DİREN YİĞİT ADAM! (-Kaç Fikret Otyamımız Var?)

<p>DİREN YİĞİT ADAM!
(-Kaç Fikret Otyamımız Var?)</p>
<p>Onu önce çizgilerinden tanıdım…
Sonra da söyleşilerinden…
Kitapçılarda gördüğüm kitaplarının kapaklarındaki resimler, öteki kitaplara göre çok farklıydı…
Onu tanıdığımda, Ortaokul yıllarındaydım...
Yani resimlerini, kitaplarını ve söyleşilerini...
Zaten belli başlı favorilerim şunlardı:
Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Orhan Kemal ve O...
Bir renk cümbüşü içinde Anadolu’yu ve Anadolu’ya ait ne varsa her şeyi, sürrealist bir tarzda, en kıvrak çizgi tonlarıyla, bir parça minyatürleri anımsatırcasına bu denli etkili biçimde tuvale yansıtan kaç ressamımız oldu?
Hüseyin Avni Lifij, Abidin Dino, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İbrahim Balaban…
Başkaları ve elbette Fikret Otyam…
Cumhuriyet elbette önemli ressamlar yetiştirdi…
Ancak bizim kendi tarihimizde resim sanatının geçmişi ne kadar ki!
Cumhuriyet, kültürün her alanında olduğu gibi, resim sanatında da bir atılım gerçekleştirdi. İdealist ressamlar, değişik tarzlarda eserler ortaya koydular ve kendi dönemlerine tanıklık ettiler…
Fikret Otyam; hiç kuşku yok, gerek entelektüel kişiliği, yazarlığı ve özellikle de gazeteciliği yönüyle belleklerimizde unutulmaz derin çizgiler çizdi.
Onu önce çizgilerinden tanıdım dedim:
Evet; çizgilerinden…
Ancak tablolarıyla karşılaşmadım ilk başta; okuduğum özellikle köy romanlarına yansıtılan çizgilerinden…
Bir o, bir de İbrahim Balaban…
Koca gözlü, başlarında tonozlu eşarpları; temiz, ay gibi yüzleri ile Türk kadınları; çiçekleri, ağaçları, yıldızları ile Anadolu…
Sanki Anadolu bizim bildiğimiz tozla, toprakla kaplı bir yurt parçası değil, masallardan, bin bir gece masallarından çıkmış tertemiz bir masallar dünyasıydı onun aktardığına bakıldığında…
İnce belli, dudakları ve gözleri belirgin biçimde boyanmış, al yanaklı Anadolu bacıları dikkati çekiyordu hep, ön fonda… Allı güllü elbiseleri, ince kıvrak belleri, elma yanakları ve üzerinde sıra sıra altınlarıyla derhal dikkati çekiyorlardı…
O'nun çizgileri Yaşar Kemal ya da Orhan Kemal gibi ünlü romancıların kitaplarını süslerdi.
Kitapların iç sayfalarında; çizgiler ya da kapaktaki resimler kime ait, onları görür, hep düş kurardım.
Bunlar kimdi ve nasıl insanlardı?
Ara Güler, Fikret Otyam...
Bir de Aziz nesin kitaplarının arka kapağında resmi bulunan Aziz Nesin Vakfı...
Garip bir şekilde, bu kişiler ve bu bina beni çok etkilerdi.
Sonra Fikret Otyam'ın kitaplarını da okudum.
Ancak o geziler yapan bir seyyah ve söyleşi ustası bir gazeteci değildi ki yalnızca!
Fotoğrafçılık da yaptı ve pek çok fotoğraf sergisi açtı.
Fikret Otyam aynı zamanda çok önemli bir gazeteciydi…
Adım adım Anadolu’yu gezip, cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bize kendimize ait olan, ama bir o kadar da uzak olduğumuz bu diyarı anlatır dururdu.
Yıldızlara yakın köyler; o köylerde herhangi bir teknolojiyi tanımamış insanlar; kendi dünyalarında, üç beş parça kilimi, beş on keçi koyunuyla onun kaleminden dökülen satırlarla gözlerimizin önünde arzı endam eylerlerdi…
O yaşama, bir eczane çırağı olarak başlamıştı.
Yazgısı onu oradan oraya savurmuş; ancak çelik gibi bir kişilik, sapasağlam bir dünya görüşü, anlayış ve ideoloji oluşturmuştu…
Türkiye’nin zor dönemlerinde, yurt insanının en çok muhalif bir sese ihtiyacı olduğu dönemde, o bir aydın olarak ulusunun beklentisine kulak verdi.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun toplumsal, ekonomik ve kültürel geri kalmışlığını, sonradan tanık olduğumuz tarihsel dönemlerden çok önce, onun insana okurken, ağzında buruk bir tat bırakan yazılarından öğrendik…
Ancak onun ideolojisi sağlam bir yurtseverlikle de bütünleşmişti ki; ben en çok onun bu yönünden etkilenmiştim…
Örneğin, bir kitabında geçen bir anlatımı şu an hemen aklıma geliverdi:
Harran'da...
Uzaktan mezra biçiminde bir yerleşim yeri...
Toprak bir kaç ev, ha kurudu ha kuruyacak bir kaç ağaç...
Sağda solda çelimsiz tavuklar...
Bir dam eve yanaşıyor.
Kapıda bir Kürt anası.
Soruyor:
-Aney, beyin nerdedir?
-Aha içerdedir! diye yanıt verir kadın...
Otyam camdan evin içine şöyle bir bakar:
Bir oda...
Otyam şaşırmıştır:
Kadının kocası olan Güneydoğulu insanımız, bir kuru kilime oturmuştur...
Karşısında bir siyah beyaz televizyon vardır.
Televizyonda Anna Karanina oynamaktadır...
Ve bu adam, kendi yoksulluğuna, çıplaklığına bakmaz da Anna Karanina'nın hallerine ağlamaktadır...
Ne müthiş bir ironi değil mi?
Otyam, yalnız yazan biri değildir.
O aynı zamanda kendine özgü konuşması ve anlatımı da olan bir anlatı ustasıdır...
Zengin bir gözlem ve anlatı yeteneği vardır.
Şu an 90 yaşına ha ulaştı ha ulaşacak…
Bu zamana dek sayısız ameliyat oldu.
Şimdi yine hasta yatağında…
Duyduğumuza göre ağır bakımdaymış ve bilinci kapalıymış…
Diyeceğim şu:
“Diren büyük adam!”
Sana hastalık ne der?
Ne güçlükleri yendin, bunu mu yenemeyeceksin?
Kemal Arı, 27.1.2015</p> - literature edebiyat kitap
,

DİREN YİĞİT ADAM!
(-Kaç Fikret Otyamımız Var?)

Onu önce çizgilerinden tanıdım…
Sonra da söyleşilerinden…
Kitapçılarda gördüğüm kitaplarının kapaklarındaki resimler, öteki kitaplara göre çok farklıydı…
Onu tanıdığımda, Ortaokul yıllarındaydım…
Yani resimlerini, kitaplarını ve söyleşilerini…
Zaten belli başlı favorilerim şunlardı:
Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Orhan Kemal ve O…
Bir renk cümbüşü içinde Anadolu’yu ve Anadolu’ya ait ne varsa her şeyi, sürrealist bir tarzda, en kıvrak çizgi tonlarıyla, bir parça minyatürleri anımsatırcasına bu denli etkili biçimde tuvale yansıtan kaç ressamımız oldu?
Hüseyin Avni Lifij, Abidin Dino, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İbrahim Balaban…
Başkaları ve elbette Fikret Otyam…
Cumhuriyet elbette önemli ressamlar yetiştirdi…
Ancak bizim kendi tarihimizde resim sanatının geçmişi ne kadar ki!
Cumhuriyet, kültürün her alanında olduğu gibi, resim sanatında da bir atılım gerçekleştirdi. İdealist ressamlar, değişik tarzlarda eserler ortaya koydular ve kendi dönemlerine tanıklık ettiler…
Fikret Otyam; hiç kuşku yok, gerek entelektüel kişiliği, yazarlığı ve özellikle de gazeteciliği yönüyle belleklerimizde unutulmaz derin çizgiler çizdi.
Onu önce çizgilerinden tanıdım dedim:
Evet; çizgilerinden…
Ancak tablolarıyla karşılaşmadım ilk başta; okuduğum özellikle köy romanlarına yansıtılan çizgilerinden…
Bir o, bir de İbrahim Balaban…
Koca gözlü, başlarında tonozlu eşarpları; temiz, ay gibi yüzleri ile Türk kadınları; çiçekleri, ağaçları, yıldızları ile Anadolu…
Sanki Anadolu bizim bildiğimiz tozla, toprakla kaplı bir yurt parçası değil, masallardan, bin bir gece masallarından çıkmış tertemiz bir masallar dünyasıydı onun aktardığına bakıldığında…
İnce belli, dudakları ve gözleri belirgin biçimde boyanmış, al yanaklı Anadolu bacıları dikkati çekiyordu hep, ön fonda… Allı güllü elbiseleri, ince kıvrak belleri, elma yanakları ve üzerinde sıra sıra altınlarıyla derhal dikkati çekiyorlardı…
O’nun çizgileri Yaşar Kemal ya da Orhan Kemal gibi ünlü romancıların kitaplarını süslerdi.
Kitapların iç sayfalarında; çizgiler ya da kapaktaki resimler kime ait, onları görür, hep düş kurardım.
Bunlar kimdi ve nasıl insanlardı?
Ara Güler, Fikret Otyam…
Bir de Aziz nesin kitaplarının arka kapağında resmi bulunan Aziz Nesin Vakfı…
Garip bir şekilde, bu kişiler ve bu bina beni çok etkilerdi.
Sonra Fikret Otyam’ın kitaplarını da okudum.
Ancak o geziler yapan bir seyyah ve söyleşi ustası bir gazeteci değildi ki yalnızca!
Fotoğrafçılık da yaptı ve pek çok fotoğraf sergisi açtı.
Fikret Otyam aynı zamanda çok önemli bir gazeteciydi…
Adım adım Anadolu’yu gezip, cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bize kendimize ait olan, ama bir o kadar da uzak olduğumuz bu diyarı anlatır dururdu.
Yıldızlara yakın köyler; o köylerde herhangi bir teknolojiyi tanımamış insanlar; kendi dünyalarında, üç beş parça kilimi, beş on keçi koyunuyla onun kaleminden dökülen satırlarla gözlerimizin önünde arzı endam eylerlerdi…
O yaşama, bir eczane çırağı olarak başlamıştı.
Yazgısı onu oradan oraya savurmuş; ancak çelik gibi bir kişilik, sapasağlam bir dünya görüşü, anlayış ve ideoloji oluşturmuştu…
Türkiye’nin zor dönemlerinde, yurt insanının en çok muhalif bir sese ihtiyacı olduğu dönemde, o bir aydın olarak ulusunun beklentisine kulak verdi.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun toplumsal, ekonomik ve kültürel geri kalmışlığını, sonradan tanık olduğumuz tarihsel dönemlerden çok önce, onun insana okurken, ağzında buruk bir tat bırakan yazılarından öğrendik…
Ancak onun ideolojisi sağlam bir yurtseverlikle de bütünleşmişti ki; ben en çok onun bu yönünden etkilenmiştim…
Örneğin, bir kitabında geçen bir anlatımı şu an hemen aklıma geliverdi:
Harran’da…
Uzaktan mezra biçiminde bir yerleşim yeri…
Toprak bir kaç ev, ha kurudu ha kuruyacak bir kaç ağaç…
Sağda solda çelimsiz tavuklar…
Bir dam eve yanaşıyor.
Kapıda bir Kürt anası.
Soruyor:
-Aney, beyin nerdedir?
-Aha içerdedir! diye yanıt verir kadın…
Otyam camdan evin içine şöyle bir bakar:
Bir oda…
Otyam şaşırmıştır:
Kadının kocası olan Güneydoğulu insanımız, bir kuru kilime oturmuştur…
Karşısında bir siyah beyaz televizyon vardır.
Televizyonda Anna Karanina oynamaktadır…
Ve bu adam, kendi yoksulluğuna, çıplaklığına bakmaz da Anna Karanina’nın hallerine ağlamaktadır…
Ne müthiş bir ironi değil mi?
Otyam, yalnız yazan biri değildir.
O aynı zamanda kendine özgü konuşması ve anlatımı da olan bir anlatı ustasıdır…
Zengin bir gözlem ve anlatı yeteneği vardır.
Şu an 90 yaşına ha ulaştı ha ulaşacak…
Bu zamana dek sayısız ameliyat oldu.
Şimdi yine hasta yatağında…
Duyduğumuza göre ağır bakımdaymış ve bilinci kapalıymış…
Diyeceğim şu:
“Diren büyük adam!”
Sana hastalık ne der?
Ne güçlükleri yendin, bunu mu yenemeyeceksin?
Kemal Arı, 27.1.2015

Okumaya devam et  KOCASEYİT’İ HİÇ BÖYLE BİLMEDİNİZ

 

 


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir