Türkiye’ye yönelik önyargılara rağmen “dik durmak”

Almanya’da Türkiye hakkında yazılıp, çizilenler son haftalarda rekor sayıya ulaştı.
Gerek yazılı gerekse görsel Alman Medyası Türkiye’ye üzerine haberler konusunda çok aktif bir konumda.
Son haftalarda çok sayıda Alman gazeteci ile konuştum. “Die Zeit”, “Frankfurter Allgemeine”, “Wiesbadener Allgemeine” ve daha bir çok gazeteden telefon açıp sorular soran gazetecilerin iki ana konuya ağırlık verdikleri sorulara elimden geldiğince aydınlatıcı cevaplar verdim ve vermekteyim.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti ve AK Parti Hükümeti ile ilgili soruların büyük bir çoğunluğu ön yargılarla dolu.
Buna karşılık cemaat ile ilgili sorular ise Almanya’ya yönelik “endişe” ve “kaygılar” içermekte.
Sanırım bir süre daha bu tarz sorular soran ve Türkiye hakkında yazılar yazan gazetecilere muhatap olmaya devam edeceğim. İnşallah hep aynı ön yargılı sorulara cevap vermek zorunda kalmam. Ancak korkarım bu durum değişmeyecek.
Türkiye’de 2002 öncesinin “askeri vesayet” döneminin “mutlu” çevrelerinin yayın organları ve “cemaat” ile ilişkili medya maalesef Türkiye’ye karşı öylesine bir “kara propaganda” yapmaktalarki Alman gazetecilerin bu tarz “art niyetli” bir şekilde servis edilen ve “Türkiye’yi zor durumda bırakmayı” amaçlayan “medya tetikçiliğinden” etkilenmemeleri neredeyse imkansız. Bir de buna “ulusalcı-kemalist” CHP ve CHP’ye sempati duyan aynı kafa yapısındaki çevrelerin “Türkiye’yi 12 Eylül’deki Kenan Evren’in ülkesi” gibi “karalamaları” her şeyi daha da karmaşık hale getirmekte.
Kısaca yazmak gerekirse günümüzde AB ülkelerinde “Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmak” artık her “babayiğidin harcı” değil diye tanımlayabiliriz.
Türkiye kökenli politikacı arkadaşlarımın içinde “Türkiye’ye karşı haksızlık yapıldığı” inancında olanlar bile “önyargılı” ortam nedeniyle hem “kariyerleri” açısından kaygılandıklarından hem de çoğu kez “tepkilere gögüs gerebilmek açısından” çekindiklerinden “Türkiye’yi savunmak” konusunda “pasif” kalmayı tercih etmekteler. “Türkiye hakkında kötü konuşmayı” Almanya’daki “siyasi kariyerleri” için yararlı görerek çok faal olanlarla kıyasladığımızda ise yukarıda sözünü ettiğim dostlarımın hiç değilse “pasif” olabilmeleri bile bizi sevindirmekte.
Öte yandan öyle yöntemler uygulanmaktaki şaşar kalırsınız.
Eğer “Türkiye” konusunda servis edilen “kara propagandaya” karşı tavır alıyorsanız gerek medya nezdinde gerekse üyesi olduğunuz partiler veya başka kurumlar nezdinde sanki “kötü bir durummuş” gibi “Türkiye yanlısı” denilerek “teşhir” edilmektesiniz. Günümüzde Almanya’da “Türkiye yanlısı” olmak sanki “sakıncalı” olmak şeklinde “ayrımcı” bir muhameleye maruz kalmaya da neden olmakta.
Bunun yanı sıra “cemaat medyası ve “cemaat tetikçileri de” boş durmamakta. Alman medyasına, kurumlarına ve partilerine yönelik “Türkiye’ye karşı yapılan haksızlığa” tepki gösterenleri çeşitli biçimlerde “karalayarak” kendilerince “muhbir vatandaşlık” yaparken, Türk Toplumu içinde de “hakaretler ederek” etkisizleştirmeye çabalamaktalar.
Örneğin benim gibi geçmişte “kemalist doktrin pompalanarak yetiştirilen”, neredeyse “kemalist eğitim sisteminin bir tür beyin yıkaması” sonucu “milliyetçi andlar ezberletilerek”, “din” kelimesini “ağzına alanların şeriati amaçladıkları” saçmalıkları ile “baş örtüsüne” bile karşı olunması gerektiği “şartlandırılarak” ön yargılarla doldurulmuş neslin üyesi olmam dolayısıyla eski yıllarda almış olduğum tavırlar “propaganda amaçlı servis” edilirken aslında gerçek yüzlerini teşhir ettiklerini de fark edemiyor olsa gerekler. Beni karalamak amacıyla “o eskiden başörtüsü ile sorunluydu” propagandası yapanların aslında “nasıl müslüman” oldukları da sorgulanır hale gelmekte. “Dün bizimle sorunluydu ama ne mutlu artık o da onlarca yıl ona anlatılan kemalist doktrinin saçmalığını anlamış ve gerçekleri görmüş şimdi doğru tavır alıyor” diye sevinmek en doğal olanı olacakken “bu durumdan bile rahatsız” olduklarını beyan edenlerin asıl sorunu “cemaatten” yana olmamam ve “Türkiye’de oynanan oyunu görerek zalimin değil haklının yanında” olmam olduğu apaçık ortada.
Kısacası Almanya’da (bir çok diğer AB üyesi ülkede de aynıdır) eğer “Türkiye’nin yanındaysanız” bir yandan “Türkiye karşıtı çevrelerin” ellerini ovuşturarak “işte fırsat elimize geçti” diyerek “Türkiye’ye saldırdığı” , belki “Türkiye karşıtı” olmayan ama “Türkiye’de olanları kavrayamayan” ve de ön yargıların etkisinde kalan kesimlerin “Türkiye üzerine” saçmaladıkları ve Türkiyeli olmalarına rağmen ya “taşeron” örgüt emirleriyle ya da “eski Türkiye’deki avantalarını yitirdiklerinden” “günümüz Türkiye’sini sabote etmeye” çalışan malüm çevrelerin her türlü “çirkin yöntem” ile “Türkiye’yi arkadan hançerlediği” bir ortamda bir çok cepheye karşı “dik durmak” zorundasınız.
Almanya’da “dik duran” Türkiyelilere yönelik yorumlar ise gerçekten ilginç.
Geçen gün bana “11 AK Partili” milletvekili şimdi Almanya’da niçin “toplantlar yapıyor” sorusunu soran gazeteciye “Türk Toplumunu Türkiye’de oynanan oyunlar üzerine aydınlatıyorlar” dediğimde aldığım cevap “Türk medyasından bilgi almıyorlar mı?” oldu. Bu sefer Almanya’da Türk Medyası adına bir, iki istisna hariç kimlerin var olduğunu ve neler servis ettiklerini anlattığımda şaşırıp kaldı.
Ya da “siz Türkiye’nin Avrupa Bakanı ile sivil toplum örgütü açılışlarına katılarak Türkleri Türkiye’ye yönelik yaşamaya itmiyor musunuz?” sorusuna “bu toplantılarda o sözünü ettiğiniz Avrupa Bakanı ya da tüm diğer konuşmacılar sabahtan akşama Almanya’da yaşamakta olan Türkiye kökenli insanlarımızın Almanya vatandaşı olmalarını ve Almanya politikası ile ilgilenmelerini” anlattıklarını ve de “yaşadıkları ülkenin onlar için önemli rol oynaması” gerektiğini tavsiye ettiklerini söylediğimde Alman gazeteci ön yargıları nedeniyle bu gerçeğe inanmak istemedi.
Yani siz ne kadar anlatırsanız anlatın kafalarındaki ön yargılar “duvarını” aşabilmek kolay değil!
Önümüzdeki hafta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Brüksel ve Almanya’da olacak. 20 Ocak 2014 Pazartesi Gecesi on binlerce Türkiyeli Brüksel’de kendisini karşılayacak ve tüm dünyaya ama özellikle “AB’ye” ona “nasıl sahip çıktıklarını” gösterecekler. Geçmişte Almanya’da en az iki kez olduğu gibi bu sefer de Almanya ziyaretinde göreceği büyük ilgi belli çevreler için “büyük sorun” olacak.
İşte anlayamadıkları da bu!
Her türlü karalamanın ve her türlü ön yargının etkisinde olan ve “Türkiye’nin son on yılda attığı dev adımı” okuyamayanlar bunu anlamakta zorlanmaktalar.
Biz de onlara anlatmaya devam edeceğiz.
Her Alman gazeteciye bıkmadan, usanmadan 2002 öncesi kemalist oligarşiyi, “askeri vesayeti”, Türkiye’nin nasıl demokratikleştiğini, “kimlerin Türkiye’de terörün sona ermesini istemediklerini”, kimlerin anaların ağlamasını tercih ettiklerini”, “kimlerin Türkiye’de barış ve huzur istemediğini”, “Türkiye insanının sahip olmaktan mutlu olduğu günümüz yaşam koşullarını”, “Türkiye’de 17 Aralık’ta gündeme gelen gelişmelerin asıl amacını”, “meselenin yolsuzlukla mücadele olmadığını”, “yolsuzlukla mücadeleye de kimsenin karşı olmadığını”, “cemaatin devlet içinde sakıncalı sızmasının Almanya örneğinde ne anlama geldiğini” ve “Türkiye’de halkın tüm bu olanlara olan haklı tepkisini” , kısacası “gerçekleri” anlatmaya “dik durmaya” devam edeceğiz. - TurkiyeHalki
Almanya’da Türkiye hakkında yazılıp, çizilenler son haftalarda rekor sayıya ulaştı.
Gerek yazılı gerekse görsel Alman Medyası Türkiye’ye üzerine haberler konusunda çok aktif bir konumda.
Son haftalarda çok sayıda Alman gazeteci ile konuştum. “Die Zeit”, “Frankfurter Allgemeine”, “Wiesbadener Allgemeine” ve daha bir çok gazeteden telefon açıp sorular soran gazetecilerin iki ana konuya ağırlık verdikleri sorulara elimden geldiğince aydınlatıcı cevaplar verdim ve vermekteyim.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti ve AK Parti Hükümeti ile ilgili soruların büyük bir çoğunluğu ön yargılarla dolu.
Buna karşılık cemaat ile ilgili sorular ise Almanya’ya yönelik “endişe” ve “kaygılar” içermekte.
Sanırım bir süre daha bu tarz sorular soran ve Türkiye hakkında yazılar yazan gazetecilere muhatap olmaya devam edeceğim. İnşallah hep aynı ön yargılı sorulara cevap vermek zorunda kalmam. Ancak korkarım bu durum değişmeyecek.
Türkiye’de 2002 öncesinin “askeri vesayet” döneminin “mutlu” çevrelerinin yayın organları ve “cemaat” ile ilişkili medya maalesef Türkiye’ye karşı öylesine bir “kara propaganda” yapmaktalarki Alman gazetecilerin bu tarz “art niyetli” bir şekilde servis edilen ve “Türkiye’yi zor durumda bırakmayı” amaçlayan “medya tetikçiliğinden” etkilenmemeleri neredeyse imkansız. Bir de buna “ulusalcı-kemalist” CHP ve CHP’ye sempati duyan aynı kafa yapısındaki çevrelerin “Türkiye’yi 12 Eylül’deki Kenan Evren’in ülkesi” gibi “karalamaları” her şeyi daha da karmaşık hale getirmekte.
Kısaca yazmak gerekirse günümüzde AB ülkelerinde “Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmak” artık her “babayiğidin harcı” değil diye tanımlayabiliriz.
Türkiye kökenli politikacı arkadaşlarımın içinde “Türkiye’ye karşı haksızlık yapıldığı” inancında olanlar bile “önyargılı” ortam nedeniyle hem “kariyerleri” açısından kaygılandıklarından hem de çoğu kez “tepkilere gögüs gerebilmek açısından” çekindiklerinden “Türkiye’yi savunmak” konusunda “pasif” kalmayı tercih etmekteler. “Türkiye hakkında kötü konuşmayı” Almanya’daki “siyasi kariyerleri” için yararlı görerek çok faal olanlarla kıyasladığımızda ise yukarıda sözünü ettiğim dostlarımın hiç değilse “pasif” olabilmeleri bile bizi sevindirmekte.
Öte yandan öyle yöntemler uygulanmaktaki şaşar kalırsınız.
Eğer “Türkiye” konusunda servis edilen “kara propagandaya” karşı tavır alıyorsanız gerek medya nezdinde gerekse üyesi olduğunuz partiler veya başka kurumlar nezdinde sanki “kötü bir durummuş” gibi “Türkiye yanlısı” denilerek “teşhir” edilmektesiniz. Günümüzde Almanya’da “Türkiye yanlısı” olmak sanki “sakıncalı” olmak şeklinde “ayrımcı” bir muhameleye maruz kalmaya da neden olmakta.
Bunun yanı sıra “cemaat medyası ve “cemaat tetikçileri de” boş durmamakta. Alman medyasına, kurumlarına ve partilerine yönelik “Türkiye’ye karşı yapılan haksızlığa” tepki gösterenleri çeşitli biçimlerde “karalayarak” kendilerince “muhbir vatandaşlık” yaparken, Türk Toplumu içinde de “hakaretler ederek” etkisizleştirmeye çabalamaktalar.
Örneğin benim gibi geçmişte “kemalist doktrin pompalanarak yetiştirilen”, neredeyse “kemalist eğitim sisteminin bir tür beyin yıkaması” sonucu “milliyetçi andlar ezberletilerek”, “din” kelimesini “ağzına alanların şeriati amaçladıkları” saçmalıkları ile “baş örtüsüne” bile karşı olunması gerektiği “şartlandırılarak” ön yargılarla doldurulmuş neslin üyesi olmam dolayısıyla eski yıllarda almış olduğum tavırlar “propaganda amaçlı servis” edilirken aslında gerçek yüzlerini teşhir ettiklerini de fark edemiyor olsa gerekler. Beni karalamak amacıyla “o eskiden başörtüsü ile sorunluydu” propagandası yapanların aslında “nasıl müslüman” oldukları da sorgulanır hale gelmekte. “Dün bizimle sorunluydu ama ne mutlu artık o da onlarca yıl ona anlatılan kemalist doktrinin saçmalığını anlamış ve gerçekleri görmüş şimdi doğru tavır alıyor” diye sevinmek en doğal olanı olacakken “bu durumdan bile rahatsız” olduklarını beyan edenlerin asıl sorunu “cemaatten” yana olmamam ve “Türkiye’de oynanan oyunu görerek zalimin değil haklının yanında” olmam olduğu apaçık ortada.
Kısacası Almanya’da (bir çok diğer AB üyesi ülkede de aynıdır) eğer “Türkiye’nin yanındaysanız” bir yandan “Türkiye karşıtı çevrelerin” ellerini ovuşturarak “işte fırsat elimize geçti” diyerek “Türkiye’ye saldırdığı” , belki “Türkiye karşıtı” olmayan ama “Türkiye’de olanları kavrayamayan” ve de ön yargıların etkisinde kalan kesimlerin “Türkiye üzerine” saçmaladıkları ve Türkiyeli olmalarına rağmen ya “taşeron” örgüt emirleriyle ya da “eski Türkiye’deki avantalarını yitirdiklerinden” “günümüz Türkiye’sini sabote etmeye” çalışan malüm çevrelerin her türlü “çirkin yöntem” ile “Türkiye’yi arkadan hançerlediği” bir ortamda bir çok cepheye karşı “dik durmak” zorundasınız.
Almanya’da “dik duran” Türkiyelilere yönelik yorumlar ise gerçekten ilginç.
Geçen gün bana “11 AK Partili” milletvekili şimdi Almanya’da niçin “toplantlar yapıyor” sorusunu soran gazeteciye “Türk Toplumunu Türkiye’de oynanan oyunlar üzerine aydınlatıyorlar” dediğimde aldığım cevap “Türk medyasından bilgi almıyorlar mı?” oldu. Bu sefer Almanya’da Türk Medyası adına bir, iki istisna hariç kimlerin var olduğunu ve neler servis ettiklerini anlattığımda şaşırıp kaldı.
Ya da “siz Türkiye’nin Avrupa Bakanı ile sivil toplum örgütü açılışlarına katılarak Türkleri Türkiye’ye yönelik yaşamaya itmiyor musunuz?” sorusuna “bu toplantılarda o sözünü ettiğiniz Avrupa Bakanı ya da tüm diğer konuşmacılar sabahtan akşama Almanya’da yaşamakta olan Türkiye kökenli insanlarımızın Almanya vatandaşı olmalarını ve Almanya politikası ile ilgilenmelerini” anlattıklarını ve de “yaşadıkları ülkenin onlar için önemli rol oynaması” gerektiğini tavsiye ettiklerini söylediğimde Alman gazeteci ön yargıları nedeniyle bu gerçeğe inanmak istemedi.
Yani siz ne kadar anlatırsanız anlatın kafalarındaki ön yargılar “duvarını” aşabilmek kolay değil!
Önümüzdeki hafta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Brüksel ve Almanya’da olacak. 20 Ocak 2014 Pazartesi Gecesi on binlerce Türkiyeli Brüksel’de kendisini karşılayacak ve tüm dünyaya ama özellikle “AB’ye” ona “nasıl sahip çıktıklarını” gösterecekler. Geçmişte Almanya’da en az iki kez olduğu gibi bu sefer de Almanya ziyaretinde göreceği büyük ilgi belli çevreler için “büyük sorun” olacak.
İşte anlayamadıkları da bu!
Her türlü karalamanın ve her türlü ön yargının etkisinde olan ve “Türkiye’nin son on yılda attığı dev adımı” okuyamayanlar bunu anlamakta zorlanmaktalar.
Biz de onlara anlatmaya devam edeceğiz.
Her Alman gazeteciye bıkmadan, usanmadan 2002 öncesi kemalist oligarşiyi, “askeri vesayeti”, Türkiye’nin nasıl demokratikleştiğini, “kimlerin Türkiye’de terörün sona ermesini istemediklerini”, kimlerin anaların ağlamasını tercih ettiklerini”, “kimlerin Türkiye’de barış ve huzur istemediğini”, “Türkiye insanının sahip olmaktan mutlu olduğu günümüz yaşam koşullarını”, “Türkiye’de 17 Aralık’ta gündeme gelen gelişmelerin asıl amacını”, “meselenin yolsuzlukla mücadele olmadığını”, “yolsuzlukla mücadeleye de kimsenin karşı olmadığını”, “cemaatin devlet içinde sakıncalı sızmasının Almanya örneğinde ne anlama geldiğini” ve “Türkiye’de halkın tüm bu olanlara olan haklı tepkisini” , kısacası “gerçekleri” anlatmaya “dik durmaya” devam edeceğiz.
Okumaya devam et  Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın konuşmasından ders çıkarmak

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir