BU HANGİ ÜLKE VE KİM BU BUDALA

 
ABD, Arap İslam toplumları ve topraklarını küçük küçük parçalara ayırma, ulusal ordularını zayıflatma ve bölgeye İsrail'e bağlı ordular vasıtasıyla hakim olmayı öngören "Yaratıcı Kaos" stratejisini uyguladı.
 
*
1- Desteklediği Recep Tayyip Erdoğan merkezli İslamcıların, ülkelerindeki ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmayı başaramayacaklarını,
2- Demokrasi başlığında hukukun üstünlüğü,insan hakları ve azınlık haklarını güvenceye alamayacaklarını,
3-Taassuba yönelen toplumların uluslararası  İslami Cihad örgütlerini besleyeceğini,
4- Bu noktada Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esad'ın, "Eğer Şam'da rejim devrilirse, Orta Doğu'dan Uzak Doğu'ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hale gelir" iddiasının doğruluğunu,
5-Sonuçta, İsrail'in güvenliğinin mütemadiyen tehlikede ve beklemede kaldığını deneyerek gördü.
 
*
Üstelik tüm aktörler,
1- Suriye ve Irak'ın bu hali ile yaşama şansının imkânsız olduğunu,
2- Kürt kimliği ve Kürtlerin alacakları pozisyonun kurulacak denklemin ayrılmaz parçası haline geldiğini kabul ediyor...
 
*
Bu noktada ABD, nükleer anlaşma ile elini güçlendiren İran İslam Cumhuriyeti ile cepheleşmeyi istemiyor.
O yüzden,şimdi Orta Doğu'daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtabilmek için İran'ın nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu bir savunma örgütünü bulacağı,
İsrail ve Suudi Arabistan'ın talebi  yönünde bağımsız Kürdistan ve Suriye ile Irak toprakları üzerinde Sünni Araplar için bir koridor oluşturma çabasının yoğunlaşmakta olduğu bir süreci geliştiriyor...
 
*
İran, IŞİD örgütünün bölgede artan etkisi ile yürütülen mücadelede aktif olarak yer almaya, böylece sürece dahil olup bölge ve dünya dengeleri açısından oyun değiştirici etkilerini kullanmaya hazırlanıyor...
 
*
ABD'nin bu süreci geliştirebilmek, bölgenin yaşadığı kaostan çıkıp sorunların siyasal çözümü için Rusya'nın geliştirdiği "Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi" uygulamak konusunda birbirleriyle işmar ettiklerine ilişkin bir izlenim de alınıyor.
 
*
Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi, bütün savaşan güçlerin ortak tehdit kabul ettiği radikal terör örgütleriyle mücadele için bir koalisyonun kurulması, terör örgütlerinin tasfiyesi ardından ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere etmeleri anlamına geliyor.
 
*
Nitekim yerel, bölgesel ve küresel çok sayıda aktörün çarpıştığı Suriye ve Irak'ta kriz gittikçe derinleşirken,
Öngürülen stratejide bir koalisyon oluşumuyla ortak tehdit olan terör örgütleriyle mücadele edilmesi konusunda bir sorun kalmamış gibi görünüyor.
 
*
Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümetinin mezhepçi, militarist politikaları nedeniyle Türkiye'nin komşu ülkelerdeki sorunun bir parçası olması durumu, İncirlik üssünün ABD koalisyonuna açılmasıyla geride kalmış gibi bir izlenim veriyor. 
Ama AKP hükümetinin IŞİD ile ilişkilerini iyi bilen bölge ülkeleri şimdi Türkiye'nin İŞİD' le mücadeleye dahlini güvenilir bulmuyor...
 
*
Ayrıca öngörülen strateji doğrultusunda, bütün savaşan güçlerin ortak tehdit üzerinde anlaştığı bir koalisyonun terör örgütlerini tasfiye etmesi ardından, tarafların ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere edecekleri siyasal sürecle ilgili üzerinde netlik olmayan pek çok sıkıntılı konu bulunuyor.
 
*
Suriye Esad rejimi anayasal, kanuni ve meşru sorumluluk olarak güvenliğin tesis edilmesinden birinci derecede sorumlu olduğu iddiasındadır.
Halbuki Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu, öncelikle Esad rejiminin değişimi ardından geçici bir hükümetle siyasi sürecin başlatılmasını istiyor.
 
*
Rusya ise siyasi çözüm aşamasında birilerinin gitmesine değil, Suriyeliler için geçiş döneminin ortak kabul edilebilir içeriği ve parametreleri konusunda uzlaşıya varılmasına önem veriyor. 
Suriye'de toplum düzeninin korunması gerekli olduğuna ve bunun için mevcut yönetim kurumlarının korunması dışında metot olmadığına inanıyor.
Suriyelilerin ortak ulusal iradeleri ve hukukun üstünlüğü üzerinden yeni Suriye'nin kurulmasını isterken,
İşlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve bunları destekleyen devletlerin paylarını üstlenmeleri ve  yeni Suriye'nin  bu hukuktan kurulması gerektiğini vurguluyor.
 
*
Bu noktada Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin, "Siyasi süreç başladığında ve geçiş yönetimi kurulduğunda Esad ve arkadaşları yönetimde olmamalı, muhalefetin temsilini Ulusal Koalisyon yapmalı, seçimi geçiş yönetimi ve uluslararası gözlemciler tarafından yapılmalıdır"  öngörüsü giderek inada dönüşmüş bulunuyor!
 
*
O halde, Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Türkiye'nin Suriye politikasını kısaca hatırlamak gerekiyor.
Batı ülkelerinin Suriye'ye askeri saldırı kararından geri adım atmasıyla, Erdoğan Suriye ile ilişkilerini düzeltmek ya da önceki düşmanca politikalarını sürdürmek gibi iki durum arasında bir seçim yapma durumuna gelmişti.
Hem Barış Konferans'larına mesafeli yaklaştı,hem de Suriye krizinden kaynaklanan tehditler ve Irak'ta şiddet olaylarının tırmanmasının milli güvenlik üzerindeki etkilerinden rahatsızlık duydu.
İçine düştüğü diplomatik inziva nedeniyle oluşan güvenlik krizinden çıkış yolları aradı.
 
*
Daha o günlerde dahi Erdoğan'ın İsrail, Suriye, Irak, Mısır, Filistin, İran ile sürdürdüğü diplomasiden dönüp ilişkilerini düzeltmesi  pek olası görülmüyordu.
Reyhanlı'ya düzenlenen terör eylemini El-Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi'nin üstlenmesi, ardından Özgür Suriye Ordusu'nun birçok bölgede mevzi kaybetmesiyle birlikte Kürtlerin Demokratik Özerklik  doğrultusunda savaşmaları ve Suriye genelinde ağırlık göstermeye başlayan Irak-Şam İslam Devleti örgütünün (İŞİD) Özgür Suriye Ordusu'na karşı topyekün bir savaş başlatması durumunun Türkiye sınırına yakın bölgelerde hüküm sürmesi endişe oluşturdu.
 
*
O yüzden Milli İstihbarat Teşkilatı İŞİD ile müşterek çalışıyor, İŞİD'İn yalnız kalmaması, saldırmaması ve Türkiye sınırına operasyon yapmaması,
Fakat Kürtlerin sınırdan 50 km.içerilere sürülmesi karşılığında Özgür Suriye Ordusu'nun mevzilerinin dağıtılması, kontrolündeki bölgelerin IŞİD'in eline geçmesi gibi garip bir durumu alabildiğince destekledi.
 
*
Dünyanın her yerinden gelen cihadçılar, Suriye'ye savaşa sürülmek üzere Türkiye'de iktidara yakın sivil toplum örgütlerince misafir edildi.
Bu durum, El Kaide'nin Türk topraklarını kullanma kabiliyeti, NATO üyesi olan Türkiye'nin Suriye'deki iç savaşta oynadığı rol hakkındaki sorular uyandırdı.
Türkiye hangi gerekçe ile olursa-olsun, devletlerin uluslararası ilişkiler açısından görevlerini belirleyen BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlara aykırı davranmak ve suç işlemekle itham edilmeye başladı...
 
*
Nihayet Erdoğan baskılara dayanamadı ve İŞİD'le mücadele koalisyonuna aktif olarak katılma kararı aldı.
İncirlik başta olmak üzere diğer üsleri de koalisyonun kullanıma açtı.
Erdoğan karşılık olarak Suriye'deki vekalet savaşının başından itibaren en fazla talep ettiği sınır hattında güvenli bölge oluşumunu,
Mare-Cerablus arasında 90 kilometre boyunca ve bazı bölümlerde Suriye içine 50 kilometre kadar derinlikte oluşturulmasını ele geçirdi.
 
*
Aslında Erdoğan ve beraberinde  Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonundan bir grup, muhaliflerin Lazkiye ve Tartus'a yaklaşması halinde Beşir Esad ve İran blokunun müzakere için yol aramaya başlayacağına inanıyordu.
Şam'ın rejim için güvenli bir yer olmadığı, tüm bölgelerden Nusayrilerin güvenli görüldüğü için buralara taşındığı, bu iki kent dışında Esad'in tamamına hâkim olduğu herhangi bir yerleşim birimi kalmadığını öngördüler.
ABD'nin Esad'a yönelik herhangi bir umut taşımamasını  da esas aldılar.
 
*
Bu temelden IŞİD'den temizlenecek güvenli bölgenin Suriye'de oyunu değiştirebileceğini, Lazkiye ve Tartus'u düşürdükleri takdirde geçiş dönemi senaryolarının şimdiden bu topraklarda uygulanabileceği düşüncesini hayata geçirmeye yazdılar.
IŞİD'e karşı koalisyona katıldığını açıklayan Türkiye,şimdi El Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi'ni, Ahrar'uş Şam örgütünü silah,mühimmat ve ekipmanla destekliyor.
Nusra Cephesi Azez-Cerablus hattında IŞİD'le savaşmak için Halep hattına giren cihatçı Türkmen birliklerine mevzilerini boşaltarak teslim ediyor... 
Güvenlikli bölge Türkiye'nin verdiği destekle Şii milislerden, İŞİD'ten ve Suriyeli Kürtler arasına sokulan binbir usulde nifakla PKK/PYD'den temizlenmeye çalışılıyor.
IŞiD'le savaşacaklarını ilan ederek aynı bölgeye giren Türkiye'nin desteklediği çetelerin ilk hedefi ise  Lazkiye ve Tartus'a doğru  Suriye Ordusu oluyor...
 
*
O sırada ABD Savunma Bakanı A.Carter, Pentagon'da düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin ABD uçaklarına IŞİD operasyonları için üslerini açmasına karşın bunun yeterli olmayacağı, hava operasyonlarında tam anlamıyla yer alması gerektiği mesajı veriyor!
 
*
Suriye krizinin çözümü ile ilgili siyasi süreç; büyük güçlerin uluslararası hukuku hep kendi çıkarları doğrultusunda uygulaması yüzünden gelişmiyor.
Uluslararası hukukla ilgili her tartışma mutlaka bir çifte standarda ulaşıyor.
Çifte standart ise BM'nin uluslararası barış ve güvenliğin gelişimine katkıda bulunan uluslararası kanunların, teamüllerin, anlaşma ve standartların gelişmesine, bu suretle ekonomik ve sosyal kalkınmaya engel oluyor.  
*
Ama bu kez Suriye krizinin siyasi çözüm sürecinin önü açılıyor gibidir.
Çünkü gördünüz işte, Orta Doğu'ya bir budala ve tanınmayacak hale getirdiği ülkesinin karanlık gölgesi vuruyor...
 
22.8.2015 - 7593
 
ABD, Arap İslam toplumları ve topraklarını küçük küçük parçalara ayırma, ulusal ordularını zayıflatma ve bölgeye İsrail’e bağlı ordular vasıtasıyla hakim olmayı öngören “Yaratıcı Kaos” stratejisini uyguladı.
 
*
1- Desteklediği Recep Tayyip Erdoğan merkezli İslamcıların, ülkelerindeki ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmayı başaramayacaklarını,
2- Demokrasi başlığında hukukun üstünlüğü,insan hakları ve azınlık haklarını güvenceye alamayacaklarını,
3-Taassuba yönelen toplumların uluslararası  İslami Cihad örgütlerini besleyeceğini,
4- Bu noktada Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esad’ın, “Eğer Şam’da rejim devrilirse, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hale gelir” iddiasının doğruluğunu,
5-Sonuçta, İsrail’in güvenliğinin mütemadiyen tehlikede ve beklemede kaldığını deneyerek gördü.
 
*
Üstelik tüm aktörler,
1- Suriye ve Irak’ın bu hali ile yaşama şansının imkânsız olduğunu,
2- Kürt kimliği ve Kürtlerin alacakları pozisyonun kurulacak denklemin ayrılmaz parçası haline geldiğini kabul ediyor…
 
*
Bu noktada ABD, nükleer anlaşma ile elini güçlendiren İran İslam Cumhuriyeti ile cepheleşmeyi istemiyor.
O yüzden,şimdi Orta Doğu’daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtabilmek için İran’ın nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu bir savunma örgütünü bulacağı,
İsrail ve Suudi Arabistan’ın talebi  yönünde bağımsız Kürdistan ve Suriye ile Irak toprakları üzerinde Sünni Araplar için bir koridor oluşturma çabasının yoğunlaşmakta olduğu bir süreci geliştiriyor…
 
*
İran, IŞİD örgütünün bölgede artan etkisi ile yürütülen mücadelede aktif olarak yer almaya, böylece sürece dahil olup bölge ve dünya dengeleri açısından oyun değiştirici etkilerini kullanmaya hazırlanıyor…
 
*
ABD’nin bu süreci geliştirebilmek, bölgenin yaşadığı kaostan çıkıp sorunların siyasal çözümü için Rusya’nın geliştirdiği “Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi” uygulamak konusunda birbirleriyle işmar ettiklerine ilişkin bir izlenim de alınıyor.
 
*
Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi, bütün savaşan güçlerin ortak tehdit kabul ettiği radikal terör örgütleriyle mücadele için bir koalisyonun kurulması, terör örgütlerinin tasfiyesi ardından ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere etmeleri anlamına geliyor.
 
*
Nitekim yerel, bölgesel ve küresel çok sayıda aktörün çarpıştığı Suriye ve Irak’ta kriz gittikçe derinleşirken,
Öngürülen stratejide bir koalisyon oluşumuyla ortak tehdit olan terör örgütleriyle mücadele edilmesi konusunda bir sorun kalmamış gibi görünüyor.
 
*
Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümetinin mezhepçi, militarist politikaları nedeniyle Türkiye’nin komşu ülkelerdeki sorunun bir parçası olması durumu, İncirlik üssünün ABD koalisyonuna açılmasıyla geride kalmış gibi bir izlenim veriyor. 
Ama AKP hükümetinin IŞİD ile ilişkilerini iyi bilen bölge ülkeleri şimdi Türkiye’nin İŞİD’ le mücadeleye dahlini güvenilir bulmuyor…
 
*
Ayrıca öngörülen strateji doğrultusunda, bütün savaşan güçlerin ortak tehdit üzerinde anlaştığı bir koalisyonun terör örgütlerini tasfiye etmesi ardından, tarafların ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere edecekleri siyasal sürecle ilgili üzerinde netlik olmayan pek çok sıkıntılı konu bulunuyor.
 
*
Suriye Esad rejimi anayasal, kanuni ve meşru sorumluluk olarak güvenliğin tesis edilmesinden birinci derecede sorumlu olduğu iddiasındadır.
Halbuki Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu, öncelikle Esad rejiminin değişimi ardından geçici bir hükümetle siyasi sürecin başlatılmasını istiyor.
 
*
Rusya ise siyasi çözüm aşamasında birilerinin gitmesine değil, Suriyeliler için geçiş döneminin ortak kabul edilebilir içeriği ve parametreleri konusunda uzlaşıya varılmasına önem veriyor. 
Suriye’de toplum düzeninin korunması gerekli olduğuna ve bunun için mevcut yönetim kurumlarının korunması dışında metot olmadığına inanıyor.
Suriyelilerin ortak ulusal iradeleri ve hukukun üstünlüğü üzerinden yeni Suriye’nin kurulmasını isterken,
İşlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve bunları destekleyen devletlerin paylarını üstlenmeleri ve  yeni Suriye’nin  bu hukuktan kurulması gerektiğini vurguluyor.
 
*
Bu noktada Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin, “Siyasi süreç başladığında ve geçiş yönetimi kurulduğunda Esad ve arkadaşları yönetimde olmamalı, muhalefetin temsilini Ulusal Koalisyon yapmalı, seçimi geçiş yönetimi ve uluslararası gözlemciler tarafından yapılmalıdır”  öngörüsü giderek inada dönüşmüş bulunuyor!
 
*
O halde, Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Türkiye’nin Suriye politikasını kısaca hatırlamak gerekiyor.
Batı ülkelerinin Suriye’ye askeri saldırı kararından geri adım atmasıyla, Erdoğan Suriye ile ilişkilerini düzeltmek ya da önceki düşmanca politikalarını sürdürmek gibi iki durum arasında bir seçim yapma durumuna gelmişti.
Hem Barış Konferans’larına mesafeli yaklaştı,hem de Suriye krizinden kaynaklanan tehditler ve Irak’ta şiddet olaylarının tırmanmasının milli güvenlik üzerindeki etkilerinden rahatsızlık duydu.
İçine düştüğü diplomatik inziva nedeniyle oluşan güvenlik krizinden çıkış yolları aradı.
 
*
Daha o günlerde dahi Erdoğan’ın İsrail, Suriye, Irak, Mısır, Filistin, İran ile sürdürdüğü diplomasiden dönüp ilişkilerini düzeltmesi  pek olası görülmüyordu.
Reyhanlı’ya düzenlenen terör eylemini El-Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin üstlenmesi, ardından Özgür Suriye Ordusu’nun birçok bölgede mevzi kaybetmesiyle birlikte Kürtlerin Demokratik Özerklik  doğrultusunda savaşmaları ve Suriye genelinde ağırlık göstermeye başlayan Irak-Şam İslam Devleti örgütünün (İŞİD) Özgür Suriye Ordusu’na karşı topyekün bir savaş başlatması durumunun Türkiye sınırına yakın bölgelerde hüküm sürmesi endişe oluşturdu.
 
*
O yüzden Milli İstihbarat Teşkilatı İŞİD ile müşterek çalışıyor, İŞİD’İn yalnız kalmaması, saldırmaması ve Türkiye sınırına operasyon yapmaması,
Fakat Kürtlerin sınırdan 50 km.içerilere sürülmesi karşılığında Özgür Suriye Ordusu’nun mevzilerinin dağıtılması, kontrolündeki bölgelerin IŞİD’in eline geçmesi gibi garip bir durumu alabildiğince destekledi.
 
*
Dünyanın her yerinden gelen cihadçılar, Suriye’ye savaşa sürülmek üzere Türkiye’de iktidara yakın sivil toplum örgütlerince misafir edildi.
Bu durum, El Kaide’nin Türk topraklarını kullanma kabiliyeti, NATO üyesi olan Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşta oynadığı rol hakkındaki sorular uyandırdı.
Türkiye hangi gerekçe ile olursa-olsun, devletlerin uluslararası ilişkiler açısından görevlerini belirleyen BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlara aykırı davranmak ve suç işlemekle itham edilmeye başladı…
 
*
Nihayet Erdoğan baskılara dayanamadı ve İŞİD’le mücadele koalisyonuna aktif olarak katılma kararı aldı.
İncirlik başta olmak üzere diğer üsleri de koalisyonun kullanıma açtı.
Erdoğan karşılık olarak Suriye’deki vekalet savaşının başından itibaren en fazla talep ettiği sınır hattında güvenli bölge oluşumunu,
Mare-Cerablus arasında 90 kilometre boyunca ve bazı bölümlerde Suriye içine 50 kilometre kadar derinlikte oluşturulmasını ele geçirdi.
 
*
Aslında Erdoğan ve beraberinde  Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonundan bir grup, muhaliflerin Lazkiye ve Tartus’a yaklaşması halinde Beşir Esad ve İran blokunun müzakere için yol aramaya başlayacağına inanıyordu.
Şam’ın rejim için güvenli bir yer olmadığı, tüm bölgelerden Nusayrilerin güvenli görüldüğü için buralara taşındığı, bu iki kent dışında Esad’in tamamına hâkim olduğu herhangi bir yerleşim birimi kalmadığını öngördüler.
ABD’nin Esad’a yönelik herhangi bir umut taşımamasını  da esas aldılar.
 
*
Bu temelden IŞİD’den temizlenecek güvenli bölgenin Suriye’de oyunu değiştirebileceğini, Lazkiye ve Tartus’u düşürdükleri takdirde geçiş dönemi senaryolarının şimdiden bu topraklarda uygulanabileceği düşüncesini hayata geçirmeye yazdılar.
IŞİD’e karşı koalisyona katıldığını açıklayan Türkiye,şimdi El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’ni, Ahrar’uş Şam örgütünü silah,mühimmat ve ekipmanla destekliyor.
Nusra Cephesi Azez-Cerablus hattında IŞİD’le savaşmak için Halep hattına giren cihatçı Türkmen birliklerine mevzilerini boşaltarak teslim ediyor… 
Güvenlikli bölge Türkiye’nin verdiği destekle Şii milislerden, İŞİD’ten ve Suriyeli Kürtler arasına sokulan binbir usulde nifakla PKK/PYD’den temizlenmeye çalışılıyor.
IŞiD’le savaşacaklarını ilan ederek aynı bölgeye giren Türkiye’nin desteklediği çetelerin ilk hedefi ise  Lazkiye ve Tartus’a doğru  Suriye Ordusu oluyor…
 
*
O sırada ABD Savunma Bakanı A.Carter, Pentagon’da düzenlediği basın toplantısında Türkiye’nin ABD uçaklarına IŞİD operasyonları için üslerini açmasına karşın bunun yeterli olmayacağı, hava operasyonlarında tam anlamıyla yer alması gerektiği mesajı veriyor!
 
*
Suriye krizinin çözümü ile ilgili siyasi süreç; büyük güçlerin uluslararası hukuku hep kendi çıkarları doğrultusunda uygulaması yüzünden gelişmiyor.
Uluslararası hukukla ilgili her tartışma mutlaka bir çifte standarda ulaşıyor.
Çifte standart ise BM’nin uluslararası barış ve güvenliğin gelişimine katkıda bulunan uluslararası kanunların, teamüllerin, anlaşma ve standartların gelişmesine, bu suretle ekonomik ve sosyal kalkınmaya engel oluyor.

 
*
Ama bu kez Suriye krizinin siyasi çözüm sürecinin önü açılıyor gibidir.
Çünkü gördünüz işte, Orta Doğu’ya bir budala ve tanınmayacak hale getirdiği ülkesinin karanlık gölgesi vuruyor…
 
22.8.2015

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir