İSLAM VE DÜRÜSTLÜK

Dr. M. Galip Baysan - islam 1663703 640

İslam Peygamberi iyi bir Müslüman olmak için kendisine ne yapması gerektiğini soran birine sadece “Allaha inandım de, sonra dosdoğru ol.” Diyerek İslam’ın doğruluk dini olduğunu belirtmiştir. Bu güne kadar anladığım kadarı ile iyi bir Müslüman olmanın ilk ve en önemli şartlarından biri dürüst olmaktır. Dürüstlük bir Müslüman’da bulunması gereken ana vasıfların başında gelir. İyi bir Müslüman olduğuna inandığım emekli bir asker ve İmam olan rahmetli babam: İyi bir Müslüman dümdüz olmalıdır derdi. Tıpkı pürüzsüz bir tahta gibi diye ilave ederdi.
Bu nedenle bir Müslüman yalandan, hileli hurdalı işlerden, haksızlık yapmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Satarken, alırken ve yönetirken de dürüst olmalıdır. Doğru düşünüp, doğruyu konuşmalı, hareketleri görüşleri ile uyum içinde olmalıdır. Yani ya olduğu gibi görünmeli, ya da göründüğü gibi olmalıdır. Peki, bu gerçeklere uyan insan varmıdır? Sorusu akla gelebilir. Ben sadece kamuoyunun çok iyi tanıdığı iki isim üzerinde durmak istiyorum.

1959-1960 yılının Kore Tugayında bütün genç subaylarının hayranlığı bir subay üzerine yoğunlaşmıştı. Bu subay Türk milli onurunun temsilcisi gibi idi. Özellikle Amerikalılara karşı dik ve taviz vermez duruşu bizleri çok etkiliyordu. Bunun yanında ne PX malları, ne de Amerika’nın o dayanılmaz viski ve sigarasına iltifat etmemesi, hatta rakı ve Türk tütününden bile taviz vermeye istekli görünmemesi hepimizi hem şaşırtıyor, hem de ona karşı olan sevgi ve saygımızı kat be kat arttırıyordu. Ben bilmediğim bir nedenle ona karşı pek yakın durmazdım ama onun bizi sevdiğini çok iyi biliyordum. Kore’deki o kritik dönemde bu subay, benim için dahi bir dürüstlük ve namus timsali gibiydi. Hemen hemen bütün Türklerin sevgi ve saygısını kazanmış olan Kurmay Albay Talat Aydemir, Türkiye’ye dönüşte önemli görevler üstlendi ve iki sene kadar Ankara’nın en güçlü ismi oldu. Hatırlayacağımız gibi ülkesini, kendi inanışına göre ulusunu daha iyi ve ileriye götürme amacıyla başlattığı bir darbe girişimi sonunda başarısız oldu ve Menderes ve arkadaşlarının idamına karşı bir bedel olarak yardımcısı Fethi Gürcan la birlikte asılarak idam edildi.
Yine 1960 yılının Ağustos ayında, yani ihtilalden hemen sonra Türkiye’ye dönmüştük. Askeri yönetim olmasına rağmen, İzmir gümrüğünde kelimenin tam anlamıyla didik didik arandık. O hengâme içinde birisinin adeta imdat ister gibi bağıra bağıra şikâyet ettiğini duyduk. Şikâyetçi şöyle bağırıyordu: “Babam Devlet Başkanı diye bana neden iş vermiyorsunuz? Evime ekmek götüremeyecek miyim?” Kendisine iş verilmeyen kişinin bir gümrük komisyoncusu Özdemir Gürsel olduğunu ve Devlet Başkanı olan Babası Cemal Gürsel’in talimatıyla kendisine hiçbir ayrıcalık tanınmadığı gibi, çalışmasının da engellendiğini öğrendik. Onu ilk tanıdığımız lakabı ile Cemal Ağa dürüst bir insandı ve birkaç sene sonra o da rahmetli oldu.
Bir de günümüz İleri Demokrasi sahibi ülkemizin lider kadrosuna bakın. Söylendiğine göre Başbakanımız siyasete girdiği günlerde o kadar fakirmiş ki ev kirasını bile partisi veriyor, çocuklarını dostlarının yardımı ile okutuyormuş. Siyaset yaşamı içinde geçen 10-15 sene içinde bir yabancı ekonomi dergisinin yazdığına göre dünyanın en zengin liderlerinden biri olmuş. Partisinin elemanları milyon dolarlarla saklambaç oynuyorlar. Hemen hepsi İmam Hatip mezunu ve İlahiyatçıdırlar.
Devlet hizmetinde görev yaptığımız 30 yıllık süre içinde en korktuğumuz suç: Makam ve memuriyet nüfuzunu suiistimal etmekti. Yani bizi yetiştirenler bu fakir milletin milyonlarında tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı olduğunu, bulunduğumuz makam ve mevkilerden yararlanarak yakınlarımıza, aile fertlerimize hatta kendimize çıkar sağlamanın büyük suç olduğunu öğrettiler. AKP Eğitim sistemimiz ve askerlerlerle çok uğraştı. Ama bu günlerin siyasi tablosu içinde kafası çalışan herkes neyin doğru, neyin yanlış olduğunu görebiliyor. Son sözümüz eğitim sistemi içindir. İktidar dürüst ve imanlı gençler yetiştirme iddiasıyla minnacık çocuklarla bile uğraşıyor ve ülkeyi İlahiyatçılarla donatmak istiyor.
Yukarıda sözünü ettiğim iki insan da ilahiyatçı değildi, onlar Atatürkçü düşünce sistemi ile öğrencilerini yetiştiren 200 yıllık bir okul olan Harpokulu mezunları idiler. Yani orta direk ama sağlam, dürüst ve güvenilir insanlar.
Sözlerimi yine bir Harbiye mezununun anısı ile noktalamak istiyorum.
Mustafa Kemalin Ankara’daki zorlu günlerinden birinde İstanbul’daki annesinden bir telgraf gelir. Zübeyde Hanım “ Paramız bitti oğlum Mustafa” diye sıkıntısını belirtir. Yaveri ve çocukluk arkadaşı Salih Bozok” Elimizdeki paradan biraz gönderelim mi?” diye sorar. Mustafa Kemal “ Hayır der. O para Milli Mücadeleye aittir.” Dokunamayız. Zübeyde Hanıma telgraf çekilir ve “Evdeki halı ve kilimleri satın.” tavsiyesinde bulunulur. Bu ülke böyle kuruldu ama gördüklerimize göre ne yazık ki böyle yönetilmiyor.

Okumaya devam et  TÜRKİYEDE ENGİZİSYON DAVALARI

Dr. M. Galip Baysan