkilerin deşifre olması halinde soruşturmanın oğullarına ve kendisine ulaşabileceği ihtimaline karşı olayın üstünü örtmek için elinden geleni yapıyor,
Sonra da “Yakalayın hırsızı” diyen hırsız edasıyla, bu tiradının bir benzerini atıyordu. 
 
*
Ya da  bir başka zaman “Hatırlayın, ‘bölünürüz, parçalanırız, dağılırız’ hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler.
İşte, bizi asırlardır korkuttukları konularda  cesur adımlar attık.
Ne oldu? Bölündük mü? İrtica mı geldi?” ifadesiyle benzer idraksizliğini sergiliyordu.
 
*
Şimdi “Akdeniz’de boğulan insanlıktır “diyor!
 
*
Halbuki 2011’de Suriye Deraa’da, güvenlik güçlerinin bir okulun duvarına sloganlar yazan gençleri tutuklanmasını protesto edenlere ateş açmasıyla başlayan iç savaş,
Bugün rejimi düşürmek için içinde kendisinin de olduğu kimi çevrelerin desteklediği El Kaide ve ona benzer radikal terör örgütleri ve suç gruplarının nasıl kontrol edileceği bilinmeyen bir aşamaya ulaşmıştır.
 
*
O, bu sürece Beşar El Esad’ın ısrarla,”Suriye lâik olan tek Müslüman Arap devletidir.
ABD yönetimindeki batılı güçler jeopolitiği nedeniyle Suriye’yi ele geçirmek üzere mezhepleri kışkırtıyor, verdikleri her türlü destekle savaş yürütüyor.
Her adımı atarım ama laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem.
PKK Türkiye için neyse, İhvan-ı Müslimin de bizim için o’dur” diye dikkat çekmesine aldırmadan;
 
*
Üstelik, ülkenin “Yurtta Barış- Dünyada Barış” esasındaki dış politikasını,  
ABD’nin ivmelemesi ile şürekâsının hayalleri doğrultusunda, uluslararası sistemde Türkiye’nin gelecek tasavvurunun Osmanlı’nın medeniyet havzası Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Batı Asya bölgesi çerçevesi ve tarihi organik bağlarının yüklediği sorumluluk bileşkesinde değiştirdiği  bir garip dış politika ile her zaman Suriye krizinin tam ortasındaydı.
 
*
Halbuki, Suriye’de 2011’den bu yana süren çatışmalar insani bir felakete yol açmıştır.
BM daha 2013 sonunda, Suriyeli göçmen sayısının üç buçuk milyona çıkacağını açıklamıştı.
O yüzden “Akdenizde boğulan insanlık”, bir ülkenin bu kadar acıya nasıl katlandığına dair bunca zamandan beri tasavvuru olmayanları temsil ediyor.
 
*
Kim ya da kimdir bunlar?
 
*
Krizin başladığı 2011’de, Esad’a “Kardeşim” diyor, Ankara ile Şam arasında ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıyordu. 
Bu ilişkiden hareketle başlangıçta ondan Suriye krizinin çözümünde etkili olması beklendi. 
 
*
Halbuki o’nun Ankara’sı, Şam’la olan bu ilişkisini Suriye’nin ve bölgenin lehine değil, Batılı ve Arap müttefiklerinin lehine ve kendi çıkarına kullanmaya çalıştı.
Suriye rejiminin bir kaç ayda devrileceği düşüncesiyle, Esad’a “İktidarını aşamalı olarak bizim belirlediğimiz muhaliflere devret, bu iş kansız bir şekilde bitsin” teklifi iletti.
Kabul görmeyince Katar’la birlikte muhalifleri örgütleyip bu kalkışmaya liderlik etmek ve Suriye’de kendi nüfuzu altında olacak bir yönetim kurmak istedi.
 
*
Sonra o dönemin Arap Birliği Başkanlığını yapan Katar,bu kez  Esad’a Yemen Cumhurbaşkanı A.Abdullah Salih gibi yetkilerini bırakıp çekilmesini,
Yeni Türkiye ile birlikte örgütlediği muhaliflerin iktidara geçmesini önerdi.
Bu öneri de reddedilince, o’nun Yeni Türkiye’si giderek Katar, Suudi Arabistan ve ABD’nin aldığı kararlara destek veren bir role büründü…
 
*
“Suriye’nin Dostları Grubu”nu kurdu.
İstanbul’da Suriye Ulusal Konseyi ve Hatay’da Özgür Suriye Ordusu Katar’ın ve o’nun  nüfuzu altındaydı.
Suriye’de vekâlet savaşını başlattı.
Ne ki vekâlet savaşı giderek yıpratma savaşına dönüşünce, ABD Suriye konusunda liderliği kendi üstüne aldı.
ABD önce Suriye Ulusal Koalisyonu’nu sonra Özgür Suriye Ordusu Genelkurmayı’nı kurdu, liderliği de Suudi Arabistan’a verdi…
 
*
Bir süre sonra Suriye’de, ABD’nin terör listesindeki grupların etkinliği kendini gösterdi. 
Öyle ki, ABD’nin kurduğu Özgür Suriye Ordusu Genelkurmayını oluşturan silahlı gruplar, İslami Cephe adlı yeni bir örgüt kurdular ve Ulusal Koalisyon’u tanımadıklarını ilan ettiler.
Dostlar Grubu IŞİD karşıtı uluslararası koalisyona dönüşmüştü, ABD’nin vekâlet savaşında kontrolünü kaybettiği anlaşıldı…
 
*
Bu noktada ABD’nin, Beşir Esad’ın “Eğer Şam’da rejim devrilirse, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hale gelir” iddiasının doğruluğunu,
Kanına girdiği onbinlerce insanın, binlerce minik Aylan’ın, çöken Suriye aile yapısının ve Suriye’nin pahasına sessizce kabul ettiği görüldü.
 
*
O ise,
1-Suriye konusunda “Esad gitsin” ısrarının boşa çıkması ve olası bir siyasi çözüm halinde Uluslararası Hukuk Mahkemesi’nde yargılanmanın  dayanılmaz korkusundaydı.
O yüzden ABD’nin‎ Suriyeli muhaliflerin eğitilip silahland‎ır‎ılmas‎ı zorlayarak Dostlar Grubu’nun terörle mücadele koalisyonuna  dönüşmesini engellemek istedi.
Ancak ABD’nin  ‘Eğit- Donat’  programına katılanların Suriye Ordusu ile değil, sadece IŞİD ile savaşacakları baskısına boyun eğdi.
Çaresiz, sözde Bağımsız kıldığı Türkiye’nin İncirlik ve diğer üslerini ABD koalisyonuna açtı.
2- ABD’nin İran ile yaptığı nükleer anlaşma sonrası, Ortadoğu’daki gücün Suudi Arabistan ve İran arasında dengeli dağılımını teminen,
a)  Suriye ve Irak toprakları üzerinde Sünni Araplar için bir koridor oluşturma,
b)  ABD’nin Irak’a yeniden dönmesinin sözkonusu olmadığı,Suriye Ordusundan faydalanmanın olanağının bulunmadığı ve Irak Ordusu’nun da zayıf olması ortamında;
Kürt bölgesi ve enerji kaynaklarını riske atacak hamlelere karşı arkasında bırakacağı bir güç olarak Bağımsız Kürdistan’ı oluşturma çabasını yoğunlaştırmakta olduğu bir süreci geliştirmekte oluşunun söylentisinden dahi paniğe düşmekte, 
c) Tunus’ta, Libya, Mısır, Yemen ve Irak’ta da yaptıklarını hatırladığında talihinin döndüğüne ilişkin bir kanıyla her an kabûstan kâbusa yuvarlanmaktaydı.
 
*
Çünkü o ve islamcı şürekası din ve dini duyguları kendi amaçlarına  araç olarak kullanarak  bir ekonomik güç olmuş,
Sosyo-politik yaşamı biçimlendirerek dine bağlı tek tip yaşam tarzını sosyal kimlik olarak ortaya koymuştur.
Ama verdikleri bu kavganın insanlığa ağır maliyetler yüklediği anlaşıldıkça sürekli genişleyen bir küresel redle, 
Bilhassa Atatürkçü ideolojinin gündelik hayata sirayet eden zihniyetine karşı  hiç bir kıymetlerinin ve insanlıkla ilişkilerinin olmadığı şeklindeki dehşetli bir yıpratılma ile karşı karşıyadırlar.
 
*
Karşı karşıya oldukları “Yok öyle yağma! Sadece Minik Aylan’ların değil, Allah ile kandırdıklarınızın Hak’kı yerde kalmaz” diyen gerçek insanlıktır.
 
*
Bu sırada, Suriye Dışişleri Bakanlığı, İdlib’e bağlı iki kasabada silahlı gruplar tarafından işlenen suçların Türkiye’den gelen lojistik destek ve talimatlarla işlendiği iddiasını  BM Güvenlik Konseyine taşıdığı,
Yeni Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın iddiaları “komik” bulduğu haberi geçmektedir… 
 
 
 
5.9.2015

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir