EZBER BOZMAK (4)-TÜRK “AYDINI”NIN AKÇURA’DAN HABERİ VAR MI?

<p>
EZBER BOZMAK (4)
TÜRK “AYDINI”NIN AKÇURA’DAN HABERİ VAR MI?
HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Dahilî ve haricî Neocon’ların; bu arada Kaddafi’nin, Saddam’ın , Esat’ın ve İngilizlerin Akçura’yı okumadıklarını, yahut okuyup da anlamadıklarını veya işlerine geldiği gibi anladıklarını gördük..
“Osmanlı coğrafyası”nı elde tutmak, bir araya getirmek yahut “adı şimdi değiştirilen” aynı bölgede etkili olmak için 1904’de “sınıfta kalan” “ÜÇ TARZ-I SİYASET”in ilk iki ayağı, yâni “Amerikan tarzı Osmanlıcılık” ve “İngiliz güdümünde İslâmcılık”ın 2014’de de uygulanabilirliğinin olmadığı anlaşılıyor.
Sıra geldi “ÜÇÜNCÜ SİYASET” olan Türkçülük’e.
Türkçülük yapısı gereği, ilk iki örnekte olduğu gibi “bir başkası” tarafından kullanılması mümkün olmayan özellikler içeriyor.
Yoksa mümkün mü?
O halde bu yazıdaki kilit kavram “Türk aydını” olacaktır.
Türk aydını kendi varlığının bilincindeyse, gücünün farkındaysa kendisini “kullandırmayacak”, kaderine sahip çıkacaktır.
Türk aydını bunu başarabilmek için önce Akçura’yı iyi bir okumalı, hemen ardından tarihi ve coğrafyasıyla ve nihayet kendisiyle hesaplaşmalıdır.
O halde önce “aydın”, sonra Türk “aydını”, ancak ondan sonra “Türkçülük”..
“Aydın” ve “elit” son yıllarda sanki eşanlamlı imiş gibi kullanılmaya başlandı..
Arkadan “entel”, tepkisel olarak “entel-dantel” geldi.
Paradigmayı tamamlasın diye ben “dantellektüel”i kullanacağım..
“Elit”, toplumun çoğunluğundan kopuk ve toplumun kaygılarından bîhaberdir.
Entel(ektüel) ise “elit”den de rafineymiş görüntüsü verir.
Bizde aydın kendini “entelektüel” olacağım diye “elit” görür. Toplumla neden ilgilensin, çünkü o “uluslararası”dır.
Biri bana “ulusal-milliyetçi” olunmadan nasıl “uluslararası-milletlererası” olunabileceğini anlatabilir mi lütfen?
“Aydın” biraz huysuz, çokça muhalif olacaktır kabul..
Aykırı olmazsa, olağan-durağan olur, bu da gelişmeyi, yeniliklere açık olmayı, çağdaşlığı engeller.
Aydın hep iyiyi, güzeli, doğruyu arayacaktır.
İşte tehlike de burada… Bunu yaparken, yeni öğretilere ve kültürlere açık olurken kendi kültürünün temel özelliklerinden uzaklaşacak mıdır?
Yeri geldi, manzara koyalım..
Japonya’nın kimse “geri” olduğunu iddia edebilir mi? İkinci Savaş mağlubu Japonya sanayide, teknolojide, elektronik ve otomotivde dünya devi..
Önceki yıllarda 9 şiddetinde deprem, sonra tsunami arkadan nükleer bir felaketle yüzyüze kaldı.
Japonya yıkıldı…
Milyonlarca Japon evsiz, elektriksiz, susuz.. Yüzlerce ölü, kayıp, binlerce yaralı..
“Çağdaş” Japonya ve Japonlar, yüzyıllarından ötesinden taşınagelen kültür ve geleneklerine bağlılıklarıyla dünyaya ders verddiler.
Hiçbir televizyon ekranında ağlayan, sızlayanı bırakın…. yağma yapan Japon, yağmalanan dükkan-ev-market gördünüz mü?
Çünkü ferdin önce diğer Japon’a, sonra kurumlarına ve devletine saygısı var.
Hâlbuki 99 depreminde Yalova-Kocaeli-İstanbul’a “bazı” bölgelerden otobüslerle “talan” seferi düzenlendiğini, yağma görüntülerinin ekranları kapladığını hatırlıyorsunuz, değil mi?
Alibeyköy Deresi taşıp da izinsiz-imarsız gecekonduları su basınca gecekondu ahalisinin çıkıp “Nerde bu devlet?” diye bağırışlarını, televizyon-radyo muhabirlerini tekmelemelerini unuttunuz mu? Demek ki “aydın” yeni öğretilere ve kültürlere açık olurken aynı zamanda da kendi kültürünün temel özelliklerinden uzaklaşmayacak bir çizgiyi doğru koyamazsa toplumundan kopuk, ayakları yere basmayan, köksüz bir nilüfer çiçeği, bir “elit” haline gelir.
Aydın’ı böyle olan toplum; topluluk-güruh haline gelmez mi?
Peki “demokrat” ve “aydın” olmak ille “solcu” olmayı mı gerektirir? “Türk/çü aydın” olunamaz mı?
“Türkçü”, demokrat olamaz mı?
Demokratlığın ölçüsü azlık-azınlık-azınlıkçı olmak mıdır?
Aydın, muhalif, aykırı ve huysuz olmak ille “öteki”, yabancı olmak mıdır?
Azlık olmak, azınlıkta hissetmek midir kendini, azınlık olmak mıdır?
Bireysel aidiyetinin köklerini-kültürel birikimini “çoğunlukta” bularak, kendini çoğunluğa ait hissederek aydın olunamaz mı?
Ezilenin-sömürülenin yanında olmak başka ve yüce bir duygudur ama ille kendini onunla özdeşleştirmek de “bizatihi” ezik olma sonucunu doğurmaz mı?
Bambaşka bir yerin nüfusuna kayıtlı olarak “dünyevi mecburiyetler tahtında” yerleştiğiniz Artvin’de Artvinli, Hatay’da Hataylı, Kars’ta Karslı, Diyarbakır’da Diyarbakırlı, Muğla’da Muğlalı, Balıkesir’de Balıkesirli olmak iyidir, hiçbir diyeceğimiz olamaz. Doğan empati, uyumu ve dayanışmayı ve birlikte yaşamayı kolaylaştıracak bir tür sinerji yaratır da Artvin’de Gürcü, Hatay’da Arap, Diyarbakır’da peşmerge, Ege’de Rum hissetmek kendini, “bir tür mahalle baskısına” boyun eğmektir.
Algılama ve aidiyet duygusu muhataralı olanlar için konuyu biraz daha açalım..
Hatay Türk devletinin, Hataylı da Türk milletinin elbette bölünmez parçasıdır.
Tıpkı doğu ve güneydoğu gibi..
Öte yandan Hatay, Suriye’nin (Arapların) “Megali idea”sının da en önemli parçasıdır.
Doğu ve Güneydoğu da, güney sınırımızın dışındaki Kürtlerin.
İşte meseleye bu açıdan bakınca bir başka yerli olarak, misafir bulunduğunuz-iş/görev yaptığınız Hatay’da Hataylı olmayı, bireyin kendisini Hataylılardan farklı görmemesini anlarım ve makul karşılarıma ama Hatay’da Arap kültürü ve ideolojisinin esiri olmayı anlayamam.
Doğu ve güney doğuda da önce ve ille Kürt olunacak diye bir mecburiyet yoktur.
Akıllı okuyucu burada neden bilhassa “Megali idea” kavramını kullandığımı, zihninden örnekleme yaparak ufkunu kendiliğinden genişletebilecektir.
Hani muhaliftiniz siz?
Neden “sınır ötesi” herhangi bir komşunun dış kaynaklı dayatmalarına boyun eğiyorsunuz?
Hani “aykırı” idiniz siz?
Solcu ve demokrat olmak ille azlık, azınlık, azınlıkçı olmak mıdır?
Türk’ün akıl ve duygu sınırları Türkçe’nin sınırlarıdır.
Neredeyse 100 yıl önce Ziya Gökalp;
“VATAN NE TÜRKİYE’DİR TÜRKLERE, NE TÜRKİSTAN;
VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR, TURAN” derken;
Putin dün; “Nerede Rus soydaşımız varsa sonuna kadar arkasında olacağız. Bunun için diplomasiyle ekonomi yanı sıra savunma hakkımızı da kullanacağız” demektedir.</p>
<p>Biz niye düşünemiyoruz, hissedemiyoruz, diyemiyoruz?
“Kerkük bir Kürt şehridir” diyen Barzani’ye hiç kimse neden sormuyor; “Abdülvahit Kuzecioğlu’nun KERKÜK DİVANI’nı, çek/yat mı sandın da bir yerlerine sığdırmaya çalışıyorsun?” diye?
Kerkük’ü verirsen, Diyarbakır’ı nasıl savunacaksın?
Misak-ı Milli sınırlarını savunmanın yolunun, Karabağ, Kerkük/Musul, Kıbrıs, Karasu/Mesta’dan geçtiğini öğrenmemiz için daha nerelerden vaz geçmemiz lâzım?
Akhisar Ulu Cami’ye hiç gittiniz mi?
İnsanlık tarihinin en eski eserlerinden birisidir. İncil’de de adı geçer. Kitabesinde yapılış tarihi “milattan önce” diye yazan Ulu Cami 1311 yılında Saruhan beyliğinin Akhisar’ı fethetmesi ile beraber tam 700 yıldır cami görevini yerine getirmektedir.
Ulu Cami paganlara, Hıristiyanlara, Müslümanlara ve kuvvetle muhtemel, M.Ö. 550 yıllarında buraları işgal eden Perslerin inancı olan ateşe tapınmaya da ev sahipliği yapmıştır.
Yâni tarih boyunca 4 inanca şahit olmuştur.
Ama şimdi….camiye girince başınızı yukarı, kubbeye kaldırın.. 16 (Onaltı) Ay-Yıldız göreceksiniz..
Mihrap’ın en üstünde de yine görkemli bir Ay-Yıldız vardır.
Türkiye içinde Türk bayrağı indirilirken, “Türk’ün akıl ve duygu sınırları Türkçe’nin sınırlarıdır” dememiz şaka gibi gelebilir ama ne çare ki Akhisar Ulu Cami’de Ay ve Yıldız hâlâ duruyor.
Ne dersiniz? Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda ve o kubbede bulunan 16 Ay ve Yıldız’ın; içinde bulunduğumuz Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden sonra kaldırılma-değişme ihtimali var mıdır?
Ağzımdan yel alsın..
Türkçülerin ve muhafazakârların hem demokrat hem aydın hem de liberal olamayacağını kim söylüyor?
Atilla İlhan mı?
Hadi canım siz de..
Konu hem Türkçülük, hem Osmanlıcılık, hem solculuk, hem de bilinçli aydın olmak olunca Atilla İlhan’sız bir yazı noksan olur..
Gelecek yazının konusu da bu olur.. 1 Temmuz 2014</p>
<p>57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ</p> - putin 2

ulucami-akhisar-4
EZBER BOZMAK (4)
TÜRK “AYDINI”NIN AKÇURA’DAN HABERİ VAR MI?
HÜSEYİN MÜMTAZ

Dahilî ve haricî Neocon’ların; bu arada Kaddafi’nin, Saddam’ın , Esat’ın ve İngilizlerin Akçura’yı okumadıklarını, yahut okuyup da anlamadıklarını veya işlerine geldiği gibi anladıklarını gördük..
“Osmanlı coğrafyası”nı elde tutmak, bir araya getirmek yahut “adı şimdi değiştirilen” aynı bölgede etkili olmak için 1904’de “sınıfta kalan” “ÜÇ TARZ-I SİYASET”in ilk iki ayağı, yâni “Amerikan tarzı Osmanlıcılık” ve “İngiliz güdümünde İslâmcılık”ın 2014’de de uygulanabilirliğinin olmadığı anlaşılıyor.
Sıra geldi “ÜÇÜNCÜ SİYASET” olan Türkçülük’e.
Türkçülük yapısı gereği, ilk iki örnekte olduğu gibi “bir başkası” tarafından kullanılması mümkün olmayan özellikler içeriyor.
Yoksa mümkün mü?
O halde bu yazıdaki kilit kavram “Türk aydını” olacaktır.
Türk aydını kendi varlığının bilincindeyse, gücünün farkındaysa kendisini “kullandırmayacak”, kaderine sahip çıkacaktır.
Türk aydını bunu başarabilmek için önce Akçura’yı iyi bir okumalı, hemen ardından tarihi ve coğrafyasıyla ve nihayet kendisiyle hesaplaşmalıdır.
O halde önce “aydın”, sonra Türk “aydını”, ancak ondan sonra “Türkçülük”..
“Aydın” ve “elit” son yıllarda sanki eşanlamlı imiş gibi kullanılmaya başlandı..
Arkadan “entel”, tepkisel olarak “entel-dantel” geldi.
Paradigmayı tamamlasın diye ben “dantellektüel”i kullanacağım..
“Elit”, toplumun çoğunluğundan kopuk ve toplumun kaygılarından bîhaberdir.
Entel(ektüel) ise “elit”den de rafineymiş görüntüsü verir.
Bizde aydın kendini “entelektüel” olacağım diye “elit” görür. Toplumla neden ilgilensin, çünkü o “uluslararası”dır.
Biri bana “ulusal-milliyetçi” olunmadan nasıl “uluslararası-milletlererası” olunabileceğini anlatabilir mi lütfen?
“Aydın” biraz huysuz, çokça muhalif olacaktır kabul..
Aykırı olmazsa, olağan-durağan olur, bu da gelişmeyi, yeniliklere açık olmayı, çağdaşlığı engeller.
Aydın hep iyiyi, güzeli, doğruyu arayacaktır.
İşte tehlike de burada… Bunu yaparken, yeni öğretilere ve kültürlere açık olurken kendi kültürünün temel özelliklerinden uzaklaşacak mıdır?
Yeri geldi, manzara koyalım..
Japonya’nın kimse “geri” olduğunu iddia edebilir mi? İkinci Savaş mağlubu Japonya sanayide, teknolojide, elektronik ve otomotivde dünya devi..
Önceki yıllarda 9 şiddetinde deprem, sonra tsunami arkadan nükleer bir felaketle yüzyüze kaldı.
Japonya yıkıldı…
Milyonlarca Japon evsiz, elektriksiz, susuz.. Yüzlerce ölü, kayıp, binlerce yaralı..
“Çağdaş” Japonya ve Japonlar, yüzyıllarından ötesinden taşınagelen kültür ve geleneklerine bağlılıklarıyla dünyaya ders verddiler.
Hiçbir televizyon ekranında ağlayan, sızlayanı bırakın…. yağma yapan Japon, yağmalanan dükkan-ev-market gördünüz mü?
Çünkü ferdin önce diğer Japon’a, sonra kurumlarına ve devletine saygısı var.
Hâlbuki 99 depreminde Yalova-Kocaeli-İstanbul’a “bazı” bölgelerden otobüslerle “talan” seferi düzenlendiğini, yağma görüntülerinin ekranları kapladığını hatırlıyorsunuz, değil mi?
Alibeyköy Deresi taşıp da izinsiz-imarsız gecekonduları su basınca gecekondu ahalisinin çıkıp “Nerde bu devlet?” diye bağırışlarını, televizyon-radyo muhabirlerini tekmelemelerini unuttunuz mu? Demek ki “aydın” yeni öğretilere ve kültürlere açık olurken aynı zamanda da kendi kültürünün temel özelliklerinden uzaklaşmayacak bir çizgiyi doğru koyamazsa toplumundan kopuk, ayakları yere basmayan, köksüz bir nilüfer çiçeği, bir “elit” haline gelir.
Aydın’ı böyle olan toplum; topluluk-güruh haline gelmez mi?
Peki “demokrat” ve “aydın” olmak ille “solcu” olmayı mı gerektirir? “Türk/çü aydın” olunamaz mı?
“Türkçü”, demokrat olamaz mı?
Demokratlığın ölçüsü azlık-azınlık-azınlıkçı olmak mıdır?
Aydın, muhalif, aykırı ve huysuz olmak ille “öteki”, yabancı olmak mıdır?
Azlık olmak, azınlıkta hissetmek midir kendini, azınlık olmak mıdır?
Bireysel aidiyetinin köklerini-kültürel birikimini “çoğunlukta” bularak, kendini çoğunluğa ait hissederek aydın olunamaz mı?
Ezilenin-sömürülenin yanında olmak başka ve yüce bir duygudur ama ille kendini onunla özdeşleştirmek de “bizatihi” ezik olma sonucunu doğurmaz mı?
Bambaşka bir yerin nüfusuna kayıtlı olarak “dünyevi mecburiyetler tahtında” yerleştiğiniz Artvin’de Artvinli, Hatay’da Hataylı, Kars’ta Karslı, Diyarbakır’da Diyarbakırlı, Muğla’da Muğlalı, Balıkesir’de Balıkesirli olmak iyidir, hiçbir diyeceğimiz olamaz. Doğan empati, uyumu ve dayanışmayı ve birlikte yaşamayı kolaylaştıracak bir tür sinerji yaratır da Artvin’de Gürcü, Hatay’da Arap, Diyarbakır’da peşmerge, Ege’de Rum hissetmek kendini, “bir tür mahalle baskısına” boyun eğmektir.
Algılama ve aidiyet duygusu muhataralı olanlar için konuyu biraz daha açalım..
Hatay Türk devletinin, Hataylı da Türk milletinin elbette bölünmez parçasıdır.
Tıpkı doğu ve güneydoğu gibi..
Öte yandan Hatay, Suriye’nin (Arapların) “Megali idea”sının da en önemli parçasıdır.
Doğu ve Güneydoğu da, güney sınırımızın dışındaki Kürtlerin.
İşte meseleye bu açıdan bakınca bir başka yerli olarak, misafir bulunduğunuz-iş/görev yaptığınız Hatay’da Hataylı olmayı, bireyin kendisini Hataylılardan farklı görmemesini anlarım ve makul karşılarıma ama Hatay’da Arap kültürü ve ideolojisinin esiri olmayı anlayamam.
Doğu ve güney doğuda da önce ve ille Kürt olunacak diye bir mecburiyet yoktur.
Akıllı okuyucu burada neden bilhassa “Megali idea” kavramını kullandığımı, zihninden örnekleme yaparak ufkunu kendiliğinden genişletebilecektir.
Hani muhaliftiniz siz?
Neden “sınır ötesi” herhangi bir komşunun dış kaynaklı dayatmalarına boyun eğiyorsunuz?
Hani “aykırı” idiniz siz?
Solcu ve demokrat olmak ille azlık, azınlık, azınlıkçı olmak mıdır?
Türk’ün akıl ve duygu sınırları Türkçe’nin sınırlarıdır.
Neredeyse 100 yıl önce Ziya Gökalp;
“VATAN NE TÜRKİYE’DİR TÜRKLERE, NE TÜRKİSTAN;
VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR, TURAN” derken;
Putin dün; “Nerede Rus soydaşımız varsa sonuna kadar arkasında olacağız. Bunun için diplomasiyle ekonomi yanı sıra savunma hakkımızı da kullanacağız” demektedir.

Biz niye düşünemiyoruz, hissedemiyoruz, diyemiyoruz?
“Kerkük bir Kürt şehridir” diyen Barzani’ye hiç kimse neden sormuyor; “Abdülvahit Kuzecioğlu’nun KERKÜK DİVANI’nı, çek/yat mı sandın da bir yerlerine sığdırmaya çalışıyorsun?” diye?
Kerkük’ü verirsen, Diyarbakır’ı nasıl savunacaksın?
Misak-ı Milli sınırlarını savunmanın yolunun, Karabağ, Kerkük/Musul, Kıbrıs, Karasu/Mesta’dan geçtiğini öğrenmemiz için daha nerelerden vaz geçmemiz lâzım?
Akhisar Ulu Cami’ye hiç gittiniz mi?
İnsanlık tarihinin en eski eserlerinden birisidir. İncil’de de adı geçer. Kitabesinde yapılış tarihi “milattan önce” diye yazan Ulu Cami 1311 yılında Saruhan beyliğinin Akhisar’ı fethetmesi ile beraber tam 700 yıldır cami görevini yerine getirmektedir.
Ulu Cami paganlara, Hıristiyanlara, Müslümanlara ve kuvvetle muhtemel, M.Ö. 550 yıllarında buraları işgal eden Perslerin inancı olan ateşe tapınmaya da ev sahipliği yapmıştır.
Yâni tarih boyunca 4 inanca şahit olmuştur.
Ama şimdi….camiye girince başınızı yukarı, kubbeye kaldırın.. 16 (Onaltı) Ay-Yıldız göreceksiniz..
Mihrap’ın en üstünde de yine görkemli bir Ay-Yıldız vardır.
Türkiye içinde Türk bayrağı indirilirken, “Türk’ün akıl ve duygu sınırları Türkçe’nin sınırlarıdır” dememiz şaka gibi gelebilir ama ne çare ki Akhisar Ulu Cami’de Ay ve Yıldız hâlâ duruyor.
Ne dersiniz? Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda ve o kubbede bulunan 16 Ay ve Yıldız’ın; içinde bulunduğumuz Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden sonra kaldırılma-değişme ihtimali var mıdır?
Ağzımdan yel alsın..
Türkçülerin ve muhafazakârların hem demokrat hem aydın hem de liberal olamayacağını kim söylüyor?
Atilla İlhan mı?
Hadi canım siz de..
Konu hem Türkçülük, hem Osmanlıcılık, hem solculuk, hem de bilinçli aydın olmak olunca Atilla İlhan’sız bir yazı noksan olur..
Gelecek yazının konusu da bu olur.. 1 Temmuz 2014

57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir