Kanlı mı gidecek kansız mı?

Mesele artık Tayyip Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği değil; nasıl gideceği? - kilicdaroglu partisinin grup toplantisinda konustu 111777 5

1380798_101519829y80470823_715190754_n

 

Gökçe Fırat:
Seve seve gitme şansını kaçırdı

Mesele artık Tayyip Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği değil; nasıl gideceği?

Tayyip Erdoğan, bu gerçeği en iyi bilen isim olmalı. Sonuçta, iktidara nasıl bir anda getirildi ise, aynı şekilde bir anda götürülebileceğini görüyordur.

Hâlâ içinde ufak bir umut, bir beklenti, bir hayal olabilir; işleri batmak üzere olan bir esnafın zengin olma düşleri kurması gibi bir durum ya da 5 zayıfı olan öğrencinin sınıf geçmesi bile imkansızken üniversiteyi hem de Boğaziçi’ni kazanmayı beklemesi gibi bir durum.

Yani geçici bir hayal kurma anı…

Ama gerçekler son derece net!

Dünyanın egemenleri ile kavgalı bir iktidar. Hem AB ile, hem ABD ile, hem de İsrail ile aynı anda çatışma halinde.

Çevresindeki tüm komşularla kavgalı bir iktidar. İran’la, Suriye ile, Irak merkezi yönetimi ile çatışma halinde.

Ülke içindeki tüm müttefikleri ile kavgalı bir iktidar. Cemaat’le çatışması, Anadolu sermayesi ile kavgası.

Ülke içindeki tüm muhalifleri ile kavgalı bir iktidar. Ülkenin %50’sinin oyunu almış olsa bile, kalan %50’nin nefretini kazanmış.

Şimdi bu iktidarın ayakta kalabilmesine imkan var mıdır?

Çok net bir tespitte bulunalım: Tüm bu yolsuzluk kasetleri olmasaydı bile bu iktidar ayakta kalamazdı.

Ama her gün çıkan yeni bir kasetle, aşınan, çöken bir iktidarla karşı karşıyayız.

Elbette Tayyip Erdoğan, şu anda bu yenilgiyi hazmedemeyecek ve kabullenemeyecek. Savaşı kendi çapında sürdürmeye çalışacak.

Ama nafile: Gidecek!

Eskiden seve seve gidecek diyorduk.

Ama artık o şansını da kaçırmış oldu.

Tayyip’siz AKP seçeneği

Peki nasıl mı gidecek?

Uluslararası konjonktür açısından Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’la yola devam edebilmesi gibi bir seçenek bulunmuyor.

Doğru, Türkiye Batı’nın bir müttefiki ama Tayyip Erdoğan bu ittifak anlaşmasını bozdu, oyunun kuralını çiğnedi. O nedenle bir kırmızı kartla oyun dışı kalacak.

Ama Batı açısından Türkiye, radikal İslamcılığı teslim edilemeyecek kadar önemli bir ülke olduğu gibi, sol bir iktidara da, hatta daha tehlikeli bir şekilde ulusalcı ya da milliyetçi bir iktidara da teslim edilemeyecek kadar değerli bir ülke.

O zaman birinci seçenek, AKP ile yola devamdır ama elbette Tayyip’siz bir AKP ile.

O nedenle öncelikle Tayyip’siz bir AKP’nin mümkün olup olmadığını cevaplamamız gerekir.

Bu teorik olarak mümkündür ama pratikte bu işi üstlenecek lider aktörler açısından durum tereddütlüdür. Tayyip sonrası AKP’yi toparlayacak bir lider adayı olarak görülen Abdullah Gül, son noterlik hizmeti ile sanki Tayyip’le anlaşmış gibidir.

Ancak bu davranışın altında asıl sonuç verici taktiğin gizlendiğini görmemiz gerek. Eğer Abdullah Gül, 30 Mart’tan önce Tayyip’e karşı bayrak çekseydi, doğru belki Tayyip’i yıkardı ama Tayyip’le birlikte AKP de yıkılırdı.

Böylelikle Abdullah Gül’ün başına geçebileceği bir AKP de bitirilmiş olurdu!

AKP seçeneğinin yaşatılması, tabanının ve oy veren kitlenin tümüyle dağıtılmaması esas hedeftir. Son kertede %30’larda tutunacak bir kitle kalmalıdır. Ve o kitleye Abdullah Gül şu mesajı verebilmelidir: “Ben AKP’nin ayakta kalması için Tayyip Erdoğan’a karşı çıkmadım ama görüyorsunuz Tayyip Erdoğan partiyi eritti şimdi bu partiyi kurtarmamız gerek.”

Eğer standart bir AKP muhalifi bakış açısı ile olaya bakarsanız, AKP’ye oy veren kitlenin birden bire AKP’den yüz çevireceğini düşünebilirsiniz. Ama durum bu kadar basit değildir. On yıldır AKP ile var olan bir kitleden söz ediyoruz. Bu kitlenin AKP’de tutunabilmesi gerekmektedir. Şu an Tayyip Erdoğan’ın yanında gözüken Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimler de bunu sağlamaktadır.

30 Mart sonrası AKP’de büyük isyan başlayacaktır. Ve o zaman isyan bayrağını açanlar, AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı yıpratmamış isimler olarak, vefalı isimler olarak, AKP kitlesi tarafından kabullenilecektir.

Tayyip çetesi

Şu anda Tayyip Erdoğan yalnızdır ama onun AKP içinde bile tecrit edilmesi gerekmektedir. Ki bu da adım adım gerçekleşmektedir.

Bülent Arınç’ın parasal ilişkilerle ilgili yakınmaları manidardır. AKP içinde gerçekten de yolsuzluk ve hırsızlık işlerine hiç bulaşmamış isimler vardır. Bu isimler açısından AKP lideri Tayyip çevresinde oluşturulan yolsuzluk çetesinin varlığı kabul edilemezdir. Sonuçta pek çok isim AKP’ye bir ideal uğruna girmiştir, rant için değil. Ve şimdi en ulvi ideallerinin rant için yok edildiğini görmektedirler.

Aslında burada tablo çok açık.

Tayyip Erdoğan, karısı, iki kızı, iki oğlu, damadı, toplasanız on kişilik bir aile ve o aile ile bütünleşmiş Reza Zarrab, Yasin El Kadı, gibi tetikçilerden oluşan bir 20 kişilik suç örgütü vardır karşımızda.

Bu 20 kişilik çete ile mali açıdan işbirliği yapan yaklaşık 20 tane büyük çaplı işadamı vardır.

Bakanlıkta, bürokraside toplasanız bir 20 üst düzey uygulayıcı vardır.

Aslında, toplam sayısı 100’ü geçmeyecek bir yolsuzluk çetesi ile karşı karşıyayız.

Elbette bu çetenin emrettiği görevleri yapan, bu çete ile işbirliği yapan, bu çeteden nemalanan geniş bir kesim de vardır. Ama bir suç örgütü üyesi olarak değerlendirilebilecek insan sayısı 100 kadardır.

Şu anda AKP açısından bu 100 kişi ile yolları ayırmak ve elbette bunları yargıya teslim etmekten başka çıkar yol kalmamıştır. Bu yapılmazsa AKP’nin tüm milletvekilleri, parti yöneticileri, belediye başkanları, bürokratlar, iş adamlarından oluşan sayısı en az 10 bini bulacak bir suç örgütü konumuna düşülecektir.

AKP içinde yargılanmak istemeyenler ve elbette AKP’yi sürdürüp düzenini devam ettirmek isteyenlerden, böylesi bir hamle 30 Mart sonrası gelecektir.

Bu kansız senaryodur.

Kanlı senaryo

Ama eğer bu seçenek gerçekleşmezse kanlı bir senaryo da hazırdır. Daha doğrusu AKP, kendi içinde bu sorunu kansız bir şekilde çözemez ise, kanlı senaryoda tüm AKP yok olacaktır.

Ukrayna’daki gelişmeler kanlı senaryonun bir örneğidir ama bu örnek Türkiye için fazlasıyla kansızdır.

Eğer AKP iktidarı daha doğrusu Tayyip Erdoğan yıkılmaz ise, Tayyip Erdoğan bir halk isyanı ile devrilecektir. Gezi’de yaşananlar, bunun tüm şartlarının elverişli olduğunu ortaya koymuştur.

İktidarın polisiye tedbirlere başvurması, MİT yasası ve diğer hukuki zorlamaları boşunadır. Halk ayaklanacaksa, ne yasa takar, ne MİT, ne de polis.

Ve halkı hiç kimse de durduramaz.

Hatta ordu gelse durduramaz.

Ukrayna’da diz çöken polislerin isyancılara nasıl teslim olduğunu tüm Türkiye gördü, polisler de gördü, ordu da gördü.

Yanukoviç’in kaçacak bir Rusya’sı vardı ama Tayyip’in kaçacak yeri yoktur. Hatta onu toprak bile kabul etmeyecektir!

Bir halk ayaklanmasında, Tayyip Erdoğan’ı kazığa oturturlarsa buna şaşırmamak gerekir.

Kaddafi’nin nasıl linç edildiğini hep birlikte izledik.

Çavuşesku’ların, karı-koca nasıl kurşuna dizildiklerini de!

Tayyip için Saddam gibi ipe çekilmek bile büyük bir şans olur doğrusu.

Hırsızı yargılamak

Kanlı mı kansız mı sorusu kimilerinin canını sıkabilir elbette ama artık bu bir gerçekliktir.
Bizim isteğimiz kanlı bir çözüm değil, bunu hemen söyleyelim.

Şahsen ben Tayyip’in kazığa oturtulmuş bir görüntüsündense onun mahkemede ve hapishanedeki görüntüsünü izlemeyi tercih ederim.

Bu adamların Menemen’deki yobazları, Şeyh Sait gibi itoğlu itleri bile nasıl kahraman gibi gördüklerini biliyoruz.

O şansı bile Tayyip’e bırakmamak gerekir.

Sıradan bir hırsız olarak mahkeme karşısına çıkarılmalıdır.

Elbette sıradan bir hırsız değildir ama sadece çaldığı miktar bakımından.

Yoksa yaptığı şey aynıdır, hırsızlıktır.

Hırsızlıktan yargılamak ve en sonunda da ona şu soruyu sormak isterdim: Medeni Kanun’a göre mi cezanı verelim Şeriat’a göre mi?

O zaman dinle imanla İslam’la da hiç ama hiç işi olmayan gerçekten adi ve basit bir hırsız olduğunu tüm Türkiye görmüş olurdu…
*   *   *

Kaset yayınlamak
etik mi değil mi?
Siyaset arenasında ve basında bir yakınma var: Kasetler siyaseti kirletiyormuş!

Yani hırsızlık kirletmiyor siyaseti…

Yolsuzluk kirletmiyor siyaseti…

Kanunsuzluk kirletmiyor siyaseti…

Ama tüm bunların kasetlerinin yayınlanması kirletiyor! Pes doğrusu!

Dinlemeler, izlemeler ve yayınlar yasadışıymış…

Kargalar bile güler buna, tabii yasadışı yapılacak, sanki Başbakan’ı yasal yoldan izleyebilirsiniz de!

Şöyle düşünün:

Elinizde bir kameralı telefon var, kapınızın önünde bir hırsız bir kadının çantasını kapıp kaçıyor ve siz de o sırada kaydediyorsunuz. Hırsız yakalanıyor ve tek kanıt sizin çekiminiz. Ama pişkin hırsız diyor ki mahkemede, efendim bu kayıt yasadışıdır!

Ulan adi hırsız.

Sanki sen çok yasal bir iş yapıyorsun da yasallık bekliyorsun.

(Hemen bir ara hatırlatma, suçu ispat eden kayıtlar, Yargıtay tarafından, yasadışı olsa bile kabul edilmektedir!)

İkinci bir örnek bir işyerinden. Bir döviz bürosunu düşünün. Bir banka veznesini. Kamera her an kayıttadır ve hiçbir çalışan da bu yasadışı bir kanıt demez.

Çünkü parayı emanet ettiğinizi izlemek, kaydetmek hakkınızdır!

O zaman ülke bütçesini teslim ettiğimiz insanları izlemek, kaydetmekten büyük bir hakkımız da olamaz!

Çalmasın, kasedi çıkmaz!

Hatta benim önerim, milletvekili ve bakan olacakların, 24 saat kayda alınmasını kabul edecek bir yasa çıkartmak. Bunu kabul eden, yani niyeti hırsızlık değil de gerçekten vatana hizmet olan varsa, buyursun kayda alınmayı kabul etsin!

Olur mu böyle şey demeyin.

AKP’nin getirdiği veya getirmeye çalıştığı bir yasa var. Trafik polislerine bir kamera bağlayacaklar ki rüşvet alamasınlar.

İyi de bu ülkede rüşvetin alasını alan bir Başbakan var!

Biz niye kamera bağlamayalım.

Evet ben kasetlerin devamını bekliyorum. Görelim kim çalmış kim çalmamış.

Ama etik değil diye bu kasetleri yayınlamaktan kaçınanların Tayyip’ten korktuklarını da düşünmüyorum.

Bakın:

Kılıçdaroğlu nasıl korkusuz!

Bahçeli korkusuz!

Çünkü bu iki isim de kendilerinin bu tür hırsızlık kasetlerinin çıkamayacağından eminler.

Yani namuslular!

Ama ben kaset yayınlamam diyenler, kimbilir ne tür kirli siyasi ve ticari ilişkilere girmişlerdir!

Korktukları Tayyip değil kendi kasetleri.

Basın ahlakıymış… Geçin onu bir kalemde!

Türk Solu


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir