Nasuhi ve İbrahimle yürütülen Türk dış politikası

Wall street Journal - New York Times

Türkiye’nin dış politikasının, Atatürk’ün ölümünden sonra millilikten uzak ve derme çatma yöntemlerle yürütüldüğü öteden beri bilinmektedir. Hele hele bu durum AKP iktidarı döneminde daha bir belirginleşmiş bulunmaktadır. Milli hedefi olmayan, milli menfaatleri gözetmeyen, ben yaptım oldu türünden ilkesiz bir dış politikadır AKP’nin izlediği dış politika. Onun için de şu anda içinden çıkılmaz bir hale gelmiş bulunuyor. En küçük meseleler bile adeta kar topu gibi büyüyüp çığ haline gelmiştir. Dış itibarımız ise neredeyse sıfırın altındadır.

Dış politikamızın dayandığı yegane güç olan TSK’nin saygınlığı ise yerle bir, subaylarımız birer şamar oğlanı haline getirilmiş bulunuyor. Dik durmaya çalışanlar, darbecilikle suçlanıp kodeslere tıkılıyor. Uçaklarımız düşürülüyor, topraklarımız bombalanıyor, asker ve sivil olmak üzere insanlarımız katlediliyor, kışlalarımızın nizamiyelerindeki bayraklar indiriliyor, okullarımız ateşe veriliyor, diplomatik dokunulmazlıkları bulunan 50 civarındaki vatan evladı, aylardır IŞİD isimli nevzuhur bir terör örgütünün esareti altında ama TSK uyuyor! Uyuyor; çünkü TSK şu anda, cephanelik patlaması sonucu 25 Mehmetçiğin şehit edildiği kışlada incelemelerde bulunduğu gün şehrin valisinin hediye ettiği lokum, sucuk ve kilim paketlerini koltuğunun altına sıkıştırıp evine getiren bir general tarafından yönetilmektedir.

Türkiye, işte bu hedefsiz, tutarsız, amaçsız ve ilkesiz bir şekilde derme çatma yöntemlerle izlemiş olduğu dış politika yüzünden bütün komşularıyla dargın ve küskün hale gelmiş bulunuyor. Bölgedeki saygınlığı, sadece Kuzey Irak’taki ve Peşmerge ve bazı ülkelerce “Terör Örgütü” olarak muamele gören HAMAS tarafından yönetilen Gazze ile sınırlı bulunuyor. Askerimizin kanı ve canı pahasına kurdurduğumuz KKTC Yavru Vatan Kıbrıs’taki saygınlığımız bile tartışma konusudur artık. KKTC’de Türkiye’ye “Kıbrıs’tan ..tir git Türkiye” şeklinde pankart açanlar var artık! Suriye, İsrail ve Mısır ile olan diplomatik ilişkilerimiz en alt düzeyde. Bu ülkelerle büyükelçilikler karşılıklı olarak tahliye edilmiş bulunuyor.

Türkiye, izlemiş olduğu tutarsız dış politika sebebiyle, bölge ülkelerinin yanı sıra aynı zamanda müttefikimiz olan batının büyük ve saygın ülkeleriyle de arayı bozmuş bulunuyor. Almanya bizim için “Türkiye müttefikimiz ama ABD, İngiltere ve Fransa ayarında dostumuz değildir…” diyor. ABD’nin saygın ve prestijli gazetesi Wall Streeet Journal (WSJ) çoktan manşeti patlatmış: “Ankara artık ABD’nin müttefiki değil”. Konuya ilişkin yazıda şunlar söyleniyor:

“Anlaması en güç durum ise Türk hükümetinin bir NATO üyesi olmasına rağmen ABD müttefiki ya da Batı’nın dostu olarak davranmayı uzun bir süre önce bırakmış olması. ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Francis Ricciardone bu hafta Türk hükümetinin açıkça Suriye’deki el Kaide uzantılı El-Nusra Cephesi Örgütü ve diğer terörist örgütlerle görüştüğünü duyurdu. Ayrıca yabancı cihatçılar Suriye ve Irak’a gitmek için Türkiye’yi geçiş noktası olarak kullanırken Türk hükümeti buna göz yumdu. Ricciardone geçtiğimiz Aralık ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından az daha istenmeyen kişi ilan ediliyordu…”

Okumaya devam et  Hayat Sanal mı Gerçek mi?

Lütfen, yukarıdaki yazının yayınlandığı gazete için “Zaten Yahudi sermayesinin yayın organıdır, bu sebeple İsrail çıkarlarına hizmet ediyor…” deyip geçmeyin, iyi düşünün. Gazetenin yer erdiği yukarıdaki iddialar Türkiye’de de tartışılan iddialardır. Mesela daha birkaç gün önce Kocaeli’nin Dilovası ilçesinden iki minibüs dolusu insanın IŞİD terör örgütüne katılmak üzere; Irak’a gittiğine, Kocaeli valisinin ise “Biz insanların seyahat özgürlüğünü kısıtlayamayız” şeklindeki beyanatına ilişkin haberler yayınlandı medyada. Kocaeli Valisi, haberi açıkça yalanlayamadı; “Hayır böyle bir şey yok…” diyemedi.

Nasuhi, Hakan ve İbrahim’in Danışmanlığında Yürütülen Türk Dış Politikası

Son 12 yılda izlenen ve çamura saplanan Türk Dış Politikasının mimarı olan çiçeği burnunda Başbakanımız Ahmet Davutoğlu, geçenlerde TRT’de yayınlanan bir programa katıldı. Başbakan olarak katıldığı ilk programdı galiba. Programın sunucusu paraşüt yöntemiyle TRT Haber Dairesi Başkanlığı’na getirilen gazeteci Nasuhi Güngör, program konuklarından birisi ise Yeni Şafak gazetesinin yine çiçeği burnunda Genel Yayın Yönetmeni olan dış politika yazarı İbrahim Karagül’dü. Programa göz ucuyla şöyle bir baktım; Davutoğlu bu iki zata ön adlarıyla, yani “Nasuhi” ve “İbrahim” şeklinde hitap ediyordu. Anlaşılan bu iki isim, fahri danışmanlığını da yapacak kadar Davutoğlu’na yakın isimler. Tıpkı Hakan Albayrak gibi.

Yaklaşık bir sene öncesiydi. Davutoğlu, bu kez Dış İşleri Bakanı olarak ekranlarda Balkanlar ve Bosna-Hersek politikası üzerine görüşlerini açıklarken Hakan Albayrak’tan bahsetmiş ve Hakan Albayrak’ın eşinin “Bosnalı” olmasını bile mevzu yapmıştı o konuşmasında. Ne alakaysa!

Yani benim Davutoğlu’nun bu yaklaşımlarından anladığım şudur; Davutoğlu, Nasuhi Güngör, İbrahim Karagül ve Hakan Albayrak gibi, Milli Görüş’e mensup yeni yetme gazetecilerin dış politikaya ilişkin görüşlerine oldukça büyük önem vermektedir. Onların görüşlerinden istifade etmekte ve onların yönlendirmeleriyle hareket etmektedir. Anlaşılan Türkiye’nin dış politikası uzun zamandır “Sen, ben bir de bizim oğlan” yöntemiyle yürütülmektedir.

Hatta bana göre; R. Tayyip Erdoğan’ın Nisan/2013 ayı içinde gideceğini açıklamasına rağmen 16 aydır bir türlü gerçekleşmeyen ve hiçbir zaman da gerçekleşmeyecek olan meşhur “Gazze Seyahati” de bu aklı evvel ve yeni yetme dış politika yazarlarının önerisi olmalıdır. Tıpkı Mavi Marmara olayının, tıpkı Libya’ya yapılan müdahale sırasında yaşanan ikircikli politikanın, tıpkı Muhammed Mursi’ye endekslenen Mısır politikasının, tıpkı Şimon Peres’e çekilen “One Minute” ile şekillenen İsrail politikasının ve tıpkı El-Kaide’den neşet eden El-Nusra’ya, ayrıca Özgör Suriye Ordusu (ÖSO)’na duyulan yakın ilginin de muhtemelen bu adamların önerilerinden hareketle hayat bulduğu gibi…

Okumaya devam et  Hani nerede yarıya indirilmiş bayraklar ve siyah bantlar?

Diğerlerini pek bilmem ama Hakan Albayrak ile geçmişte epeyce bir tanışıklığımız/tartışmamız olmuştu. Araplara hayran ve canı gönülden bağlı olduğunu itiraf eden “Mavi Marmara” gemisinin bu gözü pek süvarisi, bir ara Filistin ve Bosna’da bulunmuş, “Atatürk’ü Koruma Kanunu”na muhalefetten 6 ay süreyle Kalecik Cezaevi’nde hapis bile yatmış. Yani tescilli Atatürk düşmanı olurlar kendileri. Geçmişte “Enver Paşa” hakkında ve ancak Enver Paşa lehine olmak üzere; Yeni Şafak gazetesinde yayınladığı yazı dizisi de ondaki Atatürk düşmanlığının bir dışa vurumudur aslında.

Hakan Albayrak’ın bir ara Anadolu Ajansı Genel Müdürü danışmanı yapılmasından sonra, aynı yöntemle (Paraşüt yöntemi) TRT Haber ve Spor Dairesi’nin başına getirilen Nasuhi Güngör de Hakan Albayrak’la aynı ekolden geliyor sanırım. Hayat hikayesinde bir ara “Genç Hayat” isimli dergide çeşitli görevlerde bulunduğuna ve bu dergide yazılar yazdığına ilişkin bilgiler var Nasuhi Güngör’ün. “Genç Hayat”, Hakan Albayrak’ın kaleminden şahsıma ve Türk-Arap ilişkilerinin içyüzünü ele almaya çalıştığım “Çöldeki Osmanlı” isimli kitabıma saldıran bir mefkutedir. Çok yakında Himalaya Yayınları’ndan ikinci baskısı çıkacak olan kitabımın önsözünde Hakan Albayrak gibilere ve onların fikirlerinden hareketle dış politika oluşturanlara yeteri kadar cevap bulunmaktadır zaten.

Nasuhi Güngör’ün 2001 yılında yayınlanan “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında “AKP’nin kuruluşunda İsrail’in rolü olduğunu; Tayyip Erdoğan’ı Yahudi Lobisi’nin işbaşına getirdiğini” ileri sürdüğüne ilişkin bilgiler var internette. Nasuhi Güngör, söz konusu kitabında şunları da yazıyormuş:

“Erdoğan 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve ona ‘Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği’ yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı…”(1).

Bu sözleri alıntıladığımız kaynakta buluna ilginç bir bilgi de “Bu kitap Milli Görüş camiasında da oldukça fazla ilgi gördü. Bunun sebebi de şu anda Tayyip Erdoğan’ın yardımcılığını yapan Numan Kurtulmuş! Kurtulmuş, Saadet Partisi İl Başkanı olduğu dönemde, bu kitabı 20 bin adete yakın aldırmıştı. Kitap, Milli Görüş çevrelerinde ‘başucu’ kitabı olarak değerlendiriliyor…”şeklinde verilen bilgilerdir(2).

Okumaya devam et  Ermenilerin Mavi Kitabı ve Hakan Albayrak’ın Reyhanlı İftiraları

Anlaşılan tıpkı Numan Kurtulmuş gibi Nasuhi Güngör de Harunlaşmaktan vazgeçip Karunlaşmaya karar verenlerden birisi. İşte bu karar değişikliği sayesindedir ki; önce TRT Türk’ün koordinatörlüğüne, arkasından da TRT-Türk ile birlikte TRT-Haber ve TRT-Spor’un da bağlı bulunduğu dairenin başına getirilmiş. TRT kayıtlarına göre 17351 sicil numarası ve “Genel Müdür Müşaviri” unvanı ile göreve başlayan Nasuhi Güngör, 22 Ocak 2013 tarihinde Başbakanlık’ta 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 59. Maddesine göre ‘İstisnai memuriyet’ kontenjanından kadroya alınmış(3).

TRT’nin uzun zamandır “Yağma Hasan Böreği” anlayışıyla idare edildiğini ve bu anlayışla, sağda solda ne kadar tarikatçı, cemaatçi ve milli görüşçü gazeteci ve gazeteci müsveddesi varsa TRT’ye doldurulduğunu biliyorduk ama bu kadar olduğunu bilmiyorduk! Meğerse; seçimlerde TRT kanallarında AKP’ye onlarca saat süre verilmesine karşın, muhalefet partilerine sadece birkaç dakika verilmesinin sebebi buymuş; yani 2001 yılında “AKP’nin kuruluşunda İsrail’in rolü vardır. Tayyip Erdoğan’ı Yahudi Lobisi işbaşına getirmiştir” şeklinde nitelendiren Milli Görüşçü Nasuhi Güngör’ün, özrünü kusur ve kabahat işleme pahasına kapatma çabaları…

Ebem Yaylaya Gitmiyor Ama…

IŞİD’e müdahale edecek koalisyona katılma konusunda Türkiye’nin çeşitli gerekçeler ileri sürerek kararsız davrandığı ve bu maksatla Cidde bildirisine imza atmadığı biliniyor. Ancak geçmiş tecrübelerimizden hareketle diyebiliriz ki; Türkiye eninde sonunda IŞİD’e karşı kurulacak koalisyonda yerini alacaktır.

Hatırlayın lütfen; 1 Mart Tezkere krizinde de, Libya’ya yapılan NATO müdahalesinde de aynı şeyi yaşadık biz. 2003 yılında yaşanan 1 Mart tezkeresi görüşmeleri sonunda önce “Hayır” diyerek efelendik, arkasından kendiliğimizden “Evet” demek zorunda kaldık. 2011 yılında NATO’nun Libya’ya gerçekleştirdiği müdahale sırasında önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye diklendik, arkasından Libya’yı bombalayan uçaklara İzmir’de üs sağladık. Özetle; bizim dış politikamız biraz da “Ebem yaylaya gitmiyor ama dedem öpe öpe götürüyor” şeklinde dış faktörlerin etkisiyle şekillenmektedir. Dolayısıyla; IŞİD’e karşı yapılacak uluslararası müdahale konusunda da durum aynı olacaktır. Türkiye bu koalisyonda mutlaka bir şekilde yerini alacaktır.
______________
1-http://www.postmedya.com/analiz/nasuhi-gungor-tayyip-erdogani-yahudi-lobisi-isbasina-getirdi-h95100.html,
2-Aynı kaynak,
3-http://www.odatv.com/n.php?n=naduhiydi-istisnai-oldu-2904131200,


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir