Erje Ayden ve Oktay Ekinci’nin Ardından

Beat Kuşağı’nın belki en vurucu eserlerini kaleme almış, en çok keyif veren yazarlarından biri New York'ta 10 Ekim günü sessiz sedasız aramızdan ayrıldı. O kadar yoğun ve dolu bir hayatın maddi karşılığını alamadan, ama kimliği ve eserlerinden de ödün vermeden…Erje Ayden'le 1985, New York sergimde tanışmıştım. Galeriye gelmiş, benden önce babamla tanışmıştı, uzaklardan akrabaymışız. Benim sevgili rahmetli yengem Hilal Yalçın'ın kuzeniydi. Erje o gün bana bir kitap hediye etmişti: “Erje Ayden Efsanesi”.İki günde elimde eridi ve o andan itibaren Erje Ayden ismini Jack Kerouac ve Charles Bukowski'yle aynı hizaya koydum. Kendisiyle sohbet ettikçe ona olan hayranlığım artmaya devam etti. Bu kadar mütevazı ama iddialı bir dil ve samimi bir ifadeyle sade insanların hayatı bu kadar mı çekici anlatılır? Yıllar geçti, her New York sergimde artık Erje, sofrasını paylaşmak için sürekli can attığım dostlarımdan biri oldu. Türkiye hep burnunda tütüyordu. Yarım asırdır dönememişti ülkesine. Büyükada, Lefter, Beyoğlu, arkadaş anıları arada romanlarına da yansırdı. İlk olarak Doğan Yayıncılık’tan “Ayrılık Acısı” kitabı yayınlandı. Daha sonra Piramid Yayıncılık bünyesinde, Erje' nin dört romanını Türkçe'ye kazandırmayı başardık: "Erje Ayden Efsanesi”, "İkinci Cadde'nin Çılgın Yeşili", "Haubtbahnhof'dan Trene Bindim", "Matador". Şimdi bu sezonda üç kitabını daha ana diline kazandırmaya gayret ediyoruz. Sel Yayıncılık'tan çıkan kitapları ise"Goldberg Paşa" ve "Sweet Milk Üçlemesi". Erje'nin ana dili Türkçe ama yazı dili İngilizce. Bu nedenle tercümeleri ayrıca önemli. Çünkü bazen, özellikle Beat Kuşağı’nın en uygun dili olan İngilizce’nin rahatlığını başka dillerde korumak hiç de kolay değil.Yazarlar ve sanatçıların vücutları son nefesini verdikten sonra, ikinci baharları başlar. Aslında aramızda yaşamaya devam ederler. Acımasızca gelen ölüm, onları aramızdan aldıktan sonra, ömür boyu mücadelesini verdikleri çizginin anlaşılması, eserlerinin hazmedilmesi, aralarında ki bağların fark edilmesi için bir fırsattır bu. Umarım Türk edebiyatı, belki biraz "Gözden ırak, gönülden ırak" muamelesi yaptığı Erje'ye artık hakkını verir. - turkansaylan

Beat Kuşağı’nın belki en vurucu eserlerini kaleme almış, en çok keyif veren yazarlarından biri New York’ta 10 Ekim günü sessiz sedasız aramızdan ayrıldı. O kadar yoğun ve dolu bir hayatın maddi karşılığını alamadan, ama kimliği ve eserlerinden de ödün vermeden…
Erje Ayden’le 1985, New York sergimde tanışmıştım. Galeriye gelmiş, benden önce babamla tanışmıştı, uzaklardan akrabaymışız. Benim sevgili rahmetli yengem Hilal Yalçın’ın kuzeniydi. Erje o gün bana bir kitap hediye etmişti: “Erje Ayden Efsanesi”.İki günde elimde eridi ve o andan itibaren Erje Ayden ismini Jack Kerouac ve Charles Bukowski’yle aynı hizaya koydum. Kendisiyle sohbet ettikçe ona olan hayranlığım artmaya devam etti. Bu kadar mütevazı ama iddialı bir dil ve samimi bir ifadeyle sade insanların hayatı bu kadar mı çekici anlatılır?
Yıllar geçti, her New York sergimde artık Erje, sofrasını paylaşmak için sürekli can attığım dostlarımdan biri oldu. Türkiye hep burnunda tütüyordu. Yarım asırdır dönememişti ülkesine. Büyükada, Lefter, Beyoğlu, arkadaş anıları arada romanlarına da yansırdı. İlk olarak Doğan Yayıncılık’tan “Ayrılık Acısı” kitabı yayınlandı. Daha sonra Piramid Yayıncılık bünyesinde, Erje’ nin dört romanını Türkçe’ye kazandırmayı başardık: “Erje Ayden Efsanesi”, “İkinci Cadde’nin Çılgın Yeşili”, “Haubtbahnhof’dan Trene Bindim”, “Matador”. Şimdi bu sezonda üç kitabını daha ana diline kazandırmaya gayret ediyoruz. Sel Yayıncılık’tan çıkan kitapları ise“Goldberg Paşa” ve “Sweet Milk Üçlemesi”. Erje’nin ana dili Türkçe ama yazı dili İngilizce. Bu nedenle tercümeleri ayrıca önemli. Çünkü bazen, özellikle Beat Kuşağı’nın en uygun dili olan İngilizce’nin rahatlığını başka dillerde korumak hiç de kolay değil.
Yazarlar ve sanatçıların vücutları son nefesini verdikten sonra, ikinci baharları başlar. Aslında aramızda yaşamaya devam ederler. Acımasızca gelen ölüm, onları aramızdan aldıktan sonra, ömür boyu mücadelesini verdikleri çizginin anlaşılması, eserlerinin hazmedilmesi, aralarında ki bağların fark edilmesi için bir fırsattır bu. Umarım Türk edebiyatı, belki biraz “Gözden ırak, gönülden ırak” muamelesi yaptığı Erje’ye artık hakkını verir.

New York yeraltı kültürünün tam göbeğinde yer alan, 60’ların ortasında kitapları iki milyon satan, hakkında Amerika’nın en saygın edebiyat eleştirmenleri John Ashbery, Seymour Krim ve Frank O’Hara’nın en bonkör övgüleri dile getirdiği; efsanevi Willem de Kooning, Michael Goldberg, Alan d’Arcangelo, Gustave Asselsberg gibi dünya sanatçılarının yakın dostu olan Erje’nin önünde artık uzuuun ve yeni bir yaşam var. Henüz “tanışmadıysanız” muhakkak keşfedin kendisini…

Yine geçen hafta bir can dostumuzu toprağa verdik, yalnız mimarların değil, tüm demokratik, aydın, devrimci, çağdaş Atatürkçüler’in dostu, güzel insan Oktay Ekinci’nin kaybı, hepimizin canını derinden acıttı. “Yalnız iyi insanlar erken ölür”teorisi maalesef yine işledi.

Cumhuriyet’in önünde yaptığım konuşmada dediğim gibi, buna rağmen “Yeri doldurulmaz” desek, en çok Ekinci kızardı. Ekinci kadar candan, dürüst, çalışkan, samimi, gerçek arkadaş ve ayrıca kentin, doğanın, mimarinin, tarihin, kültürün dostu gençleri bulup güvenmeye mecburuz. Ekinci onlar için imrenilecek standartlarda bir model bıraktı. Kişisel kalitelerinin dışında, demokratik kitle örgütleri bünyesinde yapılan çalışmalarda, mükemmel bir takım oyuncusuydu. Uyumlu, mütevazı, yapıcı bir kimliği vardı.

Yıl 1993. Mevsim, yaz. Belediye seçimlerine 7-8 ay var. “Taban Operasyonu”hareketini başlattık. Başta ADD ve ÇYDD olmak üzere Türkan Saylan, Jeoloji Mühendisliği Odası Başkanı Oğuz Gündoğdu, Mülkiyeliler Birliği, Ziraat Odası, DİSK Başkanı Kemal Nebioğlu, Cumhuriyet yazarları, Ankaralı, İzmirli aydınlar… Ve on binlerce destek imzası!

İşte Ekinci o ekibin içinde büyük bir yere sahipti. Mantıklı, çalışkan, üretken ve özveriliydi. CHP-SHP-DSP’ye söylediğimiz şuydu o günlerde: “Kişisel ihtiraslarınıza kapılıp birleşmezseniz, yaklaşmakta olan yerel seçimlerde (Mart 1994) Refah Partisi önce belediyeleri ardından da genel seçimleri alacak, ayağımızı denk alın kendinize gelin.” İşte bizleri dinlemeyen sözde liderlerin öngörüsüzlüğüyle gelen bölünme, burun farkıyla RP’ye seçimleri kazandırmış, Erdoğan ve Gökçek’in önünü açmıştı. Şu anda yaşadığımız da o krizin olağan artçı şoklarından ibaret!

Ekinci’yi iş ciddiyetiyle, rant ve çıkar ilişkisi güdenlerin karşısına korkusuzca dikilişiyle, mesleğine olan bağlılığıyla ve hepsinden önemlisi ruh güzelliği ve dostluğuyla hiç unutmayacağız.