İslam’ı İslamcılardan Kurtarıp Müslümanlara Tevdii Etmek!

İlk kez 2008 yılında yayınlanan bu makale, oldukça uzundur. Önemine binaen tekrar yayınlıyoruz. Lütfen sonuna kadar okumayı göze alamayanlar hiç başlamasınlar. Ayrıca yazıda adı geçip de sonraki yıllarda hayatını kaybedenlerin Allah taksiratlarını affetsin diyoruz. - islamcilik demokrasi hayir

İlk kez 2008 yılında yayınlanan bu makale, oldukça uzundur. Önemine binaen tekrar yayınlıyoruz. Lütfen sonuna kadar okumayı göze alamayanlar hiç başlamasınlar. Ayrıca yazıda adı geçip de sonraki yıllarda hayatını kaybedenlerin Allah taksiratlarını affetsin diyoruz.

Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in sebep olduğu iddia edilen olay hakkında, yazılı ve görsel medyada birkaç gündür yazı ve haberler çıkıyor. Herkes ayrı telden çalıyor bu konuda. Ayşe Arman, Nazlı Ilıcak ve Pakize Suda gibi kadın yazarlar ağır dille H.Üzmez’e yüklenirken, Emine Şenlikoğlu gibi bazı hanım yazarlar da tarafgir davranıp kendisine arka çıkmaya çalışıyorlar…

Hürriyet’in bayan yazarı Ayşe Arman, “Allah kimseyi Hüseyin Üzmez’i utandırdığı kadar utandırmasın…!” şeklinde bağladığı yazısında:

“Çünkü bayağı patetik bir durum.
Hastalıklı.
Sübyancılıktan öte bir şey.
’Peygamber efendimiz de 9 yaşındaki Ayşe Anamız’la evlendi filanla da açıklanamaz.
9 yaşındaki bir çocukla da evlenilemez, her hangi bir şey de yaşanamaz.
Yaşanır da tek taraflı yaşanır.
Ona da ilişki denmez”(1)

Diyerek Hüseyin Üzmez’in düştüğü durumu utanç verici bulurken, Hürriyet’in diğer bayan yazarı Pakize Suda sapıklıkla suçladığı Hüseyin Üzmez hakkında şöyle diyor:

“Erkek 76, kadın 26 yaşında.
50 yaş fark!
Aslında bize ne… Hani ne derler, ‘Alan razı, satan razı.’
Fakat insan refleks olarak bağırmak istiyor… ‘Sapık var!’
Hani konu komşunuzda varsa böyle aralarında 50 yaş fark olan çift, çoluğu çocuğu uzak tutun derim!
Nitekim bu yazıya vesile olan beyefendiye(!) 26 yaşındaki karısı yetmemiş, önce 20 yaşındaki bir genç kıza meyletmiş, sonra 14 yaşında çocukta karar kılmış!
O şimdi mahpus!”(2).

Reha Muhtar’ın “Ateş Hattı” programlarının vazgeçilmez iki konuğundan birisi olan Nazlı Ilıcak ise diğer sürekli konuk Hüseyin Üzmez’e “Azgın Teke”, “Din bezirgânı” ve “ahlaksız” yakıştırmaları yaparak şöyle diyor:

“Yıllar önce (1952) Ahmet Emin Yalman’a suikast düzenlemiş; beğenmediği fikre kurşun sıkmış bir adam. Bu defa yaptığı bin beter. 14 yaşındaki bir kıza tecavüz etmiş. Anlaşılıyor ki, kızı annesinden ‘satın almış!’ Ne biçim anaysa? Kızın rızası yerine annenin rızası… Herhalde bu şekilde, ‘din bezirgânı’ adam, işi kitabına uydurduğunu sanıyor. Meğer kendinden 47 yaş küçük bir de karısı varmış. İmam nikâhlı eşi 25 yaşlarında; tecavüz ettiği ise 14 yaşında. Karısının babasını, ‘Peygamber efendimiz, Ayşe anamızla 9 yaşındayken evlendi’ diye ikna etmiş; böylece aradaki yaş farkını makul göstermiş.

Hüseyin Üzmez gibilere, dindar değil, din istismarcısı denir….Bir çift sözüm de muhafazakâr gazetelere: Hüseyin Üzmez’in ahlaksızlığını, arka sayfalarda ufacık göstermek doğru mu arkadaşlar? Bu adam dindar filan değil ki! Dolayısıyla, ‘Bizden olanı teşhir etmeyelim’ psikolojisine girmeye gerek yok.”(3)

Nazlı Ilıcak’ın “-Bizden olanı teşhir etmeyelim- psikolojisine girmeye gerek yok.” dediği kişilerden birisi radikal İslamcı bayan yazar Emine Şenlikoğlu olmalıdır. Şu değerlendirmeler ona ait:

“…Evlendiklerinde gidip, ‘Hüseyin abiyle kavga etmeye geldim’ dedim. Eşi, -Emine abla onun hiç suçu yok. Kara sevdayla âşık oldum. ’Benimle evlenmezsen intihar ederim’ dedim, evlendik- diye anlatmıştı olanları. Hüseyin abinin, namus konusunda bilinçli olarak yanlış yapacağı kanaatinde değilim. Ya bir cinnet geçirdi, ya bir hap içirdiler diye düşünüyorum. Yüzde 99 böyle bir şey yapmaz ama kalbini Allah bilir.”(4)

Vakit Gazetesi’nin bayan yazarı Sibel Eraslan’ın da tıpkı Emine Şenlikoğlu gibi tarafgirlik duyguları içinde olduğu anlaşılıyor. Şu sözlerde ona aittir:

“Hüseyin Üzmez, büyükbaba… Üzgünüz, şaşkınız. İnanamıyorum böyle bir şey olduğuna. En kısa zamanda hak yerini bulacaktır. Komplo olduğunu düşünmek istiyorum. Hayata bağlanmak istiyoruz. Hepimiz üzerinde şok tesiri yapıyor. Asla düşünmüyorum böyle bir şey yapacağını. Çok ihtiyar ve hasta kendisi. Böyle bir ithamla acı çektiğini düşünüyorum. Eşiyle yaş farkı üzerinden yola çıkarak, birini potansiyel suçlu ilan etmek benim hukuk vicdanıma aykırı. 18 yaşından küçük biri üzerinden toplumsal linçe dönüşmesi beni rencide ediyor…”(5).

Kendisine Komplo mu Kuruldu?

Genel olarak İslamcı medya şeklinde tanımlanan tutucu basında, bazı tereddütler yaşandığı anlaşılıyor. Kafalarında “Acaba” larla başlayan bazı sorular olduğu kesin. Komplodan filan bahsedenler çoğunlukta. Ancak bizim kanaatimizce Hüseyin Üzmez, kendisine komplo kurulmasını gerektirecek boyutta bir şahsiyet değildir. Ne muhafazakâr kesimin fikir önderidir, ne de kendisine komplo kurularak susturulmasını gerektirecek derecede bir etkinliği vardır. Eskiden Necip Fazıl ve Osman Yüksel Serdengeçti’ye takılmışlığının olduğu biliniyor. Televizyonlardaki tartışmalarda bir taraftan şeriatçı olduğunu söylüyor, bir taraftan da ısrarla ülkücü kökenden geldiğini belirtiyor. Özetle istikrarlı bir düşünce yapısına sahip olduğu katiyen söylenemez.

İddialara göre; özellikle genç yaştaki bayanlara ilgi duyuyor olması takıntılı bir hastalık. Belki de bir cinsel sapkınlık. Ancak yine iddialara göre; adı geçenin bu düşüncelerini kendisinden yardım isteyen fakir fukara çocuklarına karşı, üstelik de uzun süredir ahbaplık ettiği kişilerin çocuklarına yönelik olarak yapması, olayın vahametini bir kat daha arttırmakta ve olayı çok daha iğrenç hale getirmektedir. Düşünün bir kere; yıllarca dost diyerek güvendiğiniz ve sofranıza oturttuğunuz bir adam, günün birinde oturduğu yere pislemiş! Bunu kaldırmak her babayiğidin harcı olmasa gerekir. Temenni edelim ki; olaylar anlatıldığı gibi çıkmasın…

Hele hele Hüseyin Üzmez ve benzerlerinin bu davranışı, Hz. Peygamber’in kimisine göre çocuk yaştaki, kimilerine göre de yetişkin bir kız olan Hz. Aişe ile yapmış olduğu izdivaca dayandırılıyorsa, bunun adı düpedüz din simsarlığı ve sübyancılığa giydirilmiş bir kılıftır. Bu tür düşüncede olanlar varsa onlara deriz ki; madem Hz. Peygamberin sünnetine sıkı sıkıya bağlısınız o zaman gidin kendinizden 15–20 yaş büyük, kimsesiz, bakıma muhtaç ve dul kadınlarla evlenin. Zira Hz. Peygamber ilk evliliğini kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice ile yapmıştı. Hatta eşleri arasında, Ümmü Seleme gibi evlendiklerinde hayızdan nifastan kesilmiş yaşlı ve bakıma muhtaç kadınlar da vardı. Ancak ülkemizdeki bazı kart horozların niyeti, her nedense anaç tavuklarla değil, taze piliçlerle birlikte olmak. Böyle olunca da akıllarına ilk gelen Hz. Hatice değil, Hz. Aişe oluyor. Hem de Hz. Peygamber’in Hz. Aişe ile evlenmesindeki hikmeti ve Hz. Aişe’nin gerçek yaşını araştırma gereği duymadan. Ki; Hz. Peygamber, küçük yaştaki Hz. Aişe ile cinsel arzularını tatmin etmek için değil, ashabın önderlerinden ve Teym Oğulları kabilesinin reisi olan Hz. Ebu Bekir’in siyasi desteğini arkasına almak ve böylece İslam’a güç katmak için evlenmiştir. Üstelik evlendiklerinde Hz. Aişe bizim sübyancı kart zamparaların dediği gibi 9 yaşında küçük bir çocuk değildir. Evlendiğinde 14-18 yaş civarında olduğunu, hatta Hz. Peygamber’in nikâhtan sonra Hz. Aişe’nin ergenlik yaşına gelmesini beklediğine ilişkin rivayetler de vardır.

Okumaya devam et  1 Milyon Dolarımız Çöpe

Son devrin büyük İslam alimlerinden birisi olan Merhum Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’a göre Hz. Peygamber, Hicretten 2 yıl önce Hz. Aişe henüz 7 yaşında iken onunla nikâhlanmış, ancak nikâhtan sonra onu annesi ve babasının yanında bırakmış ve Aişe, Medine’ye hicret etmiş bulunan kocasının yanına ancak olgunluk çağına erdikten sonra varabilmiştir(6). Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti sırasında yanındaki kişilerden birisinin Hz. Ebu Bekir olduğu düşünülürse, Hz. Ebû Bekir’in eşini ve çocuklarını Mekke’de bırakmak suretiyle Hz. Peygamber’e eşlik ettiği ve Medine’deki Müslümanların belli bir güce ulaştıktan sonra, örneğin Kureyş ordularına galebe çalmasıyla birlikte Mekke’de bıraktıkları yakınlarına şehirden çıkış izni verildiği anlamına gelmektedir. Bu da, Hz. Aişe’nin ailenin diğer fertleriyle birlikte en azından üç-beş yıl Mekke’de babasından ve Hz. Peygamber’den ayrı olarak yaşadığını akla getirmektedir.

Aynı zamanda Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi dekanlığı da yapan İslam Tarihçisi Prof. Dr. Mustafa Fayda’ya göre; dayandıkları rivayetler zayıf olmakla birlikte, Süleyman Nedvî ve Akkad gibi, Hz. Aişe’nin evlendiğinde 14–18 yaş civarında olduğunu söyleyen çağdaş İslam araştırmacıları da bulunmaktadır(7).

Öte yandan Suudi Arabistan’ın iklim şartlarında, kız çocuklarının Türkiye’ye göre çok daha erken yaşlarda ergenlik çağına girdikleri, hatta Mısır gibi bazı ülkelerde kızların da sünnet işlemine tabi tutuldukları bilinmektedir. Öte yandan İslamcı geçinen kart zamparaların kendilerine örnek aldıkları olay, günümüzden yaklaşık 1400 sene önce ve kadınların insan yerine konulmadıkları bir dönemde vuku bulmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in, Hz. Hatice hayatta iken ikinci bir eş edinmemesine karşılık, Hz. Aişe ile birlikte iken yaşça Hz. Aişe’den (Ümmü Seleme örneğinde olduğu gibi belki bazıları yaşça Hz. Peygamber’den bile) büyük ve tamamı dul olan başka kadınlarla evlendiği de bilinmektedir(8). Eğer Hz. Aişe ile evlenmesinin tek sebebi bizim İslamcı sübyancıların iddia ettikleri gibi sadece cinsellik olsaydı, Hz. Peygamber, Hz. Aişe gibi asil, bilgili ve cıvıl cıvıl bir genç kadın etrafında dört dönerken hiç yaşlı ve dul kadınlarla evlenmeyi tercih eder miydi? Bu bakımdan benim naçizane tavsiyem, İslam’ı tez zamanda İslamcıların oyuncağı olmaktan kurtarıp Müslümanlara tevdi etmektir…

Azgın Teke Sendromu

Uzunca bir zamandır “Birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, ancak bir araya geldiklerinde tek bir hastalık olarak kendilerini gösteren şikâyetler ve bulguların bütünü”(9) anlamındaki “sendrom” lafını duyar işitirdik de “Azgın Teke Sendromu”nu bilmezdik. Şükürler olsun! Gazeteci Selahattin Duman sayesinde birkaç yıldır onu da öğrenmiş durumdayız. Öte yandan “Azgın Teke Sendromu”nun bilimsel tarifinin yapıldığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Başkanı Dr. Cem Keçe bu sendromu şöyle tarif ediyor:

“Orta yaş krizine giren, cinsel isteğinde yalancı artış yaşayan, evini, karısını, işini veya sosyal çevresini terk etmeye teşebbüs eden, kıskançlığı artan, çapkınlık yapan ve keyfine düşkün olan erkeklere halk arasında azgın teke, bu durumun yaşanmasına da ‘Azgın Teke Sendromu’ denir”(10).

Bilimsel tanımı ve tarifi bir tarafa, bu sendromu yetmişbeş milyona tanıtan ilk kişi galiba gazeteci Selahattin Duman olmalıdır. 2006 yılında yazmış olduğu aynı başlıklı nefis yazısında bakın neler diyor Selahattin Duman:

“Besicilik yapanlar veya köyle ilgisi olanlar bilir.. Koyundu, keçiydi, sığırdı… Etinden sütünden faydalanılan hayvanların erkeği pek makbul değildir…

İnek buzağılar…
Yavrusu dişi ise mal sahibi sevinir… Hayvana ihtiyarlığının son demine kadar bakılır… O da sahibini dölünden döşünden sebeplendirir, tonlarca süt verir…
İneğin yavrusu erkekse sahibi yandı…
Erkeğin, yani boğa adayının huyu suyu dört beş yaşına kadar çekilir.. Ondan sonra cinsel açıdan zapt edilmez hale gelir… Çaresi kasap bıçağıdır…
Haaa! Bir çaresi daha var… Hayvanın husyeleri burulur… Yani cinsel hayatı bitirilir… ‘Dişilere ilgi duymayan’ bütün erkekler gibi onlara da ‘öküz’ derler…
Tarlada saban sürer, kağnı arabasını çekerler… Dişi milletiyle ilgileri kalmadığından hissiyatları da sıfırlanmıştır… Gamsız olurlar… Dert, kasavet çekmezler…
‘Öküzün gamsızı kasabın bıçağını yalarmış…’ lafı buradan çıkmıştır…”(11).

Erkek Keçiler Neden Kısırlaştırılır?

Burada araya girip okuyucularıma haddim olmayarak bir miktar zoolojik bilgi vermekte fayda görüyorum. Erkek keçiler erken azdıklarından, keçi yetiştiricileri tohumluk (teke olacaklar) dışındaki erkek keçileri kısırlaştırmak zorundadırlar. Aksi takdirde keçi neslinin bozulması ve ekonomik değerinin düşmesi tehlikesi vardır. Merhum babam, yöntemi biraz acımasız da olsa iyi bir keçi kısırlaştırıcısıydı. Bu iş için iki alet kullanırdı babam. Bu aletlerden birisi iki ucu birbirine sıkı sıkıya bağlanmış keser sapı boyutunda düzgün iki sopa, diğeri de bir keser veya çekiç idi. Erkek keçiler, bir yaşını doldurup çebiç seviyesine geldikten (çiftleşme yeteneği kazandıktan) sonra iğdiş edilmek üzere babama getirilirdi. Babam, çebiçleri yere yatırır, husyelerini (testislerini), gövdelerine birleştiği noktadan birbirine bağlı sopaların arasına kıstırır, sonra da elindeki keser veya çekici, husyelerin bağını kıstırmış olan sopaya birkaç kere vururdu. Böylece testislerin bağını ezer ve işlevsiz hale getirirdi. İğdiş edilmiş çebiçler birkaç gün sünnet edilmiş küçük çocuklar gibi ortalıkta dolaşır, sonra da bir şey olmamış gibi sürüye karışırlardı. Tabi erkekliklerini yitirmiş olarak. Artık onlar birer erkeç adayıdırlar. Bazen husyeleri bükmek suretiyle de kısırlaştırma yapılırdı. Bu işlem sırasında çebiçlerin duymuş olduğu acıyı tarif etmek için narkozsuz olarak bu işleme tabi tutulmak şart ise de, feryatlarından bu acıyı tahmin etmek hiç de zor değildi! Hemen hepsi “Offffbeeeee” diye bağırırdı çünkü…

Okumaya devam et  Buyrun size Star gazeteden Sibel Eraslan yazısından bir kesit

Osmanlı Saraylarında görevlendirilen çoğu Habeşli Haremağalarının ve Akoğlanların iğdiş edilmesi hangi yöntemle oluyordu bilmiyorum ama bizim oralarda öküz ve katırlar, torbaların içindeki husyeler alınmak suretiyle yapılıyordu. Her neyse, isterseniz biz yine Selahattin Duman’a kulak verelim:

“TEKE SENDROMU

Koyunun erkeği koçtur.. Hiperaktif ve saldırgandır.. Cinsellik açısından gözü karadır… Kurban bayramlarında belediyelerin kurduğu toplu kesim merkezlerinde bu halleri daha iyi görülür…
Cinsdaşları dört beş metre uzakta kasaba boyunlarını uzatırken, bunlar giderayak bir dişiyi daha becerme gayretindedirler…
Onları kurban kesim yerinde koyunların sırtına binmeye çalışırken teşhis ederiz..
Davar cinsi mahlûkat olduklarından bu hayasız halleri dini duygularımızı rencide etmez.. Güler geçeriz..
Keçinin erkeği olan ‘teke’ ise hepsinden farklıdır…On iki yıl ortalama ömrü olan bu davar türünün erkeği cinsel açıdan çok aktiftir…
Nedendir bilinmez yaş yarıyı geçtikten, hele dokuzu onu bulduktan sonra sürüdeki yavrulara musallat olur.. Yetişkinlere ilgi duymaz, kuzu dediğimiz yaştakilerle hissi ilişki kurmak ister…
Çoban milletinin kelime haznesi ‘üç yüz’ sayısı ile sınırlı olmasa bu teke davranışına mutlaka ‘erkek teke sendromu’ gibi fiyakalı bir isim takarlardı…
Tabii bir de ‘pişikoloci’ eğitimi alsalardı…”(12).

Bir Miktar Çobanlık Dersi İyi Gelir

Pişikoloci eğitimi almadık ama burada çocukluğu keçi çobanlığı yaparak geçmiş bir Yörük çocuğu olarak tekrar araya girip Haymanalı Selo’nun küçük bir yanlışını düzeltmekte yarar görüyorum. En azından bizim yörede keçinin yavrusuna oğlak, bir yaşına gelmişine “çebiş” veya “çebiç” adı verilir. Bu yaştaki keçi eğer dişiyse buna da “Gezdan” adı verilir. Gezdan, bir anlamda dişi keçilerin lolitaları oluyor! Selahattin Duman’a göre; azgın tekelerin ısrarla hemhal olmak istedikleri hayvanlar işte bu lolitalar olmalıdır. Yani genç keçiler. Kuzu ise koyunun yavrusudur. Dolayısıyla azgın tekelerin hemcinsleri olan oğlak, gezdan ve anaç keçileri bırakıp ayrı bir tür olan kuzu ve koyunlarla zifafa girmeleri en basit tabirle tabiat kanunlarına aykırıdır. Öte yandan “Erkek Teke” deyimi de yanlış olmalıdır. Zira “Teke” zaten “Erkek Keçi” demektir. Tekenin dişisi olmaz. Teke, iğdiş edilmemiş ve dölleme yeteneği olan erkek keçi demektir. İğdiş edilmiş ve dölleme yeteneğini kaybetmiş erkek keçilere ise bizim oralarda “Erkeç” adı verilir. Bir yaşını doldurmuş erkek koyuna “Toklu”, aynı yaştaki dişi koyuna ise “Şişek” adı verilir. Tokluların, dölü alınacak cinsten olanlarına, yani tohumluk erkek koyunlara ise bilindiği gibi “Koç” adı verilmektedir. Bu sebeple, olur olmadık yerde ve her önünüze gelen oğlana “Koçum” ve “Tosunum” dememelisiniz. Bu, çobanlık raconuna ters bir durumdur. Çünkü her erkek koyun “Koç”, her erkek dana da “Tosun” olamaz. Tıpkı her erkek keçinin “Teke” olamayacağı gibi. Bazı erkek sığırların tosun değil, büsbütün “öküz” olduğunu unutmayalım…

Her neyse, bu kadar zooloji bilgisi verdikten sonra biz yine dönelim Selahattin Duman’ın o nefis anlatımlarına:
“İnsan türünün erkeğinde de bu haller vardır…
Temsil, otuz sene sakin sakin geçen bir evlilikten sonra bakarsınız ki adam; yaşına başına, hatta sosyal statüsüne uygun olmayan birine kaçmış..
Gözü bir şey görmez..
Laf dinlemez, nasihat heyetlerini kabul etmez… Yukarıda gök kubbe yarılsa o bildiğini okur… Evi, barkı terk eder kaçtığı kadına teslim olur…
İşi bilenler böyle bir duruma hemen ‘Erkek teke sendromu yaşıyor…’ teşhisini koyarlar… Erkekte andropoz döneminin birinci ayağı budur…
TEDAVİSİ YOKTUR
Türkiye’nin gündemine arka arkaya birkaç ‘erkek teke sendromu’ vak’ası düştü.. Ne kadar kadın köşe yazarı varsa kafası karıştı…
Kimi bu erkekleri lanetledi… Kimi hemcinslerine ‘Akıllı olun… Fevri davranmayın… Geçici bir durumdur…’ fikirleri verdi… Kimi de suçu kadınlarda bulan yazılar yazdı…
Bunların okuyana yan etkisi yok…
Çare çözüm göstermektir… Ne yazık ki çaresi de yok…
Bu sendromu yaşayan erkeklerin büyük bir bölümü, ilk şiddetli krizden sonra kendine gelir.. Pişmanlık duyar…
Araya giren ‘nasihat heyetlerinin’ lafını dinleyip, evine geri döner… O andan itibaren de azgın tekeliği gitmiş, kasabın bıçağını yalayan gamsız bir öküze dönmüştür…
Artık ondan, evin kadınına da hayır gelmez…
Adam zenginse ailesi onu bir hayır kurumunun başına geçirir… Temsil, en yakın mekteplerden birine ‘Okul Aile Birliği Başkanı’ yaparlar…
Adam orta halliyse yeniden sosyalleşmesi zor olduğundan onu hacca göndermekten başka çare kalmaz…
Hacca gider, evdeki karı niyetine şeytan taşlar, böyle deşarj olur…
***
Eve hiç dönmeyenlerin durumuna gelince.. Bunlar ‘Erkek teke sendromunu’ en ağır yaşayanlardır..
Dönüşü olmayan bir yola girdiklerini bilir, hayatlarının bundan sonraki bölümünü ona göre düzenlemeye çalışırlar..
Önce kendilerine olan düşkünlükleri artar..
Sağlıklı hayat meraklısı olurlar.. Sıkı diyet uygularlar.. Genç işi giyim kuşama dadanır, spor giyinmeye çalışırlar..
’Bütün dertleri; uğruna evi terk ettikleri genç kadınla aralarındaki yaş farkını ört bas etmeye çalışmaktır..’
Nüfusa gidip yaşlarını küçültmek mümkün olmadığından kendilerini estetikçilere teslim ederler.. Geçkin erkeğin sarkık derisinden bu sektör sebeplenir..
BELİRTİSİ VAR MI?
’Erkek teke sendromu’nun erkekteki ilk belirtisi televizyon başında ortaya çıkar…
Tek başına televizyon izleyen bir erkek Lig TV’yi, haber kanallarını, aksiyon filmlerini seyretmiyor da Elma gibi, Sinek gibi gençlerin kanallarına takılıyorsa fikri bozulmuş demektir…
Özellikle MTV veya Number One kanalında klip izliyorsa bilin ki çoktan kararını vermiştir..
Hele hele Fashion TV’nin başından kalkmıyorsa gözü iyice kararmıştır ki karısının o erkekle her türlü ağız dalaşından uzak durması icap eder..
Özellikle de ‘Senin için saçımı süpürge ettim..’ cümlesini fikir tartışmalarında kullanması sakıncalıdır..
Çünkü bu durumda erkeğin gözü kadının saçına takılır.. O saçların süpürgeye benzetilmesi için kuaföre ödenen yedi yüz, sekiz yüz liranın kendi cebinden çıktığını hatırlar…
İyi olmaz…
***
İkinci kategoriye girenlerin tedavisi yoktur.. Hapı da keşfedilmediğinden ağızdan ilaç alınması suretiyle sakinleştirilmeleri imkânsızdır..
Eskiler bu durumu ‘azgınlaşma’ ve ‘teneşir’ ilişkisiyle açıklamışlar.. Ben keyfinizi kaçırmamak için adını doğrudan telaffuz etmiyorum…
Ağızdan ilaç almakla tedavisi mümkün olmayan bu ‘teke sendromuna girmiş’ erkeklerin gönül maceralarına son nokta teneşirde konulur…
Bunun için de bir parça pamuk yeterlidir…”(13).

Okumaya devam et  1 Milyon Dolarımız Çöpe

Azgın Teke Sendromuna Yakalanan Ünlüler

Azgın Teke Sendromu, sadece Müslüman liderlerin ve ünlülerin pençesine düştüğü bir psikolojik hastalık da değildir. Bildiğim kadarıyla geçen yıl ölen Rus lider Boris Yeltsin de “Azgın Teke Sendromu”na yakalanmış bir siyasi liderdi. Herkesin ortasında lolitalara parmak atmaktan çekinmezdi. Fransa Cumhurbaşkanı Jak Şirak’ın da bu sendroma dûçar olduğu, hatta çalışma ofisinin yanındaki odada sürekli açık yatak bulundurulduğu iddia edilmektedir. Günahını almayalım ama halefi N. Sarkozi’nin de öyle olduğu tipinden belli! Hatta Bizim Başbakan’ın yakın dostları İspanya Başbakanı Zapatero ve İtalya Başbakanı Silviyo Berliskoni’nin de birer Azgın Teke Sendromlusu oldukları söyleniyor. Bu hastalık inşallah sâri değildir ve bizimkilere bulaşmaz. Çünkü geçmişte bizde de bu sendroma yakalanan ünlü siyasilerin bulunduğu bilinmektedir.

Türkiye’nin gittikçe muhafazakârlaşıp muhafazakârlaşmadığından emin değilim! Ancak emin olduğum bir şey var, o da kendilerini İslamcı ya da Muhafazakâr olarak tanımlayan kesimin, kadındaki cinselliği ve çekiciliği yeni yeni keşfetmeye başladıklarıdır(14). Eğer öyle olmasaydı hiç elin Alman gâvuru gelip İstanbul’un lüks otellerinde Müslümanlara yönelik tesettür defilesi düzenler miydi? Eğer öyle olmasaydı tutucu Müslümanlar, kadın-erkek toplanıp ağızları sulanırcasına tesettüre bürünmüş vaziyette podyumlarda gerdan kırıp, döktüre döktüre yürüyen lolitaları seyrederler miydi?

Dolayısıyla biz yine dediğimiz yerde duruyoruz. Türkiye tez zamanda İslam’ı İslamcıların elinden alıp Müslümanlara tevdi etmek ve laiklik ilkesine sıkı sıkıya sarılmak zorundadır. Aksi takdirde istikbalimiz gerçekten de kararmak üzeredir dostlar…

30 Nisan 2008

Dipnotlar:
1- bkz. Ayşe Arman, internet adresinde bulunan “Allah kimseyi utandırmasın” başlıklı yazısı.
2- bkz. Pakize Suda,http://hurarsiv.hurriyet.com.tr internet adresinde bulunan 29.04.2008 tarihli ve “Sapık Var” başlıklı yazısı.
3- bkz. Nazlı Ilıcak, internet adresinde bulunan 28 Nisan 2008 tarihli ve “Azgın teke” başlıklı yazısı.
4-bkz.http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8809645.asp?gid=229&sz=8090 internet adresinde bulunan 29 Nisan 2008 tarihli ve “İslamcı yazarlardan tecavüz bahaneleri” başlıklı haber.
5- bkz. Aynı haber.
6- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c.2, s. 678, Çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık, İstanbul, 2003.
7- bkz. İslam Ansiklopedisi, c. 2, s. 201, TDV. Yayınları, İstanbul, 1989.
8- internet adresinde bulunan Halit Erboğa imzalı ve “Ümmü Seleme (r.a)” başlıklı yazıda şöyle denilmektedir: “Rivayete göre; Ebû Seleme vefat edip şer’î bekleme süresi dolunca Hz. Ebû Bekir kendisine evlenme teklifinde bulunmuş, fakat Ümmü Seleme bu teklifi reddetmişti. Ardından, Hz. Ömer ayni teklifte bulunmuş, onu da kabul etmemişti. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s) kendisine evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Seleme bu teklifi reddetmemekle birlikte çekingen davrandı. Rasûlullah bu tereddüdünün sebebini sorunca Ümmü Seleme; yaşlı, çocuk sahibi ve kıskanç olusunu sebep gösterdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s) “Kıskanç olduğunu söylüyorsun, bunu gidermesi için Allah’a dua edeceğiz. Yaşlı olmana gelince; bu mesele değildir, ben senden bir yaş daha büyüğüm. Çocuklar da Allah’a ve O’nun Rasûlüne aittir” seklinde karşılık verdi (Ibn Sa’d, a.g.e., VIII, 89 vd.; Ibnü’l-Esîr, a.g.e., VII, 342; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 203).
9- bkz. http:// wikipedia.org/wiki/Sendrom
10- bkz. internet sitesinde bulunan 15.04.2008 tarihli “Azgın Teke Sendromu nedir?” başlıklı haber.
11- bkz.Selahattin Duman, “Azgın Teke Sendromu” başlıklı makalesi, Vatan Gazetesi, 24.09.2006.
12- Selahattin Duman, agm.
13- Selahattin Duman, agm.
14- Kırklareli İl Müftü Yardımcısı Adnan Zeki Bıyık, bir makalesinde, tesettür adı altında cinselliğe tavan yaptıracak biçimden örtünen kadınlar için “Müslüman” tabiri yerine “Süslüman”, bu konuda biraz daha ileri gidenler için ise “Pisliman” tabirini kullanmaktadır. bkz.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir