“Kutsal Emanetler” ne kadar kutsaldır?

Bundan yıllar önceydi. Yanlış hatırlamıyorsam 2004 yılının yine böyle bir Ramazan günüydü. TRT-1 televizyonunda yayınlanan "İftar'a Doğru" programının "Dünyadan Ramazan Görüntüleri" bölümünde Özbekistan'ın Başkenti Taşkent'ten görüntüler yansımıştı ekranlara. Görüntülerde Taşkent'teki bir camide çelik kasa içinde saklanan ve UNESCO tarafından "Kültürel Miras" listesine alındığı söylenen bir Kur'an-ı Kerim vardı. Bu Kur'an-ı Kerim'in, Halife Hz. Osman tarafından yazdırılan 4 (bir rivayete göre de 6) Kur'an-ı Kerim'den birisi olduğu söyleniyordu. İşin en ilginç tarafı da bu Kur'an-ı Kerim'in, Hz. Osman'ın şehit edildiği sırada okumakta olduğu Kur'an-ı Kerim olduğunun belirtilmesiydi. Hatta şehit olduğu esnada okumakta olduğu son Âyet-i Kerime'nin bulunduğu sayfa da, sayfalar arasına konulan bir kağıtla işaret edilmişti. Oysa biz, şimdiye kadar Hz. Osman'ın şehit edildiği esnada okumakta olduğu Kur'an-ı Kerim'in Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler Bölümü'nde olduğunu bilirdik. - trt haber android

Bundan yıllar önceydi. Yanlış hatırlamıyorsam 2004 yılının yine böyle bir Ramazan günüydü. TRT-1 televizyonunda yayınlanan “İftar’a Doğru” programının “Dünyadan Ramazan Görüntüleri” bölümünde Özbekistan’ın Başkenti Taşkent’ten görüntüler yansımıştı ekranlara. Görüntülerde Taşkent’teki bir camide çelik kasa içinde saklanan ve UNESCO tarafından “Kültürel Miras” listesine alındığı söylenen bir Kur’an-ı Kerim vardı. Bu Kur’an-ı Kerim’in, Halife Hz. Osman tarafından yazdırılan 4 (bir rivayete göre de 6) Kur’an-ı Kerim’den birisi olduğu söyleniyordu. İşin en ilginç tarafı da bu Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Osman’ın şehit edildiği sırada okumakta olduğu Kur’an-ı Kerim olduğunun belirtilmesiydi. Hatta şehit olduğu esnada okumakta olduğu son Âyet-i Kerime’nin bulunduğu sayfa da, sayfalar arasına konulan bir kağıtla işaret edilmişti. Oysa biz, şimdiye kadar Hz. Osman’ın şehit edildiği esnada okumakta olduğu Kur’an-ı Kerim’in Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Bölümü’nde olduğunu bilirdik.

Programda, Taşkent’te bulunan Kur’an-ı Kerim için eğer sadece Hz. Osman tarafından yazdırılan Kur’an-ı Kerim’lerden birisi denilseydi hiç bir problem yoktu. “Olabilir” der geçerdik. Ancak şimdi ortada bir problem var. Özbekistan ve Türkiye’deki mushafların her ikisi hakkında da “Hz. Osman’ın şehit edildiği esnada okuduğu mushaftır” deniliyor. Hz. Osman her iki mushafı da aynı anda okuyamayacağına göre acaba hangi mushaf şehit edildiği esnada okumakta olduğu mushaftır?

Gönlüm ve aklım Hz. Osman’ın şehit olduğu sırada okuduğu mushafın Topkapı’daki mushaf olduğunu söylüyor. Çünkü Topkapı’daki eserler, Yavuz’un Mısır’ı fethini müteakip Mısır’daki Abbasi Halifesi’nden teslim alınarak ve bir envanteri çıkarılarak İstanbul’a getirilmiş eserlerdir. Bu eserlerin halifelerin uhdesinde bulunması ise mantık gereğidir. Üstelik Topkapı’da bulunan mushaf vitrinde açık olarak bulunmakta ve kitabın açık sayfalarında Hz. Osman’a ait olduğu söylenen kan izine benzer lekeler bulunmaktadır. Yani bu yönüyle bizdeki mushafın Hz. Osman’ın şehit edilmesi esnasında okuduğu kitap olması konusunda somut karineler bulunmaktadır. Böyle olunca, Özbekistan’daki mushafın da Hz. Osman tarafından yazdırılan 4 mushaftan birisi olduğuna hükmedebiliriz. Ancak, Özbekistan’daki mushafın çok daha ilkel tekniklerle yazılı olması (ekrandan görebildiğimiz kadarıyla bir kere kitap çok kalın. Yani ilkel bir malzemeye -ki; ceylan derisi olabilir- basılmış)ve UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası adı altında koruma altına alınması, insanda yine de şüphe uyandırmaktadır.

Bu husus bir tarafa, Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Bölümü’nde Hz. Davut’a varıncaya kadar birçok peygambere ait olduğu söylenen silah (kılıç) ve başka malzemelere de rastlanmaktadır. İnsan bazen sormadan edemiyor; acaba bu eserler gerçekten de belirtilen kişilere mi aittir? Bu konuda bilimsel veriler ışığında herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmış mıdır? Yoksa sadece Yavuz Sultan Selim’in Mısır Fethini takip eden günlerde tutulan listelerle ve Memlükler’deki kayıtlarla mı iktifa edilmiştir?

Ayrıca özellikle, Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen hırka, nalın (terlik) gibi giyecek malzemeleri ile diş ve sakal kalıntıları gibi organik maddelere bir karbon testi uygulanarak en azından ait oldukları zaman dilimi üç aşağı beş yukarı ortaya çıkarılsa kaç yazar? Yoksa, bilimsel test sonuçlarının bizi hüsrana uğratmasından ve asırlarca kandırılmış olmaktan mı korkuyoruz?

Ancak sonuç ne olursa olsun, isterse elimizdeki eserler gerçekten de zikredilen kişilere (ki; bu kişiler isterse peygamber olsun) ait olsunlar, biz millet olarak bu eserlere gereğinden fazla saygı gösteriyoruz gibime geliyor. Hatta bu eserlerin önünde gösterilen tazim, bazen tazim edenlerin imanı konusunda insanda şüphe uyandıracak cinstendir.

Yanılmıyorsam yine 2004 yılı Ramazan ayı idi. Ekrana yansıyan görüntülerde İstanbul’daki Hırka-i Şerif Camii’nde bulunan ve Hz. Peygamber’in Veysel Garani’ye verdiği rivayet edilen hırkayı ziyaret edebilmek için insanlar birbirini eziyor ve en az 10 kişi hastanelik oluyordu. Olaya polis müdahale ediyor ve ziyaret polis zoruyla engelleniyordu. Ve bu insanlar hiç kendi kendilerine sormuyordu; acaba bu hırka gerçekten de Hz. Peygamber’e mi aittir? Ait olsa bile insanlara ne faydası vardır? Hz. Peygamber’in sünnetlerine ve hadislerine sarılıp onlarla amel etmek dururken, hırkasına sarılmanın, sarılmak şöyle dursun, onu görebilmek için diğer insanlara zarar vermenin mantığı nedir?

Sakalı Şerif adı altında Anadolu’da pek çok camide saygı ile saklanan ve tazim ile ziyaret edilip öpülen sakal konusu ise başlı başına bir problemdir ülkemizde. Ülkemizdeki ve dünyadaki bir çok Müslüman, hala Mina’daki temsili şeytanlara (ki; beton direklerden ibarettir)taş atmak için izdihama yol açıp birbirlerini öldürürler, Arafat’ta Cebeli Rahme denilen tepedeki taşa karşı bir nevi putperestlik, yani puta taparlık yaptıklarını düşünmeden namaz kılarlar, Kâbe’nin duvarında bulunan “Hacer’ül Esved-Siyah Taş” denilen taşı öpebilmek için birbirinin kafasını gözünü kırarlar, Kâbenin duvarlarına ve Hz. Paygamber’in merkadinin bulunduğu bölümdeki demir parmaklıklara yüz sürüp öperler ve daha neler neler? Oysa yapılması gereken, bu tür şekilciliklerden arınarak İslam’ı en azından ferdi hayatımıza tatbik etmektir.

Fıtır Sadakanızı Verdiniz mi?

Kısaca “Fitre” denilen Fıtır Sadakası’nın, bayramın birinci günü, bayram namazına kadar verilmesi gerekmektedir. Diyanet’in 2013 yılı için tespit ettiği fitre miktarı 9.25 TL’dir. Bu rakam, fitrenin alt sınırı olup, üst sınırı kişinin imanına, vicdanına ve zenginliğine göre değişir. Fitrede esas olan, bir insan normal şartlarda bir günde kaç lira ile karnını doyuruyorsa onun için fitre miktarı odur. Yani fitrenin miktarı, kişilerin yediği yemeğin miktarı ve kalitesine göre değişiklik arz eder. Yemeğini Ankara’da Hacı Arif’te yiyen bir adam Çinçin’deki, İstanbul’da Hacı Abdullah Efendi’de yiyen bir adam da Hacı Hüsrev’deki bir lokantanın fiyatları üzerinden fitre veremez. Bu düpedüz Allah’ı kandırmaya yeltenmek, kendisini de kandırmak olur.

Oruç tutan okuyucularımın Ramazan Bayramı, tutmayan okuyucularımın ise şeker bayramı kutlu olsun. Herkese güzellikler içinde bir bayram diliyorum.

Selam ve saygılarımla…

__________
Not: Yazının başlığını attıktan sonra fark ettim; aynı başlıkta daha önce de bazı yazılar yayınlanmış. Ancak yine de değiştirmeyi düşünmedim. Zira hocalarımızın bize öğrettiğine göre; “Ettekrar-u ahsen. Ve lev kâne yüz seksen”dir. Yani “yüz seksen kere de yinelense tekrar güzeldir”. Bir konuyu uzun süre hatırda tutmanın yolu o konuyu sık sık tekrarlamaktır. Elbette “Temcit pilavı” pozisyonuna düşürmeden…